Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Aydın Kişi ve Mason... 3  (Okunma sayısı 3455 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 18, 2013, 12:44:53 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Yazarın "aydın" kavramına ayrıntılı olarak gireceğini belirtmiştim.




AYDIN

Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu yanlışımız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok zaman kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinimlerimizi almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer ulusları tanır, ama kendimizi bilmeyiz.
(M. Kemal Atatürk-20.03.1923, Konya Gençleriyle Konuşma)

Çağımızda en sık kullanılan kelimelerden biri olmakla birlikte, kavramın kesin bir tanımını yapmak bir hayli güçtür. Türkçe’de “münevver” kavramına eşdeğer kullanılan “aydın” kavramı bugün taşıdığı anlamıyla oldukça yenidir.

Eğitim düzeyi, aydını tanımlarken önemli bir ölçüt olarak karşımıza çıkar. Ancak kimi zaman iyi eğitim görmemiş kimselerin aydın kategorisi içinde değerlendirildiği görülür. Kavram, sayı itibariyle az, ama nitelik itibariyle çok önemli bir zümre olarak düşünülmektedir. Ancak, bilim, sanat, din, meslekler gibi değişik kategorilerdeki bireylerin hepsini aynı kapsamın içine almak, tanımı bâzı yönleriyle anlamsızlaştırır. Bu safhada önemli bir unsuru kavramın kapsamına dahil etmek gerekmektedir. Bu da, aydının toplumu etkilemesidir.

Bu yönüyle aydınları, toplumu değiştirme gücüne sahip, gerekli özel şart ve yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir. Aydın insan olma, kazanılmış ve geri alınamayacak bir hak değildir. Veya bir kez aydın olundu mu, bu kimlik bir daha hiç yitirilmez de değildir.

Jean-Paul Sartre, aydın insanı, “ister eylem alanında, ister yazı masasında olsun, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçeklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen kişidir” diye tanımlar.

Yine Sartre, bilgin ile aydının farklı şeyler olduğunu belirtir ve bilgin’in, nasıl aydın olabileceğini bilinen şu örnekle açıklar:
“Atom savaşı gereçlerini yetkinleştirmek için atom füzyonu üzerine çalışan bilginlere ‘aydın’ diyemeyeceğimizi söyleyeceğim: Bu kişiler birer bilgindir ve yalnızca da bilgindir. Ama söz konusu bu bilginler, üretmeye girdikleri savaş gereçlerinin yıkıcı gücünden korkup da bir araya gelir ve kamuoyunu atom bombasının kullanımına karşı uyarmak üzere bir manifesto imzalarlarsa o zaman aydın olurlar”.

Ülgener, aydınların köken itibariyle dağınık ve heterojen bir grup oluşturduğunu, ama bunları bir araya getirenin tasvip ve tenkit yolu olduğunu belirtir. Ülgener bu görüşünü şöyle açıklar: “Grup dağınıklığı ile beraber aydını ‘aydın’ yapan, toplumun temel yapısına ve değer anlayışına yönelik tasvip veya daha çoğu tenkit yollu ve genellikle sabırsız, hızlı bir mesajın çıkış noktasını vermesidir”.

Yalçın Küçük ise aydın olgusunu, akıl ölçütüyle tanımlamakta ve aydının inatla mücadele etmesi gerektiğini de savunmaktadır. Ona göre, “Tek başına eylem aydını büyütmez. Aydın tanımı gereği, kafasıyla ve çok büyük bir inatla, toplumu değiştirmek için mücadele eden insandır. Tanımı kısaltmak gerekirse, aydın kafasıyla mücadele eden insandır. Mücadele etmeyen aydın olamaz.”

Farklı toplumsal yapılarda, farklı aydın tipleri ortaya çıkmakta ve toplumsal yapı ile aydının işlevi de değişmektedir. Aydınlar, köylüler, işçiler ve işveren sınıfları gibi bir toplumsal sınıf meydana getirmezler. Aydınlar herhangi bir toplumda, iletişim ve anlatımlarında, toplumun öbür üyelerine oranla çok daha sık, insan, toplum, doğa ve evren konusunda genel kapsamlı ve soyut simgeler kullanan kişilerdir.

Aydın kimdir? Eski Osmanlıca deyimiyle, kime ‘münevver’ denilmeli? Arapça ‘nur’dan gelen bu kelimenin anlamı ‘nurlandırılmış, ışıklı, ziyadar, tenvir edilmiş, ruşen’dir. Şimdi ‘aydın’ diyoruz; bazen de bu Türkçe sözcüğün yerine yabancı dilden aktarma ‘entelektüel.’

Bu kavramın önce, ünlü Socrates’in yöntem yönünden bir öğretisine uyarak, şöyle bir tanımını yapalım:

“Aydın, daha akılcı, daha insancıl ve herkes için daha iyi bir toplum düzenine ulaşılabilmesi için bu hedefin önündeki engellerin aşılması yolunda yapılması gerekenleri saptayan, bunları inceleyen, onların savaşımını veren ve yaşamını büyük ölçüde buna göre uyumlaştıran kişidir.”

Aydın nedir? Aydın, aynı anda bir sosyolog kadar sosyoloji, bir tarihçi kadar tarih, bir ekonomist kadar ekonomi bilen bir kimse midir? Bir insana aydın diyebilmek için o kişinin aydınlık seviyesi ne olmalıdır? Bu seviyeyi ölçmek kimin harcıdır?

Aydın, toplumun hangi kesiminden gelirse gelsin, eğitim düzeyi ne olursa olsun, dünyayı ve yaşamı tüm yönleriyle anlamaya çalışan, hem kendini hem de dünyayı daha ileri, daha mutlu yarınlara taşımak adına, bilgilenme ve bildiklerini paylaşma, düşünme ve düşündüklerini paylaşma, gözlemleme ve gözlemlerini paylaşma, bu doğrultuda dünyayı, yaşamı yorumlama, toplumun hem içinde hem de önünde olup, yeni bakış açıları sunma güdüsü, isteği ve sorumluluğu olan kişidir

Her aydının özel bir sorumluluğu vardır; öğrenim görme ayrıcalığına ve olanağına sahiptir. Bunun karşılığında çevresine (ya da “toplumuna”) öğrendiklerini, en basit, en açık ve en alçakgönüllü biçimde açıklamakla yükümlüdür.

Aydın, içinde bulunduğu toplumun önünde bir kişidir ve bu da haliyle okumuş bir kimse olmayı gerektirebilir çoğunlukla. Bir köy öğretmeni, o köyün aydınıdır. Mavi yakalıların çoğunlukta olduğu bir fabrikada o fabrikada mühendislik yapan genç aydındır. İlkokul öğrencisi kardeşini ve arkadaşlarını müzeye gezmeye götüren lise öğrencisi genç kız da aydındır.
Aydın, kimi zamansa görmüş geçirmişliktir. Dünyayı gezip, yeni kültürler tanıyıp, yurduna dönen bir seyyahtır aydın bazen. Bazense yıllarını, nefsini köreltip ibadet ederek geçiren bir keşiş. Ya da eğitimini yarım bırakmasına rağmen, düşünsel yeteneğini okuduğu kitaplar, gözlemler ve kendi deneyimleriyle geliştiren 2007 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing.

Ümit Zileli’nin “Aydın İhaneti” adlı eserine yazdığı sunuşta, Mustafa Balbay, aydının tarifini kendine has yorumu ile şöyle yapmakta:

Sevdiğim aydın tanımlarından biri şudur: Ülkesinin geleceğine harç taşıyan kişiye aydın denir. Aydın; o harcı kaç kat taşıyabilirse, ülkesini o kadar yükseğe çıkartır. O harcı, yorulmadan, usanmadan, dökmeden yükseklere taşımak, herkesin harcı değildir. Kimi yolda yön değiştirir, döner. Kimi yön değiştirmemiş gibi yapıp, dönenlerin yolundan gider. Kimi yorulur, çekilir. Kimi yeni hizmet yerleri bulur, onların doğrularını ezberleyip, yolunu bulur. Yanlış anlaşılmasın, kendince doğru yönü bulur! Kimi de önce ülkem ve ilkem der, doğru bildiği yolda, ne pahasına olursa olsun, devam eder.

Elinizde tuttuğunuz kitabın (Aydın İhaneti-Ümit Zileli) yazarı, sonuncu şıkka giriyor. Gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayan Ümit Zileli, sonuncu şıkka girmekle kalmıyor, aydın kavramına ihanet edenleri bir bir gün ışığına çıkarmayı görev ediniyor.

Aydın tanımlamasını hak etmek için asıl gereken şey, aydınlık bir ruha ve beyine sahip olmak sanırım. Aydın, akademik veya hangi tür bir donanıma dayanırsa dayansın, önce kendini aydınlatan sonra bu aydınlığı topluma sunan kişidir. Tünelin ucunda belirecek ışığı beklemeyip, gidip o ışığı kendi yakan kişidir. O beliren ışığın, yaklaşmakta olan trenin ışığı olmadığından da böylece emin olan kişidir.

Melih Cevdet Anday, “Gün ve Gece” adlı denemesinde, “Aydın” kavramına şöyle yaklaşmaktadır: “Cahil olan, karanlık içinde bulunduğu için önünü ardını göremez, tökezler, yuvarlanır. Bilen ise yürüdüğü yolu görür, nereye varacağını kestirir. Bu yüzden ona ‘aydın’ diyoruz haklı olarak.”

Aydın olmayan özgür olamaz. Kişiler için de, toplumlar için de doğrudur bu. Bilisizlik (karanlık) içindeki bir toplum, bir köleler toplumudur. Özgürlük nedir anlamaz, düşünmez, körü körüne yaşar, kendisine aşılanmış dogmaları bellemiştir, seçme yeğleme gücü yoktur.

Aydın, yapısı ve niteliği gereği daha çok kuramsal bir noktadan hareket eden kişi olduğu için, genellikle toplumun büyük çoğunluğuna ters düşmektedir. Aydını toplumun diğer bireylerinden ayıran temel özellik, onun belirli bir dünya görüşüne ve ideolojiye sahip oluşudur.

Nasıl ki, tarihsiz toplum olamazsa, ideolojisiz aydın da olamaz.



Bundan sonra sıra "entelektüel" kavramına geliyor.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 18, 2013, 02:20:29 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Anlaşıldığı üzere,Aydın sayılabilmek için bilmek yetmiyor.

Yaşadığı toplumu yüceltebilmek için,ısrarlı,cesur,fedakar olması,ürettiği değerleri paylaşabilmesi gerekiyor.

Bilgin ile Bilge arasındaki farkı daha önce tartışmıştık.

Buradan hareketle bir bilgilinin aydın olarak kabul edilebilmesi için,erdemlerinin de belli bir eşiğe ulaşması gerektiğini düşünüyorum.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
3213 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2013, 06:38:23 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
2746 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2013, 03:45:14 ös
Gönderen: ADAM
7 Yanıt
5531 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2013, 07:08:55 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2386 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2013, 06:02:18 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3018 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 25, 2013, 01:40:54 öö
Gönderen: dogudan
0 Yanıt
3009 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 26, 2013, 04:50:55 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3408 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 31, 2013, 01:52:28 öö
Gönderen: peacewings
5 Yanıt
4510 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2013, 04:01:06 ös
Gönderen: ADAM
8 Yanıt
5711 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 05, 2013, 04:21:03 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3402 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 06, 2013, 11:20:35 öö
Gönderen: ruzber