Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: VITRUVIUS - Mimarlık Üzerine 10 Kitap  (Okunma sayısı 15068 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 05, 2008, 03:28:08 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

 Antik çağdan elimize geçebilen mimarlık üzerine tek bilimsel eser olan De Architectura, mimarlık sanatının başta gelen eserlerindendir. Kitabın evrensel önemi ve içerdiği düşünsel yapı onu tek bir kültürün malı olmaktan çıkarmış, dünya klasikleri içinde bütün uygar insanların mirası yapmıştır.




« Son Düzenleme: Ağustos 05, 2008, 03:32:30 ös Gönderen: skullG »


Ağustos 05, 2008, 03:28:42 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

VITRUVIUS - KİTAP I

MİMARIN EĞİTİMİ
1 . Mimar değişik bilim dalları ve çeşitli öğretilerin bilgisi ile donatılmış olmalıdır ; çünkü diğer sanatlardaki tüm çalışmalar onun değerlendirmesi ile ölçülür. Bu bilgi, uygulama ve kuramın ürünüdür. Uygulama, gerekli herhangi bir malzeme ile bir çizimdeki tasarıma göre, el işçiliği içeren sürekli ve düzenli deneyimdir. Kuram ise , orantı ilkelerinde ustalığın ürünlerini gösterip açıklayabilme yeteneğidir.

2 . Bu yüzden görülebilir ki, bilim olmadan el becerisi kazanmayı amaçlayan mimarlar hiçbir zaman emeklerinin karşılığı olan nüfuzlu bir konuma ulaşamamışlardır, diğer yandan yalnız kuram ve bilime güvenenler de kesinlikle özün kendisini değil, gölgesini kovalamışlardır. Ancak tepeden tırnağa silahlı erler gibi her iki alanda da bilgisi mükemmel olanlar, amaçlarına daha çabuk erişerek saygınlık kazanmışlardır.

3 . Tüm işlerde, fakat özellikle mimarlıkta şu iki nokta vardır : Kendisine anlam verilen ve ona anlamını veren. Kendisine anlam verilen, üzerinde konuşuyor olabileceğimiz konu, anlamı veren ise bilimsel ilkeler içeren bir gösterimdir. Bu yüzden, mimar olduğunu düşünen birisinin, her iki bakımdan da deneyimli olması gerektiği ortaya çıkar. Bu nedenle, mimar hem doğal yeteneklere sahip, hem de eğitilmeye yatkın olmalıdır. Ne yetenek olmadan eğitim, ne de eğitim olmadan yetenekle kusursuz bir sanatçı yetişemez. Mimar eğitilmeli, kalemi güçlü olmalı, geometri öğrenimi görmeli, iyi tarih bilmeli, filozofları iyi izlemeli, müzikten anlamalı, biraz tıp bilgisi bulunmalı, hukukçuların düşüncelerini bilmeli, yıldızbilim ve göklerin kuramı ile tanışıklığı olmalıdır.

4 . Bütün bunların nedenleri aşağıda belirtilmektedir. Bir mimar, yazılarında daha kalıcı bir anı bırakabilmek için okumuş olmalıdır. İkincisi, önerdiği yapıtın görünümünü anlatan eskizleri kolaylıkla yapabilmek için çizim bilgisi bulunmalıdır. Geometrinin de mimarlıkta çok yararı vardır. Bize özellikle cetvel ve pergel kullanımını öğreterek, binaların arsalarına uygun planlarını yapmamıza ve iletki, terazi, çekülü doğru uygulamamızı sağlar. Bundan başka, gözbiliminden yararlanarak binaların, gökyüzünün belli bölgelerinden ışık alması gerçekleştirilebilir. Binaların ölçülerinin ve toplam maliyetlerinin aritmetikten yararlanarak hesaplandığı doğrudur, ancak bakışımla ilgili zor sorunlar, geometrinin kuram ve yöntemleri ile çözülebilir.

5. İyi bir tarih bilgisi gereklidir ; çünkü bir yapının tasarımında süslemeli kısımlar arasında öyleleri vardır ki, mimarın bunların ardında yatan gerçekleri soranlara açıklayabilmesi gerekir. Örneğin, Karyatid adı verilen uzun giysili kadınların mermer heykellerini sütun yerine kullandığını ve pervaz (korona) ile damlalıkları ( mutule) kadınların başı üzerine yerleştirdiğini düşünürsek, mimar soranlara şu açıklamayı yapacaktır : Peloponnes yarımadasında bir kent devleti olan Karya, Yunanistan’a karşı Perslerin tarafını tutmuştu ; daha sonra savaşta zaferle özgürlüklerini kazanan Yunanlılar, seferberlik ilan edip Karya Halkına savaş açtılar. Kenti ele geçirerek erkekleri öldürdüler ve devleti ıssızlığa terkettiler ; kadınları da köle olarak kaçırdılar. Ancak uzun giysilerini ve diğer evlilik simgelerini çıkarmalarına izin vermeyerek zafer alayında onları zorla teşhir ettiler. Bu kadınlar utançlarının ağırlığı altında ezilerek sonsuza dek köleliği temsil ettiler ve devletlerinin kefaretini ödediler. Böylece dönemin mimarları, Karya halkının günah ve cezalarının ardılları tarafından da bilinerek sürdürülmesi için kamu yapılarına yük taşıdıkları görülecek biçimde bu kadınların heykellerini yerleştirdiler.

6 . Aynı şekilde, Lakedamionyalılar Agesipolis’in oğlu Pausanias’ın önderliğinde çok ufak bir kuvvetle uçsuz bucaksız Pers ordusunu Palataea Savaşı’nda yendikleri zaman yağma ve ganimetlerle görkemli bir zafer alayı düzenlediler ; satıştan elde ettikleri paralarla da halklarının ününe ve kahramanlığına adanan bir zafer andacı olan Pers Sundurması’nı inşa ettiler. Buraya barbar giysileri ile çatıyı taşıyan ve hakettikleri bu aşağılama ile gururu çiğnenmiş tutsakların heykellerini yerleştirdiler. Böylelikle düşmanlar, Lakedamionyalıların cesareti önünde korkudan titreyecekler, kendileri ise kahramanlıklarının görkeminden cesaret alarak özgürlüklerini savunmaya hazır olacaklardı. O zamandan sonra, bir çokları, saçaklık ve süslemelerini taşıyan Pers heykellerini kullanarak yapıtlarının çeşitliliğini arttırdılar. Mimarların bilmesi gereken buna benzer başka öyküler de vardır.

7 . Felsefeye gelince : bir mimarı, prensip sahibi ve alçakgönüllü yapar ;açgözlü olmadan dürüst, nazik ve adil kılar. Bu çok önemlidir. Çünkü dürüstlük ve doğruluk olmadan hiçbir iş gerektiği gibi yapılamaz. Mimar, tamahkâr olmamalı, aklını bahşişlere takmadan konumunu gururla iyi bir üne erişerek korumalıdır. Bunlar felsefenin öğretileri arasındadır. Ayrıca daha ayrıntılı bilgi gerektiren durumlarda felsefenin alanına fizik (Yunanca’da φυσιολογίά) de girer ; çünkü, suyun taşınması örneğinde olduğu gibi, bu kapsama giren problemler çok sayıda olup, çeşitlilik gösterirler. Su taşınırken giriş noktalarında, kıvrımlarda veya yükseldiği yerlerde, doğal olarak şu veya bu biçimde hava akımları oluşur ki, felsefeden temel fizik kurallarını öğrenmeyen hiç kimse, bunun zararlarını önleyemez. Bu yüzden, Ctesibius’u, Arşimed’i ve benzer yazarların tezlerini okuyanlar, filozoflar tarafından bu konularda eğitilmedikçe söz konusu yapıtları değerlendiremeyeceklerdir.

8 . Mimar, kanon ve matematiğin kuramını bilmenin yanında ballista, catapulta ve scorpione ‘leri doğru ses perdesine göre ayarlayabilmek için müzikten de anlamalıdır. Çünkü kirişlerin sağında ve solunda, bükülmüş , veterlerden yapılan iplerin bucurgat ve çubuklarla içinden geçirilerek gerildiği çerçevede delikler vardır; bu ipler, usta bir işçinin kulağına aynı doğru tınıyı vermedikçe sıkılıp sabitleştirilmemelidir. Çünkü, gerilmiş iplerden geçirilen kollar serbest bırakıldığında, vuruşlarını beraberce ve aynı anda yapmalıdırlar; bu uyum olmadığı zaman, çıkıntıların yönü bir doğru oluşturmayacaktır.

9 . Aynı şekilde tiyatrolarda oturma yerlerinin altındaki nişlerde matematiksel ilkelere dayanan müzik aralıklarını gözeten tunç kaplar (Yunanca’da ήχεία) bulunur. Bu kaplar müzikal armoni veya uyuma göre yerleştirilmiş olup, dizgenin dördüncü, beşinci ve tam oktavına göre, iki oktava kadar olmak üzere eşit olarak bölünmüşlerdir. Oyuncunun sesi bunların herhangi biriyle aynı perdeden olduğunda kuvveti artar ve dinleyicinin kulağına daha pürüzsüz daha tatlı bir tonda ulaşır. Su orgları ve benzeri aletler de müzik ilkelerine vakıf olmayan kişiler tarında yapılamazlar.

10 . Mimar, iklimler (Yunaca’da Κλίματα), hava, arazilerin sağlık açısından uygun olup olmadığı ve çeşitli suların kullanımı konularında sorularla karşılaşacağından tıp alanında da bilgili olmalıdır. Bu ilkeler gözetilmeden bir konutun sağlığa uygunluğu sağlanamaz. Hukuk ilkelerine gelince, mimar, yasaların ortak duvarlı yapılar, akıtan saçaklar, kanalizasyon, pencereler ve su tesisatı ile ilgili olanlarını bilmelidir. Bu türden başka ayrıntılar da mimarlarca bilinmelidir. Çünkü, inşaat öncesinde sözleşmeler yapılırken, hem işverenin hem de işi üstlenenin hakları bilgece gözetilmeli, inşaat tamamlandıktan sonra konut sahiplerinin çözmesini gerektirecek sorunlu noktalar bırakılmamalıdır. Bir sözleşme ustalıkla hazırlanırsa, taraflar zarara uğramadan yükümlülüklerinden sıyrılabilirler. Gökbilimden, doğu, batı, kuzey ve güneyin yanında, göklerin kuramını, gece ile gündüzün eşitliğini (ekinoks), gündönümünü ve yıldızların yörüngelerini öğreniriz. Bu konularda bilgisi bulunmayanlar, güneş saati kuramını anlayamayacaklardır.

11 . Sonuç olarak, mimarlık çok değişik öğretilerle süslenip zenginleştiğinden son derece geniş bir öğrenimi içerir ; bu yüzden, çocukluktan başlayarak bu merdivenleri tırmanmadan, bir çok sanat dalı fen bilimlerinin bilgisi ile yetişip mimarlığın kutsal alanının yükseklerine erişmeden, kişilerin mimar olduklarını iddia etmeye hakları olmayı düşüncesindeyim.

12 . Fakat belki de, insanoğlunun bu kadar çok öğretiyi kavrayarak belleğinde tutabilmesi deneyimsizlere bir mucize gibi gelebilir. Yine de, tüm çalışmaların birbirine bağlı ortak yönlerinin bulunduğu gözlemi, bunun kolaylıkla gerçekleştirilebileceği inancını vermektedir. Çünkü liberal eğitim bu öğelerin tümünden oluşan tek bir gövde oluşturur. Bu nedenle, erken yaşlarda, çeşitli türlerde eğitim görmüş olanlar sanatların ortak yönünü ve tüm çalışmaların arasındaki ilişkiyi algılar ve böylece hepsini daha kolayca kavrayabilirler. Bu yüzden, Priene’deki Minerva tapınağının ünlü mimarı Pytheos , Açıklamalar’ında, bir mimarın bütün sanat ve bilim dallarında, kendi konularında uzmanlaşarak deneyim kazanmış ve tek bir konuyu kendilerine özgü yöntemlerle mükemmelliğe ulaştırmış kişilerden çok daha fazla işler gerçekleştirebilmesi gerektiğini yazar. Ancak bu, doğrusu tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır.

13 . Bir mimar, Aristarchus düzeyinde bir dilbilimci olmamalıdır, olamaz da; ancak cahil kalmamalıdır. Aristoksenus gibi bir müzisyen olamaz fakat müzik konusunda tamamen bilgisiz de kalmamalıdır. Apelles gibi bir ressam, Myron veya Polyclitus gibi bir heykeltraş veya Hippocrates gibi bir doktor olması da beklenemez; fakat mimar, çizim, plastik sanatlar, ve tıptan anlamalıdır. Çünkü bu geniş konu çeşitliliği içerisinde, bir kişinin her konuda mükemmelliğe ulaşarak, hepsinin temel kuramını kavraması çok güçtür.

14 . Yine de her konuda mükemmelliğe ulaşamayanlar yalnızca mimarlar değildir ; çeşitli sanatlarda bireysel olarak uzmanlaşanlar bile konularında başarının en yüksek noktasına ulaşamazlar. O halde, yalnızca bir alanda uğraşan sanatçılar arasında bütün bir nesil boyunca ancak birkaçının büyük zorluklarla üne ulaştığı gözönüne alınırsa, çok değişik sanatlarda başarılı beklenen bir mimarın, hiçbir konuda eksikliğinin bulunmamasının yanında , ki yalnızca bunun başarılması bir mucizedir, yaşamlarını kendi alanlarına adamış kimselerin konularında onları geçmesi nasıl düşünülebilir?

15 . Görülüyor ki, Pytheos, her sanat türünün, yapıtın kendisi ve ardındaki kuram olmak üzere iki şeyden oluştuğunu görmemekle yanılgıya düşmektedir. Bunların bir tanesi, yani yapıtın gerçekleştirilmesi, o konuda eğitim görmüş kişilere özgü iken, diğeri yani kuram, bilim adamlarının tümüne yöneliktir ; örneğin, doktorlar ve müzisyenler için nabzın ritmik atışında ve metrik deviniminde olduğu gibi. Fakat bir yaranın iyileştirilmesinde veya bir hastanın kurtarılmasında müzisyen değil doktorun kendisi sorumlu olacaktır. Müzik aletlerinin akort işini de, kulakların ezgilerden tam bir zevk alabilmeleri için doktor değil, müzisyen yapacaktır.

16 . Gökbilimcilerin de benzer biçimde yıldızların uyumu ile müzikteki dörtlü ve üçlü armoni dizgelerinin dördüncü ve beşinci (atışları) konusunda müzisyenle, göz bilimi (Yunanca’da λόγος όπτικος) dalında ise geometri uzmanları ile tartışabilecekleri ortak yönler vardır ; tüm diğer bilim dallarında da bir çok nokta, belki de hepsi, tartışma düzeyinde ortaktır. Fakat elle mükemmelliğe ulaştırılan işlere girişerek bunları kullanmak tek bir sanat konusunda eğitilmiş olanların görevidir. Sonuçta görülüyor ki, her konuda, mimarlık için gerekli olan bölümleri ilkeleri ile iyi bilen birisi, yeterli olanı fazlasıyla yapmış sayılır ; bu nedenle, o konularda ve sanatlarda bir değerlendirme yapması istendiğinde, eksiklikleri görülmeyecektir. Doğanın, eksiksiz geometri, gökbilim, müzik ve diğer sanatların bilgilerini algılayabilecek bir yaratıcılık, keskinlik ve bellek verdiği kimselere gelince, onlar mimarların işlevi dışına çıkarak salt matematikçi olurlar. Bu kimseler, sanatlarda tam donanımlı olduklarından, ilgili konularda karşı tavır alabilirler. Böyle kişiler çok nadir olmakla birlikte zaman zaman ortaya çıkarlar. Örneğin, Samoslu Aristarchus, Tarentumlu Philolaus ve Archytas,, Pergalı Apollonius, Cyreneli Eratosthenes ve Syracusalı Arşimed ve Scopinas gibi. Son anılanlar, matematik ve doğa felsefesi sayesinde mekanik bilimi ve güneş saatleri ile ilgili bir çok şeyin buluşunu yaparak geliştirmişler ve ardıllarına bırakmışlardır.

17 . Ey Sezar, böyle doğal yetenekler rasgele bir biçimde tüm devletlere değil, yalnızca birkaç büyük adama lütfedildiğinden ; ayrıca mimarın işlevi, tüm bilim dallarının öğretilerini kapsadığından ve son olarak, konunun enginliği nedeniyle, çalışılan alanlarda en yüksek düzeyi tutturmak bir yana, orta derecede bilgiye bile sahip olmanın olanaksızlığı nedeniyle, senden ve adı geçen kitapları okuyacak olanlardan, dilbiliminin kurallarına yeterince önem vermeden yazılmış bölümler varsa affını rica ediyorum. Çünkü bu yapıtı ne büyük bir filozof, ne bir belagat ustası, ne de mesleğinin bütün inceliklerini kavramış bir dilbilimci olarak değil, yalnızca bu konulara azıcık vakıf bir mimar olarak yazıyorum. Yine de, mimarlığın ve kuramlarının etkinliğine gelince, bu kitaplarda, yalnızca yapılarla uğraşanlar için değil, bilim adamları için de oldukça önemli olacağıma inanıyor ve buna söz veriyorum.


Ağustos 05, 2008, 03:29:15 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay


BÖLÜM II
MİMARLIĞIN TEMEL İLKELERİ

1. Mimarlık, Düzen (Yunanca’da τάξις), Düzenleme (Yunanca’da διάθεσις), Armoni, Bakışım, Uygunluk ve Ekonomiye (Yunanca’da οίκονομία) dayanır.

2 . Düzen, bir yapıtın bölümlerinin her birine gereken önemi vererek tümünün oranlarına, bakışımlı bir uyum getirir. Niceliğine göre yapılan bir ayarlamadır (Yunanca’da ποσότης). Bununla, yapıtın kendi bölümlerinden modüllerin seçilerek tümünün bunlara dayanılarak oluşturulmasını kastediyorum. Düzenleme, öğelerin yerli yerine konmasını ve yapıtın özelliğine göre yapılan ayarlamalar sonucunda oluşan zarif etkiyi içerir. İfade biçimleri (Yunanca’da ίδέαι) şunlardır : Yer planı, görünüş ve perspektif. Yer planı, cetvel ile pergelin doğru ve sürekli kullanımı ile yapıların düz yüzeylerinin ana hatlarının elde edilmesiyle yapılır. Görünüş, bir binanın ön cephesinin tasarlanan yapıtın oranlarında düzgün ve dik olarak çizilen bir resmidir. Perspektif, kenarları geriye doğru uzaklaşan ve tüm çizgilerin dairenin merkezinde birleştiği bir cepheyi resmetme yöntemidir. Her üçü de, imgelem ve buluştan kaynaklanır. İmgelem, kişinin planının etkili olmasına yönelttiği dikkatli bir düşünme ve uyanık bir gözlemdir. Buluş ise, parlak bir zekâ ve yaratıcılıkla karmaşık problemlerin çözümü ve yeni ilkelerin keşfidir. Düzenlemenin kapsamına giren bölümler bunlardır.

3 . Armoni, öğelerin ayarlamalarındaki güzellik ve uygunluktur. Bu da, bir yapıtın öğeleri, genişliklerine uygun bir yükseklikte, uzunluklarına uygun bir genişlikte, kısacası tümüyle bakışımlı olduğu zaman gerçekleşir.

4 . Bakışım, bir yapıtın kendi öğeleri arasındaki doğru uyum ve ölçüt olarak seçilen bir öğeye göre, tasarımın değişik öğeleri ile tümü arasındaki bağlantıdır. İnsan vücudunda, önkol, ayak, avuç, parmaklar ve diğer küçük uzuvlar arasında bir tür bakışımlı armoni vardır ; mükemmel yapılarda da böyledir. Tapınaklarda bakışım bir sütunun kalınlığından üçüz yivden (triglif) hatta bir modülden ballistalarda, Yunanlıların, περίτρητος dedikleri delikten; gemilerde, kürek ıskarmozları(διάπηγμα) arasında ki aralıklardan;ve başka şeylerde, değişik öğelerden hesaplanabilir.

5 . Uygunluk, bir yapıt, yetkinlikte, geçerli ilkelere göre yapıldığında beliren biçem mükemmelliğidir. Geleneklerden (Yunanca’da θεματισμφ ), kullanımdan ve doğadan kaynaklanır. Geleneklerin önemi, yıldırımların Jüpiter’i, Gök, Güneş veya Ay onuruna inşa edilen üstü açık (hypaethral) yapılarda görülebilir; çünkü bunlar, gökyüzü açık ve bulutsuz olduğu zaman görünümlerini algıladığımız tanrılardır. Minerva, Mars ve Herkül’ün tapınakları Dor biçeminde olmalıdır; çünkü bu tanrıların yiğitçe güçleri, evlerinde zerafeti tamamen uygunsuz kılar. Venüs, Flora, Prosrpine, Kaynak Suyu ve Nimf’lerin tapınaklarında ise bu zarif tanrıçalar, ince hatları, çiçekleiri, yaprakları ve sarmallı süs öğeleri ile gereken uyumu sağladığından, Korent düzeninin kullanılması özel önem taşır. Juno, Diana, Baccus ve benzer tanrılar için iyon düzeninde yapılan tapınaklar da, bu tanrıların bulundukları orta konuma uygun olarak Dor düzeninin sertliği ile Korent düzenindeki zerafetin bileşimini yansıtırlar.

6 . Uygunluk, görkemli iç mekanları bulunan binalara yaraşan zarif giriş avlularının kullanımından doğar ; çünkü girişi alçak ve kötü olan görkemli yapıların görünümünde uygunluk yoktur. Aynı şekilde dış kesimleri Dor düzeninde bir saçaklığın kornişine uygulandığında veya üçüz yivler İyon düzeninde bir saçaklıkta, sütunların yastık biçimindeki başlıkları üzerine oturtulduğunda kullanımı uzun bir zamandan beri yerleşen bir düzenin özellikleri gözetilmediğinden görünüm bozulacaktır.

7 . Son olarak, örneğin tüm kutsal alanları, özellikle çok sayıda hastayı şifalı güçleriyle iyileştirdiği varsayılan Aesculapius ve Sağlık tanrılarına ufak tapınakların yapılabileceği yerleri uygun kaynak suları bulunan sağlıklı yöreler arasından seçersek, uygunluk doğal nedenlere dayanacaktır. Çünkü sağlıksız bir çevreden gelen hastalıklı vücutlar, sağlıklı bir yerin şifa veren memba suları ile yıkandıklarında hastalıklarından daha çabuk arınacaklardır. Sonuçta, tamamen yörenin özellikleri nedeniyle tanrının saygınlığı artacak va daha itibarlı bir konuma ulaşacaktır. Yatak odalarında ve kütüphanelerde doğu, kışın hamamlar ve kış odaları için batı ışığı, resim galerileriyle düzenli ışık gereken yerlerde de kuzey ışığının – çünkü gün boyunca bu kesimi güneşin yönünden etkilenmediğinden fazla aydınlık veya karanlık olmaz - kullanılmasında doğal bir uygunluk vardır.

8 . Ekonomi, malzemelerin ve arazinin doğru kullanımının yanında, yapım işlerinde maliyetin ölçülü ve akıllıca olmasını içerir. Bu da, her şeyden önce, mimarın büyük harcamalara malolmadan bulunamayacakveya yapılamayacak şeyleri istemekten kaçınması ile gerçekleşebilir. Örneğin, her yerde bol miktarda ocak kumu, moloz taşı, köknar, çam ve mermer yoktur; bunların hepsini değişik yerlerden getirtmek zor ve masraflı bir iştir. Ocak kumu olmayan yerlerde derelerin veya denizin getirdiği kum türlerinden yararlanmamız gerekir; köknar ağacının eksikliği, selvi, kavak, karaağaç veya çam kullanarak giderilebilir; diğer sorunları da benzer biçimde çözmeliyiz.

9 . Sıradan konut sahipleri, varlıklılar veya yüksek rütbeli devlet adamlarına uygun farklı konut türlerinin tasarımını yapmamız gerektiğinde ekonominin ikinci evresine ulaşılır. Kent içinde bir konut kesinlikle belli bir yapı türü gerektirirken, ürünlerin depolandığı kırsal malikanelerde daha farklı bir yapım uygulanacaktır; bu, tefeciler için ayrı, zenginler ve lüks yaşayanlar için yine farklı olacaktır; kararları ile ulusu yönlendiren güçlerin konutları da onların özel gereksinimlerine göre yapılmalıdır. Kısacası, sınıfların her biri için konutlar yapılırken uygun olan ekonomi türü izlenmelidir.



Ağustos 05, 2008, 03:30:37 ös
Yanıtla #3
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

BÖLÜM III
MİMARLIĞIN BÖLÜMLERİ


1 . Mimarlıkta üç bölüm vardır : Yapı sanatı, zamanölçerlerin yapımı ve makine üretimi. Yapı da kendi içinde, ilki istihkâmlı kentlerle kamu alanlarında genel kullanım için yapılar, ikincisi ise bireyler için tasarlanan özel yapılar olmak üzere ikiye ayrılır. Üç tür kamu yapısı vardır : İlki savunmaya, ikincisi dinsel, üçüncüsü ise faydacıl amaçlara yöneliktir. Savunma başlığı altında surların, kulelerin, kapıların ve düşman saldırılarına karşı direnmede kullanılan kalıcı araçların tasarımı bulunur; dinsel yapılar, ölümsüz tanrılar için mabet ve tapınakları; faydacıl yapılar ise, kamu yararına olan liman, çarşı, sütunlu revaklar, hamam, tiyatro, gezinti yerleri ve benzer düzenlemeleri içerir.

2 . Bunların hepsi, dayanıklılık, uygunluk ve güzelliğe gereken önemi vererek yapılmalıdır. Dayanıklılık, temellerin sağlam zemine indirilerek malzemenin akıllıca ve cömertçe seçilmesi ile sağlanacaktır ; uygunluk, bölümlerin düzenlenmesi kusursuz olduğunda, kullanımda hiçbir engel çıkmadığında ve her yapının türüne uygun doğru cepheler açıldığında sağlanır; güzellik ise yapıtın görünümünün hoş ve zevkli olmasına, öğelerinin de doğru bakışım ilkelerine göre orantılı olmalarına dayanır.

BÖLÜM IV
BİR KENTİN ARAZİSİ


1 . Surlarla çevrili kentlerde aşağıdaki genel ilkeler gözetilmelidir. Çok sağlıklı bir arazinin seçimi öncelik taşır. Bu arazi yüksek olmalı, sis ve kırağı yapmamalı, ne fazla sıcak, ne de soğuk, ılımlı bir iklimi bulunmalıdır, ayrıca, çevresinde bataklıklar olmamalıdır. Çünkü, eğer gün doğarken kent yönünde esen sabah esintileri, bataklıklardan getirdikleri sislerin içerisine karışan bataklık yaratıklarının zehirli nefeslerini kent sakinlerinin vücuduna taşırlarsa, bunlar araziyi sağlıksız kılar. Kent, sahil kıyısında güneye veya kuzeye bakıyorsa yine sağlıklı olmayacaktır; çünkü, yazın güney semaları gün doğarken ısınır ve gün ortasında kızgın bir ısıya ulaşır; batı cepheleri de güneş doğduktan sonra ısınmaya başlar, gün ortasında sıcak olur, akşam saatlerinde de alev alev yanar.

2 . Sıcaklıktaki bu değişiklikler ve bunları izleyen soğuma bu gibi yerlerde yaşayanlar için tehlikelidir. Aynı sonuç, cansız varlıklar için de geçerlidir. Örneğin, kapalı şarap odalarının ışığının güneyden veya batıdan değil, hiçbir zaman değişmeyen, sürekli olarka aynı kalan kuzeyden gelmesi yeğlenir. Tahıl ambarları da böyledir: Güneşte kalan tahıl, kalitesini çabuk yitirir; zahire ve meyveler de serin bir yerde depolanmadıkça fazla dayanmazlar.

3 . Sıcaklık evrensel bir çözücü olması nedeniyle nesnelerin direnme gücünü eritir; ateşini saçarak onların doğal gücünü emer, ateşiyle onları yumuşatır. Demir örneğinde bunu görüyoruz; demir, doğal haliyle ne kadar sert olursa olsun, fırın ateşinde kızdırıldığında kolaylıkla herhangi bir şekle sokulabilir; akkor durumunda ve yumuşakken soğutulduğunda da, yalnızca soğuk suya batırılmakla eski haline dönüşebilir.

4 . Bunun doğru olduğunu, yazın sıcağın yalnızca sağlıksız yerlerde değil, sağlıklı yörelerde de herkesi halsiz düşürmesinden anlayabiliriz; kışın da, en sağlıksız bölgeler bile soğuyarak sertleştiklerinden daha sağlıklı olurlar. Aynı şekilde, soğuk ülkelerden ayrılarak sıcak ülkelere giden kişiler, sıcağa dayanamayarak halsizleşirler; oysa sıcak bölgelerden kuzeyin soğuk bölgelerine geçenler, yer değişikliğinden etkilenmedikleri gibi, daha sağlıklı olurlar.

5 . O halde görülüyor ki, yeni kentler kurarken sıcak rüzgarların kent sakinlerinin üzerine yayılabileceği bölgelerden sakınmalıyız. Çünkü tüm vücutlar sıcaklık, nem, toprak ve hava olmak üzere dört maddeden (Yunanca’da στοιχεία) oluşurlar; ancak yeryüzündeki tüm canlıların farklı doğasını oluşturan ve yaratılılarını belirleyen karışımlar vardır.

6 . O nedenle, bu maddelerden birisi olan sıcaklık herhangi bir vücutta başat bir duruma gelirse, şiddeti ile diğer tüm maddeleri eriterek yok eder. Bu kusur gökyüzünün bazı kesimlerinden gelen şiddetli sıcağı , sözkonusu vücudun yaradılışına uygun olmayan bir miktarda açık gözeneklere dolmasından kaynaklanıyor olabilir. Aynı şekilde, vücudun kanallarına fazla nem girdiği zaman da oransızlık baş gösterir; nemle karışan diğer elementler bozulurlar ve karışımın özellikleri dağılır. Bu kusur, vücuda doğru esen nemli rüzgarların ve meltemlerin soğutucu etkilerinden de doğabilir. Yine aynı şekilde, vücudun doğasına uygun olan hava ve toprak öğelerinin oranlarında bir çoğalma veya azalma, diğer maddeleri zayıf düşürecektir; toprak öğesinin fazlalığı gereğinden fazla yemekten, havanınki ise basınçlı atmosferden kaynaklanır.

7 . Bütün bunları daha iyi kavramak isteyenlerin yalnızca kuşların, balıkların ve kara hayvanlarının doğalarını incelemeleri yeterlidir; böylelikle, yaratılışlar arasındaki farkları göreceklerdir. Karışımların bir türü kuşlara, bir diğeri balıklara, çok farklı bir başka türü de kara hayvanlarına özgüdür. Kanatlı yaratıklarda toprak unsuru ve nem daha az, sıcaklık orta derecede, hava ise bol miktarda bulunur. Daha hafif maddelerden oluştukları için de göğe, uzaklara daha çabuk yükselebilirler. Balıklar suya özgü doğaları ile orta derecede sıcaklığa sahip olup, bol miktarda hava ve toprak unsuru ve mümkün olduğu kadar az nemden oluşurlar; nem oranları gövdelerindeki diğer maddelerden daha az olduğundan neli ortamda daha kolay varolabilirler; bu nedenle karaya çıkarıldıklarında yaşamlarını anında yitirirler. Kara hayvanları da, orta miktarda hava ve sıcaklık maddesi, daha az toprak öğesi ve bol oranda nem içerirler; nem oranları zaten bol olduğundan, yaşamlarını suda uzun bir süre sürdüremezler.

8 . O nedenle, bütün bunlar anlattığımız gibi ise, mantığımız bize hayvanların vücutlarının elementlerden oluştuğunu ve şu veya bu elementin fazlalığı veya eksikliği durumunda dağılıp parçalanabileceklerini gösterir. Böylelikle, kentimizin yeri için iklimi çok ılımlı olan bir arazi seçmeye büyük özen göstermek zorundayız. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi saağlıklı olmak birinci koşuldur.

9 . Eski zamanların yöntemlerine dönme gereğini ne kadar vurgulasam azdır. Atalarımız, bir kent veya askeri garnizon inşa edecekleri zaman, önerilen arazide otlayan sığırlardan bir kaçını kurban ederek, karaciğerlerini incelerlerdi. İlk kurbanların ciğerleri koyu renkli veya anormal çıktığında, kusurun bir hastalıktan mı yoksa yediklerinden mi kaynaklandığını anlamak için başka sığırlar kurban ederlerdi. Ciğeri sağlam ve diri kılan iyi su ve besininin varlığını birçok benzer deney sonucunda kanıtlamadıkça, savunma yapılarının yapımına hiçbir zaman başlamazlardı. Ana amaçları sağlıklılık olduğundan, anormal ciğerlerle karşılaşmaya devam ettikleri zaman yörenin su ve besin kaynaklarının insan sağlığı için de zararlı olacağını varsayarak oradan ayrılıpbaşka bir bölgeye giderlerdi.

10 . Otlak ve besin kaynaklarının bir arazinin sağlıklılığının göstergesi olduğu, Girit’te, Gnosus ve Gortyna devletlerini ayıran Pothereus ırmağının iki tarafında bulunan bazı otlaklarda gözlemleyip incelenebilir. Irmağın sağ ve sol kıyılarındaki otlaklarda sığırlar yaşar ; fakat Gnosus yakınlarında otlayan sığırların dalağı normalken, karşı kıyıda Gortyna yakınındakilerin dalağı belirgin değildir. Konuyu inceleyen doktorlar, bu tarafta sığırın çiğnediği ve dalaklarını küçülten şifalı bir bitki bulunduğunu keşfettiler. Bu nedenle bu şifalı bitki toplanmakta ve dalaklı (1) insanların iyileştirilmesinde ilaç olarak kullanılmaktadır. Giritliler buna άσπληνον derler. Böylelikle, su ve besin kaynaklarından arazinin doğal olarak sağlıklı veya sağlıksız olduğunu öğrenebiliriz.

11 . Eğer surlarla çevrili bir kent deniz kenarında ve bataklıklar arasına inşa edilecekse, kuzey veya kuzeybatıya bakan ve deniz seviyesinden daha yüksek bir konumdaki yer seçimi mantıklı olacaktır. Çünkü, suyu kıyıya yönlendirecek hendekler kazılabilir ; fırtınalı havalarda yükselen deniz, bataklığa ulaşacağından, acı suyu, bataklıkta yaşayan yaratıkların üremelerini önleyecek, bunların denize doğru yüzenlerini ise alışık olmadıkları tuzluluk mahvedecektir. Bunun örnekleri, Gallia’nın Altino, Ravenna ve Aquileia’yı çevreleyen bataklıklarında ve bataklık kenarlarında bulunan benzer kentlerde görülebilir. Buralar belirttiğim nedenlerle, fevkalade sağlıklıdırlar.

12 . Fakat Pomptina’dakiler gibi ırmak veya kanallarla çıkışı olmayan durgun bataklıklar, yalnızca ağır ve sağlıksız kokular saçarak durdukça kokuşurlar. Böyle bir konumda bulunan kent örneği, Truva’dan dönerken Diomede tarafından veya bazı yazarlara göre Rodoslu Elpias tarafından kurulan Apulia’daki Eski Salpia’dır. Yıllarca süren hastalıktan sonra kentin çileli sakinleri, ortak bir dilekçe ile Marcus Hostilius’a başvurup kendilerine kentlerini taşıyabilecekleri uygun bir yer bulması için onu ikna ederler. O da vakit geçirmeden en ustalıklı araştırmaları yaparak deniz kenarında sağlıklı bir arazi satın alır ve Senato ile Roma halkından kenti taşımak için izin ister. Surları inşa ederek konut arsaları düzenler; her yurttaşa bunlardan birer tanesini çok önemsiz bir para karşılığında bağışlar. Bunu gerçekleştirdikten sonra gölden denize bir açma yaparak, gölü kentin limanı haline getirir. Sonuçta, Salpia’nın insanları şimdi eski kentlerinden yalnızca dört mil uzaklıkta ve sağlıklı bir arazide yaşıyorlar.
(1) Morgan splenetic (çabuk kızan) sözcüğünü kullanmaktadır. Ancak burada splenic (dalaklı) sözcüğünün daha uygun olacağı düşüncesindeyiz. (Ç.N.)

BÖLÜM V
KENT DUVARLARI

1 . Geleceğin kentinin sağlıklılığını bu ilkelerle güvence altına alıp, toplumu besleyecek bol miktarda gıda maddeleri sağlayabilecek ve kolay ulaşım için iyi yolları uygun ırmak veya deniz limanları bulunan bir yöreyi seçtikten sonra yapılacak iş, kulelerin ve kent duvarlarının temellerini atmaktır. Sağlam zemini –varsa – bulana kadar kazıp temelleri önerilen yapının büyüklüğünün gerektirdiği derinlikte yapınız. Temeller, toprak üzerinde görünen duvarlardan çok daha kalın yapılmalı, yapıları da mümkün olduğu kadar sağlam olmalıdır.

2 . Kuleler duvar çizgisinden ileride yer almalıdır ki, saldırı sırasında duvara yaklaşmak isteyen düşmanın korumasız tarafı sağdaki ve soldaki kulelerden yapılan atışlara hedef olabilsin. Surlarda kolayca baskın düzenlenebilecek noktaların bulunmamasına özen gösterilmelidir. Yollar, sarp noktalarda güçlendirilmeli ve kapılara yaklaşırken düz olarak değil, sağdan ve sola doğru planlanmalıdır; bunun sonucunda, saldıranların kalkanla korunmayan sağ tarafları duvara açık olacaktır. Kentler, düşmanı değişik noktalardan izleyebilmek için ne tam kare, ne de belirgin açılarla değil, daire biçiminde yapılmalıdır. Belirgin açıların bulunduğu yerlerde, açılar kent halkından çok düşmanı koruduklarından savunmak zordur.

3 . Kanımca surların kalınlığı, üstünde karşılaşan silahlı adamların birbirlerini engellemeden geçebilecekleri genişlikte olmalıdır. Duvara kalıcı bir dayanıklılık vermek için, duvarın kalınlığı içerisine duvarın iki yüzünü bağlayan ve kömürleşmemiş zeytin kerestesinden yapılmış birbirine çok yakın bağlar yerleştirilmelidir. Çünkü bu ne çürümenin, ne iklimin, ne de zamanın zarar verebileceği bir malzemedir; toprağa gömülü veya suda bile olsa her zaman sağlamlığını ve etkinliğini korur. Böylece yalnız kent surları değil, genelde temeller ve kent surlarının kalınlığını gerektiren tüm duvarlar da bu biçimde bağlanırlarsa bozulmalar uzun zaman alacaktır.

4 . Kuleler bir ok atımını geçmeyecek aralıklarla yapılmalıdır ki, herhangi birine yapılan bir saldırı, sağdaki ve soldaki kulelerden scorpione’ler ve diğer yöntemlerle yapılan atışlarla püskürtülebilsin. Her kulenin iç kısmına giden pek sağlam çivilenmemiş ahşap bir döşeme bulunmalıdır. Düşman, duvarın herhangi bir bölümünü ele geçirdiği taktirde, bu döşemenin kesilip kaldırılması gerekir; bu iş hızlı yapılırsa, düşman düşmeyi göze almadan diğer kulelere ve surların geri kalan bölümlerine ulaşamayacaktır.

5 . Kulelerin kendileri yuvarlak veya çok köşeli olmalıdır. Kare biçimindeki kulelerin köşeleri, koçbaşı darbeleri sonucunda dağılacağından, savaş makineleriyle daha çabuk tahrip olacaklardır; fakat yuvarlak kuleler bundan zarar görmezler. Sur ve kulelerle istihkâm yöntemi, toprak rampaların eklenmesiyle en güvenli duruma getirilebilir; çünkü ne koçbaşı, ne tünel kazma, ne de diğer mühendislik yöntemleri onlara zarar veremez.

6 . Rampalı savunma biçimi her yerde gerekli olmayıp yalnızca duvar dışında yüksek bir arazinin bulunduğu ve aradaki düzlükten bir saldırının yapılabileceği durumlarda gerekir. Bu gibi yerlerde, önce çok geniş ve derin hendekler kazmalı, sonra da hendeğin yatağında bir duvarın temellerini atarak bunu bir toprak tabyasını kolaylıkla destekleyebilecek kalınlıkta inşa etmeliyiz.

7 . Sonra bu altyapının iç kısmına, savaş düzenindeki piyade taburlarının savunma sırasında, geniş rampanın üstünde yerlerini alabilecek kadar gerisinde ikinci bir temel yapılmalıdır. Temeller, birbirlerinden bu uzaklıkta tasarlandıktan sonra, aralarına iç ve dış temelleri birleştirecek, tarama düzeninde ve testere ağzı gibi yerleştirilmiş ara duvarlar yerleştirilmelidir. Bu yapı biçimi sayesinde, toprağın muazzam yükü ufak kitlelere ayrılacak ve ağırlığı ile altyapıyı itip atabilecek ezici bir kütle oluşturamayacaktır.

8 . Duvarın kendisinin hangi malzeme ile yapılarak tamamlanacağına gelince, bunun için kesin bir reçete verilemez; çünkü istediğimiz malzemeyi her yerde bulabilmemiz olanaksızdır. Kesme taşı (1), çakmaktaşı, moloz taşı, fırınlanmış veya fırınlanmamış tuğlayı bulabildikçe kullanınız. Zira her bölgenin veya belli bir yörenin, bol miktarda asfalt bulunan Babil’deki gibi fırınlanmış tuğladan bir duvara sahip olması olanaksızdır; buna rağmen, bu yerlerde, sonsuza kadar dayanacak kusursuz bir duvarın inşa edilebileceği aynı ölçüde yaralı başka malzemelerin bulunması olasıdır.
(1) Morgan burada dimension stone (ölçü taşı) terimini kullanmaktadır. Ancak kanımızca burada anlatılmak istenen kare veya küp kesme taştır (saxa quadrata). (Ç.N.)


Ağustos 05, 2008, 03:31:37 ös
Yanıtla #4
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

BÖLÜM VI
RÜZGÂRLARLA İLGİLİ GÖZLEMLERLE SOKAKLARIN YÖNLERİ

1 . Kent surları inşa edildikten sonraki adım, sur içersinde konut arsalarının ayrılması ve iklim koşullarına göre sokakların ve ara sokakların belirlenmesidir. Ara sokaklarda rüzgarların önlenmesi önceden düşünülürse sokakların tasarımı doğru olacaktır. Soğuk rüzgârlar rahatsız edici, sıcak rüzgârlar halsizleştirici, nemli rüzgârlar ise sağlıksızdırlar. Bu nedenle, bu konuda hatalar yapmaktan kaçınmalı ve değişik toplumların ortak deneyimlerini göz önünde tutmalıyız. Örneğin, Lesbos adasındaki Mytilene, görkemli ve zevkle inşa edilmiş bir kent olmakla birlikte konumu iyi düşünülmemiştir. O toplumun insanları güney rüzgârı estiğinde hastalanırlar ve kuzeybatı rüzgârı ile öksürmeye başlarlar; kuzeyden esen rüzgârla gerçekten şifa bulmalarına rağmen, feci soğuk nedeniyle yollarda ve ara sokaklara durmaları olanaksızdır.

2 . Rüzgâr, durmadan oradan oraya esen bir hava akımıdır. Sıcağın nemle karşılaşması sonucunda, hızla hareket eden sıcaklığın kuvvetli bir hava akımı yaratmasıyla oluşur. Bunun böyle olduğunu tunçtan eolipile’lerden öğrenebilir ve böylelikle, bilimsel bir buluş sayesinde göklerin yasalarında yatan tanrısal gerçeği keşfedebiliriz. Eolipile’ler, içi boş, içine su dökülebilecek açıklıkları bulunan tunç kürelerdir. Bir ateşin önüne kondukları zaman, bu basit ve çok kısa deneyden rüzgarların doğasının ve göklerin harikulâde yasalarını algılayı değerlendirebiliriz.

3. Rüzgârı konutlarımızın dışında tutmakla, yalnızca sağlıklı insanlara iyi bir ortam yaratmış olmayacağız, çeşitli yerlerdeki elverişsiz koşullardan kaynaklanan hastalık durumlarında da, başka sağlıklı yerlerde, farklı tedavi biçimleriyle iyileşmesi olası hastalar, burada rüzgârların engellendiği ılımlı ortamda daha çabuk şifa bulacaklardır. Yukarıda belirttiğim türden bölgelerde tedavisi zor olan hastalıklar, nezle, boğuk seslilik, göğüs zarı iltihabı, verem ve kan kusmanın yanında tüm vücut sistemini zayıflatmakla değil güçlendirme yolu ile iyileştirilebilen diğer hastalıklardır. Bunların tedavileri zordur. Çünkü, önce, üşütmekten kaynaklanırlar: ikinci olarak da, rüzgârlar nedeniyle sürekli bir çalkantı içinde bulunan hava, hastanın evvelce iflas etmiş bünyesinden bütün yaşam belirtilerini alarak onu gün geçtikçe daha halsiz düşürür. Diğer yandan ılımlı, yoğun, cereyansız ve devamlı surette ileri geri esmeyen bir hava, sabitliği ile bu hastalıklara yakalananların bünyesini güçlendirir, onları sağlıklarına kavuşturur.

4 . Bazıları yalnızca dört rüzgâr bulunduğunu varsayarlar : Tam doğudan Solanus, güneyden Auster ,tam batıdan Favonius ve kuzeyden Septentrio. Ancak daha dikkatli gözlemciler bize sekiz rüzgâr olduğunu söylerler. Bu kişilerin önde gelenlerinden birisi, sözkonusu durumu kanıtlamak için Atina’daki sekizgen mermer kuleyi inşa eden Cyrrhuslu Andronicus’tur. Kulenin yüzlerine, rüzgârların estiği yöne bakan ve onları temsil eden kabartmalar yaptı ; kulenin tepesine de, üzerinde, sağ elinde bir asayı uzatan tunçtan bir Triton’un bulunduğu koni biçimli bir mermer parçası yerleştirdi. Triton, rüzgârla dönecek biçimde ayarlanmış olup, esen rüzgârı tam karşısına alarak durduğunda, asası da o anda esen rüzgârı resmeden kabartmanın üzerinde görünüyordu.

5 . Böylece Eurus, Solanus ve Auster’in arasında güneydoğuda yer alıyordu. Africus, Auster ve Favonius’un arasında güneybatıda ; Caurus veya birçoklarının dediği gibi, Corus, Favonius ve Septentrio arasında ve Aquilo da Septentrio ve Solanus arasında bulunuyordu. Sistemin böyle düzenlendiği ve rüzgârların numaralarıyla isimlerini içererek estikleri yönleri gösterdiği görülüyor. Bu hususları belirledikten sonra rüzgârların yönünü ve yerini bulmak için izleyeceğimiz yöntemin aşağıdaki gibi olması gerekmektedir.

6 . Kentin ortasına, tesviye aleti ile ölçerek bir amussium yerleştiriniz ; veya cetvel ile tesviye aleti kullanarak amussium gerekmeyecek biçimde düz bir yer hazırlayınız. O yerin tam ortasına tunç bir güneş mili (gnomon) veya “ gölge izleyici” (Yunanca’da σκιαθηρας ) yerleştiriniz. Sabahın beşinci saati civarında, bu güneş milinden yansıyan gölgenin ucunu alarak işaretleyiniz. Sonra pergelinizi güneş milinin gölgesinin uzunluğunu belirten bu noktaya açarak merkezden bir daire çiziniz. Öğleden sonra, güneş milinizin gölgesini uzadıkça izleyiniz ; dairenin çevresine tekrar değdiği ve sabah gölgesinin uzunluğu ile öğleden sonra eşitlendiği zaman bunu bir nokta ile işaretleyiniz.

7 . Pergelinizle bu iki noktada kesişen yaylar çizerek, kesiştikleri nokta ile merkez arasından güney ve kuzey yönlerini elde etmek için dairenin çevresine bir doğru çizgi çekiniz. Sonra, dairenin tüm çevresinin onaltıda birini çap olarak kullanarak, merkezi güneye giden çizgi üzerinde ve dairenin çevresini kestiği noktada olan bir daire çiziniz ; güney tarafında, dairenin çevresinin sağına ve soluna işaretler koyarak, aynı işlemi kuzey tarafı için tekrarlayınız. Böylece elde edilen dört noktadan, dairenin çevresinin bir tarafından diğerine doğru merkezde kesişen çizgiler çiziniz. Sonuçta, dairenin çapının sekizde birlik bölümünü Auster, diğerini de Septentrio için elde etmiş olacağız. Dairenin tüm çevresinin geri kalan bölümü ise her iki tarafta üçer eşit kısma ayrılmalıdır. Böylece, sekiz rüzgarla eşit olarak bölünmüş bir figür ortaya çıkacaktır. Sonra, yollarınızın ve ara sokaklarınızın yönünü, iki rüzgârın bölgesini ayıran çizgilere göre ayarlayınız.

8 . Bu düzenleme ilkesine göre, konutlar ve ev sıraları, rüzgârların rahatsız edici etkisinden esirgenecektir. Çünkü, sokaklar rüzgâr yönünde yapılırsa sürekli olarak açık bayırlardan esen fırtınalar, ara sokaklarda sıkışarak oraları kasıp kavuracaktır. Bu nedenle, ev sıraları rüzgârların yönünden korunmalıdır ki, rüzgârın gücü blokların köşelerine çarparak kırılıp dağılabilsin.

9 . Çok sayıda rüzgârın adını bilenler yalnızca sekiz rüzg3ar bulunduğunu ileri sürdüğümüzde belki de şaşıracaklardır. Ancak, Cyreneli Eratosthenes matematiksel kuramlar ve geometrik yöntemler kullanarak, güneşin yörüngesinden, ekinoksta güneş milinin gölgelerinden ve göklerin eğiliminden, yeryüzünün çevresinin elli iki bin stad, yani otuz bir milyon beş yüz bin adım ölçüsünde olduğunu buldu ; bunun, rüzgârlarca işgal edilen sekizde birinin üç milyon dokuz yüz otuz yedi bin beş yüz adım olduğunu düşünürsek, çok geniş bir alana yayılan tek bir rüzgârın, şuraya buraya estiğinde farklı esintiler doğuracağına şaşmamak gerekir.

10 . Demek ki, sık sık Leuconotus ve Altanus’un sırasıyla sağında ve solunda estiğini görüyoruz ; Libonotus ve Subvesperus, Africus’un sağında ve solunda; Argestes ve belli dönemlerde Etasiae, Favonius’un her iki tarafında; Circias ve Corus, Caurus’un yanlarında; Thracias ve Gallicus, Septentrio’nun her iki tarafında, Supernas ve Caecias, Aqulo’nun sağında ve solunda; Carbas ve belli bir dönemde Ornithiae, Solanus’un her iki yanında, Eurocircias ile Volturnus ise, aralarında bulunan Eurus’un yanlarında eserler. Rüzgârların, yörelerden veya ırmaklaral dağlardan inen boralardan kaynaklanan daha bir çok adı vardır.

11 . Bunlardan başka, erken sabah esintileri de vardır; çünkü, yerin altından yükselen güneş geri dönerken nemli havaya çarpar ; göğe yükselirken de bu havayı önüne yayarak, şafak sökmeden önce orada bulunan buhardan esintileri çekerek çıkarır. Gündoğumundan sonra hâlâ esmeye devam edenler Eurus’la birlikte sınıflandırılır; esintilerin yavrusu olarak Yunanca εύρος adının ve ‘yarın’ anlamına gelen αύριον ‘ un erken sabah meltemlerinde kaynaklandıkları görülüyor. Bazı kişiler, gerçekten de Eratosthenes’in yeryüzünün ölçüsünü doğru olarak çıkarmış olamayacağını söylerler. Ancak, bunun doğru veya yanlış olması, benim değişik rüzgârların estiği yönlerin belirlenmesi konusunda yazdıklarımın doğruluğunu etkileyemez.

12 . (Eratosthenes) hatalı da olsa bunun sonucu yalnızca, değişik rüzgârların onun ölçümlerinden beklenen düzeyde olmasa da daha hafifi veya daha güçlü esmeleri olacaktır. Bu konuları özet olarak anlattığımdam, dah kolaylıkla anlaşılabilmeleri için kitabın sonunda iki figür, veya Yunanlılar’ın dediği gibi, σχήματα, vermeyi uygun gördüm; birisi rüzgârların kaynaklandığı kesin bölgeleri, diğeri ise ev sıralarını ve sokakların yönünü rüzg3arların en güçlü estiği yönün aksi yönüne çevirdiğimiz zaman sağlıksız fırtınaları nasıl önleyebileceğimizi göstermek içindir. A’nın, bir düz yüzeyin merkezi olduğunu, B’nin de güneş milinin gölgesinin sabahleyin eriştiği nokta olduğunu düşünelim. A’yı merkez olarak alınız ve pergelinizi gölgeyi belirleyen B’ye doğru açarak bir daire çiziniz. Güneş milini eski yerine koyunuz; gölgenin, öğleden sonra dairenin çevresine C noktasında değerek sabahki uzunluğuna eşit olana kadar tekrar azalıp uzamasını bekleyiniz. Sonra pergelle B ve C noktalarından D’de kesişen iki yay çiziniz. Bundan sonra, kesişme noktası D’den, dairenin çevresine kadar merkezden geçen bir çizgi çekerek buna E-F deyiniz. Bu çizgi, güney ve kuzeyin nerede olduğunu gösterecektir.

13 . Bundan sonra, pergelle tüm çevrenin onaltı birlik bir kısmını bulunuz; sonra pergeli çizgisinin dairenin çevresine değdiği E noktasında sabitleştirerek, E’nin sağında ve solunda G ve H noktalarını işaretlieyiniz. Kuzey kısmında da aynı şekilde, pergeli dairenin çevresinde, kuzey çizgisi üzerinde F noktasına koyarak, sağda ve solda I ve K noktalarını işaretleyiniz; sonra da merkezden G ve K ile H ve I’ya birer çizgi çiziniz. Böylece G’den H’ye kadar olan dilim Auster ve güneye ait olacak, I ve K dilimi ise Septentrio’yu belirleyecektir. Dairenin çevresinin geri kalan kısmı eşit olarak solda ve sağda üçer kısma bölünmelidir; doğuda olanlar L ve M noktalarından geçeceklerdir. Son olarak, M’den O’ya ve L’den N’ye kesişen çizgiler çizilmelidir. Böylece dairenin çevresini sekiz rüzgâr için sekiz eşit dilime bölmüş olacağız. Şekil tamamlandıktan sonra sekiz farklı bölümde, güneyden başlayarak, Eurus ve Auster arasında G harfi, Auster ve Africus arasında H harfi, Africus ve Favonius arasında N, Favonius ve Caurus arasında O, Caurus ve Septentrio arasında K, Septentrio ve Aquilo ve arasında I, Solanus ve Eurus arasında da M harfi olacaktır. Bu yapıldıktan sonra, bu sekiz bölüme bir güneş mili uygulayarak değişik ara sokakları belirleyiniz.


BÖLÜM VII
KAMU YAPILARININ ARAZİLERİ

1 . Ara sokakları ve yolları belirledikten sonra, genelde uygunluk ve yararlılığı gözeterek tapınaklar, forum ve tüm diğer kamu yapılarının yer seçimine geçmeliyiz. Kent deniz kenarında ise, forumun yeri limana yakın bir yerde seçilmeli, daha içerde ise kentin ortasında olmalıdır. Tapınaklar için, kentin, özel koruması altında bulunduğu varsayılan tanrılarla, Jüpiter, Juno ve Minerva’nın alanları, kentin büyük kısmını gören en yüksek yerinde olmalıdır. Merkür, forumda veya İsis ile Serapis gibi emporiumda; Apollo ve Bacchus tiyatronun yanında; Herkül, gimnazyum ya da amfitiyatrosu bulunmayan topluluklarda circus’un yanında; Mars, kent dışında ama eğitim sahası içinde; Venüs de aynı şekilde fakat limanda olmalıdır. Bundan başka,Etrüsk kahinlerinin bilim üzerine tezlerinde, Venüs, Vulcan ve Mars’ın maketlerinin surlar dışında olmaları gerektiği yazılıdır. Böylelikle delikanlılar ve evli kadınlar, kent içerisinde Venüs’e tapınma ayinlerinden etkilenerek günaha girmeyecekleri gibi, binalar da, Vulcan’ın gücünü duvarların ötesinden çağıran dinsel ayinlerin ve kurban törenlerinin yaratacağı yangın korkusundan uzak olacaklardır. Mars’a gelince, o tanrıya, surların dışında tapınıldığında, yurttaşlar birbirlerine silah çekmezler; o da kenti düşmanlardan ve savaş sırasındaki tehlikelerden korur.

2 . Ceres de, kent dışında, yurttaşların kurban adamak dışında hiçbir zaman uğramayacakları bir yerde olmalıdır. Buranın dinin, saflığın ve iyi ahlakın koruması altında olması gerekir. Diğer tanrılara da, kendilerine adanan kurbanların türüne göre uygun yerler ayrılmalıdır. Tapınaklar inşa edilirken gözetilecek ilkeleri üçüncü ve dördüncü kitaplarımda anlatacağım. İkinci kitabımda, yapılarda kullanılan malzemelerin iyi özelliklerini ve yararlarını anlatmayı; yapıların oranlarını, düzenlemelerini ve farklı bakışım biçimlerini ise daha sonraki kitaplarımda anlatarak açıklamayı uygun buluyorum.


Ekim 05, 2008, 01:55:12 öö
Yanıtla #5
  • Ziyaretçi

Sn. skullG bu yayın e-kitap şeklinde mi? öyle ise paylaşabilir misiniz? VII bölümden ibaret mi yoksa?


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
22 Yanıt
13966 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 25, 2016, 04:50:52 öö
Gönderen: ayhanbakkal
12 Yanıt
35782 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2013, 11:37:08 ös
Gönderen: Melina
29 Yanıt
20276 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 07, 2011, 04:44:45 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4398 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 16, 2008, 03:07:49 öö
Gönderen: Veritas
4 Yanıt
5490 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 26, 2008, 12:08:54 ös
Gönderen: Kaan
30 Yanıt
37862 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 04, 2016, 10:29:52 öö
Gönderen: Spock
44 Yanıt
22197 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2013, 11:39:37 ös
Gönderen: Melina
5 Yanıt
8339 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 08, 2009, 05:50:59 ös
Gönderen: Mozart
1 Yanıt
3949 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2011, 08:12:24 ös
Gönderen: popperist
1 Yanıt
4148 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2012, 10:48:22 öö
Gönderen: WaleC