Bu başlık altında sanırım en güzel değerlendirmeyi, bir yıldan çok zaman önce Sayın Alşah yapmıştı.
Ben bu gibi konulara pek burnumu sokmam, bu Forumu sürekli izleyenler bilir. Ancak şimdi aklıma bir iki ilginç nokta geldi.
Birincisi; “Nasıl bir yaradana inanıyoruz?” diye sorulduğunda, inanma durumunu sonraya bırakırsak, demek ki şu yaradanın değişik türleri ya da birbirinden farklı olanları var. Bunların hangisi ya da nasıl olanı diye soruluyor.
İşte o farklı olanlarından hangisi bize daha uygun gelirse ona inanıyoruz. Daha doğrusu Sayın Alşah’in belirtmiş olduğu üzere, zaten onu biz, her birimiz, ayrı ayrı tanımlamış değiliz, birileri, özellikle şu Araplar falan, onu tanımlamış, belirlemiş, biz de ona ya da onlardan birine inandırılmışız.
Gelelim şu inanma fiiline…
Bu yaradan dediğimizin nesine inanıyoruz? Sözüne mi, yazısına mı, yapıp ettiklerinin doğruluğuna mı; elbette bir şey söylediyse, yazdıysa ya da yapıp ettiyse eğer?...
Kimileri benim dediğim gibi değil de bu inanmayı onun “varlığı” üzerine kuruyor.
Bakın işte o zaman durum değişir. Önce var mı, yok mu olduğunu irdelemek gerekir.
Yok olduğunu ileri sürenleri geçelim bir kalem.
Var olduğunu ileri sürenlerin başı dertte. Bu varlığı kanıtlayabilmek için didinip duruyorlar yüzyıllardır. Hele önceye dönünce bir de şu nasıl sorusu var ya!... Kişinin kendine özgü birtakım niteliklerini yakıştırıp duruyorlar o yaradan dediklerine. Zaten bundan ötürü farklı yaradan tanımları çıkıyor ortaya. Çünkü herkesin tutumu, eğilimi, dilekleri, beğenileri, beğenmezlikleri, sevinçleri, kuşkuları, umutları, korkuları, daha birçok insanca hatta bazısı hayvanca dürtüleri pek farklı olabiliyor.
Farklı davrananlar da var… Yaradan terimi üzerinde durmak yerine bir Tanrı kavramından söz ediyor. İşte o zaman patırtı artıyor. Çünkü Yaradan Tanrı’nın altında kalıyor, o sadece bir yaradan… Kimisi de bunun tersini ileri sürüyor: Yaradan asıl üstte olan, Tanrı da onun yaratmış olduklarından biri.
Neden şu işin doğrusunu açıkça söylemekten bu kadar çok korkuyor bu insanlar?...
O doğuya gittiğinizde, orada insanların pek bir düzen içinde, daha bir “insanca” yaşadığını, insana önem ve değer verdiklerini görüyorsunuz. Onlara bir sorun şu soruyu bakalım, nasıl bir yaradana inanıyorsunuz diye… Size “Neyi yaradan?” diye soracaklar. Siz de alışageldiğiniz, teist nitelikli bir dinin inançlısı olarak “Dünyayı evreni, canlı ve cansız her şeyi.” deyin isterseniz. Yüzünüze bakacak ve hiçbir şey demeyeceklerdir. “Siz öyle bir şeye mi inanıyorsunuz?” diye sorup müstehzi bir tavır takınmayacaklardır. Sadece yüzünüze bakıp anlamsız bir ifadeyle sizi anlamaya çalışacaklardır.
Biz olsak öyle yapmazdık.
Onlar neden öyle yapacaklardır, bilir misiniz?
Bize saygı duyduklarından ve gösterdiklerinden; bizi de kendileri gibi “insan” yerine koyduklarından, insanca davranmayı bir yaşam tarzı edinmiş olduklarından.