Ana ya da babalarından en az biri ortak birçok kardeş arasında uyum sağlanamadığı görülür. Hele çıkarların çelişmesi durumunda, kardeşlik pek basit bir soy ya da genetik kalıtım ortaklığından ileri gidemez. Bu olgu ile her toplumda sık sık karşılaşılır. Birçok kardeşin birbirlerinden nefret bile ettiği, öldürmeye dek varacak ölçüde çatışmaya giriştiğine rastlanır.
Demek ki, ana ve babanın aynı oluşu ile “gerçek kardeş” olunamıyor. Bunu sağlayan başka öğeler, başka değerler, başka nitelikler olsa gerek. Birlikte oluş, birçok şeyin paylaşımı gibi…
Nitekim böyle birliktelikler ve paylaşımlar, örneğin bir okulun aynı sıralarında yıllar geçirmek, aynı sorunlara ve zorluklara birlikte katlanarak bunları aşmak, bunu yaşayan kişiler arasında sıradan arkadaşlığın ötesinde, “kardeşlik” olarak adlandırılabilecek bir bağ oluşturur.
Belirli bir amaç ve ülkü uğruna güç, olanak ve yeteneklerini birleştiren insanlar arasında ise kardeşlik çok daha kolay oluşur. Onlar birbirlerini hiç tanımasa, çok uzak ülkelerde yaşasa hatta toplumlarının özellikleri arasında hayli büyük farklar bulunsa bile, edindikleri ortak amaç ve benimsedikleri ülkünün paylaşımı onları yakınlaştırır. Aralarında çözülmez bir uyuşma, bir bağ kurulur.
Buna “ülkü kardeşliği” diyebiliriz.
Masonluğun kendi içinde olan da işte budur ama burada sözünü ettiğim o “ülkü kardeşliği” sırf Masonluğa özgü bir kavram değildir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de ulusal, düşünsel, dinsel, inançsal, ırksal, zümresel ve benzeri köklere dayanan, kendilerine özgü amaçlarını yüceleştirerek üyelerini bir ülkü kardeşliği çevresinde toplamış olan birçok topluluk ve kurum vardır.
İnsan, anası ve babası aynı olan öz kardeşine yapmaktan kaçınabileceği bir yardımı ülkü kardeşine yapabilir. Öz kardeşinden belli bir gerekçeye dayanarak esirgeyebileceği bir desteği ülkü kardeşine gönül rahatlığıyla verebilir. Öz kardeşiyle paylaşamadığı sırlarını ülkü kardeşine açabilir. Bu, aklın ve bilgece davranışın sonucudur. Duygusal yönü bile bilinçli bir benimseyişe dayanır.
Gerçek dost ve arkadaşlar arasındaki ilişkiler de böyledir. Masonluktaki fark, gerçek dostluk ve arkadaşlığın “kardeşlik” düzeyine çıkarılmış olmasıdır.
Şu halde, Masonluktaki kardeşlik anlayışını şöyle de tanımlayabiliriz:
“Karşılıklı hoşgörü, özveri ve dayanışma ile oluşturulmuş bir sevgi, çıkar kaygısından uzak olan karşılıklı güven, bunlarla pekiştirilmiş olarak ortak bir ülkü doğrultusuna yönelen güçlü bir erdem.”
Ancak gerçek yaşamdaki asıl durum böyle olmayabilir. Nitekim bundan ötürü masonlar da zaman zaman üyesi oldukları bu kurumda kardeşliğin gerektiğince oluşmadığından yakınarak Masonluğu eleştiri yöneltir. Kardeşliğin söz ve yazıda kaldığını, uygulamada görülemediği ve sağlanamadığını hatta birçok masonun kardeşliğe yakışmayacak birtakım davranışlarda bulunduğunu söylerler.
Hani istisnaların kuralı bozmadığı benimsenir ama masonların bu eleştirilerinin haklı yönleri de yok değildir. Mason örgütleri ve localarında ara sıra böyle düşünmeye ve yakınmaya neden olabilecek birtakım aykırı tutum ve davranışlarla hatta olaylarla karşı karşıya gelinmiştir. Bunların nedeni ise, Masonluğa yanlışlıkla ya da masonları yanıltarak girmiş, Masonluğun ilkelerini içtenlikle benimseyemeyip, bir türlü “mason” olma yolunu tutamamış kişilerin varlığıdır. Böyle kimselerin aslında mason olmak ile bağdaşmayan tutum ve davranışları, diğer masonlar için büyük üzüntü kaynağı olur.
Masonlar, kimi zaman bu soruna bir çözüm yolu arar. Masonluğa yanlışlıkla girmiş olan ve ister istemez kardeş olarak nitelendirdikleri kimseleri localardan uzaklaştırmak kolay iş değildir. Uzaklaştırılacak kimsenin, Masonluğun açısından belirgin bir ağır suç işlemiş olması, üstelik bunun kanıtlanması gerekir. Kaldı ki Masonluğu bilerek kötüye kullanan kişi olursa, bu bakımdan açık vermemeye de çok dikkat eder. Genellikle uzun bir süre sonunda Masonluk ortamından sıkılır ya da dışlandığını sezip kendiliğinden ayrılır.
Kimi zaman bir diğer çözüm yoluna başvurulur. Masonluğa alınması düşünülen her kişi, her aday için aşırı ölçüde ince eleyip sık dokumaya girişilir. Masonik açıdan “kardeş” olmaya yaraşmayacak kimselerin olumsuzluklarını önceden saptayıp, onları almaya yönelinir.
Ancak bu yöntem sakıncalı da olabilir. Çünkü böylece aslında belki de Masonluğa girdikten ve mason unvanını aldıktan, masonik ortamı soluduktan sonra karakterinde olumlu yönde değişim oluşabilecek hatta gerçekten de “mason” olma yolunda ilerleyebilecek kimselerin Masonluğa girişine engel olunabilir. Düşünün ki masonlar bu bağlamda ilginç iki simge kullanıyor: “Hamtaş” ve “küptaş”. Aralarına almak üzere küptaşlar değil, hamtaşlar arıyorlar; ancak kendilerini birer küptaşa dönüştürebilecek, tam olmasa bile olabildiğince yaklaştırabilecek küptaşlar. Dolayısıyla aşırı titiz bir tutum takınmasıyla, Masonluğun amaçları doğrultusunda yapılması öngörülen çalışmalar da zayıflatılmış olur.
Mason örgütlerinin, -istisnalar olsa da- amaçları doğrultusunda kurumsal ya da örgütsel birtakım girişimlerde bulunmadığını, yapılması gereken işleri masonların bireysel çabalarına bıraktığını biliyoruz. Masonluktaki çalışma tarzı ya da yönteminin bu yönü de, masonların sadece nitelik bakımından değil, nicelik bakımından da gelişmesini yani bulundukları yerde sayıca çoğalmalarını gerektirir. Bu gereklilik ise Masonluğa alınacak kimselerde aranan nitelikler bakımından belki biraz daha toleranslı hatta biraz daha gevşek bile davranmaya neden olur.
Sayın Ceycet, bu başlık altındaki yazının ilk bölümündeki anlatımlarımı beğeniyle karşılamıştı; tüm insanların ayırımsız olarak kardeş sayılmaları ülküsünün Masonlukta da beslenişi açısından. Ancak görüyoruz ki, masonların kendi aralarında bile kardeşlik bakımından sorunları var. Hele bunları bir de dünya yüzündeki mason örgütlerinin farklı benimseyişleri açısından gözden geçirdiğimizde, önemli çelişkiler bile görebiliyoruz. Ancak gelin onu bu başlık altındaki yazı dizisinin son bölümüne bırakalım.