Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜN BİLİMİ - 4  (Okunma sayısı 2572 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 11, 2010, 08:50:40 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu kitap özetini aktarmayı unuttum birkaç gündür. Özür dilerim. Devam ediyorum.


NEDEN AHLÂKLIYIZ:AHLÂKIN EVRİMSEL KÖKENLERİ


Altın kural. İngiliz siyaset felsefecisi John Locke, 1690 tarihli klasik yapıtı İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme'de şu soruyu sorar: “Ahlâkın sarsılmaz kuralı ve tüm toplumsal erdemlerin temeli olan 'kendine ne yapılmasını istiyorsan başkalarına da onu yap' kuralı, bunu daha önce hiç duymamış olan, ama anlamını kavrayacak kapasitedeki bir kişiye söylendiğinde, nedenini sonması mantıksız olur mu?”
Elbette hayır, böyle bir birey Altın Kural'ı hiçbir şekilde şaşırtıcı bulmayacaktır, çünkü bu kural insanlar arasındaki etkileşim ve ilişkilerin çoğunun temelini içerir ve kayıtlı tarih boyunca dünyanın her yerinden sayısız metinde karşımıza çıkar; evrenselliğinin kanıtıdır bu.
Hillel Ha-Babli, İÖ 30'da Sebt'in otuz birinci kitabında, Altın kural'ı nihai ahlâk ilkesi konumuna yükseltmiştir: “Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma. Bütün yasa budur. Gerisi açıklamadan ibarettir.”
Bu açıklama ise, ahlâk öncesi duyarlılıkların evriminden başlayarak, ahlâkın evrimsel kökenlerinin temelini oluşturur.


Ahlâk Öncesinin Evrimi

Ahlâki duyarlılıklarımız insangil, primat ve memeli atalarımızın, kalıntılarını günümüzde insansı maymunlarda, maymunlarda ve diğer büyük beyinli memelilerde görebileceğimiz ahlâk öncesi olarak görmemin nedeni, ahlâkın bir toplumsal grup bağlamında doğru ve yanlış düşünce ve davranışlarla ilgili olmasıdır. İnsan dışı hayvan türlerinin, kendilerinde ya da türlerinin diğer üyelerinde bir düşünce, davranış ya da seçimin doğruluğunu ya da yanlışlığını bilinçli olarak değerlendirdiklerine şu ana dek hiç rastlanmamıştır. Bu nedenle, bana göre ahlâk tümüyle Homo sapiens'e özgü bir alandır.
Ama görünüşe bakılırsa kedilerle köpekler, kendilerinin ve diğer kedilerle köpeklerin iyi ve kötü davranışlarının farkında ve bilincinde değildirler. Kediler bireycilikleri ve bağımsızlıklarıyla ünlüdür; özellikle de yaban ortamında alt-üst düzenine uyarak sürüler halinde dolaşan köpeklerle kıyaslandığında (en başta, tüm köpek soylarının dayandığı kurtlarda görülen bir durumdur bu), kediler tipik sürü hayvanları ya da hiyerarşik sosyal hayvanlar değildir.
Hayvanlarda ahlâk öncesi duyarlılık örnekleri çoktur. Örneğin, vampir yarasaların yiyecek paylaşma davranışıyla karşılıklılık ilkesini sergiledikleri kanıtlanmıştır. Geceleri sürü halinde, kanlarını emebilecekleri, uyumakta olan büyük memelileri aramaya çıkarlar. Bu avda hepsi başarılı olamasa da, aşırı hızla çalışan metabolizmaları nedeniyle tümünün düzenli olarak beslenmesi gerekir. Ortalama olarak, daha ileri yaştaki deneyimli yarasalar her on geceden birinde, genç ve deneyimsiz yarasalarsa her üç geceden birinde başarısız olurlar. Çözüm: başarılı bireyler kanı kusup talihsiz arkadaşlarıyla bölüşür ve kendileri eve boş döndüklerinde bunun karşılığını görmeyi beklerler.
Başka bilim adamları da öteki yüksek memelilerde görülen ahlâk öncesi duyarlılıkları belgelemişlerdir. Yunustaki sürüdeki hasta ya da yaralı üyeleri soluklanabilmeleri için su yüzüne ittikleri görülmüştür. Balina avcıları, balinaların yaralı bir sürü üyesinin yardımına koşmak için etrafını sarıp kuyruklarıyla suyu döverek (böylece avcılara yerlerini bildirerek) kendilerini tehlikeye attıklarını bilir ve bu durumdan yararlanırlar.
İnsanın öyküsü, kabaca altı ila yedi milyon yıl önce insangillerden bir primatın, primat çağdaşımız olan şempanzelerin ortak atasından ayrılmasıyla başlar.
İki ila üç milyon yıl önce doğu Afrika’daki Olduvai Boğazı’nda yaşayan insangiller, taşları yontarak alet yapmaya ve çevrelerini değiştirmeye başladılar.
Yaklaşık bir milyon yıl önce Homo erectus, insangiller teknolojisine kontrollü ateşi ekledi;
Yarım milyon ila 100.000 yıl önce Homo Neanderthalensis ve Homo heidelbergensis gibi diğer insangiller mağaralarda yaşıyorlardı, görece gelişmiş alet takımları vardı ve ince yontulmuş sivri uçlu mızraklar yapıyorlardı. Birçok insangil türünün aynı anda yaşamış olduğunu gösteren deliller giderek artıyor ve bu değişen teknolojilerin doğal seçilim üzerinde nasıl bir türleşme baskısı yarattığı konusunda bizler bugün ancak spekülasyon yapabiliriz.
Yaklaşık 35.000 yıl önce bir insangiller türü alet takımını çarpıcı derecede geliştirerek fark edilecek kadar karmaşık hale getirip zenginleştirdi.
13.000 yıl öncesine gelindiğinde, türümüz yerkürenin neredeyse her bölgesine yayılmıştı ve her yerde herkes avcılık, balıkçılık ve toplayıcılık yaparak yaşıyordu.
Arkeolojik kanıtlar, kabilelerin birleşerek şefliklere dönüşmesinin yaklaşık 7.500 yıl önce, batı Asya’daki Bereketli Hilâl’de gerçekleştiğine işaret ediyor.
2.000 yıl içinde-aşağı yukarı 5.500 yıl önce-şeflikler aynı genel alanda devletler içerisinde birleşmeye başladılar.
İnsanların akılcı oldukları, kaynakları ve ödülleri azamiye çıkaracak hesaplamalar yaptıkları varsayılır bu modelde. Kaynak ve ödüllere din dışı yollardan ulaşılabiliyorsa, dine gerek yoktur. Din dışı yollardan ulaşılabilecek kaynak ve ödüller kıtsa (örneğin ekinler için gereken yağmur) ya da hiç yoksa (örneğin ölümsüzlük), o zaman di8n, mal ve hizmet değiş-tokuşu için kabul gören yol haline gelir.
Amerika’nın kiliseyle devleti ayırma deneyi hariç, siyaset ve din her zaman iç içe olmuştur. Bunun nedeni ahlâkın gelişmesinde dinin oynadığı çok önemli rolle ilgilidir.

Yâni din, siyasî iktidarı onaylamanın yanı sıra toplumsal düzeni ve davranış kontrolünü sağlayan bir kurum işlevini de görmüştür.
Romancı ve toplumsal yorumcu Aldous Huxley’nin de dediği gibi: “Propagandacının amacı, bir insan kümesine diğer kümedekilerin de insan olduğunu unutturmaktır. Onları kişiliklerinden yoksun bırakarak, ahlâkî yükümlülük alanının dışına yerleştirir.”

Ahlâk ve Sihirli Sayı 150

İnsanlar doğaları gereği, hem fiziksel hem de toplumsal bir ortamda evrilmiş, model arayan, öykü anlatan hayvanlardır. İşbirliği, insanoğlunun evriminde belki de rekabet kadar güçlü bir itici güç olmuştur. İletişim de işbirliği için vazgeçilmez bir araç olduğundan, Paleolitik çağda yaşayan avcı-toplayıcıların, tıpkı günümüzdeki muadilleri gibi, hem fiziksel hem de toplumsal ortamlarda sağ kalım sorunlarını çözmek için dile başvurmuş olmaları mantıklıdır.
Günümüzdeki çoğu avcı-toplayıcı takımı ve kabilesinin nüfusu 50 ila 400 kişi arasında değişir; ortalama aralık 100 ila 200 kişidir. Görünüşe bakılırsa, Paleolitik çağda yaşayan bir çiftin, avcı-toplayıcı halkların doğum oranıyla dört kuşak içerisinde ürettiği kendi soyundan insanların (çocuklar, torunlar, torunların çocukları) sayısı yaklaşık olarak 150’dir. Diğer bir deyişle, yakın ve geniş ailelerinde tanıdıkları insan sayısıdır bu; Yakındoğu’da elde edilen ve tarım topluluklarının tipik nüfusunun 150 civarında olduğunu gösteren arkeolojik kanıtlar da bunu doğrulamaktadır.
Gruplar büyüdüklerinde daha küçük gruplara ayrılırlar. Neden? Yanıt, ahlâkî disiplin ve davranış kontrolüdür.
Büyük bölümü kalabalık kentlere yığılmış olarak, altı milyardan fazla insanın yaşadığı günümüz dünyasında bile insanlar küçük gruplara bölünürler. İkinci Dünya savaşı sırasında optimal grup büyüklüğü konusunda ordu tarafından yapılan araştırmalar,
•   İngiliz ordusundan ortalama büyüklükte bir bölüğün 130 kişiden, ABD ordusunda ise 223 kişiden oluştuğunu göstermiştir.
•   Ortalama 150 sayısı çoğu küçük işletmenin, büyük şirketlerdeki bölümlerin ve verimli bir şekilde işletilen fabrikaların nüfus büyüklüğüne de uymaktadır.
•   Herhangi bir kişinin adres defterindeki ortalama insan sayısı da 150 civarındadır.
•   150 sayısı, görünüşe bakılırsa, gerçek bir sosyal ilişki kurabileceğimiz, kim olduklarını ve bizimle nasıl bir bağlantıları olduğunu bildiğimiz bireylerin azami sayısını temsil etmektedir.

Dedikodu ve Düşmanköy Dehşeti

Dedikodu, antropolog Jerome Barkqw’un da gözlemlediği gibi, kültürel normların iletilmesi yoluyla toplumsal bir denetim aracıdır: “İtibar dedikoduyla belirlenir ve başkalarının günlük sohbetleri kişinin göreli konumunu ve eş ya da toplumsal bir alışverişte ortak olarak kabul edilebilirliğini etkiler. Avrupa-Amerikan toplumunda dedikodu kimi zaman açıkça kınanıp reddedilir, ama hiç kuşkusuz tüm insan toplumlarında olduğu gibi gözde bir eğlence olarak yerini korumaktadır.”
Gossip (dedikoducu) sözcüğünün etimolojisi aydınlatıcıdır. Sözcüğün kökü “godsib”dir (yâni “god” ve “sib”) ve “hısım ya da akraba” anlamına gelir. Sonradan, hısım ya akrabalar hakkında konuşma anlamına dönüşmüş ve sonunda, bugün kullanıldığı gibi, “boş konuşmaktan hoşlanan kişi” anlamını edinmiştir.
Normalde akrabalarımız, yakın arkadaşlarımız ve topluluk içerisinde yakın etki alanımızdaki kişilerin yanı sıra, topluluk ya da toplumun üst düzey, yâni yüksek sosyal statülü üyeleri hakkında da dedikodu yaparız. En gözde dedikodu konularımızı burada buluruz-seks, cömertlik, aldatma, saldırganlık, şiddet, sosyal statü ve konumlar, doğum ve ölümler, siyasî ve dinî bağlılıklar, fiziksel ve psikolojik sağlık ve insan ilişkilerinin, özellikle de dostluklarla ittifakların çeşitli nüansları.
Erken modern dönem İngiltere’sinde dedikodu büyük bir günahtı-On Emir’den birinin ihlal edilmesi anlamına gelirdi. Anayasal hakların bulunduğu ve temel insan özgürlüklerinin korunduğu modern ulus-devletin tarihi yalnızca yüzyıllarla ölçülürken, örgütlü dinin tarihi binyıllarla, ahlâkî duyarlıklar evriminin tarihiyse on binlerce yılla ölçülebilir.
Sistemleştirilmiş ahlâk kuralları ve insanlar gibi hiyerarşik sosyal primatlara çok uygun bir hiyerarşik yapısı olan, ayrıca kuralları dayatıp çiğneyenleri cezalandıracak gücü barındıran din, bir ihtiyacı karşılıyordu. Bu toplumsal ve ahlâkî bağlamda dinî, insan kültürünün ayrılmaz bir mekanizması olarak özgeciliği ve karşılıklı özgeciliği teşvik etmek, bencilliği ve hırsı kösteklemek, topluluk üyeleri arasındaki işbirliği ve karşılıklılığa bağlılık düzeyini ortaya çıkarmak için gelişmiş bir sosyal kurum olarak tanımlıyorum.
Tanrı kavramı da buna paralel bir yolda gelişti. İnsanların Tanrı’ya inanmalarının nedeni, model arayan, öykü anlatan, mit yaratan, dindar, ahlâklı bir hayvan türü olmamızdır.

Grup Seçilimi ve Ahlâkın Evrimi


Grup seçilimini ilk gündeme getirenin Charles Darwin olduğu düşünüldüğünde, bunun ironik bir yanı da vardır. İnsanın Kökeni’nde Darwin, kendi doğal seçilim kuramının bireysel düzeyde uygulanmasına karşı bir sav geliştirerek, ahlâkın kökenlerini açıklama çabası konusunda şunları yazar: “Daha anlayışlı veya iyi niyetli ebeveynlerin, ya da yoldaşlarına en sadık olanların soyunun, aynı kabileden bencil ve hain ebeveynlerin çocuklarından daha fazla sayıda olacağı son derece kuşkuludur. Yoldaşlarına ihanet etmektense yaşamını feda etmeye hazır olan kişi genelde, asil doğasını miras alacak bir soy bırakmaz arkasında...”
Darwin’in vardığı sonuca göre, bu tür erdemlerle donatılmış kişi sayısının, ya da bu kişilerin üstünlük standardının doğal seçilim yoluyla, yani en uyumlu olanın hayatta kalmasıyla yükselmesi pek mümkün görünmemektedir.” Darwin’e göre doğal seçilim, bir grup içerisinde işbirliğini ve erdemi geliştirmeyecektir. İşbirliğinin kaynağı nedir öyleyse? Darwin, gruplar arasındaki rekabetten kaynaklandığı sonucuna varır.
Ancak 1990’ların sonlarında, grup seçilimi yeniden gündeme geldi. 1998 tarihli Unto Others [Başkalarına] adlı kitaplarında antropolog David Sloan Wilson ve çalışma arkadaşı felsefeci Elliott Sober, gelişmiş bir matematik modeli ve bir dizi mantıksal sav aracılığıyla grup seçiliminin uygulanabilirliğini gösterdiler. Grubu “belirli bir özellik açısından birbirinin uyum gücünü etkileyen, ama grup dışındakilerin uyum gücünü etkilemeyen bir bireyler kümesi” olarak tanımlamakla başladılar işe. Ardından, “bireysel seçilim tekil gruplar içerisindeki göreli uyum gücünü azamiye çıkaran özellikleri kayırır,” ve “grup seçilimi grupların göreli uyum gücünü azamiye çıkaran özellikleri kayırır,” diyerek bunun nasıl olduğunu açıkladılar.
Bu modele göre “özgecilik, bireysel seçilim açısından kötü uyarlanma, grup seçilimi açısındansa iyi uyarlanmadır.” Bu nedenle, “grup seçilimi süreci yeterince güçlüyse özgecilik gelişebilir,” sonucuna vardılar.
Grup seçiliminin dinin kökenlerine uygulanması konusunda Wilson’un savı şudur: “Dinler öncelikle insanların tek başlarına başaramayacakları şeyleri birlikte başarabilmeleri için vardır. Dindar grupların uyarlanma birimleri olarak işlev görmelerini mümkün kılan mekanizmalar, dinin bunların dışında kalan çok sayıda insana muammalı görünmesine yol açan inanç ve uygulamaları içerir.” Wilson’a göre dinin içine girmek, uygulamadaki işlevlerinin ne olduğunu görmemizi sağlar-grubun kendisi, doğal seçilim kuvvetlerine tabi, yaşayan bir organizmaya dönüşür.
Wilson, savını desteklemek için, örneğin tüm dünyada tüm modern avcı-toplayıcı topluluklarının et paylaşımı uygulamaları konusunda yapılan incelemeleri gösterir. Paleolitik çağda yaşamış kendi atalarımız için bir ölçüde model olarak kullanılabilecek bu küçük takım ve kabilelerin son derece eşitlikçi oldukları anlaşılmaktadır. Antropologlar, başarılı geçen bir avdan sonra grup içerisindeki her ailenin ne kadar et aldığını portatif terazilerle ölçerek, birkaç hafta boyunca düzenli av seferlerinin ortalamasına bakıldığında bile, başarılı avcıların yakın ailesinin eline gruptaki diğer ailelerden daha fazla et geçmediğini keşfetmiştir.

Ahlâk Psikolojisi: Duygular, Bahşiş ve Tutuklunun İkilemi

Belirli hislerden daha derin bir şeyi temsil eden bâzı daha temel duyguları ele alalım. Yeme ihtiyacı duyduğumuzda kalori girdisi/çıktısı oranlarını hesaplamayız; yalnızca acıktığımızı hissederiz. Bu his, yeme davranışını tetikleyen evrilmiş bir açlık duygusudur. Genlerimizi gelecek kuşağa aktarmak için üreme ihtiyacı duyduğumuzda cinsel eşimizin genetik potansiyelini hesaplamayız; yalnızca azdığımızı hisseder ve bize çekici gelen bir eş ararız.
Cinsellik güdüsü-karşı konulamayacak kadar güçlü sevişme isteği-cinsel davranışı tetikleyen evrilmiş bir cinsel duygudur. Diğer bir deyişle, acıkırız ve azarız, çünkü sonuçta türün hayatta kalması yiyecek ve sekse bağlıdır; sağlıklı yiyeceklerin tadını güzel, seksi de son derece zevkli bulan organizmalar arkalarında daha fazla döl bırakmışlardır.
Tanrıcılar sık sık, “Tanrı yoksa niye ahlâklı olalım ki?” diye sorarlar. Bu evrimsel ahlâk kuramında “Niye ahlâklı olalım ki?” diye sormak, “Niye acıkalım ki?” ya da “Niye azalım ki?” diye sormak gibidir. Hatta “Niye kıskanalım ki?” ya da “Niye âşık olalım ki?” diye de sorabiliriz. Onlara verilecek yanıt, ahlâklı olmanın tıpkı acıkmak, azmak, kıskanmak ve âşık olmak gibi, insan doğasının bir parçası olduğudur.
Bir kültürde belirli davranışlar haklı ya da haksız olarak görülebilir ve bu davranışlar kültürden kültüre ya da dönemden döneme değişir. Ama doğruluk ve gurur, suçluluk ve utanç duygularında haklı ya da haksız olma anlayışı, evrimsel bir kökeni olan evrensel bir insanî özelliktir.
Çalışmalarım nedeniyle sık sık seyahat ettiğim için neredeyse her yolculukta şu ahlâkî soruyla karşı karşıya kalırım: Bir daha asla görmeyeceğim bir garsona niye bahşiş vereyim ki? Bahşiş hizmetten sonra verildiğine göre, bir karşılık beklenmemektedir. Çoğunlukla akşam yemeğini yalnız yediğimden, yanımda cömertliğimle etkilemek isteyeceğim biri yoktur. Yâni bahşiş vermek özgeci değil, tümüyle bencilce bir harekettir.
Doğru şeyi yapıyormuş gibi davranmak grubumuzun üyelerini kandırmak için yeterli değildir, çünkü aldatmakta olduğu gibi, aldatmayı saptamakta da hayli başarılıyızdır. Her zaman herkesi kandıramayız ve kimin güvenilir olup kimin olmadığını değerlendirmeyi (kısmen dedikodu yoluyla) öğreniriz; gerçekten ahlâklı bir insan olmak daha iyidir, çünkü bu şekilde kendiniz de buna inanırsınız ve aldatmaya gerek kalmaz. Söylemek istediğim şu ki, başkalarını ahlâklı bir insan olduğunuza ikna etmenin en iyi yolu ahlâklı biriymiş gibi davranmak değil, gerçekten ahlâklı bir insan olmaktır.

İnsanların Evrensel Ahlâkî Özellikleri: Ahlâkın Aşkınlığı ve Ahlâkî Duyarlıkların Evrenselliği

David Hume, [Ahlâk İlkeleriyle İlgili Bir Soruşturma] adlı büyük felsefi yapıtında insan ahlâkının evrenselliği konusunu ele alır: “Ahlâk kavramı tüm insanlarda ortak olan, aynı amacı genel kabule sunan ve her insanın ya da çoğu insanın o konuda aynı görüşü ya da kararı kabul etmesini sağlayan bir duyarlığa işaret eder.”
Antropolojide insanların evrensel özellikleri, “etnografik ya da tarihsel olarak kaydedilmiş tüm insan toplumlarında bilinen hiçbir istisnası bulunmayan kültürel, toplumsal, dilsel, davranışsal ve tinsel özellikleri kapsar.”
İnsanın ahlâkî davranışının ifadesi, ahlâkla bağlantılı içsel psikolojik özelliklerin ve ahlâkî davranış kontrolüyle bağlantılı dışsal toplumsal durumların ürünüdür. Ahlâkî psikolojik özelliklerden (ya da duyarlıklardan) bazıları şunlardır: ağlama; bağlılık; Başkalarını yargılama; cilve; cinsel kıskançlık; cömertliğin takdir görmesi; duygular; empati; gurur; ifâde edilen ve hissedilen sevgi; iffet; kıskançlık; korkular; özdenetim; yas tutma; utanç.
Ahlâkî davranış kontrol mekanizmalarından bazıları şunlardır: aile (ya da hane); aileye dayalı olmayan gruplar; akraba grupları; baskınlık/itaat; çatışmalarda arabuluculuk; çatışmayla başa çıkmak için danışma; çatışmayla başa çıkmanın yolları; erkeklerin ittifak halinde şiddete daha fazla yönelmesi; geleneksel selamlamalar; görgü kuralları; grup halinde yaşamak; hataların telafisi; hediye vermek; karşılıklı (işgücü, mal ya da hizmet) değiş-tokuşlar.
İnsanların evrensel ahlâkî özellikleri listesinden, Altın Kural’ın davranışlarla ifâde edilmesine katkıda bulunanlar şunlardır: adillik (adalet); ahlâkî duyarlıklar, kısıtlı etki alanı (ahlâkî temelin parametreleri); ahlâkî duyarlıklar (tüm ahlâkın temeli); başkalarını yargılamak (ahlâkî onaylama/sınamanın temeli); cömertliğin takdir görmesi (işbirlikçi ve özgeci davranışın ödülü); davranışın yorumlanması (ahlâkî yargı için gerekli); empati (ahlâk duygusu için gerekli); jestler (başkalarını tanıma işaretleri, uzlaşmacı davranış).

İnsanlar doğaları gereği ahlâklı ve ahlâksız, iyi ve kötü, özgeci ve bencil, işbirlikçi ve rekabetçi, barışçı ve kavgacı, erdemli ve erdemsizdir. Bu ahlâkî özellikler hem bireyden bireye, hem de gruplar içerisinde ve arasında farklılık gösterir. Bâzı insanlar ve popülasyonlar diğer insanlar ve popülasyonlara göre daha ahlâklı ya da ahlâksızdır, ama tüm insanlar tüm ahlâkî özellikleri sergileme potansiyeline sahiptir.
Çoğu insan çoğu zaman çoğu durumda iyidir ve kendisiyle başkaları için doğru olanı yapar. Ama bâzı insanlar bâzı zamanlarda bâzı durumlarda kötüdür ve kendileriyle başkaları için kötü olanı yaparlar.
Din, ahlâk ilkelerini dizgeleştiren ilk toplumsal kurumdu, ama ahlâkın yalnızca dine ait bir alan olması şart değildir. Dinler, dostluğun artırılıp düşmanlığın azaltılması açısından en uygun evrensel ahlâklı ve ahlâksız düşüncelerle davranışları tanımlamakta başarılı olmuşlardır. Ama ahlâk kuralları kesinlikle değişime açık olan tarım toplumu insanları tarafından binlerce yıl önce geliştirilmiş etik sistemlerini bizler daha da iyileştirebiliriz.
Bilim Çağı için yeni bir etiğe; bilimin bulgularını kapsamakla kalmayıp, ahlâkî sorunların ele alınmasına ve ahlâkî ikilemlerin çözümüne bilimsel düşünceyi ve bilimin yöntemlerini uygulayan yeni bir ahlâka ihtiyacımız var. Şu ana dek iyi iş çıkardık, ama daha iyisini yapabiliriz.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
43 Yanıt
17744 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 13, 2008, 09:13:51 ös
Gönderen: shemuel
1 Yanıt
4666 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 25, 2010, 06:01:21 ös
Gönderen: amerbach
1 Yanıt
3412 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 08, 2010, 07:10:55 ös
Gönderen: popperist
0 Yanıt
2672 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 08, 2010, 12:14:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3562 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 07:35:51 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2416 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 14, 2010, 11:40:50 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2462 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 19, 2010, 05:01:29 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2834 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2010, 11:03:57 öö
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
3625 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 09, 2013, 09:45:39 ös
Gönderen: evvah
0 Yanıt
5802 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 30, 2013, 09:19:52 ös
Gönderen: karahan