MASONLARIN KOMPLOLARI
Yıllar boyunca kendilerini bir 'hayır kurumu' olarak tanıtan masonların en rahatsız oldukları konulardan birisi, gerçek yüzlerinin açığa çıkarılması, gizli faaliyetlerinin deşifre edilmesidir. Dünyanın pek çok ülkesinde, bu yönde faaliyet yapan kişiler masonlar tarafından engellenmiş, bir şekilde faaliyetleri durdurulmuştur. İtalya'da P2 mason locasının açığa çıkmasının ardından, bu konuyu soruşturan savcıların, emniyet görevlerinin birer birer faili meçhul bir şekilde öldürülmeleri bu durumun yakın tarihten çarpıcı bir örneğidir. Ülkemizde ise, masonların iç yüzlerini açığa çıkaran çalışmaların başında Harun Yahya serisine ait eserler gelmektedir. 80'li yıllarda yayınlanan "Yahudilik ve Masonluk" isimli eser, bu alandaki en önemli kaynak kitaplardan biri olmuş ve halkımızın masonluk konusunda bilinçlenmesine büyük katkıda bulunmuştur. Bu eser, Adnan Oktar'ın hayatında da önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir.
Adnan Oktar'ın demir parmaklıklı pencerelerin ardından çekilen fotoğraflarındaki yüz ifadesi onun hiçbir şart ve koşulda vazgeçmeyeceğini ortaya koyuyordu.
O güne kadar toplum içinde son derece gizli bir biçimde faaliyet gösteren masonluk örgütü, bu kitapta tüm karanlık yönleriyle gözler önüne seriliyordu. Kitapta, masonluğa kimlerin üye olduğu, üyelerin teşkilattaki konumları, devlet kademelerindeki, üst düzey mevkilerdeki masonların isimleri, masonik şirket ve kuruluşların listeleri, masonların ülke çapında ele geçirdikleri ekonomik ve siyasi güç kendi belge ve dokümanlarından ortaya konuluyordu. Aynı zamanda, masonluğun gizli bir tür tarikat olduğu yine belgelerle açıklanıyordu. Masonluğun faaliyetlerinin, amaçlarının, organizasyon yapısının, hiyerarşisinin, sembollerinin ve ritüellerinin ifşa edildiği kitapta, masonluğun, Siyonizm, Muharref Tevrat ve Kabala ile olan doğrudan bağlantısı da açıkça ortaya konmaktaydı. Bu eserin yayınlanması ile birlikte, masonlar ve onların gizli uzantıları Adnan Oktar aleyhinde çeşitli komploları hayat geçirmeye başladılar.
İlk başta aracılar vasıtasıyla Yahudilik ve Masonluk kitabının baskısının durdurulması için yüklü paralar teklif edildi. Olumsuz yanıt alınınca sıra tehditlere geldi. Bu da etkili olmayınca Adnan Oktar, suni bir gerekçe ile tutuklandı. Gerekçe olarak bir gazete röportajında yer alan "İbrahim milletinden, Türk kavmindenim" sözü gösterildi. Sahte raporlar, asılsız haberler, iftiralar, hakaretler bir kısım basında ardı ardına yayınlanmaya başladı. Sayın Adnan Oktar 19 ay tutuklu kaldıktan sonra, tutuklanmasına neden olan savcının bizzat, bu ifadelerin suç teşkil etmediğini beyan etmesiyle mahkeme tarafından beraat ettirildi.
1986 Yılındaki Komplo
Ancak bu 19 ay sırasında masonlar Adnan Oktar'ın çalışmalarını engellemek için var güçleri ile çalışmaya devam ettiler. Örneğin, Sayın Oktar'a "Yahudilik ve Masonluk" kitabının basılmaması karşılığında yüklü bir para ve "her türlü kolaylık" vaadinde bulundular. Adnan Oktar ise bu teklifi reddetti. Yahudilik ve Masonluk kitabı herşeye rağmen yayınlandı ve büyük yankı uyandırdı.
Bu durum karşısında masonlar yeni bir yola başvurdular ve Adnan Oktar tutukluluğunun 9. ayında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırıldı. 10 ay boyunca burada tutulan Sayın Oktar, pek çok haksız uygulama ve baskıya maruz kaldı. Cezai ehliyeti olmayan, cinayet bile işlemiş akıl hastalarının yatırıldığı 14 A koğuşunda son derece kötü koşulları olan bir odaya yerleştirildi ve 40 gün süreyle burada ayağından zincirle yatağına bağlı olarak tutuldu. En ağır hastalar bile yakınları ile diledikleri gibi görüşebilirlerken, Adnan Oktar'ın ziyaretçi kabul etme hakkı kısıtlandı. Sayın Oktar sadece yakınları ile değil hemşirelerle, pratisyen hekimlerle, hatta doktorlarla dahi görüştürülmedi. Bu dönemde kendisine şuur kapatıcı bazı ilaçlar zorla içirilmek istendi. Asıl amacın Sayın Oktar'ın fikri mücadelesini engellemek olduğunun bir diğer göstergesi de, dönemin Hastane Başhekimi'nin "fikirlerin değişmediği sürece buradan çıkamazsın" şeklinde Adnan Oktar'ı tehdit etmesiydi.
Bu baskı süreci hukukun devreye girmesi ile sona erdi. Bilirkişi raporları Adnan Oktar'ın, "İbrahim milletinden, Türk kavminden" sözündeki "millet" kavramının İslami literatürde "din" anlamına geldiğini onadı ve Sayın Oktar aleyhine açılan dava, beraat ile neticelendi. Adnan Oktar'a Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi tarafından haksız yere verilmiş rapor ise, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu tarafından bozuldu. Adli Tıp Kurumu'nun hazırladığı raporda, Adnan Oktar için "tüm yaşamını inandığı mukaddes gayeye ve ideale teksif eden kişi" anlamına gelen "idealist passione" deyimi kullanılmakta ve Sayın Oktar'a yapılan uygulamanın haksız ve hukuk dışı olduğu gözler önüne serilmekteydi.
Kokain Komplosu
Ancak Adnan Oktar'ın merkezi dışarıda bir örgüt olan masonluğun perde arkasını deşifre etmeye devam etmesi, bununla birlikte Bilim Araştırma Vakfı'nın milliyetçi ve mukaddesatçı doğrultuda hızla artan faaliyetleri yeni komploların yaşanmasına neden oldu. Öncelikle 1990 yılı boyunca Sayın Oktar'ın şahsına yönelik bazı taciz ve saldırı girişimleri yaşandı. Ortaköy Karakolu'nda bulunan evraklarda da görüleceği üzere, bu dönemde Adnan Oktar'ın Ortaköy'de annesi ile birlikte kaldığı eve saldırı girişimleri yaşanmış, birkaç kez de Sayın Oktar'a yönelik pusu girişimleri olmuştur.
Asıl komplo ise 1991 yılı ortalarında hayata geçirildi. Adnan Oktar suni gerekçelerle göz altına alındı. Gözaltına alınmasının ardından, Sayın Oktar'ın annesi ile birlikte yaşadığı 75 metrekare büyüklüğündeki evinde 16 emniyet görevlisinin katılımı ile bir arama yapıldı. Yapılan aramada, emniyet görevlileri çok kısa süre içerisinde, Adnan Oktar'ın yaklaşık 1000 kitaptan oluşan kütüphanesinde, "ellerine aldıkları üçüncü kitabın içerisinde" bir kokain paketi buldular.
Olay üzerine, İstanbul Emniyeti'ne götürülerek 62 saat boyunca burada tutulan Sayın Oktar, daha sonra Adli Tıp Kurumu'na götürülerek kanında kokain tahlili yapıldı. Adli Tıp Kurumu'ndan verilen raporda alınan sonuca göre, Adnan Oktar'ın kanında yüksek dozda kokain yan maddesi çıkması sağlanmıştı.
Bu olayın bir komplodan ibaret olduğu ise sonradan pek çok delil ve bulgu ile birlikte ortaya çıktı. Bu arama sırasında, sonradan davaya bakan hakimi de şaşırtan birçok mantıksızlık ve tutarsızlık yaşandı.
Örneğin bir görevli daha aramanın ilk dakikalarında, kütüphaneye yönelip kütüphanede kokain paketçikleri bulduğunu iddia eder etmez, her nedense aramaya son verilmiş ve alelacele tutanak tutulmuştur. Oysa böyle bir durumda yapılması gereken, sadece 3 kitabın değil evin her odasının, her noktasının detaylı olarak aranmasıdır. Gerekli aramanın yapılmamış olması, söz konusu aramanın büyük bir komplonun parçası olduğunu gösteriyordu.
Bir başka tutarsızlık da, görevlilerin kokainin nereden bulunduğunu hiç sormamış olmalarıydı. Sayfalarca evraktan oluşan hazırlık tahkikatının tek bir yerinde bile Sayın Adnan Oktar'a bu paketçikleri nasıl bulduğu, kimden aldığı sorulmamaktaydı. Kuşkusuz iddia edildiği gibi kokain ele geçirme olayı söz konusu olsa, bu durumda görevlilerin ilk araştırması gereken konu bu kokainin nasıl bulunduğu olmalıydı.