Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Muhteşem Yüzyıl  (Okunma sayısı 12986 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 24, 2011, 04:12:47 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 241
  • Cinsiyet: Bay

BEKİR COŞKUN'un yazısıdır...

Muhteşem Memleket...

“Muhteşem Yüzyıl” dizisi için “Tarihe mal olmuş şahsiyetin mahremiyetine hassasiyet gösterilmedi” diyen 74 bin kişi kızdı ve RTÜK’e başvurdu diyorlar…
Eeee millet hassas…

Şu bizim muhteşem sekiz yılda insanların yatak odalarına girildi, kadınlarının-kızlarının mahrem bantları yandaş medyaya dağıtıldı, iç çamaşırlarının olduğu çekmeceler taşındı…

Hassas vatandaş rahatsız olmadı…
Kendisi de zaten telefonla eniştesiyle konuşmaya korkuyor hımbıl…
Ama dizide Kanuni Sultan Süleyman’ın mahremiyetine girildiğine kızdı…
*
Dizide gördüğünüz (ki ben ömrümde ilk kez bir diziye oturup baktım) o sevimli küçük Veliaht Mustafa var ya…
İleride Sultan Süleyman onu boğduracak… Koklayarak öptüğü bebeğini, dilsiz cellatlar boğarken de hırıltılarını yan çadırda dinleyecek…
İyi mi?..
*
“Muhteşem Yüzyıl” dediğiniz, yağmaya ve istilaya dayalı ekonomisi, bebek yaşta annesinden-babasından koparılmış devşirmelerden ordusu, adı ve kimliği değiştirilmiş insanlardan oluşan devleti, saçından sürüklenerek getirilmiş el kızlarının hamama sokulup sokulup padişaha sunulduğu, kalanlarının paylaşıldığı, babanın oğlu, kardeşin kardeşi boğdurduğu ve ha bire kafaların kesildiği öyle bir yüzyıl işte…
Eksik bile; ya sarayın “oğlan”larını gösterselerdi…
*
AKP’nin Batı’dan uzaklaşıp Araplara kayması “Neo Osmanlı” diye tam da millete yutturulurken… Ve o gaza gelmiş muhteşem zat eski Osmanlı topraklarında kılıç kuşanırken oldu bunlar…
*
Ve dizide “milli ve manevi değerlerin rencide edilmesine” kızdı demek ki vatandaş…
Atatürk’e televizyonda hakaret ettiler, kılı kıpırdamadı…
“Türk” kelimesini ekranlarda aşağıladılar, tınmadı…
Cumhuriyetimizi tekmeliyorlar, alınmadı…
Ama diziye bakınca “milli ve manevi değerleri” incindi…
Muhteşem memleketin…

kaynak:http://www.ilk-kursun.com/2011/01/muhtesem-memleket/


Ocak 24, 2011, 04:42:23 ös
Yanıtla #1

Ana fikrini beğendiğim bir yazı. Ancak yaptığı Osmanlı tanımlaması ne kadar doğrudur, şaibeli...

Olayları, yaşandığı devirlerin şartları içinde yargılamak gerektiği düşüncesindeyim. BC'un Osmanlı hakkında anlattıkları büyük ölçüde doğrudur. Ancak 2011'den o tarafa bakıp yargılamak doğru olur mu? Bütün dünya insan haklarına son derece saygılı demokrasilerle yönetiliyordu da, sadece Osmanlılar mı bunu yaptı? Yoksa dönemin sosyal yapısı, yönetim anlayışı bütün dünyada böyle miydi?

Verilen örneklerin hepsi için sayfalarca tartışma yapılabilir aslında. Gerekli midir? Bence hayır. Yazının asıl vurgusunu kaçırırız o zaman.

1 yıl içerisinde RTÜK toplam 60.000 civarında şikayet alırken, bir dizi daha yayınlanmadan 74.000 şikayet alıyorsa, bunda organize bir hareket aranır. Bir statta hasbelkader bir araya gelen insanlara organize suçlu muamelesi yapılan bir ülkede, bu 74.000 kişiye organize denmemesi zaten zihniyeti anlatıyor.

Dahası, ecdadımıza laf söyletmeyiz diyen bu insanların, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e yapılan her türlü saldırıyı adeta "salyaları akarak" büyük bir keyifle izliyor ve alkışlıyor olduklarını bilmek de cabası.

Çok sevdiğim bir yazar olan Bekir Coşkun'la ilgili yorumum: Haklı olmak yetmez haklı kalmayı bilmek lazım.

Saygılarımla.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Ocak 25, 2011, 01:40:32 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

Sn Mustafa Kemal'e buyuk olcude katiliyor ve acizane sunu da eklemek istiyorum.

Hakli olmak yetmez, hakli kalmayi bilmek hele hic yetmez. Muhim olan hakliligini ispat icin butun hayatini hakperestlige adamak, her turlu hakkin, hakikatin ve haklinin yaninda olup, haksizligin icinde bile en ufak bir hak varsa bulup cikarmak ve butun butun reddiyeci olmamak , hakkin ve haklinin icinde de en ufak bir haksizlik varsa onu da nesredip, nehyetmek, dahasi uretici, cozumleyici ve duzenleyici olmaktir bencileyin.


Ocak 25, 2011, 08:28:31 öö
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 886
  • Cinsiyet: Bay

Muhteşem yüzyıl dizisinde halkın tepki gösterdiği kimi olaylar 'ecnebi' kaynaklı, atamızı, geçmişimizi küçük düşürme gayreti olarak yabancıların uydurduğu şeyler olarak -biz öyle eğitildiğimiz için böyle- düşünüldüğünden,  bu noktaya geldiğimizi düşünüyorum.

Hani vardı ya 'Barbar Türkler'. Hep yabancıların işi... Halbuki hiç Osmanlı barbarlık yapmış mı? Forum üyelerimizden alınan lütfen olmasın, Osmanlı'nın millete medeniyet -ki o çağın medeniyeti- öğrettiği konular da olmuştur, devşirmelerin psikolojik yapısını bozmak için şu anda bile hiçbir midenin kaldıramayacağı olaylar da yaşatılmıştır.

Dizi, bizim çoğunluğumuz tarafımızdan düşünülmeyen ve kabul edilmeyen, belki farkında bile olunmayan, ancak dünya tarafından Osmanlı olarak hatırlanan bazı noktalara temas ediyor. Kabul.
Tv başında kahramanlık izleyip galatasaray şampiyonluk maçı heyecanını tekrar yaşamak istiyoruz, dizi buna izin vermiyor kabul. (prodüksyona, artık kahramanlıklara geçelim diye ileti de gönderdiler ama ...)
Kamera açıları, dekor, kostümler de eleştirilebilir bu dizide. Kabul. Saray o kadar mı basitmiş, mış, müş. Tamam...

Dizi hakkında ama birkaç cümle daha ileri gidilebilir ama...

Toplum -doğaldır ki-  okullarda belirli düşünce kalıpları ve bakış açılarını savunmak üzere eğitiliyor. Her konuda olmasa da düşündüğümüz birçok şey bize ne düşüneceğimiz öğretildiği için düşünülüyor.

Türklerin barbar olduğu iddiası, saraylarda dönen olaylar hep yabancıların bizleri küçük düşürmek için ortaya attığı iddialar olarak öğretildiği için toplum bu tepkiyi duyuyor ama sayın Bekir Coşkun un bunu çok iyi bildiği halde hemen bir ergenekon bağlantısı imalı baskınlara konuyu çevirerek artık demagoji yapıyor. Bir kere toplumu aşağılayarak, diziyi eleştirdin, baskını niye eleştirmiyorsun diyerek bu ciddi davayı cıvıtıyor. Kuşu uçarken görse; kuç uçtu, peki delil bombalar da mı uçtu diyecek. Telif istemem kullanabilir...

Kendince ortaya koyduğu ve saydığı yazısındaki konulardaki tepkisizliğe, toplumu bir üst perdeden küçümseme tonlu 'muhteşem memleketim' diyor.
Atatürk, ergenekon ve karşı taraf olarak akp yerleştirilerek bir dizi ve neyi düşüneceği öğretilmiş toplumun düşündükleri üzerinden, bir sabah tek gözü kapalı halde bile bulunabilecek dahiyane bir bağlantı ile muhteşem süleyman dizisini bu konulara bağlıyor.

Bak bir tane demagoji de benden; Bekir Bey Osmanlıdaki oğlanlar meselesine değinmiş, Osmanlıyı beğenmiyor. Şu anda yaşayan Türkler Bekir beyin istediği tepkileri vermemiş (!) şu andakileri de beğenmiyor. Kendisine yeni bir millet ve tarih bulması için selam yolluyorum, muhteşem Bekirim.

acele çıkıyorum, hatamız varsa affola

sevgiler saygılar


Ocak 25, 2011, 10:55:36 öö
Yanıtla #4

Bekir Coşkun'un yazısında 2 bölüme ayrı bakmak lazım:

Birincisi Osmanlı hakkında yazdıkları ki, ilk yazımda cevap vermiştim. Çok da gerekli olmayan bir toptancılık ve kolaycılık var gibi geldi bana.

İkinci bölüm "Muhteşem Memleket" olarak tanımlanan kitle. Burda neyin anlatıldığını anlamak için Coşkun'u, en azından arada bir, okuyor olmak lazım sanırım. "Karnını kaşıyan vatandaş" tiplemesi ile ortaya çıkan belli bir grup insandan bahsediyor burda.

Bütün milleti kastettiği düşünülürse, bir küçümseme çıkar doğrudur. Ancak kastedilen o değildir. Yazılanları bu şekilde eleştirmek, eleştirdiğiniz şeyi kendiniz yapmaktır.

Saygılarımla.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Ocak 25, 2011, 01:54:33 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Cumhuriyetimizin temelleri dinamitlenirken, bütün temel kurumları ardı ardına zayıflatılıp birbirine düşürülürken, Teğmen Kubilay’ı şehit edenlerin yakınları ile, bölücü terörden nemalananların durup dururken  ‘Osmanlıcılığa’ soyunmaları tesadüf değildir. Bu zevat nasıl  ‘Türk’  sözünü bölücülük nedeni olarak görüyorsa, Osmanlı padişahları da aynı biçimde  ‘Türk’  sözcüğünü kullanmaktan özenle kaçınmışlar, hattâ horlayıp küçük görmüşlerdir.

 

Osmanlı devleti gerçekte yeterince güçlü olup iyi yönetilebilse ve çağdaş gelişmelere ayak uydurabilseydi yıkılmazdı. Ama ne gezer... İmparatorluğun son günlerinde  ‘Padişahımız Efendimiz’  Sultan Vahdettin’in, sıradan bir İngiliz işgal ordusu subayı kadar bile gücü ve iradesi kalmamıştı... Kalkıp bir de Mustafa Kemal’in önderliğindeki  ‘Anadolu Kurtuluş Hareketi’ni İngilizlere şikâyet etmiş, Mustafa Kemal’in tutuklanmasını istemiş, İngilizlerin taşeronu olan Yunan kuvvetlerinin Anadolu’ya girişini ve Kuvây-ı Milliye’ye saldırarak ülkesini savunan yurtseverleri öldürmesini  ‘olumlu karşılamış’, hattâ  ‘memnuniyetle izlemiş’tir.

 

Ulusal bir kanalımızda yeni yayına giren  ‘Muhteşem Yüzyıl’  dizisinin aslında hayli  ‘mâsumâne’  olan ilk bölümünde anlatılanlar şimdilik  ‘hiçbir şey’dir. Gerçekte sarayda yaşanan sefahatin ve yozlaşmanın neredeyse sınırı yoktur. Padişah analarının neredeyse hiç birisi Türk değildir. Hattâ kimileri Hristiyan olarak ölmüşlerdir. Tabii ki ne ırkçı bir şoveniz ne de Hristiyanlığa düşman. Ama görünüşte dinsel esaslara dayalıymış gibi gösterilmeye çalışılan ikiyüzlülüğe karşıyız.

 

Padişaha sayısız  ‘cariye’  hediye ve ikram edilir, o da aralarından beğenip hoşnut kaldıklarını  ‘gözde’ yapardı. Bu ikinci adımdı.  ‘Gözde’ler erkek çocuk doğuruncaya kadar gözde olarak kalır, doğurdukları kız çocukları kaale alınmazdı. Erkek çocuk doğuran gözdeler  ‘şehzade annesi’  olarak haremde daha iyi bir yer edinir, güçleri ve itibarları da aynı oranda artardı. Veliaht anneleri  ‘sultan’, en kıdemlileri de  ‘haseki’  olurlardı. Tabii bir de  ‘padişah anası’  demek olan  ‘valide sultan’ vardı. Ancak padişahlar hiçbir zaman resmiyet anlamında nikâh yapmamış, hattâ düğün töreni de düzenlememişlerdir. Nasıl yapsınlar ki, ne kayınpederlerini ne de kayınvalidelerini tanıyorlardı...

 

İşte lüks ve sefahat düşkünlükleri nedeniyle gün gelip Galata’nın ve Pera’nın gayrımüslim tüccarlarından faizle borç almak zorunda kalanlar, bu padişahlardı. Öte yandan, özellikle duraklama ve gerileme dönemlerinde sarayda biseksüellik ve eşcinsellik alıp yürümüştü. Halk ve devlet ise kimin umurundaydı ki... Yani halkımız yoksullukla pençeleşirken onlar çoktan müsrifliğe ve sefahate düşmüşlerdi.

 

Oğullarını, kuzenlerini, yeğenlerini hunharca katledenler; analarının kucağından koparılan bebek şehzadeleri bile boğduranlar işte bu padişahımız efendilerimizdi. Fatih’le başladığı söylenen, ama ilk örneklerini Sultan Osman’dan itibaren görmeye başladığımız, Kanunî ile hızlanan ve güya  ‘Devlet-i Âl-i Osmanî’nin bekâsı için’  kılıfı uydurulmuş olsa da asıl amacı tahta çıkan padişahın kişisel güvenliği olan bu vahşetlerin sonucunda padişahlık Deli İbrahim’e ve ileride göreceğimiz diğer psikopatlara kalmamış mıydı?  Deli İbrahim’in öyküsü de hayli ilginçtir.  IV. Murat bütün kardeşlerini boğdurunca kendisinden sonra tahta çıkabilecek tek şehzade  ‘akıl hastası olduğu için dokunmadığı’  Deli İbrahim kalmıştı. Tarih kitaplarında heybetli tasvirleri çizilen IV. Murat, kardeşlerinden başka tam altı vezir-i âzamını boğdurarak bu konuda da rekor kırmıştı.

 

Devlet yönetiminden âciz bu zevat, kendi yakınlarından başka çok sayıda vezirini, paşasını ve sadrazamını da idam etmekten çekinmemiştir.

Rüşvetin ve yolsuzluğun dizboyu olduğu tarih kayıtlarında mevcuttur. Zaten devlet adamlarının idamlarındaki başta gelen gerekçelerden birisi de  ‘rüşvet ve yolsuzluk’tu. Fuzulî’nin  ‘Selam verdim, rüşvet değildir deyû almadılar’  mısraı da bu konudaki samimi ama hazin bir yakınmadır. Zaten şiirin adı da  ‘Şikâyetnâme’dir.

Padişahların çoğunun yaşantısı ne Türk örf, âdet ve geleneklerine ne de İslam’ın esaslarına uygundu. Ama Yavuz’dan sonra halifeliği de ele geçirmiş olduklarından, görünürde güya dinsel esaslara saygılı bir yaşantıları olduğu izlenimini vermeye çalışıyorlardı. Osmanlı’da ticaret ve sanayi tamamen yabancıların ve onların işbirlikçisi olan yerli gayrımüslimlerin elinde idi. Yıkılma nedenlerinden birisi de ulusal sermayenin ve burjuvazinin oluşmaması, Türk özel sektörünün ise engellenmiş olmasıydı. Ama  ‘korku imparatorluğu’  bütün hızı ve sahte ihtişamıyla güya ayaktaydı... Korku öylesine  ‘dağları bekliyordu’  ki, Kanûnî’nin babası Yavuz Selim doğu seferine giderken  ‘berâ-ihtiyat’  yirmibinden fazla Alevî’yi kılıçtan geçirmişti. Ardından Celâlî isyanları çıktı. Bu kez de çoğu Kürt ve Arap asıllı olan otuzbin kişi kılıçtan geçirildi... Ama sular bir türlü durulmak bilmedi... Örneğin adı geçen dizide, eğer doğru anlatılacaksa,  Kanûnî önce büyük oğlu Mustafa’yı, sonra öteki oğlu Beyazıt’ı, ardından da en yakın arkadaşı İbrahim’i (önce paşa, sonra vezir, en sonunda vezir-i âzam yapmış olsa da) boğarak öldürtecektir. İmparatorlukta, İstanbul’un Fethi’nden Tanzimat’a kadar geçen sürede tam 46 vezir-i âzam (başbakan), sayılamayacak kadar da çok vezir (bakan) idam edilmiştir.

 

Ve yine ilginç bir not; Padişahımız III. Murat’ın yüzotuz kadından yüzon çocuğu olmuştu. Öldüğünde sayısı tam belirlenemeyen çok sayıda hamile cariye bırakmıştı. Ancak ardından tahta çıkan oğlu III. Mehmet daha ilk gecede ondokuz erkek kardeşini birden öldürtmüştü. Hamile cariyeler ile lohusa gözdeler, emzikteki bebekleriyle birlikte birkaç gün içinde yokedildiler. Bütün bu sayılanlara dair bilgi ve belgeler devlet kütüphanelerindeki orijinal elyazmalarında mevcuttur.

 

.....

Maalesef ki devletimiz de onu yönetenler de sanıldığı gibi güçlü değildi. Çoğunun  ‘kaderleri’  de hazin ve ibretliktir. Örnek vermek gerekirse; padişahlarımızdan, isyanlar sırasında öldürülmüş olanlar, saraya girilerek kafası kesilenler bile vardır. Bütün tarihçiler bu gerçekleri bilirler, ama nedense resmî tarih kitaplarında bunlardan hiç sözedilmez. Kısacası onyıllardır kendi kendimizi kandırmaya devam ediyor ve gerçek tarihimizle ya da tarihimizdeki gerçekliklerle bir türlü yüzleşemiyoruz. O zaman da 2011 yılına geldiğimiz halde Osmanlı’ya hiç de haketmedikleri ısmarlama ve dayatmacı övgüleri, üstelik sonunun nereye varacağını düşünmeksizin, bilgisizce ve bilinçsizce sıralayabiliyoruz. Oysaki gerçekleri kendimizden bile gizlemek bize hiçbir zaman bir şey kazandırmamıştır, kazandıramazdı da...

 

Devam edersek; II. Beyazıt  zehirlenmiş; I. Mustafa  akıl hastası olduğu için  ‘indirilmiş’;  bugün hiçbirimizin adlarını dahi bilmediği (çünkü öğretilmemiştir)  II. Osman  darbeyle indirilip ırzına geçildikten sonra linç edilmiş;  I. İbrahim  bir başka askerî darbe ile  ‘indirildikten’  sonra isyancılar tarafından boğularak öldürülmüş;  IV. Mehmet,  II. Mustafa,  III. Ahmet  hep darbeler ve ayaklanmalarla tahttan indirilmişlerdir. Dahası var;  III. Selim, şeriat isteyerek ayaklananların önderi olan Kabakçı Mustafa’nın isyancı gürûhunun saraya girmesi sonucu tahttan indirilerek öldürülmüştür.  IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa’nın yönettiği askerî darbe sonucunda tahttan indirilmiş, yerine geçen kardeşi II. Mahmut tarafından boğdurulmuştur. Daha sonra Abdülaziz,  V. Murat ve  II. Abdülhamit de darbelerle tahttan indirilmişlerdir.

 

Zayıflama ve gerilemenin önemli nedenlerinden birisi de devlet yönetiminde disiplin ve ciddiyetin yokedilmesi olmuştur. Öyle ki;  ‘paşa’lık,  ‘vezir’lik,  hattâ  ‘sadrazam’lık  bile kişisel ilişkilerle rastgele ve fütursuzca dağıtılan unvanlar  hâline gelmiştir.  Okuma yazması olmayan  ‘yedi-sekiz Hasan Paşa’  öyküsü tamamen gerçektir. Hiç şaşırmayınız, abartmıyoruz; padişahlarımızın, çocukluk dönemi arkadaşlarından, saray arabacılarından, hattâ zamanında iyi geçinmiş oldukları hamalbaşılar ve cellatlardan bile vezir ve sadrazam yaptıkları olmuştur.

 

Böylesi gerçeklerden, nedense  ‘Tarihin Arka Odası’  gibi programlarda söz edilmez. Çünkü daha önce bir başka yazımızda belirttiğimiz gibi, onlar çağdaş anlamda tarihçi değil, adeta birer  ‘kronolog’durlar.

 

.....

III. Selim ve II. Mahmut’tan sonraki son yenilikçi padişah Abdülmecit idi. Bu üç padişah, Osmanlı’yı çağdaşlaştırmak, daha güçlü ve modern bir orduya, sağlam bir maliyeye kavuşturmak; eğitimi çağın gereklerine uygun biçimde yeniden düzenlemek istemişlerse de başarılı olamamışlardır. Böyle olunca da  ‘çöküş’  ve  ‘yıkılış’  kaçınılmaz olmuş; geriye, özellikle son dönemleri için hiç de öğünülmeyecek bir  ‘enkaz’  bırakmışlar; son padişah da tam anlamıyla bir  ‘halk düşmanı’  olarak ülkeden kaçıp gitmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ü, ulusal bağımsızlık ve özgürlük istediği için  ‘vatana ihanet’le suçlayanların ülkeden nasıl kaçtıklarını bir kez daha hatırlatmak istedim.

 

Koskoca bir Osmanlı döneminde, tâ ki Tanzimat’a kadar, bir tek düşün adamı yetişmemiş, ulusal sermaye birikimi sağlanamamış, pozitif bilimlere hiç ilgi gösterilmemiş, Anadolu baştan sona ihmal edilmiş; buna karşılık en küçük bir başkaldırı bile kitlesel katliamlarla bastırılmıştır.

 

Özetle, bugün hâlâ Osmanlı’yı savunmak, tek kelimeyle  ‘cumhuriyet ve medeniyet düşmanlığı’dır. Milletimizin onuruna yakışır tek yönetim biçimi vardır, o da cumhuriyettir.

 

‘Muhteşem Yüzyıl’  dizisinin yayınlanması, Osmanlı döneminin sorgulanmasını sağlamış olması nedeniyle bir anlamda  ‘hayırlara vesile’  olmuştur denilebilir.

 

Bilinçle ve farkındalıkla kalınız...


A.Kerim SOLEY
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 25, 2011, 02:33:32 ös
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

Muhterem Prof. Ernst Hirch'in babasinin daima ogluna soyledigi bir sey var.

"Nereden geldigini unutma oglum"
« Son Düzenleme: Ocak 25, 2011, 04:37:29 ös Gönderen: dogudan »


Ocak 31, 2011, 12:15:35 ös
Yanıtla #7
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

Güzel dizi,  aşklar, entrikalar, biraz siyaset vs vs. İlgini çekiyorsa izle, yoksa zapla gitsin, bu kadar basit.
Kalkıpta millete tarihi bilinç aşılamasını bekleme, çünkü tek tip bir toplum değiliz biz, bir taraf peygamber gibi görüyor
padişahları, bir taraf bizans tipi yaşam tarzları olan yöneticiler olarak, bir taraf osmanlıdan hiç hoşlanmazken, bir taraf
osmanlı özlemiyle yanıp tutuşuyor.

E sen ne yaparsan yap, bu insanlara yaptığın şeyi beğendiremeyeceksin zaten, bir taraf mutlaka karşı çıkacak.
Onun için bunun senaryosu olan bir dizi olduğunu unutmamak gerekir ve ilgimizi çekiyorsa oturur izleriz.

Bu arada muhafazakarlar da dizinin bedava reklamını yaptılar.
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Kasım 28, 2012, 03:28:48 ös
Yanıtla #8
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 261

Muhteşem Süleyman

Doç. Dr. Erhan Afyoncu’ya göre, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan ya “cariye ya da Kırım Hanı’nın kızıydı.” Kimi tarihçiler ise bu muhterem padişah anasının Helga adında Polonya kökenli bir Yahudi olduğu savındadırlar. Biz ise resmi tarih yazımında kendimize yakışan seçimi yapmış, Hafsa Sultan’ın Kırım Hanı’nın kızı olduğu söylemini benimsemişizdir.

46 yıl süren iktidarının 30 yılını at üzerinde -I. Viyana Kuşatması (1529) bozgunu göz ardı edilecek olursa- zaferden zafere koşarak geçirmiş bir kahraman olan Kanuni Sultan Süleyman elini namahreme sürmesine gerek bırakmayan dört evlilik yapmıştır.

Tarihçi Yılmaz Öztuna, eşlerinden ilkinin adının bilinmediğini ancak 1496-1550 yılları arasında yaşayıp padişaha Mahmud adlı bir evlat verdiğini belirtir. İkinci eşi Şehzade Mustafa’nın annesi Mahidevran Sultan Haseki (1499-1581), üçüncü eşi Gülfem Hatun (1497-1562), dördüncü eşi ise Kanuni’ye bir kız (Mihrimah) ve beş şehzade (Mehmed, Selim, Bayezid, Cihan­gir ve Abdullah) doğuran Hürrem Sultan Haseki idi.

***

Televizyondaki o uyduruk Muhteşem Yüzyıl dizisinde gösterilenlerin tersine Sultan Süleyman sadık bir eş olduğu gibi sayıları on beş olan erkek evlatlarına karşı adil ve şefkatli bir babadır da... Bakalım.

1515 yılında doğan oğlu Mustafa’yı 1553 yılında Konya Ereğli’de, 1526 doğumlu Mehmed’i 1543’te Bursa’da boğdurmuştur. 1525 doğumlu Bayezid, 1543 doğumlu Orhan, 1545 doğumlu Osman babalarının “siparişi” üzerine 1562’de İran Şahı tarafından Kazvin’de boğdurulmuştur. Abdullah 14 yaşında, Mehmed de 3 yaşında aynı akıbete uğramışlardır. 1531 doğumlu Cihangir ise ağabeyi veliaht Mustafa’nın ida­mında geçirdiği şoka bağlı olarak 21 gün sonra, 27 Kasım 1553 günü ölmüştür. (Kaynak: Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005)

***

Bir baba için yedi evlat canı almak kolay değildir; kararlılık ve buz tutmuş bir vicdan ister. Kanuni Sultan Süleyman bu yanıyla “eğer söz konusu iktidarsa geri kalanı teferruattır” özdeyişinin yaratıcısıdır.

Tekrar o uyduruk diziye dönecek olursak… Bu diziyle amaçlanan, tarihi çarpıtarak Osmanlı’yı küçük düşürmektir. Örneğin, anne babaları tarafından padişaha “bacılık” yapsınlar diye Saray’a teslim edilip Harem ordusuna katılmış cariyeleri “indir bindir” görüntülerine malzeme yapmanın başka ne amacı olabilir ki?

Başbakan yerden göğe haklıdır. O senaryo yazarı, o yönetmen, o televizyon sahibi bir an önce kafa kafaya verip doğru yolu bulmalıdır. Yoksa “yüce Türk yargısı” bugün değilse yarın kapıyı çalabilir.

Unutulmasın ki burası Türkiye’dir ve Türkiye’de hiçbir yer, hiçbir kişi, hiçbir şey Silivri’ye uzak değildir.

28 Kasım 2012 - Cumhuriyet (Deniz Kavukçuoğlu)
Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.
(Socrates)


Kasım 28, 2012, 05:11:48 ös
Yanıtla #9
  • Ziyaretçi

Tarih konusunun bende ilgi çekici kılan tek yanı komplo teorileri üretilmesidir. Aksi taktirde klasik tarih kitapları insanı esnetmekten öteye gidemiyor.

Muhteşem Yüzyıl kendini izletmeyi başaran tek tük Türk dizilerinden biridir ki 74. bölüm oldu. Çok başarılı bir yapım. Eğer engellenirse ve yayından kalkarsa çok üzüleceğim. Spoiler okumayı sevmediğimden dizide olabilecek olayları önceden bilmek dizi izleme zevkini kırdığı için tarihi verilere bakmamaya çalışıyorum. :) Dizinin sonunda veya başında bu tarihi olaylardan esinlenerek yapılan bir kurgudur diye yazı geçiyor olması hukuken koruyabilir mi avukatlara sormak lazım.

Hollywood'da da tarihi kişiler hakkında kurgular yapılagelmiştir. Örneğin Spartacus dizisinin gerçek hayatta yaşanmış olaylarla çok alakası yoktur. Örneğin gladyatörler ölümüne dövüşmezlerdi. Aç bırakılmaz bir kahraman gibi özel yemekler vb. imkanlar sunulurdu. Spartacus dizisi hakkında Amerikada tarihçi bilim adamları neden ayağa kalkmıyorlar veya kalkıyorlar mı? Bu tarz eleştiriler var mı?

Başlık altında Sayın Ceycet'in yazısı ilginç tespit ve eleştiriler barındırıyor. Bence de osmanlı ve Türk kavramı fazla abartılıyor. Türklerin başarılı olmalarının altında yatan ana sebep yaşadıkları çağdaki kaosların etkisiyle insanların onlara sığınmak zorunda kalışıdır. Örneğin eğer islam orduları olmasaydı günümüze kadar ortadoks, protestan, ermeni, süryani, yahudi  gibi kavramlar olmaaycaktı çünkü Katolikler kendileri haricinde her kezi doğruyorlardı. İslamın yayılması ve toprak kazanımlarının tek nedeni katoliklerin katlimandan kurtulmak için diğer mezhep ve dinlerin islam şemsiyesi altında toplanma ve sığınmasıydı.

Fakat hayat şartları değişince sekülerizmin doğuşu ile birlikte katoliklerin uslu durması nedeniyle yahudi ve hristiyan gruplar Türklere ve müslümanlara ihtiyaçları kalmayınca osmanlı gibi kavramlar dağılıverdi. Katoliklerin katletmeye azmettiği ve osmanlı ve islam kavramına sığınan bu gruplar katolikler uslanınca kendileri azdılar ve sığındıkları yapıları tahrip edip katliamlar düzenldediler ve düzenlenmeye de devam ediliyor.

Saygılarımla.



 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
6510 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 23, 2007, 12:48:29 öö
Gönderen: Ittihatci
1 Yanıt
2828 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2017, 04:44:13 öö
Gönderen: night manager
0 Yanıt
2829 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:00:09 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
2631 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:01:22 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
2934 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:01:57 ös
Gönderen: bugfree
2 Yanıt
4865 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 04, 2011, 10:47:19 ös
Gönderen: moonlight
5 Yanıt
10565 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 19, 2017, 10:29:13 ös
Gönderen: Alşah
12 Yanıt
8404 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 10, 2012, 04:07:21 ös
Gönderen: Noah
0 Yanıt
2565 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2014, 10:18:22 ös
Gönderen: Dor
0 Yanıt
2482 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 31, 2014, 11:18:42 ös
Gönderen: Frenzyfire