Birincisi; devletimiz için Patrikhane, uluslararası bir statüde değil, İstanbul’da yaşayan Rum azınlığın dini ihtiyacını karşılayan bir Türk kurumudur.
Buradaki yanlışlık Patrikhanenin bir türk kurumu olduğu iddiasıdır ki gerçekte Patrikhane ile ilgili herhangi bir yasa, tüzük, yönetmelik bulunmamaktadır. Yalnızca 1923 yılında ve 1971 yılında olmak üzere (ki ikincisi hiç uygulanmamıştır) Patrik’in Türk vatandaşı olması ve patrik seçilememesi durumunda İstanbul Valisi tarafından atama yapılması (uygulanmayan hüküm budur) hakkında iki adet Valilik Genelgesi vardır. Meşhur yanlış Patriğin Türk vatandaşı olmasının Lozan hükmü olduğu doğru değildir. Bu Osmanlı zamanındaki 1862 tarihli Rum Patrikliği Nizamnamesinde ifade edilen Patrik’in Osmanlı vatandaşı olma şartının bir devamı niteliğindedir ve 1923 tarihli İstanbul Valiliği Genelgesine dayanmaktadır. Lozan’da Patriğin TC vatandaşı olmasına dair bir düzenleme mevcut değildir. Patrikhane’nin Osmanlı zamanındaki dinsel egemenliğinin ötesindeki yetkileri Lozan görüşmelerinde evet kaldırılmıştır ve sadece dinsel yetkisi olduğu kabul edilmiştir. Bu da Osmanlıdaki millet sisteminden TC Ulus-Devletine geçiş yönünden mantıklıdır. Ancak dinsel yetkisi sürmektedir. Dolayısıyla eğer İstanbul Patrikliği Ortodoks alemde ekümenik olarak kabul ediliyorsa laik bir devletin buna karışması, karşı çıkması veya bunu kullanması kabul edilemez.
İki; Lozan’da azınlıklara imtiyaz değil, Türk halkıyla eşit muamele görme hakkı tanınmıştır. Anayasa’nın 12. maddesine uygun olması gerekir. (Yani Müslümanların İlahiyat Fakülteleri gibi devlet denetiminde)
Lozan Sulh Muahedenamesi’nin 37 – 45. Maddeleri arasında “Azınlıkların Himayesi” başlığıyla yapılan düzenlemelere kısaca göz atarsak;
37. madde 38den 44e kadar olan maddelerdeki düzenlemelere aykırı hiçbir kanun, idari düzenleme ve resmi işlem çıkartılamayacağı ve hiçbir kanun, idari düzenleme ve idari işlemle bunların kaldırılamayacağı TC tarafından taahhüt edilmiştir. 38. madde azınlıklar açısından negatif özgürlük düzenlemesini içermektedir.
“Türkiye Hükumeti, tevellüt, milliyet, lisa, ırk veya din tefrik etmeksizin Türk ahalisinin kâffesine hayat ve hürriyetlerince himayei tamme ve kâmile bahşetmeği taahhüt” etmiştir. 38/2de din, mezhep ve itikadın genel ve özel ircaının serbest olduğu hükme bağlanmıştır. Gayrimuslimlerin de diğer TC yurttaşları gibi seyahat, yerleşme özgürlükleri olduğu düzenlenmiştir.
39. madde de azınlıkların medeni ve siyasal haklardan yararlanacakları ve yasa önünde eşit olacakları din ayrılığının kamu hizmetine girmede engel oluşturmayacağı düzenlemiştir. Ayrıca dil özgürlüğü 2. Fıkra ile tanınmıştır.
40. madde de ise, “Gayrimüslim akaliyetlere mensup olan Türk tebaası hukukan ve fiilen diğer Türk tebaaya tatbik edilen ayni muamele ve ayni teminattan müstefit olacaklar” dendikten sonra
“VE BİLHASSA MASRAFLARI KENDİLERİNE AİT OLMAK ÜZERE HER TÜRLÜ MESSESATI HAYRİYE, DİNİYE VE İÇTİMAYİYEYİ, HER TÜRLÜ MEKTEP VE SAİR MÜESSESATI TALİM VE TERBİYEYİ TESİS, İDARE VE MURAKABE ETMEK VE BURALRDA KENDİ LİSANLARINI SERBESTÇE İSTİMAL VE AYİNİ DİNLERİNİ SERBESTÇE İCRA EYLEMEK HUSUSLARINDA MÜSAVİ BİR HAKKA MALİK BULUNACAKLARDIR” denilmiştir.
41. madde de Türk Devletine eğitim yönünden yükümlülük yüklenmiştir.
42. madde aile hukuku ve şahsiyet hukuku konularında azınlıkların örf ve adetlerinde hal ve fasledilmesine müsait her türlü ahkam vazına Türkiye muvafakat etmiş ve azınlıklara ait her türlü kilise, havra, mezarlık vs.yi korumayı ve bunlara kolaylık sağlamayı taahhüt etmiştir.
42. madde gayimüslimlerin inançlarına aykırı davranışta bulunmaya zorlanamayacağı ve hatta bu inanç yüzünden yasanın öngördüğü bir işlemi yerine getirmemeleri durumunda haklarını yitirmeyecekleri düzenlemiştir.
44. madde
ULUSLAR ARASI KORUMA maddesidir.
45. madde “
İş bu fasıl ahkamı ile Türkiyenin gayrimüslim akalliyetleri hakkında tanınan hukuk Yunanistan tarafından dahi kendi arazisinde bulunan Müslüman akalliyet hakkında tanınmıştır” hükmünü barındırır. Ve fakat 44. Madde hükmünün Yunanistan açısından uygulanması bu madde yönünden düşünülemez çünkü tanınan hukuktan bahsedilmiştir. Dolayısıyla
Türkiye’nin bahsettiği gibi bir “karşılıklılık” söz konusu bile değildir. Kaldı ki eğer Patrikhane bir türk kurumu ise o halde niçin karşılıklılık yönünden değerlendirilmektedir? Gibi ayrı bir sual sorulabilir.
Heybeliada Ruhban Okulu Lozan’ın 40. Maddesi kapsamında bir okuldur ve 40. Madde hükmü açıktır. Özellikle 37. Madde hükmü ile Türkiye çok belirgin bir bağıtlanmayla bağıtlanmıştır. Lozanla azınlıklar yalnızca bireysel olarak değil kurumsal olarak da korunmuştur. 1982 Anayasasının 90. Maddesi hükmü de açıktır ki
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7.5.2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Üç; 403 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği dini eğitim cemaatlere ve özel kişilere değil, devlet görevi olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca verilir.
TTK, ruhban Okulunun açılmamasına dayanak olamaz. Eğer TTK, Lozan’a aykırı hükümler barındırıyorsa bu Lozan 37ye göre geçersizdir. Kaldı ki
403 sayılı kanunun çıktığı 1924’ten Heybeliadanın kapatıldığı 1971’e kadar TTKya bir aykırılık görülmemişken bugün bunun ileri sürülmesi düşünülemez.
Dört; Anayasa’nın ikinci maddesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir; dolayısıyla dini öğrenim yapan özel okul açmak ve yönetmek yasaktır.
Yine Lozan 40 ve 37 diyeceğim. Uluslar arası hukukun en önemli ilkelerinden birisi “
antlaşmanın taraflarından birinin, kendi iç hukukunun hükümlerini öne sürerek antlaşmayı uygulamaktan kaçınmayı meşru kılamayacağı” ilkesidir.
Laiklik yönünden yine ifade etmek gerekir ki
Laiklik İlkesinin Anayasal bir düzenleme olarak hukukumuza girdiği 1937’den 1971’e kadar Heybeliada açıktı ve laiklik yönünden herhangi bir tartışma da yoktu.
Beş; 625 sayılı kanunun 3. maddesinde askeri okullar, dini eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile emniyet teşkilatına bağlı okulların aynı veya benzeri özel öğretim kurumu açılamaz
.
625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunun 25. maddesi, “
Bu Kanunun yayımı tarihinde mevcut olup, 23 Ağustos 1923 tarih ve 340 sayılı Kanuna bağlı Andlaşmanın 40 ve 41 inci maddeleriyle ilgisi bulunan okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelikle tespit edilir” demektedir. B
u düzenlemem 3. Maddenin bir ayrıksılığıdır. 340 sayılı Yasaya bağlı Andlaşma ise LOZAN’dır. Dolayısıyla Heybeliada Ruhban Okulunun açılması 625 s. K. açısından bir sıkıntısı oluşturmaz. Her ne kadar 625'in bazı maddelerinin Anayasa M. tarafından iptali üzerine MEB tasarrufuyla ve hukuka aykırı olarak kapatılmış olsa da
Altı; Anayasa’nın 132. maddesi gereğince vakıflar tarafından devletin denetiminde tabii yüksek öğretim kurumları kurulabilir, hükmüne göre Patrikhane, bir vakıf statüsünde olmadığı için Patrikhane’ye bağlı özel yüksek öğrenim kurumu açamaz. Sekiz; 1973 Milli Eğitim Temel Kanunu ve 1981 Yüksek Öğretim Kanunu ile belirlenmiş okul programının genel amaç ve temel ilkelere göre geliştirimlmesi zorunludur.
Eğer Okul kapatılmasaydı 1981 yılında çıkartılak YÖK’e aykırılığı ileri sürülmeyecekti. Türk yüksek öğretim sistemine egemen olan laiklik ilkesiyle bağdaşmazlık nedeniyle açılamayacağının söylenmesi yukarıda aktardığım uluslarası hukukun temel ilkelerinden olan antlaşmanın taraflarından birinin, kendi iç hukukunun hükümlerini öne sürerek antlaşmayı uygu¬lamaktan kaçınmayı meşru kılamayacağı” gereğince uluslararası hukukla çelişkilidir.
Ki zaten Patrikhane’de YÖK’te (şimdikini bilmiyorum ne der) Okulun MEB’e bağlı olarak açılmasına taraftardır. Patrikliğin kurumsal olarak korunması LOZAN 40. Madde ve 42. Maddede yer almaktadır. Patrikhane eğer İHAM’a başvurursa büyük ihtimalle bu başvurusu kabul edilecek ve tüzel kişiliği olduğu İHAM tarafından kabul edilecektir. Hanya Katolik Kilisesi v. Yunanistan kararı bu noktada bir ön fikir verebilir.