Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: DİN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER  (Okunma sayısı 16059 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 13, 2009, 02:05:22 ös
Yanıtla #10

Sayın Isabell,

Elbette, memnuniyetle. Ancak bu Hıristiyanlığın doğuş sonrasındaki geniş bir bölümü incelemeyi gerektirecektir. En azından Aquinolu Tommaso ile Origen'den söz etmeliyiz. Yoksa anlamsız kaçar. Dilerseniz, bunu ilerideki bir aşamada başlı başına bir diğer konu olarak ele alalım. Hem siz sadece sordunuz. Belki bu görüşe karşı çıkanlar da olabilir bu arada.

Sevgiler,

Sizi gayet iyi anlıyorum. Takdir Sizindir. Bir sonraki Konu paylaşımında buna karşı çıkanlarla ortak olarak fikir beraberliğine gitmemiz durumunda bazı karışıklıklara en azından daha iyi çözümler sunabileceğinizi düşünüyorum. Bizler için aslında çok faydalı Bilgiler üretiyorsunuz. Elbetteki edindiğiniz Bilgilere kendi yorumlarınızı da eklemeniz paylaşılan Konuları daha da derinleştirmeye ve bir o kadar da zenginleştirdiği için Size katılmamak ya da hak vermemek elde değil. Çünkü Paylaşımlarınız benim için büyük önem taşıyor. Size ne kadar Teşekkür etsem azdır. Bilgi veren her kim olursa olsun deyim yerindeyse baş tacıdır.

Saygı ve Sevgilerimle,
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 14, 2009, 06:57:52 ös
Yanıtla #11
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Din üzerindeki düşüncelerime devam ediyorum…

Buraya kadar dinin ve dinler tarihinde insanlığın yaşam ve evrimini, dolayısıyla dinin insanlık tarihini neden etkilediğini pek özet olarak ve küçük spotlarla incelemiş olduk.

İnsanlık tarihi hep dinlerin çevresinde dönmüştür. Günümüzden sonra bu değişeceğe benzer ama geçmişte öyle.

Ancak görüyoruz ki burada söz konusu dinler, öz niteliğini yitirmiş, başkalaşmış, insan tutkularının güdümünde şekilleşmiş olan dinlerdir; özgün dinler değil.

Zaten din özgün olarak kalmamıştır ki!,,, Din adamları onu hep değiştirmiştir. Sonra da insanlar, önlerine konan dinin özgün olduğunu sanmıştır.

Peki, dinler tarihi insanlık tarihini nasıl etkilemiştir? Nasıl olmuş da insanlık tarihi dinler tarihi çevresinde dönmüştür?

Bu sorunun yanıtını örnek vererek göstermek gerekirse, Hıristiyanlığın gelişinden söz etmek elverişli olur sanırım.

Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altındaki ulusların çoğu, hem merkezi devletin hem de birbirlerinin baskısı altında eziliyordu. Bunların arasında yer alan İsrailliler, kendi kurtuluş ve esenliklerini sağlamak için bencil duygulara, çıkarcı tutkulara saplanmıştı. Bu durum onları Musa’nın getirdiği dinin töresel dogmalarına uymaktan uzaklaştırmıştı. Din görevlileri, kendi güç ve yetkilerini koruyabilmek için bağnazlığın her türünü uygulamaktan kaçınmıyordu. Gerek İsraillileri gerekse onlarla birlikte ya da onların yanında yaşayan kavimleri alabildiğine bir ahlâksızlık anarşisi sarmıştı.

İsa, işte böyle bir toplumsal bunalım ortamında doğmuştu. Gençlik çağından sonra, gördüğü ezoterik eğitim,  inanç ve eğilimleri doğrultusunda bir misyon üstlendi. Halkı, zenginlik, hırs ve töre dışı bir yaşam tutkusundan kurtarmak istiyordu. Bunun için, sefil bir yaşam sürmekte olan kitlelere yöneldi; onlara bu yoksul yaşamlarını hoş göstermeye çalıştı.

Aslında İsa’nın savunduğu töresel ilkeler Tevrat’ta ve onu izleyen Talmut’ta da vardı. Fakat bunlar ya unutulmuş ya da umursanmaz olmuştu. İsa kendisini Tanrı’nın oğlu olarak göstermiş, sözlerinin babasından aldığı buyruk ve bildiriler olduğunu savunmuştu. (Bu bağlamda neden öyle dediğini ancak ezoterik acıdan yaklaşarak çözümleyebiliriz.) Halk üzerinde zorlayıcı bir güç olmaya çalışmamıştı; yalnızca öğüt vermekle yetinmişti.

Oluşturduğu ya da önerdiği inanç sisteminde İsa, ne doğa ne de insan ile uğraşmayı öneriyordu. İnancı bilimden, devletten, sosyal yaşamdan soyutlamaya, bunların üzerine çıkarmaya çalışıyordu. İnsanlara şöyle sesleniyordu:

«Çok şeyleri merak ediyor ve düşünüyorsunuz. Oysa düşünülmesi gereken yalnızca Tanrı’dır. Önce Tanrı’nın saltanatını arayın. Başka şeyler size fazlasıyla verilecek.»

Fakat İsa’nın önerdiği inanç sistemi böyle sınırlı bir alanda kalmadı; bırakılmadı. Ondan sonra bir dine dönüştü ki, bu dine de Hıristiyanlık dendi.

Hıristiyanlık, geniş halk kitlelerince benimsenmeye başlayınca, İsa’nın tasarlayıp önerdiği “Tanrı’nın saltanatı”nın yerine doğrudan bu dinin yani “Hıristiyanlığın saltanatı”nın kurulmasına girişildi. Eğer havarîlerin en ünlüsü sayılan Pavlus (St. Paul) Hıristiyanlığı evrensel bir din olarak empoze edip yorumlamasaydı, İsa’nın saf, iyilikçi, alçak gönüllü ve insancı öğütlemelerinden oluşan bu inanç sistemi, Musevî dininin bir yorumu, bir tarikatı olmaktan öteye gidemeyebilirdi.

Hıristiyanlığın tüm dünyaya yaygın ve etkin bir din olabilmesi için, dünyadaki tüm varlıkların dışında, mutlak gücü ve egemenliği olan bir Tanrı’nın varlığı her şeyin üstünde tutuldu. Hıristiyanlıktaki bu Tanrı inancı, Tevrat’ın “Genesis” dediğimiz bölümünü esas alarak evrendeki tüm varlıkların yoktan var edilmiş olduğu ilkesini üzerinde özenle durarak yineledi. Böylelikle Tanrı, evrenin dışında, evreni yaratan, yasalarını kuran, yöneten, her zaman ve her yerde gözü ve kulağı olan bir “Yüce Varlık” olarak tanımlandı. O artık Musevî dininde benimsenen tanrı değil, Hıristiyanlığın tanrısıydı.

Hıristiyanlık, başlangıçta kendini kabul ettirebilmek için hayli zorluk çekti ama bunu aşıp yaygınlaşmaya başladığı yıllardan hemen sonra her türlü politik gücü tekeline almaya girişti. Önce Paganizm ve çok tehlikeli görülen Mitraizm ile savaşıldı, sonra Hıristiyanlığa karşı çıkan tüm kişi ve örgütler sistematik bir şekilde, acımasızca ezildi. Özgür düşünce yasaklandı. Bilim ateşinin bilgi kıvılcımları ateşlenemeden söndürüldü ve küllenmeye bırakıldı.

Bu arada Hıristiyan din adamları, kendi dayanakları olan Kutsal Kitap’ın hiçbir töresel ilkesini benimsemedi. Adı Hıristiyanlık olan bu kör inanç sistemi artık İsa’nın önerdiği inanç biçimi değildi. Bina karşın İsa “Tanrı’nın Bakire Meryem’den doğma oğlu dolayısıyla Tanrı” olarak gösteriliyordu, o ayrı…

Bu din, tüm dünyayı bütün kurum ve gelenekleriyle fethetmeyi amaçlayınca, akıl, bilim ve felsefe ile de bağdaşması gerekli görüldü. Bunun için din, yüzyıllarca önceki çağlarda olduğu gibi hem bilimin hem aklın temelini oluşturmalı, felsefe de buna göre kurulmalıydı.

Önce Hıristiyan dininin Antik Yunan felsefesiyle bağdaştırılmasına girişildi ama bu Kilise babaları ile bilim adamları ve düşünürler arasında bitmez ve sonuç vermez bir tartışma yarattı. Kilise neredeyse bilim ve felsefe karşısında yenik düşmek üzereydi.

Bunun üzerine Aristoteles felsefesine ödün verildi ve bir dinginlik sağlandı. Daha sonra ise bu felsefe dogmalaştırıldı ve bir bataklığa dönüştürüldü. (Bundan çok söz ederim. Bu yüzden hep Aristoteles’i sevmediğimi de söylerim.)

Öte yandan bu dinin inançlıları, gerek bu dünyada gerekse ahretteki esenlikleri bakımından korku ve kaygıya kapılmıştı. Onları ilgilendiren şeyler, dinin ortaya attığı günah, kurtuluş, af gibi konular yani cennet ve cehennem düşünüleriydi.

Din adamları için bundan daha elverişli bir ortam bulunamazdı. Akıl ve bilimi ezmek yerine, bir yandan onlarla uyuşma içindeymiş gibi görünerek diğer yandan da bilgisiz insan kitlelerini içinde bulundukları bilgisizlik ortamına sonsuzcasına tutsak etmek, onları birtakım batıl saplantılara bağlayarak tüm bilgi kaynaklarını kendi tekellerinde tutmak, karanlık amaçlarının başarı anahtarıydı.

İnsanların korku kaynaklı bağlılıklarını pekiştirecek inançlardan biri “Tanrı’nın saltanatının yeryüzüne ineceği kıyamet gününün yakınlığı” idi. Böylelikle insanın bilinçaltından gelme bencil tutkuları kendi aleyhinde kullanıldı. “Kıyamet günü” bir türlü gelmeyince, onan yarın değilse de pek uzak olmadığı ileri sürülerek, akılların canlanması önlendi.

Hıristiyanlığı benimseyen geniş halk kitleleri, yaşamlarının, kendilerine ahirette esenlik sağlanmak için bir araç, bir sınav evresi olduğuna inandı. Zaten inanılması gereken şeyler, Kutsal Kitap’ın sözleri ile Kilise babalarının bu sözler üzerinde üstün bir otoriteyle yaptıkları açıklama ve yorumlardan ibaretti.

Doğanın oluşumunun berisinde güncel yaşamın en basit konularına kadar giren bu yorumlar, kesin, değişmez, üstün, tartışılamaz ve eleştirilemezdi.

Bu konuya bir sonraki aşamada devam edeceğim. Bu noktaya kadar olan görüş ve değerlendirmelerim eleştirilebilir; yanlışlarım düzeltilebilir.

Sevgiler,

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 01:28:59 öö
Yanıtla #12
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 106
  • Cinsiyet: Bayan

Devamını bekliyorum Sayın Adam,
 emeğinize teşekkür ederim ,çok anlaşılr bir şekilde özetliyorsunuz.

Saygılar.


Eylül 15, 2009, 12:30:35 ös
Yanıtla #13
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Bence,"Din"ler birer haritadır.Haritaların çizim kaideleri,şekilleri,estetik unsurları,tasvir ettikleri "yol"un vasıflarını ve istikametini belirleseler de,varılması öngörülen "hedef"in,"son nokta"nın barındırdığı belirgin özellikleri etkilemeyecektir.

Bu kapsamda,tercih ettiğimiz araç ile mevcut yol da yaptığımız seyahatlerde,seyretiğimiz manzaranın ihtişamına fazlaca kapılmadan varacağımız nokta da bizleri bekleyen "davet"e odaklanmalıyız,diye düşünüyorum.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 15, 2009, 02:29:41 ös
Yanıtla #14
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

"Harita" güzel bir benzetme olabilir.

Elimizde bir doğal harita olduğunu varsayalım. Biz bu harita üzerinde neredeyiz ve nereye gitmeliyiz?

Birileri çıkıyor ve bize diyor ki «Bak sen işte buradasın.» ve bir başka nokta daha işaret edip «Buraya gideceksin.» diyor. Doğru mu dediği, uyduruyor mu belli değil.

İnanıyoruz. Sonra da soruyoruz «Peki ama nasıl?»

Harita üzerine bir yol çiziyor. «İşte buradan gideceksin.» diyor. Acaba o yol doğru mu? En iyi yol mu? Başka bir yoldan gidilemez mi?

Ona göre hayır. Tek ve doğru yol budur. Bizi zorluyor o yoldan gitmeye.

O yolu çok kişi aşındırmış. Nereye gittikleri belli değil. Gidip gidemedikleri bile belli değil.

Acaba doğru yolda mı oluruz biz de o yola girersek?

Sevgiler,
ADAM
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 02:57:13 ös
Yanıtla #15
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Bence,yolcu sayısı kadar "harita"olabilir.İnsanlar,mevcut haritaları yeterli görmüyorlarsa kendi haritalarını çizebilmelidirler.Dayatma yoluyla tercih edilen haritaların okunması,hiçbirzaman doğru istikameti göstermeyecektir.Pusulasız harita okumaya çalışanlar,"yolun sahibi" oldukları zannıyla hareket ettikleri sürece,kendileri yoldan çıkmaktadırlar.Ne diyelim....Allah "yol"a getirsin!


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 15, 2009, 03:13:44 ös
Yanıtla #16
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Ceycet,

Uyuşmamıza az kaldı...

Bence harita tektir. Bu bir doğal haritadır. Bu harita üzerinde ne ülkelerin sınırları görülür ne de insan eliyle sonradan yapılma şeyler. Ancak kimileri bu haritayı yozlaştırmış, başkalaştırmıştır. Harita doğallığını yitirmiştir.

Harita doğallığını korumuş olsa bile, kimileri onun üzerine çıkış ve varış noıktalarını yerleştirmiştir.

Ne çıkış noktasının ne varış noktasının gösterilen yerlerde olduğu kesinlikle doğru değildir. Onlar öyle göstermiştir.

O noktaların da doğru olduğunu varsayalım. Bu iki nokta arasında bir yol çizmişlerdir.

İşte ben diyorum ki; asıl yanlış olabilen bu yoldur. Çok farklı yollar olabilir. Bunların kimisi birbirine yakın düşebilir. Kimisi çok dolambaçlı olabilir. Kimisi kısadır belki ama çok tehlikeli olabilir.

Uyuştuk mu?

Sevgiler,
ADAM



 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 03:57:07 ös
Yanıtla #17
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Ceycet,

Uyuşmamıza az kaldı...

Bence harita tektir. Bu bir doğal haritadır. Bu harita üzerinde ne ülkelerin sınırları görülür ne de insan eliyle sonradan yapılma şeyler. Ancak kimileri bu haritayı yozlaştırmış, başkalaştırmıştır. Harita doğallığını yitirmiştir.

Harita doğallığını korumuş olsa bile, kimileri onun üzerine çıkış ve varış noıktalarını yerleştirmiştir.

Ne çıkış noktasının ne varış noktasının gösterilen yerlerde olduğu kesinlikle doğru değildir. Onlar öyle göstermiştir.

O noktaların da doğru olduğunu varsayalım. Bu iki nokta arasında bir yol çizmişlerdir.

İşte ben diyorum ki; asıl yanlış olabilen bu yoldur. Çok farklı yollar olabilir. Bunların kimisi birbirine yakın düşebilir. Kimisi çok dolambaçlı olabilir. Kimisi kısadır belki ama çok tehlikeli olabilir.

Uyuştuk mu?

Sevgiler,
ADAM



 



Tamemen katılıyorum sayın ADAM;uzun zamandır,başta kendime olmak üzere çevreme anlatmaya çalıştığım yegane "kabulüm"budur."Yol"a girememiş beşer,başkalarının telkini, dayatması veya tarifi ile edeceği seyahatin sonun da muhtemelen hüsrana ulaşabilir.İnsanın,insan olma yolunda kendi"ÖZ"üne ulaşabilmesi için özgün deneyimleri olması gerekir.Buyüzden;sık,sık tekrarladığım gibi,insan sayısı kadar ibadet şekli olabilir.Önemli olan uygulayan tarafından kabul görmesi ve işe yaramasıdır.İnsanın gönülden kabul ettiğini,Allah'ta kabul edecektir,diye inanıyorum.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 15, 2009, 04:26:52 ös
Yanıtla #18
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Ceycet,

Sizin bu konular üzerinde çok geniş bilgi sahibi olduğunuzdan kuşku duymuyorum. Uyuşabilmiş olmamıza da pek sevindim. Elbette konu "YOL'a gelince sizin benimseyişiniz ile benimki, bizimkilerle ötekilerininki farklı olabilir. Yeter ki hiç kimse bir diğerine kendi yolunun en iyi ve en doğrusu olduğunu söyleyerek o yoldan gitmesi için baskı yapmasın, onu kandırmaya ya da böylelikle onun sırtından bir şeyler edinmeye girişmesin, onun inancını alaya alıp küçümsemesin ve ona saldırıda bulunmasın.

Yıllar önce bana anlatılmış bir öykü vardı; belki gerçek belki kurgu; İslâm ile bağlantılı. Dağdaki bir çobanın kendine göre kendi kafasından ibadeti üzerine ona birisinin "doğru" ibadetin nasıl olduğunun gösterişi üzerine... Ancak hayal meyal anımsayabiliyorum. Şimdi ben anımsadığım kadarını anlatsam eksik ve belki de yanlış olacak. Biliyorsanız siz anlatır mısınz lütfen?

Sevgiler,
 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 04:44:13 ös
Yanıtla #19
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Musa ve Çoban

Günün birinde seçilmişlerden Musa
Yürüyordu kırlarda elinde asa
Farkındaydı içindeki varlığın
Peşindeydi yıllarca bu çağrının
“Uyanmışlardansın Musa “ diyordu
Bu ses onu evrenleştiriyordu
Huzurla kucaklarken doğayı
Garipsedi gördüğü bir olayı
Bir çoban çıkıyor önce tepeye
Yuvarlanıyor sonra güle güle
Musa bir anlam veremedi bu işe
Seslendi çobana; “ Evlat bu da ne? “
Çoban; “ İbadetimdir Yaratana
Böylece bedenim değer toprağa
Kavuşur kardeş oluruz onunla
Ben bu yolla ulaşırım Tanrıma”
Musa buna güldü; “ Be şaşkın çoban
İbadet dediğin bu işten utan
Tanrıya böyle ibadet edilmez
Senin gibi şaşkını Tanrı sevmez.
“Biliyorsan sen öğret” dedi çoban
Musa anlattı çobana o zaman
“Ellerini semaya açacaksın
Sonra Tanrımıza yalvaracaksın
Eğilip toprağa kapanacaksın
Yaratanın adını anacaksın
Belki bağışlar seni kim bilir ki
Budur işte ibadetinin şekli”
“Sanırım ki anladım “ dedi çoban
“Çok sağol cahillikmiş benim hatam “
Musa coşkuyla yoluna yürüdü
Tanrısını memnun olmuş düşündü
Önüne bir nehir çıkınca durdu
Elindeki asayı nehre vurdu
Yarıldı nehrin suları duruldu
Musa nehri kolaylıkla geçmişti
Önünde yeni yollar belirmişti
Ancak arkasından bir ses duymuştu
Çoban kendine doğru koşturmuştu
Arada nehir vardı geçemezdi
Artık çoban ona yetişemezdi
O da ne vurdu sopasını çoban
Nehir işte yarılıverdi o an
Birden şaşırdı Musa dondu kaldı
Çoban dedi ki; “Unuttum nasıldı?
Şu ibadeti tekrar anlat bana
Çabuk kavuşurum belki mevlama”
Musa hıçkırdı, derinden sarsıldı
Birden hata yaptığını anladı
Defineler harabede gizlidir
Varlık zaten yaratılmış bilgidir
Söyleyecek şeyi yoktu Musa’nın
Bir dersiydi bu ona Tanrının
“Bildiğin gibi yap” dedi çobana
“Sen bu yolla kavuşmuşsun mevlana”

İstanbul, 06.12.2004 
 
Mustafa Süreyya Sezgin
 ....


Musa ve Çoban öyküsünü nesir şekline dönüştürmüş Sn. Sezgin, bu formatta paylaşayım dedim. Kaynak www.antoloji.com


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
4251 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2009, 12:28:07 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
6057 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2009, 08:02:17 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4284 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2009, 05:21:53 ös
Gönderen: Prenses Isabella
1 Yanıt
4536 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2009, 11:03:42 öö
Gönderen: Prenses Isabella
3 Yanıt
4938 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2013, 04:49:05 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
2452 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 11, 2011, 04:08:03 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3196 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 12, 2011, 11:43:13 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2305 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 13, 2011, 02:12:08 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2991 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 14, 2011, 10:10:02 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3890 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2011, 11:11:01 ös
Gönderen: Alşah