Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KIZILDERİLİLERİN DRAMI - 6  (Okunma sayısı 3547 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 29, 2010, 08:53:27 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Her ne kadar Kızılderililer şimdiye dek sinema filmlerinde, resimli roman ve değişik kaynaklarda “iyi niyetli beyazları katletmekten zevk alan vahşiler” olarak gösterilmişlerse de, konuya Kızılderili gözlüğü ile bakıldığında her bir savaşın aslında vatanlarından ve doğayla uyum içinde yaşamaktan, geleneklerinden kopmak istemeyen çaresiz insanların çırpınışlarından başka bir şey olmadığı söylenebilir.

Bu tepkiler kimi zaman gerçekten de sıvak savaş şeklinde ortaya çıktığı gibi, kimi zaman da gelenekleri savunarak ve Beyaz Adam’ın Kızılderilinin eğitim yolu ile kültüründen uzaklaştırılması ve bireyleştirilmesi politikalarını benimsememek şeklinde ortaya çıkmıştır. İzlenen yöntem ne olursa olsun, Kızılderili, baskın ve üstün Beyaz Adam’ın karşı konulmaz ilerleyişini engelleyememiştir.

Hep Beyaz Adam’ın bakış açısından görmeye alıştığımız o sinema filmi, resimli roman, dergi ve kitaplarda sıkça işlenen “kafa derisi yüzen, komik isimli vahşiler”in aslında sadece topraklarını ve geleneklerini savunmaya çalışan, Beyaz Adam’ın önlerine “ya asimilasyon, ya ölüm” biziminde koyduğu açmazla yüz yüze gelen çaresiz insanlar olduğunu bilmeliyiz. İnsan olduklarını unutmamalıyız.

Kristof Kolomb’un 1492’deki keşfinden hemen sonra başlayan Amerikan yerlilerini sindirme, toprak ve doğal kaynaklarına el koyma süreci, 1886’da son Kızılderili direnişçisi Apaçi Reisi Geronimo’nun teslim olmasıyla son buldu. O tarihe kadar Amerika kıtasında milyonlarca yerli, Avrupalılarca ortadan kaldırılmıştı.

El koyma sürecine göre daha geç başlayan ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında arasında büyük bir hızla tamamlanan Kızılderili soykırımı, ülkenin batısında yaşanan olaylar kolayca gerçek boyutundan sıyrılarak Beyaz Adam açısından âdeta efsane katına yükseldi. Batıya ilişkin öyküler öyle saptırılarak anlatıldı ve bu anlatılar öyle yaygınlaştı ki, 20. yüzyılda dünyanın çok başka coğrafyalarının çocukları, tahtadan tabancalarıyla “vahşi Kızılderililer”i kovalayarak büyüdü. Asal oyunlarından biri oldu soykırımcıların taklidi.

Amerikan kültürünün ulaştığı tüm coğrafyaların ortak düşmanı haline gelen Kızılderililerin bir bölümü bu kanlı süreçten yaralı, bitkin, muhtaç ama her şeye karşın canını kurtararak çıkmayı başardı. Kızılderilelere karşı oluşturulmuş fobinin ortadan kalkması ile başlayan kısmen kültürel, kısmen turistik, kısmen bilimsel ilgi yardımı ile “Asmayalım da besleyelim mi?” yaklaşımı, yerini “Asmayalım; asimile edelim.” tutumuna bıraktı.

19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyılın önemli bir bölümünde ABD ve Kanada hükümetlerinin uyguladığı resmi “uygarlaştırma” politikalarının ana hedefi, Kızılderili geleneklerini ve kabile yaşamını ortadan kaldırmaktı. Oluşacak boşluk elbette Avro-Amerikan kültürel gelenekleriyle doldurulacaktı.

Asimilasyon politikaları dört ana hedefe yönelik olarak gerçekleştiriliyordu.

1.   Tarıma dönük bir yaşam biçimini oturtarak, avcılığa dayalı, göçebe ve mülkiyet kavramı olmayan yaşam biçimini silmek. (Bu ilk hedefti.)

2.   Geleneksel giyim tarzını ortadan kaldırarak, yalnızca beyazların giyim tarzını geçerli kılmak.

3.   Hıristiyanlaştırmak yoluyla geleneksel inançlarını silmek.

4.   Eğitim yoluyla uygarlaştırma.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde Amerikan kolejleri kurulurken, ABD’nde de yatılı okullar  ve Kızılderili kolejleri kuruluyordu. Bu asimilasyon okulları, yoksul Kızılderili halkının çocuklarına “iyi bir eğitim” sağlamak göstermeliği altında asimilasyonu kolaylaştırma amacını güdüyordu. Bunların en tanınmışları olan Pennsylvania’daki Carlisle Kızılderili Okulu, 1879’da ülkenin dört bir yanından gelen Kızılderili çocuklarını kabul etmeye başladı. Okulun kurucusu Richard Henry Pratt’a sorarsanız, okul Kızılderililerin bulunduğu  özel alandan -Amerikalılar bu yerlere “reservation” (rezervasyon) adını veriyor- ne kadar uzak olursa o kadar iyiydi. Geronimo’nun teslim olmasından sonra, birçok Apaçi çocuğu Carlisle’a gönderilmişti. Kısa bir süre sonra, bunların 50 kadarı bu okulda yaşamını yitirdi.

1870’lere gelindiğinde Kızılderili kabilelerinin büyük bir bölümü hükümet denetimindeki özel alanlara hapsedilmişti. Kızılderili sorunu bundan böyle onları öldürerek değil, uygarlaştırılarak çözülecekti.

«En iyi Kızılderili ölü bir Kızılderilidir.» sözüyle tarihe geçen General Sheridan gibileri, yerlerini daha insancı çözümler önerenlere yani misyoner eğitimcilere bırakıyordu.

Artık rağbet gören, Kızılderili yatılı okullarının fikir babası ve kurucusu Richard Henry Pratt’ın sloganıydı: “Kızılderiliyi öldür ve içindeki insanı kurtar.”

Toplumsal Darwinciliğin, seçilmişlik ve ırksal üstünlük söyleminin en üst aşamalarını gösteren şu düşünce doğrultusunda çalışılıyordu: Üstün olan aşağıda olanın elinden tutmak ve onu eğitim yolu ile uygar yapmak zorundaydı. Uygar olmak istememek diye bir şey söz konusu olamazdı.

Kızılderilileri eğitim ve okullar yoluyla asimile etme projesinin temelini oluşturan Kızılderili yatılı okulları, 1879 yılında Savaş Bakanlığı gözetiminde kuruldu. Günümüzde etkinliklerini İçişleri Bakanlığı Kızılderili İşleri Bürosu’na bağlı olarak sürdürüyor.

Kızılderilileri uygarlaştırmak için kullanılacak en ucuz ve etkili silah okul eğitimiydi. Yatılı okullar projesini hayata geçiren Yüzbaşı Pratt, Kızılderili çocuklarının asimilasyonlarının ancak özel alanlarından ve kabile bağlarından binlerce mil uzakta, beyaz kültürle iç içe olmaları durumunda gerçekleşebileceğini savunuyordu. Ailelerinden zorla alınan ve askeri kurallarla yönetilen bu yatılı okullara yerleştirilen, farklı kabilelerden gelme, ayrı dilleri konuşan çocuklar Beyaz Adam’ın eğitimine yönlendiriirken, yaşayabilmek için öncelikle İngilizce öğreniyordu.

Çocuklarda Kızılderililik adına ne varsa silmeyi amaçlayan bu asimilasyon sürecinde, işe önce çocukların dış görünüşü ile başlanıyordu. Saçları kesilen ve saç dipleri gazyağı ile temizlenip bitlerden arındırılan çocuklar, arap sabunu ile yıkanıyor ve devletin verdiği okul üniformasını giyiyorlardı. Kızılderili adlarını unutmaya zorlanan çocuklara Amerikan tarihinin önemli adları veriliyordu.

Bu okullarda okuyan bir Chiricahua Apaçisi olan Asa Daklugie, ilk yaşadığı şoku şöyle belirtiyor: «Okula gelir gelmez işkence başladı. İlk önce saçımızı kestiler. Biz banyo yaparken deri giysilerimiz alındı ve beyaz giysileri giymemiz emredildi. Saçımızı ve giysilerimizi kaybetmiştik; bu iki şeyle birlikte Kızılderili kimliğimizi de kaybetmiştik.»

Bu okullarda üniforma giydirilen, Hristiyanlaştırılan, Protestan ahlâkı benimsetilen ve “uygarlaştırılan” öğrencilere gelenekleri unutturuldu. Kızılderili kimliği ve kültürüne ilişkin ne varsa nefret etmeleri öğretildi. Hristiyanlık ve vatandaşlık eğitimi de alan öğrenciler, Kristof Kolomb’u bir kahraman, Kızılderilileri ise vahşi olarak gösteren tarih kitapları aracılığı ile Beyaz Adam’ın bakış açısını ve Kızılderiliye ait ne varsa ondan tiksinip utanmayı öğrendi.

Pratt’ın kurduğu okul öyle başarılı oldu ki, yüzyılın sonuna doğru 81 özel bölge (rezervasyın) içi, 25 dışı yatılı okul açılmıştı. Bu okullarda okuyan öğrencilerin aile ve akrabalarıyla iletişime girmeleri kesinlikle yasaktı ve ağır cezalar getiriyordu.

Kızılderililerin bu okullara karşı tutumları, tıpkı devletin Kızılderili politikasına gösterdikleri tepkiler kadar çeşitli oldu. Okulları kabullenmek ya da onlara direnmekten başlayıp, okulları sevmeye; çocukları gönüllü olarak okullara göndermekten, yönetime katılmaya hatta okulun yönetimini ele geçirmeye kadar uzanan bir dizi tepki gösterdiler.

Kızılderili çocuklar ise, okullardan korktu, nefret etti ve sevdi. Kimi öğrenciler umutsuzca karşı koydu; kimileri sessizce katlandı başlarına gelene... Kimileri öldü; kimileri de sanki bu akıllara sığmaz koşullara inat, yaşadı ve gelişti. Yaşamlarını yeniden kurup daha geniş bir dünyada varlıklarını pekiştirdiler.

Bu arada Kızılderililik bilincini yitirmeyenler de oldu. Yatılı okulllar Kızılderililerin yaşam şeklini değiştirdi ama Kızılderililiği yok edemedi. Kızılderiliyi Beyaz Adam haline getirmek amacıyla kurulmuştu yatılı okullar. Fakat öğrenciler zaman içinde bu okulları Kızılderili okullarına dönüştürdü. Kulüpler okulların Kızılderilileşmesinde, Kızılderili mirasının keşfi ve paylaşılmasında önemli rol oynadı.

Okullarda ortaya çıkan “pow wow”lar artık her bölgede ve yılın her döneminde düzenlenen kabileler üstü bir kimlik gösterisi haline dönüştü. Bu okullarda bir araya gelen farklı kabilelerden öğrenciler kabile boyutunun ötesine geçerek ortak bir “Kızılderili üst kimliği” oluşturdu. Ülkenin dört bir yanından getirilen öğrenciler birbirlerinden çok şey öğrendi. Şarkılarını, danslarını, masallarını, inançlarını paylaşıp “yeni âdetler ve danslar” yarattılar.

Kabilelerine götürdükleri bu yeni şeyler ise kabileler arası bir iletişimin ve ortak paydanın oluşmasına yol açtı.

Yatılı okulların Pan-Kızılderili hareketinin oluşmasında rolü büyük oldu. Kızılderililere karşın, egemen beyaz kültür açısından, bu geniş kapsamlı “uygarlaştırma” ve “asimilasyon” projesi büyük ölçüde başarıya ulaştı. Kızılderili sorunu önemli ölçüde çözülmüş, Kızılderililerin eğitimli kesimi Amerikan sistemine dahil edilmiş ve Amerikan tipi yaşam tarzına uyumlandırılmış oldu.

Asimilasyon politikasına direnenler de oldu elbette. Geleneksel giyim tarzlarından vazgeçmedikleri için “Battaniye Kızılderilisi” diye aşağılanan bu insanlar, bir yüzyıl sonra hâlâ sürdürülen bir mücadelenin temsilcisi oldu.

Günümüz Kızılderililerinin yarıya yakın bölümü çorak, kentlerden uzak ve çetin doğa koşullarının hüküm sürdüğü Kızılderili alanlarında yani rezervasyonlarda yaşıyor. Evleri de bölgeye bağlı olarak karavanlar, kerpiç ya da prefabrik olarak değişiyor.






Şimdi sormak isterim:

Bu tür bir asimilasyon uygulamasının asal niteliği, eninde sonunda, dönüp dolaşıp, çaktırmadan soykırım değil de nedir?

Soykırım sadece bir soydan gelenleri öldürüp ortadan kaldırmakla mı olur? Sayın Oasis, bu yazı dizisinin 2. bölümüne yaptığı katkıyla onun bir kronolojik özetini vermişti. Ayrıntıları, Beyaz Adam’ın Kızılderililer ile giriştiği savaşlar sırasında onları nasıl kandırdığını, ne biçim manevralar çevirdiğini, nasıl arkadan vurduğunu anlatmaya gerek var mı? İsteyen varsa anlatayım. Ancak bence anlatılmasına gerek olan bir şey var.  Pek az kimsenin bildiği, özenle saklanmasına çalışılmış bir olay. Ondan söz etmezsem olmaz. İzleyecek bölümde…



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mart 29, 2010, 11:29:53 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Beyazadam

özgürlük adına

dev bir kadın heykeli dikti,

doğu denizinin kıyısına

ve her gece

altında dans ettiğimiz yıldızları,

bayrak diye tutsak etti

bir bez parçasına.


Beyazadam,

özgürlük gibi adaleti de

bir kadın heykeli ile simgeledi;

ama,elinde terazi tutan zavallı kadın

gözleri bağlı olduğu için

kendisine tecavüz edeni göremedi...



Sunay AKIN
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3032 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 21, 2010, 05:05:37 ös
Gönderen: ADAM
4 Yanıt
4692 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 22, 2010, 05:38:56 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3524 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2010, 11:12:24 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3026 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 24, 2010, 11:38:56 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
29341 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 26, 2010, 08:16:39 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2377 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 27, 2010, 06:02:21 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3936 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 31, 2010, 03:37:38 ös
Gönderen: alcyone