Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Dönüm Noktasından Geçerken  (Okunma sayısı 2476 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 19, 2009, 10:51:23 öö
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Deniz Baykal, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” başlığını taşıyan belgenin bu gazetede yayınlanmasıyla ortaya çıkan durumu değerlendirirken, “Bu bir dönüm noktasıdır” dedi. Kendisi hangi niyetle söylemiş olursa olsun, doğru bir tespit bu.

Aslında Türkiye’nin geçmişi bu tür “dönüm noktaları”yla dolu. Sürekli “kritik kavşaklar”dan geçen bir ülke Türkiye ve bir türlü “düz yol”a giremiyor. Bu ülkeyi böyle kavşaktan kavşağa sürükleyen gelişmelerin hemen hepsinde, ordu merkezde duruyor. Ordunun sistem içindeki konumu, Türkiye’nin “normalleşme”sini engelliyor.

Şimdi de aynı şeyi yaşıyoruz. Anormalliği yaratan husus, ordunun iktidar denklemlerinde vazgeçilmez faktör olmasıdır. Bu vakıa, çeşitli kesimlerin iktidar mücadelesindeki tavırlarını farklı şekillerde, ama mutlaka belirliyor.

Önce ordudan başlayalım. Ordunun kendisi, iktidarını korumak için bugüne kadar pek çok “operasyon” yaptı. Öyle ki, “iktidar operasyonları”, ordunun en yoğun faaliyet ve uzmanlık alanı bile sayılabilir.

Tek partili dönemde ordunun bu tür “iktidar operasyonları”na ihtiyacı yoktu; çünkü iktidarı doğrudan kullanıyor veya denetliyordu. Bu durum, 1950’den sonra değişti ve ordu siyasal ve toplumsal hayata müdahale konusunda yeni arayışlara girmek zorunda kaldı.

Ordu siyasal ve toplumsal hayatı belirleme ve/veya denetleme konusunda iki tür iktidardan yararlanmaya çalışmıştır bugüne kadar: “Negatif iktidar” olarak da niteleyebileceğimiz “engelleme erki” ve “pozitif iktidar” olarak adlandırabileceğimiz “biçimlendirme erki”. Buna göre, ordu, ya doğrudan yönetime el koyar, belli bir programı hayata geçirmek için gerekli gördüğü ayarlamaları yapar (pozitif iktidar) ya da istemediği bir hükümetin onaylamadığı icraatını engellemek veya düşman bellediği kişi ve grupları etkisiz hale getirmek için hamle eder (negatif iktidar). Bu yöntemlerden hangisini, hangi biçim ve ölçülerde kullanacağına ise, şartlara göre kara verir.

2003 -2004’teki darbe hazırlıkları, en üst düzey komutanları bile, hiyerarşi zinciri içinde doğrudan bir müdahalenin çok zor, neredeyse imkânsız olduğunu kabul etmek zorunda bıraktı. Bu durum, hiyerarşik-bütünsel müdahale için tek geçer yolun “negatif iktidar operasyonları”ndan geçtiği gerçeğini kabul etmeyi de beraberinde getirdi. Bu denemenin ilk ve son örneği ise, 27 Nisan oldu.

Bir kurum, bir zümre ve bir ideoloji olarak ordunun sistem içindeki gücü, sivil kesimlerin de iktidar hesaplarını onun üzerinden yapmalarına çok elverişli bir zemin yaratıyor. Türkiye’de toplumsal statülerinin devamı ve ideolojilerinin hayata geçirilmesi konusunda ordunun gücünü başlıca güvence olarak gören küçümsenmeyecek bir kesim var. Topluma ve halkoyuna güvenmeyen bu kesimler, her fırsatta orduyu devreye sokmak için türlü manevralar yaparlar. Bu tür “balans ayarı” taleplerinin ve denemelerinin yakın geçmişimizde pek çok örneği var.

“Cunta” arayışları da, ordunun sistem içindeki bu konumunu her ne pahasına olursa olsun sürdürmek isteyen askerlerin ihtiraslarından ve sözünü ettiğim sivil kesimlerin bu yöndeki beklentilerinden besleniyor. Aslında cunta oluşturma çabaları, mağlubiyet duygusunun yarattığı paniğin bir ifadesi olarak da okunabilir.

Bir de, ordunun düşman olarak gördüğü kesimler var. Onlar da, ordunun iktidarını meşru siyasal ve hukuksal kanallardan ve demokratik yöntemlerle kontrol altına alma imkânı bulunmadığına inandıklarında, pekâlâ komplolara yönelebilirler.

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” etrafında kopan fırtınaya bu açıdan baktığımızda; söz konusu belgenin sahih mi sahte mi olduğu, hiyerarşik düzen içinde mi hazırlandığı yoksa cunta işi mi olduğu tartışmasının çok da önem taşımadığını söyleyebiliriz. Zira bu ihtimallerden hangisi gerçek olursa olsun, bütün bunların temelinde ordunun sistem içindeki konumu yatıyor. Bu durum değişmedikçe, benzer olayları yaşamaya devam ederiz.

Bu tür belgelerin kamuoyuna yansıdığı diğer örneklere göre, bu seferkini bir “dönüm noktası” kılan husus nedir? Galiba oyunun sonuna yaklaşıyor olmamızdır. Hiç kimse, bu belgede dışa vuran zihniyeti açık veya örtülü bir şekilde savunmaya cesaret edemiyor. Söylem düzeyinde de olsa, ordu merkezli iktidar operasyonlarına karşı çıkma noktasında bir mutabakat oluşmuş görünüyor. Bu mutabakata Genelkurmay Başkanı da katıldı. Bu söylemde kimin ne kadar samimi olduğu da pek önemli değil; zira söylemin kendisi meşruluk çizgisini belirliyor. Bu çizginin dışına çıkmak anlamına gelen her tavır, büyük bir meşruluk baskısı altına girecektir.

Öte yandan, bu tür sorunların yargısal yoldan nasıl çözülebileceği meselesiyle de, önümüzdeki günlerde yakıcı bir biçimde yüzleşmek zorunda kalacağız. Askerî yargının işlevi ve sivil yargının askerler üzerindeki gücü, çok derin ve somut bir çatışma üzerinden yeniden sorgulanacaktır. Bu son derece önemli. Çünkü askerî yargının varlığı ve kudreti, askerî vesayet sisteminin hem sembolü hem de önemli güvencelerinden biridir.

Ya belge sahteyse? Bu durum, ordunun iktidarını restore etmesine yol açmaz mı? Bence hayır! Zira bu ortam, eğer iyi değerlendirilirse, hem ordunun gücünü vesayet sistemini pekiştirmek için kullanmak isteyenleri, hem de bu ordunun konumunu gayrı meşru sivil iktidar arayışları için bahane olarak kullanmak isteyenleri de zayıflatır.

Bu dönüm noktası, düz yola çıkmak, yani normalleşmek için değerli bir imkândır. Bu imkânı heba etmek, hayatlarımızı keskin virajlarla dolu tozlu patikalarda harcamaya devam etmek anlamına gelecektir ve elbette bize yazık olacaktır.

Prof. Dr. Mithat SANCAR
18.06.2009 tarihli "Taraf" Gazetesindeki "Meo Voto"su
« Son Düzenleme: Haziran 19, 2009, 10:53:26 öö Gönderen: skullG »


Haziran 19, 2009, 12:40:20 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

Sn.Skullg alıntı yazınız için teşekkür ederim çok güzel bir paylaşımdı..
Saygılarımla..


Haziran 22, 2009, 12:28:25 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

rabayı deniz kenarındaki kafenin önünde park ettim. Kahvaltı mesaisi için. Otoparkçı ortada yok. Kafeye doğru yürümeye başladım.

Ortalık tenha. Sadece gazete bayiinin önündeki plastik taburede oturan orta yaşlarda bir adam var. Önündeki gazeteye fena dalmış vaziyette. Otoparkçı olmasından şüpheliyim. Ama daha çok sahil kasabasına yerleşmiş bir münzevi edasında. Yaklaşıp önünde durdum, beklemeye başladım. Kesinlikle kafasını kaldırmaya niyetli değil.

Ben de sağına geçip, gazetesine yancı yazıldım. Kilitlendiği şey Taraf’mış meğer. Yahu daha ben elime almamışım gazeteyi. Üstelik günlerden salı. Bu kez hangi sayfada asla kestiremiyorum ama sayfalardan birinde naçizane bir adet yazım olmalı.

Bünye heyecan yaptı, iyice eğildim gazetesine. (Yoksa, beni mi? Hayır, değil.)

Otoparkçı şüphelisi münzevi edalı şahsiyet bana mısın demiyor. Dese, sanayım diyeceğim. Birlikte okumaya başladık Taraf’ı.

Tam Ahmet Altan’ın köşesine odaklanmak için gazeteyi babadan kalma usulle katlamaya çalıştığı sırada fark etti beni ve feci irkildi. Amel defterine sevaplarını yazan sağ tarafındaki sakallı meleğim, arkadaşım desem, itiraz etmeyecek durumda. Ama öyle başlamadı elbette muhabbet.

– Selam usta, anahtarı bırakayım mı?

– (Bir yandan fiş yazarken) Gerekmez...

– İyiymiş burası, tüm gazeteler dibinde... Ne diyorsun son durumlara?

– İyi oldu tabii... Artık bitsin bu işler.

– Bence de... Taraf mı okuyorsun? Belge ortalığı fena karıştırdı di mi?

– (Birden zincirlerinden boşanarak) Her gün ilk bu gazeteyi okurum ben. Çürümeyi gösteriyor bu gazete... Bu ülkedeki çürümeyi... Son belge de çürümenin belgesi zaten... Bir de komple diyorlar bazıları... Sen kendinden emin olsan kimse komple filan kuramaz sana. Mesela benim ailemden biri diyelim hırsızlıkla suçlansa ben evladımdan eminsem vız gelir dedikodular. Çıkar gönül rahatlığıyla yok öyle bir şey derim. Kem küm etmem... Yoksa demek ki sen ailene güvenemiyorsun demektir.

– Ben bunu düşünememiştim bak... Hadi eyvallah. Evin yetkilisi beni bekliyor kafede, kaçtım.

***

Masaya oturdum. Boğaz harika görünüyor sabah sabah. Kafe kalabalık. Çoğunluk kahvaltı sonrası gazete okuma aşamasında.

Aramızda ancak bir garsonun geçebileceği kadar mesafe olan yan masada tartışma hararetli. Ailenin üniversite öğrencisi yaşlarındaki oğlu, annesinin tansiyonunu tavan yapmaya kararlı. Hem ailesinden aldığı cumhuriyet terbiyesine aykırı laflar ediyor, hem de ezber bozuyor. TSK İç Hizmet Kanunu madde 35’i ezberden okumaya muktedir olduğu her halinden belli olan annesi bir yutkundu, iki yutkundu... Sonunda oğlu lafı Taraf’a getirince su kaynatıverdi kadıncağız.

Kompleci gazete o... Daha önce de komple belgeleri yayınladılar, bu da öyle bak görürsün işte...” Oğlan cin gibi, hınzır bir genç. Komple kelimesini alay eder tarzda vurgulayarak soruyor: “Peki komple çıkmazsa özür dileyip bana hak verecek misin?”

Dedim ya su kaynattı anne bir kere, tutabilene aşk olsun. “Ordunun ülkeyi koruma görevi var, cumhuriyeti koruyacak elbette. Doğru da olsa sahte de olsa o belge fark etmez... Seyir mi edecek yani ordu ülke elden giderken...

Ha şöyle, sadede gelelim di mi ama? Annenin eli ayağı titriyor, sigara yakıyor; çocuk sırıtarak spor sayfasına geçiyor.

Yani vaziyet, geçen yaz çıkan o gıcık şarkıdaki gibi arkadaşlar. Komple, komple, komple kritiğiz...

-------------------


Ordudaki münferit varlıklar
O sabahtan beri bu komple işi ve otoparkçının “Sen kendinden emin olsan kimse komple filan kuramaz sana” lafı geliyor aklıma. Var mı, yok mu? Nasıl bir tür bu kompleciler diye düşünüyordum. Sonunda bugün imdadıma Hürriyet’in manşetindeki haber yetişti. Askeriyeden iyi haber alan gazetecilerden Metehan Demir son durumu maddelerle sıralamış. O maddelerden birini 82 kere peş peşe okuyunca kompleci denen grubun sözde tarifine ulaşılıyor. Aynen şöyle: “Ankara’da konuşulanlardan biri de, TSK genelinde, üzerine vazife olmadan, kurumu zor duruma sokma pahasına abuk sabuk işler içine zaman zaman girebilenlerin varlığı. Bunlar üst rütbeli değiller. Komuta kademesiyle ilgisi yok. Ayrıca TSK içinde ayrılık yaratmasalar da, ‘Ben olsaydım’cı bir münferit varlık zaman zaman karşınıza çıkabiliyor.”

Şimdi benim bundan anladığım şu. TSK’nın geneline yayılmış, kurumu zor duruma sokmak için abuk sabuk işler yapan birtakım subaylar var. Bu grubun adı “münferit varlık.” Komuta kademesi bu münferit varlığa, TSK içinde dolaşırken zaman zaman rastlıyor. Ve bunlar karşılaştıkları komutanlara, “Ben olsaydım...” diye başlayan diskurlar çekiyorlar.

Bu ne ya... TSK’nın içinde gezinen Gulyabani gibi bir takım yaratıklar geliyor benim aklıma. Tanrı emir komuta zincirini korusun valla...


Demiray Oral'ın "Taraf"taki 19.06.2009 "vaziyet"i


Haziran 22, 2009, 05:29:41 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

Sn.Skullg bu yazınızda içinde olduğumuz durumu iyi özetlemiş.Ama ben değişime inanıyorum..

Saygılarımla...