Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ROMA’DA KADINLARIN YERİ - 2  (Okunma sayısı 3701 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 12, 2010, 03:52:53 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





Yalçın Kaya’nın “Batı’nın İki Yüzü” genel başlıklı dört kitabının ilkinden doğrudan ve aynen, tümüyle tarama ve dönüştürme yöntemiyle aktarmadır…



Evlilik

Roma toplumunda, hukukî açıdan geçerli olan iki tür evlilik vardı.

Bunlardan ilki olan confarreao, kabaca günümüzün Katolik Kilisesi evliliğine eşdeğerdi. Tören yönü yoğun ve feshedilmesi zor bir evlilikti bu. İkinci evlilik türü olan coemptio, gelin satın alma geleneğinin bir kalıntısıydı; günümüzün belediye nikâhına benziyor ve gösterişli ziynetlere harcayacak parası olmayanlara çekici geliyordu.

Her iki türde de gelin, -eğer varsa- mülkleri ve drahomasıyla birlikte, babasının malı olmaktan çıkıp doğruca, kocasının malı olmaya geçerdi. Bundan sonra tümüyle kocasının ailesine ait olur ve evlilikte bir suç işlediğinde kocasının aile meclisine hesap vermesi gerekirdi.

İki tür evlilik vardı ama üçüncü bir türden de söz edebiliriz. Bu, ancak bir yıllık sürekli ilişkiden sonra hukukî geçerliği olan usus yani uygulama idi. Önceleri bu tür evlilik, herhalde pek saygın karşılanmıyordu. Sürekli duruma dönüşmesi durumunda kabul edilebilir görülen, dönüşmemesi durumunda hoşnutsuzluk yaratan, bir tür deneme evliliği... Deneme yılı sona erene dek Romalı eş, babasının ailesinin bir üyesi olarak kalır; kocasının ailesine tamamen ve hukukî olarak ancak bundan sonra girerdi.

Usus evliliği, aile içine bağımsızlığın sızmasına yetecek bir gedik içermekteydi. Romalı için “sürekli ilişki” işte tam da bu anlama geliyordu. Kadının gayri resmî kocasının evine art arda üç gün ve üç gece gelmemesi durumunda, deneme süresinin en baştan başlatılması gerekirdi. Kadın, dikkatli bir zamanlama ve biraz da yaratıcılıkla, hukukî açıdan, kendisine karşı herhalde daha anlayışlı olacak babası yerine, kocasına bağlı olmaya başlayacağı anı, sonsuza dek erteleyebilirdi. 13 ya da 14 yaşında iken neredeyse hiç tanımadığı bir erkekle evlenen gelin için bu yöntem, hayli çekiciydi Kocası, “in flagrante delicto” (suç üstü) halinde yakalaması durumunda karısını hâlâ anında katledebiliyordu ama daha küçük suçlar söz konusu olduğunda, kadın, kocasının aile meclisinin verebileceği daha sert cezalar yerine, kendi babasının çekeceği sert bir söylevi yeğleyebiliyordu.

Şayet usus evliliği yalnızca kadının yararına olsaydı, asla yaygınlaşamazdı. Kızın babasına da birtakım yararlar sağlıyordu. Değişimin gerçekleştiği M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllar arasındaki dönem hakkında fazla bir şey bilinmiyor ama görünüşe bakılırsa, baba, kızı “kendi elinde” kaldığı sürece onun varlığı üzerindeki denetimini sürdürüyor, evlilik sona ererse drahomanın önemli bir bölümünü geri alabiliyordu. Mal ve  mülk düşkünü bir Romalı için, herhalde bu karşı konulmaz bir fırsattı.

Gelinin babasının koruması altında kalması zamanla gelenekselleşti. Yasal yararlar bunun için yeterli nedendi ama zamanla başka nedenler de ortaya çıktı. Bir erkeğin evli kızı yasal olarak “kendi elinde” olsa da, pek ender olarak gözlerinin önündeydi ve çoğu babanın denetimi yeterince sert değildi. Hatta kız 25 yaşına ulaştıktan sonra, bu denetim formaliteden ileri gitmiyordu.

    

Evlilik konusunda bu denli geniş hukukî işlemlere yer veren Roma hukuku, boşanma konusunda da belli ölçütler getirmişti.

Koca ve aile baskısı nedeniyle bunalan Romalı kadınlar için dine sığınmak, kimi zaman bir tür sıkıntıdan kurtuluş, kimi zaman tinsel kimi zaman da fiziksel heyecan getiren bir kaçış yolu olmuştur.

Roma tanrılarının çoğu ya haşin soyut ahlâk sembolleri ya da tanrıların rolünün aldıkları lütuflar karşılığında insanlığı korumak olduğu bir dönemin kalıntılarıydı.

Koruyucu tanrılardan biri, ocağın ve evin muhafızı olan Vesta idi. Yüzyıllarca devletin gönencinin “Vesta Bakireleri” denen rahibelerinin kutsal ateşi titizlikle korumalarına bağlı olduğu inanıldı. En soylu Romalı ailelerden saptanan adaylar arasından kurayla yalnızca altı Vesta Bakiresi seçilirdi.

Kızının Vesta Bakiresi seçilmesi bir aile için onurdu ama pek istenmeyen bir onur... 2. yüzyılın Romalı tarihçisi Suetonius’un bildirdiğine göre; Augustos döneminde (M.Ö. 27 – M.S. 14) rahibeliklerden biri boşalınca, pek çok vatandaş var güçleriyle kızlarının adının adaylar listesine alınmaması için uğraşmıştı.

Bir Vesta Bakiresi’nin mal ve mülkünün ailesi yerine devlete geçiyor olması, bu tutumlarında herhalde etkili olmuştu. Bir Vesta Bakiresi on ya da daha küçük yaştayken -bekâretinin henüz güvencede olduğu bir çağda- seçilir ve sonraki 30 yıl boyunca kendini dinsel bakireliğe adardı. Bundan sonra, isteğine göre ya serbest bırakılır ya da rahibe olarak kalmayı sürdürürdü. Ahlâkı, ulusal düzeyde önem taşırdı. M.Ö. 216 yılında Roma Cannae Savaşı’nda Anibal önünde bozguna uğradığında, bunun suçu Romalıların askerî beceriksizliğine değil, bu arada Vesta Bakirelerinin yoldan çıkmış olmalarına yüklendi. Aralarından ikisi suçlanıp mahkûm edildi. Bir yüzyıl sonra da altısı birden yozlaşmış olmakla suçlandı ve bir yatak, bir lamba ve birkaç günlük yiyecekle yeraltında küçük bir odaya kapatılarak ölüme terk edildiler. Suçlu Vesta Bakirelerine ölüm odalarına kadar eşlik eden Plutarkhos, tören alayını şöyle anlatmıştı: «Dünyada daha korkutucu bir manzara ve Roma’da bununla karşılaştı-
rılabilir ürkütücülükte bir gün görülmemiştir.»

    

Tapınma ile oyalanmayı uğraş edinen Romalı kadınların Hıristiyan Kilisesinin en ateşli yandaşları kesilmelerinden önce, daha çok şey yaşandı.

Romalı ozan Juvenalis, 2. yüzyıl başlarında kadınlara en büyük eleştirileri getiren kişi olmuştu. Şöyle diyordu:

«Bekâret, Roma’da Altın Çağ’dan beri pek ender görülmüş bir erdem oldu...»

Katı bir Stoa ahlâkçısı olarak, bu söylemiyle “meşe palamudu geğiren” erken dönemlerin Romalısını, tanrılarını, sürülerini, “dev çocuklarını” ve “kaba saba dağlı karısını” barınmaya tek bir soğuk mağaranın yettiği, uzun zaman önceki o zorlu ve basit çağı amaçlıyordu. 

Juvenalis’in fesat gözlerini imparatorluk Roması’nın kadınlarına çevirdiği dönemde, elbette bâkirelik bu kadınların en çarpıcı özelliklerinden biri değildi ama en azından M.Ö. 5. yüzyıla dek büyük çoğunluğu “lekesiz bir iffet” içinde yaşamıştı.

Sonraki yıllarda, büyük ekonomik zorluklar ve savaşların ardından Roma aile yapısında büyük değişimler oluştu.

Kadınlara kolay boşanma olanağı tanınması da bunlardan biriydi.

Ozan Juvenalis, işte bu konudan da çok rahatsızlık duymuştu. Çağının boşanmış şen bir Romalı kadını için şöyle demişti:

«Skoru gittikçe yükseliyor, beş kış içinde sekiz kocası oldu. Mezar taşına bunu yazın.»

Kadınlar kocalarını can sıkmasından, kocalar ise karılarını yüzleri kırışmaya başladığından ya da ahlâksız, kibirli ve şirret oldukları için boşuyorlardı.

Daha M.Ö. 131 gibi hayli erken bir tarihte, doğum oranının artırılması zorunluluğu tartışılırken, Romalı bir yüksek görevli şöyle demişti:

«Eşlerimiz olmadan yaşayabilseydik, beyler, hepimiz bu sıkıntıdan kurtulurduk. Fakat doğa ne onlarla birlikte huzur içinde ne de onlarsız yaşayabileceğimize hükmettiğinden, şu andaki rahatımızı değil, gelecekteki yararları düşünerek hareket etmeliyiz.»

M.Ö. 60’lı yıllarda, karısı Terentia’yı bilinmeyen bir nedenle henüz boşamış olan Cicero’ya yeniden evlenip evlenmeyeceği sorulduğunda, «Elbette ki hayır.» diye yanıt vermişti, «Aynı anda hem felsefeyle hem de bir eşle başa çıkmayı başaramam.» Fakat neredeyse anında sözünden dönmek zorunda kaldı. Boşanınca, Terentia’nın drahomasını geri ödemesi gerektiğini unutmuştu; bu parayı bulmasının tek yolu, başka biriyle evlenmesiydi.

Romalı kadınlarla da Romalı erkeklerle de yaşamak galiba aynı derecede zordu.

Erken imparatorluk döneminde özgürleşmiş Romalı kadın, günümüzün rekabetçi tipteki feministleriyle pek çok ortak yöne sahipti: Kesin kararlılık, hükmedici bir tavır ve ılımlılığa karşı yürekten bir küçümseme...

Toplumsal bakımdan kocası da en az aynı ölçüde katlanılmaz bir adamdı: Aşırı bencil, entelektüel açıdan çok titiz, ahlâk dersi vermeye teşne, düş gücünden yoksun ve hemen hiç yontulmamış bir espri anlayışına sahip...

Demek oluyor ki, karı-koca arasında diğer çağlardakilerden daha çok uyum yoktu. Ancak, tutkularına dizgin vuramayan kadın sayısı eski dünyanın diğer tüm yerlerine oranla daha fazla olmaya başladığında, birlikte öfkelenen uyumsuz kişiliklerin çıkardığı ses, kulakları tırmalayacak kadar yükselmeye başladı.

Erken cumhuriyet döneminde evlilik, tören ve zifaf ile bütünlenirdi. M.Ö. 3. yüzyıla gelindiğinde, “karşılıklı rızayla birlikte yaşama” durumu, feshedilmesi aynı derecede kolay basit bir anlaşma olmuştu. Önceleri, kadının herhangi bir nedenle kocasını boşaması olanaklı değildi; şimdi ise, neredeyse hiçbir neden olmadan boşayabiliyordu.

Üstelik boşuyordu da; hevesle ve giderek artan bir sıklıkla...

Fakat boşanmanın kolaylığı iki ucu keskin bir bıçak gibiydi; özellikle duygusal bağımlılığı parasal bağımlılığından çok daha fazla olan kadınlar için...

Evliliği siyasî bağdaşmaların tutkalı olarak kullanan “mavi kanlı” (üst düzey soylu) ailelerin birinden gelmekteyse, kendisi istese de istemese de, evliliği, düzenlenmiş olduğu gibi aniden, doğrudan ailesi tarafından bozulabiliyordu.

Julius Caesar’ın en büyük düşmanlarından ikisi olan Genç Cato’nun annesi ve Brutus’un büyükannesi Livia, önce ağabeyinin politik bağdaşığı (müttefiki) ile evlendirilmiş, sonra da iki erkek kavga ettiğinde kocasından boşanması sağlanıp, kayıtsızca bir başkasıyla evlendirilmişti.

Julius Caesar da karısı Pompeia’yı, kadının hiçbir suçu olmamasına karşın “ahlâkı kuşku ötesi olmaktan çıktığı” için boşamıştı. Caesar’ın dediğine göre; siyasî bakımdan Roma’nın praetoru olmakla kalmayıp, aynı zamanda pontifex maximus yani rahipler kurulunun başı da olan bir erkeğin karısı için hiç uygun bir durum değildi bu.

Caesar’ın kardeşinin torunu ve evlât edinilmiş oğlu olan, ahlâk konusunda halk önünde fazlasıyla tutucu söylevler veren Augustus, 17 yaşında ve kocasından altı aylık hamile olan Livia Drusilla’ya âşık olduğunda, karısı Scribonia’yı “ahlâki sapkınlık” nedeniyle boşamaktan çekinmedi.

Romalıların, evliliği insanlar arasında değil, taraflar arasında bir koalisyon olarak görme alışkanlıklarından ötürü, Augustus’un Scribonia’dan doğma kızı Julia da bundan etkilendi. Üst üste iki kocası, sırf onunla evlenebilmek için karılarını boşamak zorunda kalmıştı.

Tiberius bunu hiç istemeyerek yaptıysa da, sonradan buna değdiği anlaşıldı; çünkü Augustus ölünce onun yerine imparator oldu. Gerçi pervasız ve korkusuz Julia ile on yıl evli kaldıktan sonra biraz asosyal bir imparator olacaktı ama önemli olan tahta çıkmaktı; mutlu bir koca olmak değil...

    

Erken imparatorluk dönemlerine gelindiğinde, kadınların pek çoğu için evlilik dışı etkinliklerin kısıtlanmasına başlandı.

Bunun nedeni, kocalarının bundan rahatsız olup yakınması değil, İmparator Augustus’un, daha önceleri aileyi ilgilendiren bir konu olan zina suçu için büyük cezalar getiren bir yasa çıkarması oldu. Bu cezalar, elbette kadınlara uygulanmaktaydı. Karısının zina yaptığını öğrenen koca, onu boşamak zorundaydı; aksi takdirde, kendisi yasal kovuşturmaya uğrama riskiyle karşı karşıya kalırdı. Kadın sürgün edilir, drahomasının yarısından ve sahip olduğu diğer mülklerin üçte birinden yoksun bırakılırdı.

Zina durumunda kadını baştan çıkaran erkek de evliyse, sürgün edilir, ama kadınla aynı adaya gönderilmezdi. Aslında, kadının zinasına suç ortaklığı ettiği düşünülebilecek her erkek, evliyse cezaya çarptırılabilirdi. Görünüşe bakılırsa, bekârlar bu uygulamanın dışında tutulmuştu.

Romalı bir erkeğin eğer “kayıtlı bir *” olan bir metresi varsa ceza alması söz konusu olmazdı. Metres, kayıtlı bir * değilse, evli erkeğe “doğal olmayan günah” dolayısıyla dava açılabilirdi.

Bu durumda, çoğu hayli saygın bir konumda olan kadınlar, sırf metresleri olarak yaşadıkları erkeklerin ceza almaması için “* defteri”ne geçirilme isteminde bulundu.

Bu istemlerdeki ani artış karşısında, Senato hızla eyleme geçmek zorunda kaldı. Sonuç: Zina yapan erkeklere de zina yapan kadınlar ile aynı cezalar kondu.

Bu arada bir ek paragraf açarak yakın geçmişimizle bağlantılı bir noktaya değinelim: Faşizm döneminde, -hatta 1970’li yılların başlarına dek- İtalyan yasalarına göre zina, yalnızca kadınların işleyebileceği bir suç olarak kabul edilirdi.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
8068 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 28, 2009, 04:12:50 ös
Gönderen: Nueva
3 Yanıt
5052 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 18, 2009, 09:15:11 öö
Gönderen: concordia
0 Yanıt
3673 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 19, 2009, 11:30:56 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
6580 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 22, 2009, 01:36:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3435 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 05:27:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
10773 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2010, 11:07:13 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
6588 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2010, 08:13:44 ös
Gönderen: ozak1977
0 Yanıt
6922 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2010, 10:55:29 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
7572 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2010, 06:08:59 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3972 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 04, 2010, 06:42:35 öö
Gönderen: calatrava