Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MOSSAD Michael Bar-Zohar Ve Nissim Mishal Bölüm:1  (Okunma sayısı 1352 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 28, 2018, 12:52:20 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 101
  • Cinsiyet: Bay

GÖLGELERİN KRALI 1

1971 yazının sonunda şiddetli bir fırtına Akdeniz sahiline kırbaç gibi çarpıyor, yüksek dalgalar Gazze kıyılarını dövüyor­du. Arap denizciler, tedbirli davranarak denize açılmadılar; böyle bir günde, kalleş dalgalara meydan okumak cesaret de­ğil aptallık olurdu. Kıyıdakilerin şaşkın bakışları altında, kük­reyen dalgaların arasından çıkan köhne bir tekne bütün ağır­lığıyla ıslak kuma oturdu. Kıyafetleri ve kefiye’leri darmadağın ve sırılsıklam bir grup Filistinli tekneden atlayıp sulan yara yara kıyıya çıktı. Tıraşsız yüzlerinde, uzun deniz yolculuğu­nun yorgunluğu açıkça okunuyordu. Ne var ki dinlenecek va­kitleri yoktu, canlarını kurtarmak için kaçmak zorundaydılar. Öfkeli dalgaların arasından tam teçhizatlı savaş kıyafetleri içinde İsrail askerlerini taşıyan bir hücumbot çıktı. Hücum­bot kıyıya son sürat yanaşırken askerler kaçan Filistinlilere ateş ederek sığ suya atladılar. Kumsalda oynayan birkaç Gazzeli çocuk Filistinlilere doğru koştu ve onları yakınlardaki gü­venli bir meyve bahçesine götürdüler. İsrailli askerler izini kaybettikleri kaçakları bulmak için sahile dağıldılar.

Aynı gecenin ilerleyen saatlerinde, elinde bir Kalaşnikof la gizlice meyve bahçesine giren genç bir Filistinli, kaçakları göz­den uzak bir köşede birbirine sokulmuş halde buldu.

“Siz kimsiniz, kardeşlerim?” diye sordu.
“Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyeleriyiz,” diye geldi cevap.
“Lübnan’daki Tire mülteci kampından geliyoruz.”
“Marhaba, hoş geldiniz,” dedi delikanlı.
“Komutanımız Abu Seif’i tanıyor musun? Kendisi bizi Beth Lahia’daki (Gazze Şeridinin güneyinde yer alan bir te­rörist kampı) Halk Cephesi komutanlarıyla buluşmak üzere gönderdi. Paramız ve silahlarımız var, eşgüdümlü operasyon­lar yapmak istiyoruz.”
“Size yardımcı olabiliriz,” dedi delikanlı.

Ertesi sabah, yeni gelenler silahlı birkaç terörist eşliğinde Jabalya mülteci kampındaki izbe evlerden birine götürüldüler. Büyükçe bir odaya alındılar ve masaya oturmaya davet edildi­ler. Çok geçmeden, Halk Cephesi liderleri odaya girdi. Lüb­nanlı kardeşleriyle samimi bir selamlaşmadan sonra karşıları­na geçip oturdular.

“Başlayabilir miyiz?” diye sordu, kırmızı kefiye’li tıknaz ve seyrek saçlı genç bir adam. Lübnanlı grubun lideri olduğu an­laşılıyordu. “Herkes burada mı?”
“Burada.”

Lübnanlı elini kaldırıp saatine baktı. Önceden kararlaş­tırılmış bir işaretti bu. “Lübnanlı temsilciler” birdenbire ta­bancalarını çekip ateş açtılar. Bir dakikadan kısa bir süre içerisinde, Beth Lahialı teröristlerin hepsi ölmüştü. “Lüb­nanlılar” evden kaçarak çıktılar, Jabalya kampının çarpık ara sokaklarından geçerek Gazze’nin kalabalık sokaklarına daldılar; kısa süre içinde İsrail bölgesine girmişlerdi. Aynı akşam kırmızı kefiye’li adam, Yüzbaşı Meir Dagan, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin gizli Rimon komando birliğinin komutanı General Ariel (Arik) Şaron’a raporunu verdi; Bukalemun Operasyonu başarıyla tamamlanmış, Beth Lahia’da tehlikeli bir terörist grup olan Halk Cephesi’nin bütün li­derleri öldürülmüştü.

Dagan, daha 26 yaşında olmasına rağmen, efsanevi bir sa­vaşçıya dönüşmüştü bile. Bütün operasyonu o planlamıştı: İsrail’de bir liman olan Ashdod’dan gelen eski bir teknedeki Lübnanlı teröristler gibi davranmaları, gece boyunca saklan­maları, terörist lideriyle buluşma ve hedefin vurulmasının ar­dından seçilen kaçış güzergâhı, İsrail hücum botunun düzme­ce takibi bile Dagan tarafından tertiplenmişti. Dagan dört dörtlük bir gerillaydı; cesurdu, yaratıcıydı ve çatışma kuralla­rına körü körüne uymak gibi bir alışkanlığı da yoktu. İzak Rabin bir keresinde onun için, “Meir, gerilim filmi gibi anti- terörist operasyonlar çıkarmakta eşsiz bir beceriye sahiptir,” demişti. Gelecek Mossad şefi Danny Yatom, Dagan’ı, İsrail’in en saygın komando birimi Sayeret Matkal ’a katılmak üzere başvuran ve bıçak fırlatma becerisiyle herkesi şaşırtan, yeleyi andıran saçlarıyla kısa boylu ve sağlam yapılı bir delikanlı ola­rak hatırlıyor. Dagan’ın havayı yararak uçan kocaman ko­mando bıçağı, hedefi tam ortasından vuruyormuş. Ne var ki, keskin nişancılığına rağmen, Sayeret Matkal sınavından geçe­meyen Dagan, başlangıçta paraşütçülerin gümüş kanatlarıyla yetinmek zorunda kalmış.

Dagan, yetmişlerin başında, 1967’de Altı Gün Savaşıyla İsrail tarafından ele geçirilen ve o zamandan bu yana da arı kovanı gibi kaynayan ve tehlikeli bir terörist yatağına dönen Gazze Şeridi’ne gönderildi. Filistinli teröristler her gün İsrail­lileri öldürüyordu ve IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) zorlu mülteci kampları üzerindeki kontrolünü kaybetmişti.

Bütün İsrail, arabalarına fırlatılan el bombasıyla parçalana­rak ölen beş yaşındaki Avigail Arroyo ve sekiz yaşındaki ağa­beyi Mark için yas tutuyordu. General Ariel (Arik) Şaron sü­regelen bu katliama bir son vermek gerektiğine karar verdi.

Savaşın izlerini taşıyan gençlik yıllarından tanıdığı bazı es­ki dostlarını ve birkaç genç askeri görevlendirdi.’ Bu askerle­rin arasında, yuvarlak suratlı, kısa boylu ve sağlam yapılı bir subay olan ve Altı Gün Savaşı’nda mayına basınca sakatlanan bacağı yüzünden topallayarak yürüyen Dagan da vardı. Beer- Sheva’daki Soroka Hastanesi’nde hemşire Bina’ya âşık olmuş ve iyileştiğinde onunla evlenmişti.

Dagan, işgal altındaki Gazze’de bir baston, bir Doberman ve birkaç tabanca, altıpatlar ve yarı otomatik tüfekle dolaşır­dı. Onu Arap kılığında, tehlikeli Gazze sokaklarında eşeği­nin üzerinde avare avare dolanırken gördüğünü iddia eden­ler de vardı. Sakatlığı, en riskli operasyonları bile tamamla­maktaki kararlılığını dindirmemişti. Dagan’ın dünya görüşü basitti. Bizi öldürmek isteyen düşmanlarımız var; bunlar kö­tü Araplar ve bu yüzden de, onlar bizi öldürmeden, biz on­ları öldürmek zorundayız.

Dagan, Arap kılığında düşman hatlarının gerisinde görev yapan ilk gizli komando birimini kurmuştu. Bu Israilli koman­dolar kısa sürede “Arik’in vurucu timi” olarak tanındılar ve söy­lentilere bakılırsa, genellikle yakalanan teröristleri acımasızca öldürüyorlardı. Kimi zaman, teröristleri karanlık bir sokağa gö­türüp, “Kaçman için sana yirmi dakika veriyoruz,” dedikleri ve kaçmaya çalışınca da vurup öldürdükleri biliniyor. Bir hançer ya da tabanca bıraktıkları ve terörist silaha doğru hamle yapın­ca oracıkta vurup öldürdükleri de. Dagan açık araziye çıkar, bir eliyle işerken diğer eliyle de boş kola kutularına ateş edermiş.

Dagan bu anlatılanları yalanlamıştı. “Böyle efsaneler türetilmesi normal,” demişti, “fakat yazılanların bir kısmının gerçekle alakası yok.”

Bu küçük İsrail komando birimi her gün hayatlarını tehli­keye atarak zorlu ve acımasız bir savaşı sürdürüyordu. Hemen her gece, Dagan’ın ekibi kadın ya da balıkçı kılığına girerek tanınmış teröristlerin peşine düştüler. Arap teröristi kılığında, El Fetih üyelerini pusuya düşürdükleri ve çıkan çatışmada te­röristleri öldürdükleri biliniyor. 29 Ocak 1971’de, Meir ve adamları iki ciple Jabalya kampı civarına giderler. Dagan yol­da karşılaştıkları taksinin yolcuları arasında azılı terörist Abu Nimer’i hemen tanır. Dagan’ın emriyle cipler durdurulur ve adamları taksinin etrafını çevirirler. Dagan taksiye yaklaştığı sırada Abu Nimer elinde bir el bombasıyla araçtan iner. Da- gan’ın gözlerinin içine bakarak el bombasının pimini çeker. “El bombası!” diye bağıran Dagan, kaçıp saklanmak yerine, adamın üstüne atladığı gibi kollarına yapışır ve el bombasını elinden kapar. Bu hareketi kendisine Onur Madalyası kazan­dırmıştır. Anlatılanlara göre, Dagan el bombasını uzağa fırlat­tıktan sonra Abu Nimer’i elleriyle öldürmüştür.

Yıllar sonra, İsrailli gazeteci Ron Leshem’e verdiği rö­portajda Dagan, “Rimon vurucu bir tim değildi,” der. “Herkesin tetiği çekmeye meraklı olduğu bir Vahşi Batı or­tamında yaşamıyorduk. Kadın ve çocuklara asla zarar ver­medik… Tehlikeli ve şiddet yanlısı teröristlere saldırdık yalnızca. Onları öldürdük ve diğerlerini de caydırmaya ça­lıştık. Sivilleri korumak adına, devlet zaman zaman demok­rasiye ters düşen şeyler yapmak zorunda kalabilir. Bizimki gibi birimlerde dış sınırların bulanıklaşabileceği doğru. Bu yüzden, yalnızca en kaliteli askerleri görevlendirdiğinizden emin olmak zorundasınız. En pis işler, en dürüst adamlar tarafından yerine getirilmelidir.”

Demokratik yoldan olsun ya da olmasın, Şaron, Dagan ve silah arkadaşları, Gazze’de terörü büyük çapta önlediler ve bölge yıllarca güvenli ve sakin kaldı. Fakat iddialara göre, Şa­ron sadık yardımcısına, yarı şaka yarı ciddi, “Meir’in özelliği, Arap’ın kafasını bedeninden ayırmasıdır,” der.

Gene de, gerçek Dagan’ı tanıyan çok az insan vardır. Dagan, Meir Huberman adıyla 1945 yılında, ailesi Sibir­ya’dan Polonya’ya kaçarken, Ukrayna’da, Herson civarında bir tren vagonunda dünyaya geldi. Ailesinin neredeyse ta­mamı Soykırım’da hayatını kaybetmişti. Annesiyle babası İsrail’e iltica edince, Tel Aviv’in yaklaşık 20 kilometre gü­neyindeki eski bir Arap kenti olan Lod’un fakir mahallele­rinden birinde büyüdü. Çoğu insan onu yenilmez bir savaş­çı olarak hatırlar, ama gizli tutkularını pek az kişi bilir: Doymak bilmeyen bir tarih okuruydu, bir vejetaryen olarak klasik müziğe ve hobileri olan resim ve heykele düşkündü. Meir, ailesinin ve Yahudilerin tarihine takılıp kalmış bir in­sandı. Soykırım sırasında Yahudilerin çektiği korkunç acı­larla kendini özdeşleştirmiş ve hayatını yeni doğan İsrail devletinin savunmasına adamıştı. Ordunun hiyerarşik basa­maklarında yükselirken atandığı her yeni görevde, ofisine yerleştir yerleşmez ilk yaptığı şey, iki SS subayının önünde diz çöken dua şalına sarınmış yaşlı bir Yahudi’nin büyükçe fotoğrafını duvara asmaktı. Subayların birinin elinde sopa, diğerindeyse bir tabanca vardı. “Bu yaşlı adam benim büyükbabamdı,” der Dagan ziyaretçilerine. “Bu fotoğrafa her baktığımda, Soykırım’ın bir daha asla yaşanmaması için güçlü olmamız ve kendimizi savunmamız gerektiğini hatır­lıyorum.” Fotoğraftaki yaşlı adam, Ber Ehrlich Slushni, gerçekten de Dagan’ın büyükbabasıydı ve fotoğraf çekildik­ten birkaç saniye sonra, Lukov’da öldürülmüştü. 1973’teki Yom Kippur Savaşı sırasında, Dagan keşif birliğine katıla­rak Süveyş Kanalı’nı ilk geçen İsrailliler arasındaydı. 1982’deki Lübnan Savaşı’nda zırhlı tugayın başında Beyrut’a girdi. Kısa sürede, Güney Lübnan güvenlik bölgesinin komutanı oldu ve orada ciddi albay üniformasının içinden macera düşkünü gerilla savaşçısı yeniden doğdu. Dagan, Gazze günlerindeki gizlilik, kamuflaj ve kılık değiştirme kurallarını Lübnan’da yeniden yaşama geçirdi. Askerler bu maceracı ve esrarengiz liderleri için yeni bir isim bulmuşlar­dı. Ona “Gölgelerin Kralı” adını verdiler. Gizli ittifakları, ihanetleri, zalimliği, hayalet savaşlarıyla Lübnan’daki hayat, Dagan’ın arayıp da bulamadığı şeydi. “Tanklı tugayla Bey­rut’a girmeden önce de, bu kenti tanıyordum,” der. Dagan, Lübnan Savaşı bittikten sonra da gizli maceralarını bırakma­dı. 1984’te Bahamdoun terörist karargâhı yakınlarında Arap kıyafetiyle dolandığı için, Personel Şefi Moshe Levy tarafın­dan resmi olarak kınandı.

1987-1993 yılları arasındaki Filistin isyanı İntifada sıra­sında, Personel Şefi Ehud Barak’a danışman olarak Batı Şeria’ya atanınca, Dagan eski alışkanlıklarına geri döndü ve hatta Barak’ı da kendisine katılmaya ikna etti. Barak’la iki­si, gerçek Filistinlilere benzemek için eşofman giyip yerel plakalı açık mavi bir Mercedes buldular ve tehlikeli Nablus Kasbah bölgesinde arabayla dolaşmaya çıktılar. Dönüşlerin­de, mavi Mercedes’in direksiyonunda kimin oturduğunu anlayan askeri karargâhın nöbetçilerinde korku ve şaşkınlık uyandırdılar.

1995’te tümgeneral rütbesindeki Dagan, ordudan ayrıldı ve yakın arkadaşı Yossi Ben-Hannan’la birlikte Asya bozkırla­rında on sekiz aylık bir motosiklet gezisine çıktı. Ancak bu ge­zi, İzak Rabin’e suikast haberiyle yarım kaldı. İsrail’e dönen Dagan, anti-terör dairesinin başında biraz vakit geçirip iş dünyasına atılmak için gönülsüz bir teşebbüste bulundu ve Şaron’a Likud seçim kampanyasında yardım etti. 2002’de emekli olarak kitapları, müziği, ressam paleti ve heykeltıraş kalemiyle Galilee’deki taşra evine çekildi.

Gazze’den otuz yıl sonra, emekli General Dagan eski dos­tu ve yeni Başbakan Arik Şaron’dan bir telefon aldığında ai­lesini yeni tanıyordu: “Bir gün uyandığımda bir de baktım, çocuklarım çoktan büyümüştü.” Şaron, “Mossad’ın başına geçmeni istiyorum,” dedi, 57 yaşındaki arkadaşına. “Dişlerinin arasında hançer taşıyan bir Mossad şefine ihtiyacımız var.”

Yıl 2002’ydi ve Mossad güç kaybediyordu. Son yıllarda ya­şanan birkaç başarısızlık yüzünden Mossad’ın itibarı ciddi yara­lar almıştı. Amman’daki büyük Hamas liderlerinden birine yö­nelik başarısız ve çok konuşulan bir suikast girişimi; İsviçre, Kıbrıs ve Yeni Zelanda’da yakalanan Israilli ajanlar Mossad’ın itibarını iyiden iyiye sarsmıştı. Mossad’ın son lideri Ephraim Halevy beklentileri boşa çıkarmıştı. Brüksel’de Avrupa Birliği’nde temsilcilik yapmış olan Halevy, iyi bir diplomat ve iyi bir analistti, ama bir lider ve bir savaşçı değildi. Şaron, Mossad’ın başındaki kişinin İslam terörizmine ve İran nükleer tehdidine karşı koyabilecek yaratıcı ve cesur bir kişilik olmasını istiyordu.

Dagan Mossad’da sıcak karşılanmadı. Çoğunlukla operas­yonlara odaklanan bu aykırı tip, istihbarat analizlerini ya da gizli diplomatik alışverişleri fazla önemsemiyordu. Birkaç üst düzey Mossad yetkilisi protesto etmek için istifalarını sundularsa da Dagan pek aldırmadı. Operasyon birimlerini yeniden kurdu, yabancı gizli servislerle yakın ilişkiler geliştirdi ve İran tehdidiyle meşgul olmaya başladı. 2006 yılında, felaketle so­nuçlanacak olan ikinci Lübnan Savaşı başladığında, Hava Kuvvetlerinin kitlesel bombalama stratejine tek karşı çıkan Dagan olmuştu. Dagan karadan taarruza güveniyordu, Hava Kuvvetlerinin bu savaşı kazanabileceğinden şüpheliydi ve savaşın sonunda haklı çıktı.

Bunlara rağmen, Dagan emrindekilere karşı sert tavrı ne­deniyle basının ağır eleştirilerine maruz kalıyordu. Haklarının yendiğini düşünen emekli edilmiş Mossad görevlileri, sızlana­rak basına koştular ve Dagan sürekli eleştirilere hedef oldu. Meşhur bir köşe yazarı “Dagan kim?” yazdı dalga geçerek.

Derken bir gün başlıklar birdenbire değişiverdi. Günlü gazeteler “Mossad’ın itibarını iade eden adam” başlıklarıyla övgü dolu makalelerle dolmuştu.

Bu ani değişikliğin nedeni, birbirini takip eden akıllara durgunluk verici başarılardı: Hizbullah’ın öfkeli katili îmad Muğniye’ye Şam’da yapılan suikast, Suriye’de nükleer san­tralın imha edilmesi ve Lübnan ve Suriye’de önemli terörist liderlerin öldürülmesi…

Ve sonuncu ama son derece önemli olan Dagan’ın İran’ın nükleer silahlanma projesine karşı yürüttüğü amansız mücadele ...
Whom united with virtue, death shall not seperate.