Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: "Osho"  (Okunma sayısı 8446 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 16, 2010, 05:37:12 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

"Osho, Hindistan’ın Madhya Pradesh eyaletindeki Kuchwada’da, 1931 yılının 11 Aralık günü dünyaya gelmiştir. İlk çocukluk yıllarından itibaren, başkaları tarafından verilen bilgileri ve inançları edinmektense gerçekliği kendisi deneyimlemekte ısrarcı olan asi bir ruhu vardı.

Yirmi bir yaşında üniversite öğrenimini tamamladı ve Jabalpur Üniversitesinde yıllarca felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda da tüm Hindistan’ı dolaşıp konuşmalar yaptı, halka açık tartışmalarda tutucu dini liderlere meydan okudu, geleneksel inanışları sorguladı ve hayatın tüm alanlarından insanlarla bir araya geldi.

Osho kendi hayatını anın zamansız boyutunda yaşamanın kapısını keşfetmiş birisidir. O, kendisini “gerçek bir varoluşçu” olarak adlandırmıştır. İnanç sistemlerini ve çağdaş insanın psikolojisini anlamasında ufkunu genişletecek bulabildiği herşeyi ama herşeyi okudu. 1960’ların sonlarına doğru Osho, artık kendi dinamik meditasyonlarını geliştirmeye başlamıştı. Meditasyonun o rahat, düşüncelerden arınmış durumunu keşfetmeyi umut edebilmesi için, öncelikle geçmişin modası geçmiş yöntemlerinin ve günümüz modern hayatının getirdiği sıkıntıların ağırlığı altında ezilen çağdaş insanın çok derin bir ruhsal temizlenme sürecinden geçmesinin şart olduğunu söylemişti Osho.

1970’lerin başlarında ilk olarak bazı Batılılar Osho’dan haberdar olmaya başladılar. 1974’te Hindistan’ın Pune şehrinde onun çevresinde bir komün kuruldu ve başlangıçta Batı’dan az sayıda gelen ziyaretçiler, sonradan gittikçe çoğaldı.

Osho insan bilincininin gelişiminin tüm yönleri hakkında konuşmalar yaptı. Çağdaş insanın ruhsal arayışı için önemli olan şeylerin özünü, entellektüel anlayış ile değil, kendi varoluşsal deneyimiyle süzdü.

O hiçbir geleneğe ait olmadığını açıklamıştır. “Ben tamamıyla yepyeni bir dinsel bilinçliliğin başlangıcıyım” demiştir. Ayrıca, “Lütfen beni geçmiş ile bağlantılandırmayın, onu anımsamaya bile değmez” der.

Yakın öğrencilerine ve dünyanın her yerinden izleyenlerine yaptığı konuşmalar otuzdan fazla dile çevrilmiş ve altı yüzden fazla cilt halinde yayınlanmıştır.

Osho 1985 yılında göçmenlik yasalarını ihlal etmek suçlamasıyla gözaltında olduğu sırada 19 Ocak 1990 tarihinde bedenini terk etti. Osho taraftarları, Osho'nun Amerikan hükümet ajanlarınca zehirlenerek öldürüldüğünü iddia etmektedirler."


Kaynak:
http://www.icselguc.com/biyografi/osho-429/
Çöl Bilgesi


Nisan 16, 2010, 05:37:58 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

"Zen Yolu/Tasavvuf Yolu" adlı eserinden

- http://goto.bilkent.edu.tr/gunes/ALINTILAR/OSHO.htm -

"Bugün Zen'in çok özel dünyasına giriyoruz. Zen çok özeldir, çünkü bilincin çok sıradan bir durumudur. Aslında sıradan zihinler sıradışı olmayı ister; sıradışı zihinler ise sıradanlığın içinde rahat eder. Yalnızca sıradışı insanlar rahatlamaya hazırdır ve sıradanlığın içinde dingin durumdadır. Sıradan olanlar ise aşağılık kompleksi hissederler ve bu aşağılık kompleksi nedeniyle özel olmaya çalışırlar. Özel olan kişi ise özel olmak için çaba sarfetmez. O herhangi bir boşluktan dolayı acı duymaz; o tamamen doludur, taşar, neyse odur.

Zen'in dünyasına hem çok özel, hem de çok sıradan denilebilir. Dışarıdan bakıldığında bu bir çelişki gibi görünür. Oysa bu çok basit bir olgudur. Bir gülün, bir lotusun, bir tutam çimenin özel olma çabası yoktur. Bir tutam çimenden, büyük bir yıldıza kadar her şey olduğu gibidir -neyse odur. Onlar varoluşlarından kesinlikle mutludurlar. Bu yüzden herhangi bir kıyas ya da herhangi bir rekabet yoktur. Herhangi bir hiyerarşik durum söz konusu değildir -kim alçakmış, kim yüksekmiş bunların önemi yoktur. Aslında kendinin üstün olduğunu kanıtlamaya çalışan kimse sıradandır.

Herşeyi kabul eden insan neşeli olur. Böyle birisi şükran dolu olur; varoluşa şükran duyar, bütünlüğe şükran duyar, bu kişi en üstündür.

Hz.İsa şöyle demiştir; kutsanmış olanlar bu dünyada sonuncudur, onlar benim tanrımın krallığında birinci olacaklardır. Burada Hz.İsa değişik bir dil kullanıyor, çünkü o değişik türden insanlarla konuşuyordu. Bu durum Zen niteliği taşır... Sonuncu olanlar... Fakat sonuncu olmaya çalışırsanız sonuncu değilsinizdir, bunu unutmayın.

İşte Hrististiyanların yüzyıllardır yaptığı buydu; sonuncu olmaya çalışmak ve Tanrı'nın krallığında birinci olmak. Onlar asıl noktayı kaçırdılar. Sonuncu olmak -çabasız, sadece basit bir anlayışla 'Ben neysem O'yum. Benim için başka bir varoluş şekli yok. Başka birisi olamam, başka biri olmaya ihtiyacım da yok. BÜTÜN böyle olmamı istiyor ve ben böyle rahatım, BÜTÜNün iradesine kendimi teslim ediyorum...'

Bir Zen ustası asla 'birinci olmalısın' demez. Fakat Hz.İsa Zen'i bilmeyen insanlarla konuşuyordu. Oysa Hz.İsa Zen'in ne olduğunu biliyordu. O, Hindistan'a, Ladakh'a, Tibet'e gitmişti. Hatta Japonya'da bulunduğuna dair hikayeler bile var. Bu mümkündür, çünkü o bir mistik okuldan diğerine 18 yıl gezdi. Fakat o bir Yahudi gibi konuşmak zorundaydı.

Yahudiler amaçlarına çok bağımlı olarak hareket eden insanlardır. Daima bir yerlere ulaşmaya çalışırlar. Hintliler de amaca bağımlı insanlardır. Bu yüzden Buda'yı anlayamadılar. Buda Çinliler tarafından en iyi anlaşıldı. Bundan dolayı Çinliler çok ruhani, dindar değildir -çünkü bir insan ruhani, dindar ise onun bir amacı vardır: Öteki dünyaya ait bir amaç. Bir yerlerde özel olmak isteyen bir insan, bu hayatta olmazsa gelecekte, burada değilse ölümden sonra, dünyada değilse cennette bunu hedefler.

Cennet, amaca bağlı insanların bir hayalidir. Böyle insanlar eğer ölümün ötesinde bir amaç varsa dindar olabilirler. Eğer bir amaç varsa, herşeyi feda etmeye hazırdırlar. Kısacası onlar gerçek dindar olmazlar -din, onların anlayışı, neşesi, varoluş yolu değil, arzularıdır. Din, onların derin düzeyde tekrarlanan ego oyunudur.

...

Zen konusunda anlaşılması gereken ilk şey, amaca bağımlı olmamaktır. Zen, burada, şimdide olan yaşam yoludur. Zen, manevi dünyanın diğer sıradan algılanışlarından bir diğeri değildir. O ne manevi, ne de maddidir. İkisinden de ötedir. Bu veya öteki dünyaya ait değildir, iki dünyanın büyük bir sentezidir.

Zen ustaları çok sıradan yaşarlar, herkes gibi. Fakat sıradışı bir yoldadırlar. Tamamen yeni bir bakışla, büyük bir zariflikle, muazzam bir hassaslıkla, uyanıklıkla, gözlem dolu olarak, aşkın ve saf bir bilinçlilik halinde ve o anda yaşarlar. Zen'de hiçbir şey ne kutsal, ne de dünyevidir. Herşey BİRdir, ayrılamaz BİRdir.

...

Zen çok pragmatik ve pratiktir. O, dünyadan el etek çekmeyi aptalca bulur. Onun yerine şöyle der: 'Dönüş! Neredeysen orada ol, fakat yeni bir yolun içerisinde ol. Bu yeni yol nedir? Rekabetçi olma. Rekabetçilik dünyasal olmaktır. Bu, dünyasal yaşamakla ya da dağlara çekilmekle ilgili bir sorun değildir. Mağaralara yerleşebilirsin, fakat diğer mağaralarda başka azizler varsa, rekabet yine olacaktır.

Bir zamanlar bir Hintli aziz tarafından davet edildim. Bir hata olmalıydı, çünkü benim düşünce yolum hakkında bir fikri yoktu. Ama beni davet etmişti, neşelendim, 'Bu iyi bir fırsat' dedim ve oraya gittim.

İlk olay birbirimize tanıştırıldığımızda başladı. Hintli aziz, altın bir tahtta oturuyordu, yanındaki daha küçük bir tahtta ise başka bir Hintli rahip oturmaktaydı. Diğer rahipler ise yerde oturuyorlardı.

Hintli aziz bana şöyle dedi: "Benim yanımdaki ufak tahtta kim oturuyor, merak ediyor olmalısın. O yüksek mahkemenin baş hakimiydi. Fakat öylesine manevi bir insan ki, bu görevinden vazgeçti, dünyadan, yüksek maaşından, statüsünden ve gücünden vazgeçti. Benim öğrencim oldu. Öylesine alçakgönüllü ki, hiçbir zaman benimle eşit düzeyde oturmadı."

Ben devam ettim: "Çok alçakgönüllü olduğunu görebiliyorum. Sizden daha ufak bir tahtta oturuyor, ancak diğerleri de yerde oturuyor! Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise, yere bir çukur kazmalı ve orada oturmalı, tabii ki gerçekten alçakgönüllü ise. Ama bu durumda, o sadece size karşı alçakgönüllü, diğerlerine karşı ise çok kibirli."

Gözlerinden öfke kıvılcımları çıkıyordu. Her ikisi de çok kızmıştı, bir süre ne diyeceklerini bilemediler. Ben devam ettim: "Alçakgönüllüğünüzü görüyorsunuz, ikiniz de kızdınız. Bu adam da hala yerinde oturuyor. Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise, tahtına yapışmasın, aşağı insin ve hemen bir çukur kazsın. O zaman tabii ki yeni bir rekabet olacak. Diğerleri daha büyük ve derin çukurlar kazacaklar. En alçakgönüllü olan en derin çukura girmeye çalışacak."

Daha sonra Hintli azize şöyle dedim: "O, sadece senin ölmeni bekliyor, ölür ölmez senin yerine geçecek. Şu anda yarı yolda. İçinden şöyle dua ediyor, 'Yaşlı bunak, dilerim en kısa zamanda ölürsün!' O zaman başka birisi ufak tahta oturacak ve böylece o, bu kişiyi alçakgönüllü olarak tanıtacak. Bir de şu var, eğer ufak tahtta oturan alçakgönüllü, sen nesin? Sen ondan daha yüksek bir tahtta oturuyorsun! Eğer mesele yüksek veya alçak yerde oturmaksa, tavandaki örümcek ne olacak? O daha yüce olmalı, çünkü senden daha yüksekte. Veya gökyüzünde uçak kuşlara ne demeli?

Aslında siz bu yolda hiç bir şeyden vazgeçmiş değilsiniz. Hala yeni isimlerle eski aptallıkları taşıyorsunuz. Sadece isimler değişti, ama eski rüyalar hala devam ediyor, eski arzular, eski egolar hala güçlü bir şekilde sürüyor. Herhangi bir tapınağa gidebilirsiniz, ama aynı rekabet orada da olacaktır."

Zen, şöyle der: 'Hayatın içinde ol, hayatta yanlış bir şey yoktur. Eğer bir şey yanlışsa, o sizin bakış açınızdan dolayıdır. Gözleriniz bulutlu, bilincinizin aynası tozlu. Onu temizleyin, daha fazla berraklık yaratın.'

Rekabet ortadan kalkarsa, dünyadasınızdır, ama dünyadan değilsinizdir. Eğer tutkular yok olursa, terk edilmesi gereken bir dünya da kalmaz. Fakat bu şekilde tutkular ve rekabet nasıl yok olabilir ki? Biz ona yeni yollar yaratıyoruz. Birisi sizden daha fazla para, öteki ise daha fazla erdem kazanmaya çalışıyor. Fark nedir? İkisi de aynı arzudur, aynı rüyadır, aynı uyku durumudur. İnsanlar rüyalarının peşinde koşuyorlar, rüyalar değişiyor ama onlar asla uyanmıyorlar. Rüyalar değişir, fakat siz bu rüyada, ya da o rüyadasınızdır, kendinizi karanlıkta kaybedersiniz. Aydınlanmak, rüyaları değiştirmek, eski bir rüyadan başka bir rüya durumuna geçmek, eski rüya yerine yeni bir rüya yaratmak değildir.

...

...

Sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. Oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir.Ayakları yere basar, soyut değildir. Buna rağmen herhangi bir dünya görüşü yoktur. Ve bir sistem olmadığından dolayı da bilgiyi sistematize etmez.

Bir sistem, varoluşu tamamıyla açıklar. Sufizm bir sistem değildir; varoluş için bir açıklaması yoktur, varoluşun gizlerine giden bir yoldur. Hiçbir şeyi açıklamaz, yalnızca gizleri gösterir. Sizi gizemin içine yollar. Sufizm varoluşun sırrını çözmez. Tüm sistemler bunu yapar; tüm işleri gizemi ve harikaları yok ederek bilinmeyeni bilinir kılmaktır. Sufizm sizi bir harikadan diğerine götürür, harikalar diyarının derinliklerine.

Bir sistem değildir, çünkü hiçbir şey hakkında hiçbir zaman tam bir açıklama vermez. Yalnızca çok, çok ufak ipuçları, içgörüler verir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmez, felsefe yapmaz; sürekli hikayeler, anekdotlar, mecazlar, deyişler ve şiirler ortaya koyar. Bir metafizik değil, mecazdır. 'Ay'ı işaret eden parmaktır. Parmağı analiz ederek 'ay'ı anlayamazsınız, ama içtenlikle o yöne bakarsanız, 'ay'ı görürsünüz.

Sufi hikayeleri felsefi değidir. İnce ipuçları ve fısıltılardır. Doğal olarak, sadece içtenlikle ve empati ile dinleyenler, güvenle kalplerini açıp teslim olmaya hazır olanlar Sufizmin ne olduğunu anlayabilirler. Yalnızca sevebilenler Sufizmin ne olduğunu anlayabilir.

Mesajı nedir? Mantıklı bir analiz değildir, ama Zen kadar mantıksız da değildir. Sufizm, mantıklı olmanın bir uç, mantıksız olmanın ise diğer bir uç olduğunu söyler. Sufizm ortalarda bir yerdedir, ne mantıklı ne de tamamiyle mantıksız. Sağa ya da sola yatmaz. Saçma değildir. Sokrates gibi mantıklı değildir, ama Bodhidharma gibi mantıksız da değildir. Bodhidharma ve Sokrates'in farklı göründüklerini, ancak yaklaşımlarının aynı olduğunu söyler. Aslında Bodhidharma Sokrates'den daha mantıklıdır; zaten bu yüzden mantıksızlığa kayar. Eğer mantık çizgisini izlemeye devam ederseniz, eninde sonunda mantığın bittiği yere gelirsiniz, ama yolculuk devam eder. Bodhidharma, tüm yolu gitmiş ve mantığın bittiği ama hayatın devam ettiği sınır çizgisine gelmiş olan Sokrates'dir. Bodhidharma farklı görünür, ama yaklaşımı Sokratesçidir - entelektüeldir. Zen, entelekte çok karşıdır, ama entelekte karşı olmak da entelektüel bir davranıştır. Zen, felsefe karşıtıdır, ama felsefe karşıtı olduğunuzda da felsefi olursunuz -sizin felsefeniz de budur. Sufizm uçları reddeder, ortadakini seçer, tam ortadakini.

Zen'deki anahtar kelime 'dikkat'tir, Sufizm'de ise 'yürek'. Zen zihne karşıdır, ama zihnin ötesine zihinle geçer. Sufizm zihne karşı değildir, zihne tamamen kayıtsızdır. Sufizm yüreğe yoğunlaşmıştır; kısacası zihni umursamaz. Evet, Sufi'de de bir aydınlanma olur. Eğer Zen'deki aydınlanmaya satori, zihin-uyanıklığı dersek, Sufi'deki aydınlanmaya da 'yürek-uyanıklığı' denilebilir. Sufi'nin yolu aşığın yoludur, Zen yolu ise savaşcının, samurayın yolu.

...

Sufizm bir dünya görüşü değil, görmektir. Dünya görüşü olduğunuz yerde sayıyorsunuz demektir; bir felsefeye, gerçekle ilgili belli açıklamalara inanırsınız. Aynı kalırsınız, değişmezsiniz. Dünya görüşü sizi biraz bilgilendirir, daha bilgili olursunuz.

Görmek ise sizi dönüştürür. Ancak dönüştüğünüzde, yaşamın başka yüksekliklerini ve derinliklerini deneyimlediğinizde, görebilirsiniz.

Sufizm bir görüdür. Aslında 'Sufizm' demek doğru değildir çünkü bir 'izm' değildir. Sufiler 'Sufizm' demez; bu başkalarının verdiği bir addır. Onlar tasavvuf derler, bu bir aşk görüşüdür, gerçeğe aşk ile yakınlaşmaktır. Varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır - sanki varoluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir. Savaşır.

Sufi der ki: "Biz ve varoluş biriz. Varoluşla kavgaya lüzum yok. Gönlünü al, birleş, davet et, sev, arkadaş ol ve varoluş sırlarını kendisi açacaktır."

Sufizmin bir sistem olmadığını söylemiştim, çünkü tüm sistemler sınırlama getirir, çevrenizde birer hapishane oluşturur. Sufizm özgürlüktür. Belli bir sisteme inanmanızı söylemez. İnançtan değil, güvenmekten bahseder.

Sufizmin bir felsefe olmadığını söylemiştim, ama felsefe karşıtı da değildir. Yalnızca felsefeyi ve felsefe karşıtı olmayı umursamaz. Es geçer, kayıtsızdır. Der ki: "Gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım? Suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? Güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmek varken ne diye teorilerle boğuşayım? Otantik bir şey yaşamamak niye?"

Felsefe dönüp durur; hep bir şeyler hakkındadır. Hiçbir zaman gerçeğin özüne dokunmaz. Gerçek hakkında düşünür ama gerçek hakkında düşünmek gerçeği yalancı çıkarmaya çalışmaktır. Gerçek düşünülmesi değil karşılaşılması gereken bir şeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir kıyaslama süreci ile gerçeğe ulaşamazsınız. Gerçek ortadadır! Gerçek sizsiniz, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır. Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır.

Düşünmeye gerek yok. Yaşayın onu! Gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz."
Çöl Bilgesi


Nisan 17, 2010, 12:09:07 ös
Yanıtla #2

İnsan dünyada yaşamaya devam ettikçe rekabet de edecek. Önemli olan, "bu rekabetin hiç olmaması"nı istemekten ziyade, bu rekabetin "adil" olmasını istemektir.

Alçakgönüllülük tek başına bir erdem değildir. Neden insan alçakgönüllü olmak zorunda ki? Adil olsa, kendini tam da olduğu gibi yansıtmayı becerebilse daha iyi olmaz mı?

Kibir de öyle.

İnsan, kendisini olduğundan daha aşağı gösterirse alçakgönüllü, daha yüksek gösterirse kibirli oluyor. Bu dengeyi ortada ve kararında tutmak için, kişininin adaletli olması gerekiyor.

Belki gerçekten o Hintli aziz o toplulukta en yüksek mertebeyi, o hakim de ondan bir altını HAK ediyordur. Sorun şurada: Bu noktada alçakgönüllülüğün bir anlamı yok. Gerçekten hak etmişse, işin içine "biz çok alçakgönüllüyüz" gibi bir söylemi karıştırmanın manası yok.

Çünkü bu söylemde dahi rekabet var.

O halde rekabet, hayatın her anında var. Alçakgönüllü görünme ihtiyacı aslında diğer insanların tepkisinden korunmak için bir güven sübabıdır. Alçakgönüllülüğün yüceltildiği bir yerde, siz bir şeyler başarmak için çabalayamazsınız. Ayıplanır. Bu yüzden "alçakgönüllülük" rekabeti, Osho'nun dediği gibi ayrı bir tür rekabettir: "kim daha derin kazacak" rekabeti.

Ama buna Osho'nun verdiği çözüm "orta yol" oluyor. Ne demek orta yol? Ben anlamadım.

Ben, alçakgönüllülük rekabetinden çok, başarı rekabetinin olmasını yeğlerim.

Başarı rekabeti; insanın çalışması, ve bu çalışmasının ürününü istediği gibi kullanması hakkıdır.

Eski egolar, eski duygular devam ediyorsa, bunun bir anlamı olmalı; demek insan sürekli durduğu yerde mutlu olamıyor. Kazanmak istiyor, gelişmek istiyor. Hayallerini gerçekleştirmek istiyor.

Diğer bir değişle, çukur kazarak değil, tepe oluşturarak mutlu oluyor.

Anladığım kadarıyla Osho çukur kazmaya da, tepe oluşturmaya da "eski egolar" diye karşı çıkıyor.

Peki kendi çözümü ne? Ben bu çözümü burada bulamadım.

Ana kriter Adaletli olmaktır.

Adalet sağlanırsa, insan, alçakgönüllü veya kibirli de olamaz. Herkesin bir insanı adaletli bir şekilde değerlendirebildiği bir ortamda, bir başka insan kendisini ne olduğundan düşük, ne de yüksek gösteremeyeceğini bildiğinden, alçakgönüllü olma ihtiyacına da, kibirli olma ihtiyacına da girmez.

Alçakgönüllü görünemez; çünkü kendisinin o an içinde bulunduğu statü her ne ise, bunu alçakgönüllülüğü sebebiyle değil, çalışarak hak etmiş olduğunu, ve durup dururken sanki bunu hak etmemiş, bu makama layık değilmiş gibi görünmeye çalışarak yalan söylemenin anlamsız kaçacağını herkes bilir.

Kibirli de görünemez; çünkü o an içinde bulunduğu statünün tam olarak neye karşılık geldiği, altı ve üstü herkes tarafından değerlendirilebilir. Kişi, o an içinde bulunduğu statüden daha yüksek bir statüdeymiş gibi davranmaya kalktığında, çevresindekileri kandıramayacağını bilir. Bilmezse zaten etrafın kayıtsızlığı ve aldırışsızlığı ile öğrenecektir.

Bunları mümkün kılacak tek şey ise mutlak adalettir. Çünkü her türlü "adalet", koşulları iyi "değerlendirme" ile iyi bir analiz ile mümkündür.

En kuvvetli analiz aracı ise düşünmektir.

O halde nasıl "düşünmeye gerek yok" denilebilir?


Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Nisan 17, 2010, 04:20:20 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

İnsan dünyada yaşamaya devam ettikçe rekabet de edecek. Önemli olan, "bu rekabetin hiç olmaması"nı istemekten ziyade, bu rekabetin "adil" olmasını istemektir.

Alçakgönüllülük tek başına bir erdem değildir. Neden insan alçakgönüllü olmak zorunda ki? Adil olsa, kendini tam da olduğu gibi yansıtmayı becerebilse daha iyi olmaz mı?

Kibir de öyle.

İnsan, kendisini olduğundan daha aşağı gösterirse alçakgönüllü, daha yüksek gösterirse kibirli oluyor. Bu dengeyi ortada ve kararında tutmak için, kişininin adaletli olması gerekiyor.

Belki gerçekten o Hintli aziz o toplulukta en yüksek mertebeyi, o hakim de ondan bir altını HAK ediyordur. Sorun şurada: Bu noktada alçakgönüllülüğün bir anlamı yok. Gerçekten hak etmişse, işin içine "biz çok alçakgönüllüyüz" gibi bir söylemi karıştırmanın manası yok.

Çünkü bu söylemde dahi rekabet var.

O halde rekabet, hayatın her anında var. Alçakgönüllü görünme ihtiyacı aslında diğer insanların tepkisinden korunmak için bir güven sübabıdır. Alçakgönüllülüğün yüceltildiği bir yerde, siz bir şeyler başarmak için çabalayamazsınız. Ayıplanır. Bu yüzden "alçakgönüllülük" rekabeti, Osho'nun dediği gibi ayrı bir tür rekabettir: "kim daha derin kazacak" rekabeti.

Ama buna Osho'nun verdiği çözüm "orta yol" oluyor. Ne demek orta yol? Ben anlamadım.

Ben, alçakgönüllülük rekabetinden çok, başarı rekabetinin olmasını yeğlerim.

Başarı rekabeti; insanın çalışması, ve bu çalışmasının ürününü istediği gibi kullanması hakkıdır.

Eski egolar, eski duygular devam ediyorsa, bunun bir anlamı olmalı; demek insan sürekli durduğu yerde mutlu olamıyor. Kazanmak istiyor, gelişmek istiyor. Hayallerini gerçekleştirmek istiyor.

Diğer bir değişle, çukur kazarak değil, tepe oluşturarak mutlu oluyor.

Anladığım kadarıyla Osho çukur kazmaya da, tepe oluşturmaya da "eski egolar" diye karşı çıkıyor.

Peki kendi çözümü ne? Ben bu çözümü burada bulamadım.

Ana kriter Adaletli olmaktır.

Adalet sağlanırsa, insan, alçakgönüllü veya kibirli de olamaz. Herkesin bir insanı adaletli bir şekilde değerlendirebildiği bir ortamda, bir başka insan kendisini ne olduğundan düşük, ne de yüksek gösteremeyeceğini bildiğinden, alçakgönüllü olma ihtiyacına da, kibirli olma ihtiyacına da girmez.

Alçakgönüllü görünemez; çünkü kendisinin o an içinde bulunduğu statü her ne ise, bunu alçakgönüllülüğü sebebiyle değil, çalışarak hak etmiş olduğunu, ve durup dururken sanki bunu hak etmemiş, bu makama layık değilmiş gibi görünmeye çalışarak yalan söylemenin anlamsız kaçacağını herkes bilir.

Kibirli de görünemez; çünkü o an içinde bulunduğu statünün tam olarak neye karşılık geldiği, altı ve üstü herkes tarafından değerlendirilebilir. Kişi, o an içinde bulunduğu statüden daha yüksek bir statüdeymiş gibi davranmaya kalktığında, çevresindekileri kandıramayacağını bilir. Bilmezse zaten etrafın kayıtsızlığı ve aldırışsızlığı ile öğrenecektir.

Bunları mümkün kılacak tek şey ise mutlak adalettir. Çünkü her türlü "adalet", koşulları iyi "değerlendirme" ile iyi bir analiz ile mümkündür.

En kuvvetli analiz aracı ise düşünmektir.

O halde nasıl "düşünmeye gerek yok" denilebilir?




Osho'yu farklı algıladığınızı düşünüyorum. Öncelikle amacımız hakikati bulmak ise ona düşünce ile (yani arayarak) varılır fakat onda düşünce yoktur, bu yüzden Osho "Gerçek düşünülmesi değil karşılaşılması gereken bir şeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir kıyaslama süreci ile gerçeğe ulaşamazsınız. Gerçek ortadadır! Gerçek sizsiniz, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır. Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır. Düşünmeye gerek yok " demektedir. Alçakgönüllük ve kibir, ikisi de göreceli. Neye göre alçakgönüllüsünüz ya da neye göre kibirli? Fakat mutlak iyiye varmak istiyorsak Yaratan'ı örnek almalıyız. O, ben varım buradayım diyor mu, aksine bunu size bırakıyor; bırakın insanlar sizi farketsin, insanlar sizin hakkınızda konuşsun; siz kendiniz  için değil.
Çöl Bilgesi


Nisan 17, 2010, 11:11:15 ös
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

Sn Texan,ben de bir Osho okuucusu olarak Osho'yu gayet iyi anladığınızı düşünüyorum.Paylaşım için de teşekkürler...Sn.Popperist,sizin anlayışınıza da gayet olumlu bakıyorum yalnız Osho ile baktığınız pencere farklı.Osho düşünmeyin,inanmayın,sadece olun ve yaşayın felsefesini güdüyor.Alçakgönüllülük,kibir,ego konularını ise siz maddi dünyada olması gereken şeklini söylüyorsunuz,o ise insanı bir ruhsal yolcu olarak görüp;bunları ise aslında insana ait olmayan ama maddi dünyanın bize sonradan kattığı şeyler olup,bunlardan arınmamız gerektiğini savunuyor.


Nisan 18, 2010, 01:37:56 öö
Yanıtla #5

İnsanın kendisi maddi değil midir? Aslında insan için tek bir form vardır; o da maddi form. Maddeden bağımsız bir manevi dünya örneği düşünemiyorum ben. Hep bir "yol"dan söz ediliyor, "hakikat"ten, "gerçek"ten vb. bunlar çok havada kavramlar. Bunlar ne? Bunlar nasıl bir şey ki, maddi dünyadaki varlığımızı borçlu olduğumuz yaşama içgüdüsünden sıyrılınca tanıştığımız, idrakine vardığımız şeyler oluyorlar?

Arınmak? Herhalde huzur kastediliyor. Çelişkisiz, suçluluk duygusu olmayan bir huzur. Mutluluk.

Ben diyorum ki, -ki eminim osho da insanların mutlu olmasını isteyen biriydi, bunun için çalışmıştı- insanın maddi ve manevi dünyası diye ikiye ayrılmış, (birini yaşamak için öbüründen vazgeçilmesi, öbürüne tü kaka muamelesi yapılması gereken) iki tane özü yoktur. İnsanın tüm dünyası bir bütündür. Ve mutlu olmak için, Osho'nun ilkel istekler dediği, insan ihtiyaçları görmezden gelinmemeli, bunun adaletli bir şekilde sürmesi için uğraşmalıdır. Bunun yerine kısa yoldan ihtiyaçları görmezden gelmek, onların irrasyonel olduğunu ima etmek ve ihtiyaçları tatmin etmek için çalışıp biriktirmeyi, kazanmayı (tepe yapmayı) "boş iş" görmek, bana verimsiz bir kısa devre olarak görünüyor. Ve zaten inandırıcı gelmiyor.

Osho da sanırım buna inanıyormuş. Garajında bekleyen 96 adet Rolls Royce bana yeterli ipucunu veriyor :)
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Nisan 18, 2010, 12:18:27 ös
Yanıtla #6
  • Ziyaretçi

Düşüncelerinize katılıyorum,ben sadece Osho'nun ağzından konuşmaya çalışıyorum.Osho,zaten bir çelişkiler insanı..Dediğiniz gibi maddiyata önem vermediğini söylerken 96 adet rolls royce'u var;önceki dönemlerde Tanrı'ya inandığını söylerken sonraki dönemlerde Tanrı diye birşey yoktur,Tanrısallık vardır der.Ve bunları bilerek yaptığını söyler.Rolls Royce'larını da kendisine inananlar,komünündeki insanlar almıştır..Bu çelişkilerin nedenini de yanına daha çok insan çekebilmek olarak açıklamıştır.Rolls Royce 'lar oldukça onun insanlar gözünde büyüklüğü artacak,ona hayran olanlar çoğalacaktı(zenginliğin yarattığı büyüklükten yararlanmak)nitekim de öyle oldu,rolls royce'lar sayesinde dünyanın her yerine ulaştı,komünler oluşturdu her yerde...Buna manevi dünyaya ulaşmak için maddi dünyanın argümanlarından yararlanmak demek doğru olurdu herhalde.


Nisan 18, 2010, 01:15:23 ös
Yanıtla #7
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

İnsanın kendisi maddi değil midir? Aslında insan için tek bir form vardır; o da maddi form. Maddeden bağımsız bir manevi dünya örneği düşünemiyorum ben. Hep bir "yol"dan söz ediliyor, "hakikat"ten, "gerçek"ten vb. bunlar çok havada kavramlar. Bunlar ne? Bunlar nasıl bir şey ki, maddi dünyadaki varlığımızı borçlu olduğumuz yaşama içgüdüsünden sıyrılınca tanıştığımız, idrakine vardığımız şeyler oluyorlar?

Arınmak? Herhalde huzur kastediliyor. Çelişkisiz, suçluluk duygusu olmayan bir huzur. Mutluluk.

Ben diyorum ki, -ki eminim osho da insanların mutlu olmasını isteyen biriydi, bunun için çalışmıştı- insanın maddi ve manevi dünyası diye ikiye ayrılmış, (birini yaşamak için öbüründen vazgeçilmesi, öbürüne tü kaka muamelesi yapılması gereken) iki tane özü yoktur. İnsanın tüm dünyası bir bütündür. Ve mutlu olmak için, Osho'nun ilkel istekler dediği, insan ihtiyaçları görmezden gelinmemeli, bunun adaletli bir şekilde sürmesi için uğraşmalıdır. Bunun yerine kısa yoldan ihtiyaçları görmezden gelmek, onların irrasyonel olduğunu ima etmek ve ihtiyaçları tatmin etmek için çalışıp biriktirmeyi, kazanmayı (tepe yapmayı) "boş iş" görmek, bana verimsiz bir kısa devre olarak görünüyor. Ve zaten inandırıcı gelmiyor.

Osho da sanırım buna inanıyormuş. Garajında bekleyen 96 adet Rolls Royce bana yeterli ipucunu veriyor :)



Osho'nun çelişkileri olduğunu duymuştum ancak 96 adet Rolls Royce'u olduğunu yeni öğrendim sağolun.. :)


Sayın Popperist, zihin dediğimiz bir araçtır amaç değil eğer onu araç olarak kullanırsak (bir de Yaratan'ın hizmetine verebilme becerisine sahip olursak) kutsallık basamaklarını çıkmaya başlarız bu dünyadayken ancak eğer zihin amaç olursa bu sefer onun kurgularında kaybolup gideriz. (eğer böyleyse şöyle olurdu/olması gerekirdi...vb) Zihin sürekli çıkarımlar yaparak ilerler oysa hakikat için çıkarımlar yapmanıza gerek yoktur, (onun) varlığını farkedebilmek ve onu yaşayabilmek yeterlidir. Zaten sonsuz olduğundan, sonsuz kere zevk ve haz sizinle olacak, bu dünyanın şöhreti..vs de gözünüzde kaybolup gidecektir. Fakat burada(n) ihtiyaçların karşılanmaması ve tibetli rahipler gibi yaşamak anlamı çıkmamalı, insan ihtiyacı kadar yaşamalı/ihtiyacı kadarını almalı anlamı çıkarılmalıdır.


Yazınızın başında, 'Hakikat' için "ne" diye sormuşsunuz ve (talihsiz bir şekilde) "havada kalıyor" demişsiniz onun hakkında. 'Arayan Mevlasını da bulur belasını da' diye bir söz vardır halka malolmuş; aramazsanız nereden bileceksiniz sayın Popperist?


Aslında, Hakikat için,  10 sefirot'tur diyebiliriz. Kişi 10 sefirot yoluyla (bilinç basamaklarını çıkarak) Yunus'un "Bir Ben vardır bende, benden içeri" seviyesine gelir ( bkz: http://74.125.77.132/search?q=cache:NUCbSJwZt4wJ:www.farklar.net/ad.php%3Fad%3D19+bir+ben+var+benden+i%C3%A7eri+yunus&cd=29&hl=tr&ct=clnk&gl=tr&client=firefox-a ). Sanırım, bu kadarı da yeterli (Kabala 10 sefirot için ayrıca:
http://www.oguzoktay.com/BoraCanay/kabbala.htm). Gerisi, tecrübe edenlere/edecek olanlara kalsın... :)
« Son Düzenleme: Nisan 18, 2010, 01:24:17 ös Gönderen: Texan »
Çöl Bilgesi


Kasım 16, 2010, 03:44:07 ös
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Osho belgeseli için:
Çöl Bilgesi


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
7940 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2009, 11:22:19 ös
Gönderen: hewal73
26 Yanıt
21881 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 20, 2013, 12:35:15 ös
Gönderen: GOASISG
9 Yanıt
21431 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 16, 2011, 11:16:33 ös
Gönderen: AMON RA
6 Yanıt
7356 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 06, 2009, 06:17:33 ös
Gönderen: baris
4 Yanıt
4923 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 10, 2009, 03:49:57 ös
Gönderen: Itzhak
19 Yanıt
15267 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 08, 2012, 09:45:54 ös
Gönderen: smyrnali
36 Yanıt
24387 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2012, 10:20:17 öö
Gönderen: Masor1976
49 Yanıt
31096 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2014, 11:29:47 öö
Gönderen: ABCDEF
15 Yanıt
13654 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 07, 2015, 01:28:57 ös
Gönderen: _SplendouR_
7 Yanıt
6162 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2012, 10:08:38 öö
Gönderen: NOSAM33