1 asirdir neredeyse islemiyor artik bu yasak.
bu da aşkın liberal yaklaşımın körlüğü olsa gerek Sn. Kirlangic, şu 1 asırdır uygulanan yasağın ne olduğu bir söylense biz de rahat etsek.
....
sıkmabaş tabir edilen örtünme biçiminin evveliyatı şunun şurasında 30 yıl öncesine dayanır. İran'daki Devrim sonrası bu sıkmabaşlanma süreci gittikçe hızlanmıştır.
70lerin sonuna değin üniversitelerde böylesi bir giyim kuşam stiliyle okuyan öğrenci bulunmamaktaydı. toplumda da yoktu. klasik anadolu kadınının örtünme tipi vardı bir de kentli giyimi
bugün durup durup şu canına yandığımın Cumhuriyet'inin modernleşme planlarına yapılan anlamsız ve bir o kadar fütursuz saldırıları anlamış değilim. Ulus-Devlet denilen nemenem şeyin var olduğu zamandan beridir bu modernleşme de var. ulus-devletlerin özellikle 1789 burjuva cumhuriyet ihtilaliyle* girdikleri yeni yolda topluma dönüştürme ve değiştirme işlevleri de söz konusu. bunda yazıksanacak ayıplanacak ne var ki?
evet türk cumhuriyetinin de bir aydınlanma / çağcıllaşma projesi vardı. ve buna yönelik çalışmalar sergiledi. halk evleri, köy enstitüleri ile bu cağcıl yaşam biçimi yurttaşa aktarıldı, yurttaş "kara cahil"
kul olmaktan çıkartıldı, "bilen, düşünen"
birey oldu. (ya da olması istendi) elbetteki bu süreçte feodal kalıntılar karşı duruş sergiledi. (bugün belki de bu karşı duruşun görece zaferi bile söz konusu olabilir)
merkez- çevre ikircikliği çerçevesinde evet merkezin bu çağcıllaştırma projesi bir biçimde akamete uğradı.
dönelim sıkmabaş-türban vs. hususuna... 80 sonrası üniversitelerde uygulanmaya başladı yasak, dönem dönem sert veya yumuşatılmış veya tamamen unutulmuş olarak devam etti süreç... ama ben bu noktada kemalistlerin değil islamcıların suçlu olduğuna inanıyorum. çünkü onlar meydana bu sıkmabaşı attı, çünkü başka muhalefet kaynakları mevcut değil veya olanda bu denli etkin değil.
Özal'ın 1983 seçimlerini %45 oy oranıyla kazandıktan sonra, ANAP'ı oluşturduğunu iddia ettiği "dört eğilim"den "bir"i için, yani "islamcı", "dindar" ya da "şeriatçı" kesimlerin istemleri doğrultusunda üniversitelerde "başörtü"nün serbest bırakılması gündeme gelmiştir. Ancak Danıştay kararı ve "derin devlet"in muhalefetiyle birlikte "başörtüsü serbetliği" yerini "türban"a bırakmıştır. YÖK kurucusu, yaratıcısı ve başkanı olan İhsan Doğrumacı'nın keşfi ile "başörtüsü sorunu" "türban sorunu"na dönüştürülmüş ve "türban"ın "modern giyim tarzı" olduğu Vakko'dan alınan yazıyla onaylanmıştır. İhsan Doğramacı'nın bu "türban" keşfi fazla uzun yaşayamamış, 1989 yılında Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile yasaklanmıştır. Bu tarihten itibaren "türban sorunu", şeriatçı kesimlerin her fırsatta gündeme getirdikleri, her türden eylemin konusu yaptıkları bir dönem başlatmıştır.
bugün ülke de "başörtüsü radikalleri ve türban liberalleri"** vardır. ve bu liberaller hak-özgürlük sloganlarıyla ne olmuş canım ılımlı işte ifadeleriyle aslında demokratik devrimin önündeki (ülkemiz açısından tabiki) en büyük engel ve düşmanı olan panislamistleri desteklemektedir.*** Bu sorunu bireysel bir sorun olarak gösterme gayreti de anlaşılamaz. Çünkü ülkemizde ılımlı-ılımsız islamın dayatılması sorunu vardır. (tarihsel olarak ta ümeyyeoğullarıyla başlayan islamın muhafazkarlaşması ve özündeki ilerici -günümüz siyasetbilimi ve ekonomibilim açısından apaçık sosyalist- özünün kaybettirilmesi ve bunun egemen güçler tarafından "mümin"lere dayattırılması ayrıca bir mevzu olmak üzere bu muhafazakarlaşmanın günümüzdeki görünümü olarak da kabul edebileceğimiz) ılımlı islam uygulamaları bireysel özgürlük meselesinin ötesinde bir anlam ifade etmektedir.
Bizim gibi demokratik devrimin tamamlanmadığı ve reformdan geçmemiş bir dinin egemen olduğu bir ülkede laiklik ve din konusu çok daha büyük öneme sahiptir. Özellikle son yıllarda dinin "kişisel bir sorun" olduğu şeklinde yapılan değerlendirmeler ve propaganda gözönüne alındığında, laiklik konusunda açık ve net bir tutum takınmak çok daha önemli olmaktadır. Din, devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların siyasal iktidar yetkilerine sahip bulunmaması temelinde "kişisel bir sorun" dur. Burada unutulmaması gereken yan, dinlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal alanları içeren dogmalara sahip olduğudur. Dolayısıyla dinsel ideolojilerin kitleler üzerinde sağlayacağı her etki, aynı zamanda bu dogmaların var edilmesi için bir çabayı da beraberinde getirecektir. Bu nedenle, dinsel ideolojilere ve dogmalara karşı mücadele zorunludur.
Dinin "kişisel bir sorun" olarak ele alınması, yani dinsel toplulukların kendi işlerini kendileri görmesine olanak sağlanması, onların güçlenmesinden başka bir sonuç vermemektedir. Ülkenin en küçük yerleşim yerlerinde bile kurulmuş olan Kuran kursları, İmam-Hatip okulları ve yurtları bunun somut ifadesidir. Diğer yandan, ülkemizde din "kişisel bir sorun" olmaktan öte, toplumsal bir sorun ve ilişki olarak vardır. Özellikle tarikatlar düzeyinde yürütülen dinsel faaliyetler, gizli örgütlenmeler olarak vardır. Tarikatların kendi iç hiyerarşileri, tarikat üyeleri arasında bir birlik oluşturur. Dolayısıyla, tarikat düzeyinde, din, hiç bir biçimde "kişisel bir sorun" durumunda değildir. Bugün AKP tarafından sıkça yinelenen din "kişisel bir sorun"dur tekerlemesi, tarikat ilişkilerinde hiç bir geçerliliğe sahip değildir. Üniversitelerde yapılan türban eylemlerinde görüldüğü gibi, "başörtüsü sorunu" bir örgütlenme ve buna bağlı eylemlilik durumundadır. Bu örgütlenme ve eylemlilik, herkesin "kendi inancına göre yaşaması"ndan öte, "kendi istediği hukuku seçmesi" amacına yöneliktir. SORUN, "kişisel bir sorun" değil, SİYASAL ÜST YAPI SORUNUDUR ve siyasal üst yapının dini esaslara göre biçimlendirilmesini gerektirir.
Bunlar dikkate alınmaksızın "din kişisel bir sorundur" tekerlemesinin ardına takılmak, şeriatçılığı güçlendirmekten ve meşrulaştırmaktan başka bir anlama gelmemektedir
Neyse çok söz ettim yine burada keseyim. Sevgi ve Saygılarımla.
-----
dipnotlar
* Burjuva demokratik devrim, bir yandan feodalitenin siyasal iktidardan (devlet aygıtından) tümüyle tasfiyesi, diğer yandan da kapitalizmin gelişmesinin önündeki feodal engellerin tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Feodalizmin son döneminde siyasal iktidar giderek "dini bürokrasi"nin etkisi ve egemenliği altına girdiğinden, burjuva demokratik devrim, aynı zamanda "dini bürokrasi"ye karşı, yani "kilise hiyerarşisine" karşı, dolayısıyla da tümüyle dine karşıdır. Bu nedenle burjuva demokratik devrim laiktir, burjuvazi bu süreçte laiklik yanlısıdır. Burjuva demokratik devrimleri, her zaman ve her durumda, laiklik ilkesi temelinde, feodalizmin varlığını sürdürmede en büyük güç haline gelmiş olan dinin ve dini kurumların tasfiyesine yönelirken, hem dini kurumların ekonomik gücünü ellerinden almış, hem onların oluşturmuş olduğu yasa gücünü cumhuriyet temelinde parlamentoya aktarmıştır. Bu yüzden cumhuriyet ve laiklik, feodalizme karşı mücadelenin birbirinden ayrılamaz bir bütününü oluştururlar
**tabir kurtuluş cephesi dergisine aittir ve kanımca aslında içinde bulunulan haldeki duruşları en yalın biçimiyle anlatmıştır.
***Hatırlatmakta fayda görürüm ki; İran'daki molla yönetiminin ilk yıllarının gösterdiği bir gerçek, Şah döneminin "laik" şehir küçük-burjuvazisinin "ılımlı islam" yandaşı haline gelmesidir. Bu dönüşüm, Şah ordusunun saf değiştirmesini de beraberinde getirmiştir. Özellikle "radikal islamcılar"ın sola karşı giriştikleri imha saldırılarında başarılı olmaları şehir küçük-burjuvazisinin saf değiştirmesinde belirleyici olmuştur. Mollaların gücü karşısında çaresiz kalan bu küçük-burjuvalar, "Avrupai" görünümlü, kravatlı Beni Sadr'ın temsil ettiği "ılımlı islam" tarafına geçerek kendilerini koruyabileceklerini, "radikal islamcıları" dizginleyebileceklerini ummuşlardır. Sonuçta ise, herkesin bildiği gibi, molla yönetimi 25 yıldır İran'da iktidarını sürdürmektedir.