Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Genel Bilim - İlim => Konuyu başlatan: karahan - Kasım 07, 2012, 12:12:47 ös

Başlık: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: karahan - Kasım 07, 2012, 12:12:47 ös
Neden korkuyoruz ki biz?


Dünle berâber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne âit

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.

MEVLANA

“Nobel Bilim Ödülü”kazanmış bir bilgine; “Başarınızı neye borçlusunuz?” diye sorar gazeteciler.

“-Anneme…”diye cevap verir bilgin.

“-Niçin?..”

“-İlkokuldayken, arkadaşlarımın anneleri; “Bugün öğretmen ne sordu sana?” diye sorarlarken, benim annem “Bugün öğretmene ne sordun sen?” diye sorardı bana.”

Bundan önce mutlaka bir söyleyen olmuştur ya, bir de ben söylemiş olayım haydi:

Öğrenmenin de bilimin de temeli soru sormaktır.

Bu, aksi savunulamayacak bir “gerçek”tir.

Öyle olmasına karşın, birçok öğretmen, öğrencilerin soru sormasını istemez hiç. (Tabiî canım, soruyu öğretmen sorar! Öğrenci kim oluyormuş ki, soru sorsun öğretmenine! Ayaklar baş, başlar ayak olmamalı. Haddini bilmeli herkes!)

Nasıl oldu bilmem, birçok meslektaşımın aksine, bu işin sırırına öğretmenliğimin ilk yıllarında ermiştim ben: “Sınıfta en az konuşan ben olmalıyım; en az soru soran ben…” diye formüle etmiştim bunu, kendi kendime.

En çekingen öğrencileri bile soru sormaya teşvik etmek ve onları cesaretlendirip yüreklendirmek için, tüm sınıfın saçma sapan bulup kahkahalarla güldüğü bir sorunun sahibine, hemen not defterini çıkarıp, “Sözlüden 10 veriyorum” demiştim de şaşırıp kalmıştı herkes.

(Doğrusu ya, o soruya gülmemek için dilimi ısırarak ben de zor tutmuştum kendimi.)

İlginçtir; aradan onlarca yıl geçtikten sonra, ziyaretime gelen birçok öğrencim:

“-Hocam, hatırlar mısınız;  şöyle bir soru sormuştum da sınıfta size, önce arkadaşlarla tartıştırıp sonra şu cevabı vermiştiniz siz.”diyorlar.

Ne oluyor, buradan çıkan sonuç?

Demek ki, öğrenciler kendilerine sorulan soruları değil, kendi sordukları soruları ve aldıkları cevapları unutmuyorlar.

Şöyle bir düşünün isterseniz, okul yıllarınızı. Doğru mu yukarıda söylediklerim, yanlış mı? Siz verin kararı.

Sahi, merak ediyorum; siz öğretmenlerine soru sorabilen mutlu bir öğrenci miydiniz, yoksa öğretmenlerin her söylediklerini doğru kabul etmek ve ezberlemek mecburiyetinde olan bahtsızlardan biri mi?..

Okul hayatı boyunca öğretmenlerine:

“-Ben, bu konuda sizin gibi düşünmüyorum. Ben, şu söylediklerinizin doğru olduğuna inanmıyorum. Ben, ders kitabında yazan şu bilginin gerçek olduğunu kabul etmiyorum.”diyemeyen öğrencilerin, hayata atıldıklarında şefine, müdürüne, ustabaşına, patronuna, kendinden bir rütbe yüksek komutanına da ne derse desin, yasalara ve ahlaka aykırı ne emir verirse versin, “hayır” diyemeyeceğine inanıyorum.

İlkokul birinci sınıftan, üniversite son sınıfa kadar, not korkusuyla, herkesin içinde azarlanma ve aşağılanma endişesiyle:

“-Evet efendim… Baş üstüne efendim… Haklısınız efendim… Siz nasıl emrederseniz, siz nasıl arzu ederseniz efendim.”demeye alışmış bir gencin, birden bire yüzde yüz değişmesi nasıl mümkün olur ki!

“Hayır”diyenlerin başına neler geldiğine tanık olmuş, “evet” demeninse ne kadar kolay ve avantajlı olduğunu bizzat denemiş biri, aklını peynir ekmekle mi yedi ki, bir üssüne “hayır” desin!..

Öyle ya, işini kaybetmek tehlikesi de var; böyle davranmakla, terfi edememe tehlikesi de...

En hafifi, başka bir yere sürülmek de var;  “çizmeden yukarıya çıkıyorsun, ayağını denk al!” diye aşağılanmak da…

Takdir edilmek varken, kim ister tekdir edilmeyi, cezalandırılmayı?

Evet, buraya kadar söylediklerimden de anlaşılacağı gibi, her insanın hiçbir korku ve endişe duymaksızın konuşmasından yanayım ben.

Özellikle de okullarda…

Hiçbir öğrenci öğretmeninden korkmamalı. Her düşündüğünü hiçbir endişe duymadan rahatça söyleyebilmeli, yazabilmeli.

Öğrenciler, öğretmenlerin ezberlettiği ders kitaplarında yazılan “doğru” ları (!) değil, kendi doğrularını savunabilmeli.

“-Öyle söylüyorsun muhterem ama 40-50 kişilik sınıflarda nasıl mümkün olur bu? Böyle bir serbestlik tanınırsa, otoriteyi nasıl kurar öğretmen?”diye mi soruyorsunuz...

Hiç merak buyurmayın, efendim! Bu yöntemi uygulayan öğretmen ve okul yönetiminin otoritesi sarsılmaz hiç.

Savunduğum yöntemi yıllarca denemiş, uygulamış bir öğretmen olarak iddia ediyorum ki kılına bile zarar gelmez otoritenizin.

Tabiî, varsa otoriteniz!

“Otoritem sarsılmasın”diye notu bir silah olarak kullanıp sınıfta kendisinden başka kimsenin konuşmasına, soru sormasına izin vermeyen hangi öğretmeni sevdiniz?

Bugüne kadar hangisini arayıp sorma ihtiyacı duydunuz?

Arayıp soramasanız bile, hangisine gönülden sevgi ve saygılarınızı sundunuz?

Boşuna uğraşmayın, kandıramazsınız beni!

“Otorite, otorite!..” diye tutturup öğrencisine söz hakkı tanımayan bir öğretmenin öğrencisini sevme ihtimali yoktur.

Öğrencisini sevmeyen bir öğretmenin de sevilme ihtimali sıfırdır.

Öğrencisini sevmeyen bir öğretmen, onlara hiçbir şey öğretemediği gibi, sevilmeyen bir öğretmenden de bir şey öğrenilemez.

Sevgisiz bir “eğitim”, eğitim değildir.

Soğuk bir demiri dövmekten farksızdır; yapılan iş.

Çok gürültü çıkarır, belki çok emek harcarsınız ama asla hiçbir hedefe ulaşamazsınız.

Derim ki ben, bugün karşılaştığımız bütün sorunlar, bu tür bir yanlış eğitim sonucudur.

Yani “sevgisiz eğitim”in sonucudur; bütün sorunlarımızın kaynağı.

“Korku”ya dayanan bir eğitim anlayışını yıkıp yerine “sevgi”ye dayanan bir eğitim anlayışını yerleştirmeden her geçen gün kolluk güçlerinin, karakolların, adalet saraylarının, hâkim, savcı ve avukatların sayısını artırmakla hiçbir sorunu çözemeyiz.

“Kanunlarımızı değiştirelim, suç işleyenlere daha ağır cezalar verelim” demekle de bir yere varamayız.

On yıllardır, hep bunları yaptık zaten. Sonuç değişti mi?

Azalacağına, daha çok artmadı mı sorunlar?

Öyleyse!..

Öyleyse bu yol yanlış…

Bu yolun yanlış olduğu, gün gibi ortada değil mi?

Eski yöntemleri, eski söylemleri yinelemek yerine, yeni söylemler, yeni yöntemler düşünmek zorundayız artık.

Düşünmek, hele hele yeni yöntemler uygulamak neden korkutuyor ki bizi?

Beni boş verin de, “Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” diyen Mevlâna’ya da mı îtibar etmiyorsunuz siz?
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: NOSAM33 - Kasım 07, 2012, 01:01:05 ös
“-İlkokuldayken, arkadaşlarımın anneleri; “Bugün öğretmen ne sordu sana?” diye sorarlarken, benim annem “Bugün öğretmene ne sordun sen?” diye sorardı bana.”



Çünkü onun Annesi akıllıydı ...
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: Tij - Kasım 07, 2012, 03:15:59 ös
Sayin karahan bu sarki sizin icin.


Sezen Aksu - Yeniliğe Doğru (http://www.youtube.com/watch?v=lN0FEMNkdaE#)
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: karahan - Kasım 07, 2012, 05:37:32 ös
Teşekkürler sn.tij

bu kadın bu işi yapmak için yaratılmış resmen.
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: Alşah - Kasım 07, 2012, 09:20:49 ös
       Gerici yobazların en güçlü silahı korkudur. Özellikle din taasubunun yoğun  yaşandığı ülkelerde korku bir değil birden çoktur. Bir topluma  korkmaması gerektiğini ve özgür yaşamanın en büyük erdem olduğunu hatırlatıp o topluma "ULUS" kavramını yerleştiren,hayattaki en hakiki mürşidin ilim olduğunu belirten   ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'e minnettarım.
       Saygılar-sevgiler.
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: Melina - Nisan 17, 2013, 01:51:49 ös
Geçen yıl, gazetenin birinde, ' Dinci Olmak Yarışında Kaybedilen Din ' başlıklı bir köşe yazısı okumuştum. Orada, insanlarda iman bağlamında bir korku ve bu korku bağlamında da kültürü oluşturulan itaat kavramından söz ediliyordu. Yani, Siyasal İslamcılıktan.

Bu yol ile değil midir, yetersiz bilgiye sahip olanları, çaresizlikten her yola mecbur etmek..

Çok az insanın düşünebildiğidir; bireylerde uyandırılan korku ile vaat edilen Cennet için, akıl ve hürriyetinden ödün vermemek.
Başlık: Ynt: Neden korkuyoruz ki biz?
Gönderen: ruzber - Nisan 17, 2013, 04:06:31 ös
dini öğretilerde hep korku var, çocuğa cennet cehennem rüşveti öğretiliyor.