Masonlar.org - Harici Forumu
Sanat => Edebiyat => Siirler ve Sairler => Konuyu başlatan: Isis - Ocak 15, 2009, 01:51:40 öö
-
HERKES ÖLÜR ÖLÜMÜNÜ
“Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.”
-C. Pavese-
I
Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar.
Aynalar her gün bir başka yalan söyler
ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan,
geride yağmurlardan ve çığlıklardan.
Herkes çizer boşluğunu…
II
Her aşk başlarken pembe,
ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…
(Herkes arar pembesini.
Oysa kendinden ötesi yoktur;
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…)
III
Herkes sever doğumunu;
kim sever ölümünü?
Herkes sever doğrusunu;
kim sever yanlışını?
Herkes susar ayıbını.
Herkes susar ayıbını…
IV
Herkes bilir gitmesini.
Bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini
Herkes yaşar hasretini…
V
Herkes geçer gençliğini
Herkes…Buğusunda anıların
yitirir kekliğini…
VI
Herkes yaşamakla suçlu,
aşkıyla hükümlüdür;
herkes doğarken ölümlüdür.
Herkes ölür ölümünü;
göğe salıp düşlerini,
salıp tenini, nefesini
bırakır ceketini.
Herkes bırakacaktır ceketini…
-
(http://img232.imageshack.us/img232/790/biyografiresimld4.jpg) (http://imageshack.us)
Şair-Yazar ve Gazeteci
1962 Diyarbakır doğumlu.Ögretmen bir ailenin ilk çocuğu.İlk öğrenimini Diyarbakır, Ankara ve Gaziantep'te, Orta öğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. İzmir Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini-1980 12 Eylül'ü tutuklanınca -sürdüremedi. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde bir yıl hapis yattı.Hapisten çıkınca bir süre bir ilaç firmasında Güneydoğu temsilciliği ve Diyarbakır'da bir yıl kitapçılık yaptı.
1986'da gazeteciliğe başladı.1986-94 yılları arası Diyarbakır'da Akajans Muhabirliği, UBA (Ulusal Basın Ajansı) Diyarbakır temsilciliği, Ortadoğu Haber Ajansı Haber Müdürlüğü, 2000’e Doğru Dergisi Diyarbakır büro şefliği ve Türkish Daily News Gazetesi Güneydoğu temsilciliği yaptı.Ayrıca "Sokak, Gerçek, Söz, Aktüel, 2000'e Doğru, Exspress, Birikim gibi pek çok süreli yayında telif haberler, yazılar yazdı.1994 yılında gazeteciliği bırakarak Ankara’ya yerleşti; aynı yıl "yılın gazetecisi ödülü" aldı.
1981’den 2002 yılına dek Türkiye ve yurtdışında çok sayıda dergide iki yüz kadar şiiri yayınlandı ve edebiyatın hemen her türünde yazdı.Bir dönem Özgür Gündem (1992), günlük Aydınlık (1993-94), Siyah Beyaz (1995-96) ve Birgün Gazetelerii'nde de(2004) köşe yazıları yazdı .1996-98 yılları Cumhuriyet Gazetesi ve Kitap Eki'nde, 1998'de Radikal Kültür-sanat sayfasında, 2004'te bir süre Radikal İki'de, 2006'da Evrensel Gazetesi'nde yazdı.Daha sonra güncel yazmayı bıraktı.
İlk şiir kitabı Siste Kalabalıklar 1985’te, ilk hikaye kitabı Kül Aşklar 1991’de yayınlandı. Şiirleri çeşitli dillere çevrildi; 1992'de Irak’ın Duhok ve Almanya’nın Köln kentlerinde iki kitabı, 2005'te AB sponsorluğunda Munster Literature Centre adlı yayın merkezi tarafından bütün şiirlerinden oluşan bir derleme Everything But You adıyla İngilizce, Feride adlı şiir kitabı Çetin Toprak’ın çevirisiyle Kürtçe, Alpay Kısabacak çevirisiyle Almanca olarak yayınlandı.
1975-2000 yıllarını kapsayan SON ÇEYREK YÜZYIL ŞİİR ANTOLOJİSİ'ni derledi.Şiir kitaplarının yanı sıra, NİCE KÜLLERDEN (1996, Anadolu Müzik) ve KALBİMDE HAZAN (1999,Yeni Dünya Müzik) adlarıyla kendi sesinden şiir albümleri çıktı.Otuz kadar şiiri şiiri AHMET KAYA, ONUR AKIN, EDİP AKBAYRAM, FERHAT TUNÇ, İLKAY AKKAYA, METİN YILMAZ, GRUP YORUM, GRUP KIZILIRMAK gibi müzik adamları ve grupları tarafından yorumlandı.1987-1999 yılları arası yazdıklarıyla çok sayıda ödül aldı; aldığı başlıca ödüller:
1987 TEMMUZ Dergisi -halk ödülleri-Şiir Yarışması Birincilik Ödülü,
1988 TAYAD Hikaye Yarışması Üçüncülük Ödülü,
1989 TAYAD Şiir Yarışması İkincilik Ödülü,
1990 CAHİT SITKI TARANCI Şiir Ödülü,
1992 Adana ALTIN KOZA Film Festivali Film Öyküsü Ödülü,
1992 ÇANKAYA BELEDİYESİ Çocuk Yazını Yarışması Ödülü,
1994 PETROL- İŞ SENDİKASI Şiir Yarışması İkincilik Ödülü,
1994 ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ “Yılın Gazetecisi” Ödülü,
1996 PEN/ ONAT KUTLAR Film Öyküsü Yarışması Ödülü,
1996 ADANA ALTIN KOZA Film Festivali Film Öyküsü Ödülü,
1998 SABRİ ALTINEL Şiir Yarışması Birincilik Ödülü,
1992 ve 1998 HUMAN RIGHT WATCH' (İnsan Hakları İzleme)
Hellman-Hammet “Baskıya Karşı esaret” Ödülü,( Nev York-ABD),
1999 ORHON MURAT ARIBURNU Şiir Yarışması 10.yıl Ödülü,
1999 İsveç P.E.N. Onur Üyeliği Ödülü.
2000 yılından itibaren ödüllere katılmadı, şiir ödülü seçici kurullarında yer almadı.1994-2000 yılları arasında yazdıkları ve söyledikleri için “Düşünce suçu” mahkumiyetleri nedeniyle Ankara Ulucanlar ve Haymana Cezaevleri ile, Bursa E Tipi ve Tekirdağ Saray Kapalı Cezaevleri'nde yattı... Yılmaz Odabaşı’nın şiirleri hakkında değişik üniversitelerde hazırlanıp onaylanan lisans tezlerinin yanı sıra, yaşam öyküsünü ve bibliyografyasını konu edinen ve Dr. Ömer Uluçay’ın kaleme aldığı Asi ve Yalnız Yılmaz Odabaşı adlı bir inceleme kitabı yayınlandı.
1981-2002 yılları arasında yazdığı bütün şiirleri 2007'de beş ciltte topladı: KONUŞSAM SESSİZLİK GİTSEM AYRILIK (Bütün Şiirleri:I), FERİDE (2. kitap), AŞK TEK KİŞİLİKTİR (3. kitap), AŞK BİZE KÜSTÜ (4.kitap), EY HAYAT (5.Kitap.Bu şiir kitaplarının dışında, bütün şiirlerinden oluşan bir seçki, Alkım Yayınları'nın ucuz kitap projesi kapsamında -100 bin adet, tek basım-2006'da SAKLA YAMALARINI KALBİM adıyla yayınlandı.
Şiir kitaplarının dışında, düzyazılarından oluşan yayınlanmış başlıca kitapları şunlardır: KÜL AŞKLAR (Hikayeler, 1.Basım 1991), EYLÜL DEFTERLERİ (anı,1.Basım 1991), ÇOCUKLAR VE ADRESLER Hikaye, 1992), GÜNEYDOĞU'DA GAZETECİ OLMAK, (Araştırma-inceleme,1994), BÜTÜN KANAMALAR UMUTTAN (Günlükler,1995), SEVGİNİN HERKESTEN ŞİKAYETİ VAR (Denemeler, 1996), DÜŞ VE YAŞAM (Gazete Yazıları, 1996/ Toplatıldı.), ASEF'İN DAĞLARI (Şafak Keya’da Çıplaktı/ Film öyküleri,1998), KUŞLAR UZAKTI SONRA (Hikayeler,2002), ŞARKISI BEYAZ (Roman, 2004).
Başta Avrupa Yazarlar Parlamentosu ve Internatıonal P.E.N. olmak üzere Uluslararası birçok yazar ve gazeteci örgütünün üyesi olan Yılmaz Odabaşı, Türkiye’ de ise 2000 yılından beri hiçbir yazar örgütüne üye olmayıp, sadece Mesam üyesi ve Nazım Hikmet Vakfı’ nın Yönetim Kurulu Üyesidir.1991’den beri yazmaktan başka bir iş tutmayan Odabaşı, çocuk kitapları, film öyküleri ve sinopsisler, hikaye, araştırma-inceleme dahil edebiyatın hemen her türünde yazıyor, ayrıca yağlıboya ve yakma resim çiziyor, fotoğraf çekiyor ve halen İstanbul'da yaşıyor.
-
DEFOLU ÇIKAN HAYAT VE İYİ YÜREKLİ ÇOCUKLARIN SERENCAMI
I
Uzun boylu ağrılara atıldım.
Sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım.
İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte:
“Dünyanın şavkı kendine,
efkârı bize mi?” demekte;
kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte,
kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara düşmekteydiler.
Uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce çürümekteydiler...
İyi yürekli çocuklar,
günlerin rahmine yaslarken düşlerini,
bazen apansız ölmekte,
ölmekteydiler...
Ama şalvarları gül desenli Döne’ler,
yeniden dillenip döllenmekte,
doğrulup yeniden dillenmekte
ve sokakların, a(damların), kedilerin üstünden rüzgârlar
esmekteydiler...
II
(Gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, Nizipli bir tüccar üşümekte;
kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “biskvit”(!) istemekte ve sım
sıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından korkak
ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler. İyi yürekli çocuklar düzineler halinde fe
leğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay ışığı, iniltiler ve
hep aynı nakaratta köhne bir hayat...)
Sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler
ve her aşkın künyesine bir gün
dökülen küller...
Sonrası pazaryerleri: Patates, pırasa vs.
Taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da…
Bu ay da sürüm sürüm
turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda.
Defolu çıkmış hayat
kimin umurunda
III
Kimin umurunda
yeni donlar giyen eski kadınlar
ve bilumum “öteki”ler.
Dolup boşalan kültablaları,
bozuk sifonlar, şerefsiz adisyonlar
ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar.
Kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı
ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder…
/Sürerken ıssızlığın ödül töreni,
sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri.../
IV
“-Vay anasını bu maçı da alamadık abiler;
ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler!”
İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte,
en pahalı düşleri dolara endeksleyip
en ucuz pazarlara sürmekteydiler.
Sonrası aşkın
ve şarabın şanına düşen gölgeler.
Gölgeler…
Kimin umurunda?
Yoruldu yorgunluk da;
aşk bir yana, düş bir yana.
Paranın sultası düştükçe,
düştükçe aşka,
ışığa ve şarkıya,
her şey hızla ayrışmakta.
Üstelik gün ortası, ışıkta!
Her şey pazar ve karmaşa...
/Sürerken ıssızlığın ödül töreni,
sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri./
V
İyi yürekli çocuklar, o aşınmış saçaklarda, yollarda
ısrarla yanlış atlara binip,
ısrarla düşmekteydiler...
“-Yok yoluna geçti geçen günler
..k yoluna kaldı kalan günler geride!
Bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler?
Camları buğulu bir genelev odasında
vizite fiyatına...”
Solarken
gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar…
VI
Sürerdi…
Yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat.
“Bu maçı da alamazken abiler”:
iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte,
büyüdükçe kirlenmekte,
kirlendikçe ölmekte,
öldükçe bilmekte,
bildikçe acımakta,
acıdıkça görmekteydiler
ki her fırtınadan ve anıdan geride
herkes figüran
yaşamın sahnesinde...
VII
Sahnesinde yaşamın,
kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler.
Minibüslerde ter ve sperm kokusu.
Sahnesinde, aşklarla rus ruleti
ve tel kaçıran çorapların kederi(!)
Sahnesinde,
brüt bir yaşam,
net bir ölüm,
bırak rezil gündüzleri
geceye yaslan gülüm…
VIII
İyi yürekli çocuklar o mahallelerden
düzineler halinde geçmekteydiler...
Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce
büyümekteydiler…
-İşte bu vuruşlar sürdükçe,
maç mı alınır ulan sayın abiler?
İpne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler!
Aşkta,
düşte,
işte
birer
birer
inerken
beyaz
bayrakları:
/B i z i m ç o c u k l a r
b ü t ü n m a ç l a r d a y e n i l d i l e r../
-
MÜNZEVİ
“Tutkular mı?Gönlün o tatlı ağrısı da
mantığın sözü önünde süzülüp gidecektir.
ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında,
boş ve aptalca bir şakadan başka nedir?”
-Lermantov-
Bir münzeviydim…
Virajlı harfler gibi yaşadım;
s’de kaldım, kahrın alfabe(s)inde.
Ölümler vardı öldüm, ateşler vardı yandım.
Bir yanardağ gibi içimden dünyanın
yüzüne karşı…
Aşkların, inançların yüzüne karşı,
ihanetle öpüştüm, yazgıma küstüm.
Öpüştüm ölümlerle, vuruldum düştüm!
Yapraklar sallanıp dururken ağaçlarda.
İçimde yarım kalmış bir orman.
İçimde yanmış kalmış bir orman...
Yağmurlar vardı, hepsini yağdım.
Ne beklenen gelendi, ne gelen beklenendi…
Devrildim sabrın tehditkar kabzasıyla.
Uygarlık yarım kaldı, dedim ey Zerdûşt
ve yarım barbarlık da!
İkisi de caymadı,
gökyüzü soldu,
avuçlarımda gencecik bulutlar öldü…
Ardımdan sürüyerek getirdim kendi ölümü;
alın dijital dünyanıza kadavra yaparsınız!
Yapraklar sallanıp dururken ağaçlarda.
İçimde yarım kalmış bir orman.
içimde yanmış kalmış bir orman...
Kan bile terk ederken damarını,
zamanlar an’larını, her aşk kendi masalını...
Dedim, yapraklar mı terk eder ağaçlarını,
yoksa ağaçlar mı yapraklarını?
Dedim, kimse konuşmayacak mı susuşlarını?
Kimse...Kimse toplamayacak mı çığlıklarını?
Ve neden birbirinin gözüne yaslamış herkes
kanlı ve mahcup bayraklarını?
Yanıt yoktu...
çünkü soru yoktu, soru yoktu, soru yok!
Dedim ey nüshasız aslım,
bu acıların hesabını veren yok;
onları güneşe ser, güneşe!
Acı bu, herkes onu her yerde,
O da güneşte çeker…
Sonra katlar dolabına koyarsın,
arada bir çıkarıp ütülersin, anarsın…
Bu acılar başka ne işe yarar?
Devrilse de üstünüze şehir yarar
insana…
Acıtsa da kalbinizi şiir yanar
insana...
Yapraklar sallanıp dururken ağaçlarda…
İçimde yarım kalmış bir orman.
İçimde yanmış kalmış bir orman...
Bir münzeviydim.
Virajlı harfler gibi yaşadım;
s’de kaldım; kahrın alfabe(s)inde…
ölümler vardı öldüm, ateşler vardı yandım.
Naçar bir gölgeydim şehrin uğultusunda
ve yalan bir müfreze hayatın ordusunda;
nere dönsem iğretiydi bir yanım…
Ateş yanım, duman yanım, kül yanım;
gelen yarım, giden yarım, ben yalım…
Yapraklar sallanıp dururken ağaçlarda…
İçimde yarım kalmış bir orman.
İçimde yanmış kalmış bir orman...
Ödeştim cehennemimle hiç dublör kullanmadan!
Boğuldu su, yenildi aşk, çürüdü devlet.
İçimde çok yanılmış bir orman.
İçimde çok yanılmış bir orman...
-
BUĞULU ATLAS
“Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı
Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni
...
Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem
ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki
Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını
Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ”
-Kenneth Koch-
Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha
bir atlastan geldim…
Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü
bir atlastan.
Yılları, yolları, yaşları yok
gurbet yüzlü adamlardan,
sur diplerinde bıçaklanan aşklardan…
Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen,
badem gözlü, sıtmalı çocuklardan;
yazgısı uçurum çocuklardan...
Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta,
sıska keleklerde, kıl çadırlarda
güneşe sataşan adamlardan.
Mendillerde, halaylarda
gülüşleri kundaklanan hayatlardan;
yazgısı uçurum hayatlardan...
Darmadağın yılları hüzne satılmış,
burunları hızmalı, şarkıları figan,
doğurgan ve mübarek kadınlardan;
yazgısı uçurum kadınlardan...
Orada şarkılara akar katran,
akar kan...
Orada ihlâl ve iflah olmaz vatan
Tarih susarken günahları,
bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları
ve aysız karanlıkları dağ başlarında.
Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil;
ölüme, açlığa sebil.
Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları.
Ya kederiydik kendimizin,
ya bir halkın kaderi;
ya şakağı ya şafağı bir halkın
namlular çarmıhında!
Çünkü yok satıyorsa hayat,
çok satıyordur erk, çok tüfek;
Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları,
çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret.
İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet,
katıldı otuz bine bir daha
yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset.
Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı,
yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla
dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…
Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar,
bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın
hazin bir ünlem bırakacağını hayata.
Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu
çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.
Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan.
Anıları damlıyor fotoğraflardan...
Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan.
Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından.
Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan,
o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan;
biz de geçtik o murdar hayatlardan…
Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan;
bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…
/V e a n t o l s u n k i,
h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k,
h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n,
d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! /
İstanbul, Ocak 2002
-
VUSLATA KALSIN
I
Heyhat
yeniden
ıskaladın
vuslatı…
Şimdi eyersiz atlar gibi özgür
ve lânetli bir keder gibi
uzak
yağmurda...
Çok dost olmasan,
çok olmazdı düşmanların da.
Çok galip gelmek istemesen,
Kim bilir böyle çok yenilmeyecektin.
Çok gülmesen belki bir zaman,
böyle öç almazdı hayat;
ağlamazdın
çok...
Çok sevmesen,
çok özlemezdin.
Çok görmesen, bilmezdin;
çok bilmesen, çok acıtmazdı hayat...
Çok gitmesen yollara;
upuzun yollara,
böyle çok olmazdı dönüşün…
Bana öyle uzak durmasan,
sana böyle yakın olmazdım.
Yanmasam,
kül
kalmazdım...
Şehvetin türküsü vuslata kalsın!
II
Uçurumlar eskisin, bırak
ve şehvetin türküsü vuslata kalsın
ki bu başıbozuk uğultuda mağlûp sesim,
sesine varsın...
Seni bana uzak kılan
bu ıssız ve derin uçurumlar…
Uçurumlar utansın!
III
fakat diner şehvet
ve bir gün aşınır vuslat da.
Bir okyanusa baka baka kalırız palamarlarda;
kalırız, kuytularda...Sanki bir yalnız karınca
kararınca kalırız solgun güz bahçelerine aşklar varınca…
Ey kırık dal parçaları
uzak
yağmurda,
şehvetin türküsü vuslata kalır
ve yiter…
Her hikâye biter;
herkes yangınından külüne döner
ve bir ihanettir ten bedende
çekip gider... çekip gider!
Sonra kırık dal parçaları
uzak
yağmurda,
bize benzerler...
IV
Hıçkırıkların
kuytuluklara,
sevincin
kahrına,
dönüşün
yıllara kurban!
Kalbin
kabrine,
dostluğun
pusulara,
yenilgin
umuda kurban!
Özlemim,
özlemine kurban yâr,
yangınım şimdi ben:
/Y a n g ı n ı m,
b i r k i b r i t ç ö p ü n e k u r b a n !/