Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: REFORM’UN ARKA YÜZÜ - 1  (Okunma sayısı 3703 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 13, 2010, 10:36:21 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Orta öğretim kurumlarında tarih dersleri okutulurken, Avrupa tarihi ile bağlantılı olmak üzere Orta Çağ sonrasına gelindiğinde, önce Rönesans ve ardından Reform konularına da değinilir. Yüzeysel anlatımlar yapılır. Yurdumuzda olsun, Batı ülkelerinde olsun, insanlar bu yüzeysel bilgiler ile yetinmek zorunda bırakılır.

Gelin burada, bu forum ortamında Rönesans olayını bir başka yana bırakarak şu Reform diye adlandırılmış değişimi, biraz da anlatılmayan yanları yani arka yüzüyle gözden geçirelim.

Aslında Batı dünyası insanının iç dünyasında yeniyi arayan Rönesans felsefesi, yeni bir insan, yeni bir hukuk, yeni bir devlet anlayışının yanı sıra yeni bir din anlayışı da getirmiştir. Bu bakımdan Reform konusunu sanki Rönesans olup bitmiş de onun ardından gelmiş tarzında incelemek yanlış olur. Reform Rönesans’ın bir parçasıdır. Kimi uygarlık ve kültür tarihçileri, Rönesans’ın bu Hıristiyan dinindeki değişim akımı yüzünden doğmuş olduğunu ileri sürerse de, aslında Reform olayını Rönesans’ın doğal bir ürünü saymak daha doğrudur.

Rönesans eylemi, Batı dünyasında edebiyat, felsefe ve sanat yapıtları arasındaki rekabeti canlandırmış, araştırmayı isteklendirmiş, eleştiriyi özendirmiş, Orta Çağın bağnaz ortamında insanlara dayatılan dar zihinsel kalıpları kırmıştır. Özgür bir varlık olarak kendini yeniden oluşturmak isteyen insanın çabasını gösterir. Bu çaba dinsel ya da ilâhi olmaktan çok insanî (hümanist) içeriklidir. Ancak İnsancılık (Hümanizm) akımının doğuşuna, ardından aydınlanma akımlarının gelmesine daha çok vardır ve bu nedenle de bitmiş, sona ermiş sayılamaz. Araya girmiş olan dinsel nitelikli değişimler ise, bir bakıma kendilerini çok daha önceki bir tarihte noktalamıştır.

Zaten hep öyle oluyor. Dinde ve inançta özgürlük ve değişim, yenileşme diyorsunuz. Ortaya yeni bir akım çıkıyor. Aslında bunların çoğu daha önce bir başka ad ve biçim altında doğmuş bulunan akımların benzerlerinden başka bir şey değil ama Dinler Tarihi’ni iyi bilmeyen insan bunu yepyeniymiş gibi algılıyor; kimisi karşı çıkarken yeniliğe doyamayanlar buna sarılıyor. Ancak bir süre sonra o da kendini kalıplaştırarak donduruyor; böylece eskimiş olup kalıyor.

Bu olguyu genel olarak da incelemek olanaklı elbette. Ancak ben burada özeli ele alıp, Hıristiyan dünyasında kimi zaman Reform ya da Reformasyon kimi zamanda Protestanlığın Doğuşu diye adlandırılan olaylar dizisini ÖZETLE ve biraz da arka yüzüyle gözden geçirmeye çalışacağım. Bunu üç ayrı başlık altında yapmaya niyetliyim.

Birincisi bu başlık… Bundan sonra HUGUENOTLAR (çok önemli) ve ardından şu Protestanlığın doğuşu olayının ilk sorumlusu ya da önderi olarak görülen, o göklere çıkarılıp bir türlü indirilemeyen MARTIN LUTHER.




Protestanlığın ortaya çıkışını salt dinsel nitelikli basit nedenlerle açıklamak acaba ne kadar doğru?... Bu gelişmede başka toplumsal etkiler, özellikle ekonomi de yok mu?

Bireyin sosyal ve ekonomik sorunları tanrısal düzen içerisinde bile hemen ön plana çıkıyor. Nitekim Kuran-ı Kerim’de geniş ölçüde toplumsal ve ekonomik yaşama yer verilmiş oluşu bundan ileri gelse gerek. Elbette o Allah’ın işi, ona karışamayız; benimki sadece insanca ve insanın boyutları yettiğince bir düşünce. Ancak şu var ki, Hıristiyanlık bundan yoksun kalmış ya da gerek Katolik gerek Ortodoks Kilisesi’nin tutumuyla bundan özellikle uzak tutulmuş. O uzak tutuşun ardında din adamlarının ekonomik çıkar kaygıları da var elbette ama din sanki insanı sadece öteki dünyaya hazırlar gibi bir görünüme büründürülmüş. Keşke tümüyle öyle kalsaydı da din adamları dünyevi işlere burunlarını sokmaktan sakınmayı bilselerdi. Din hem sosyal ve ekonomik yaşamın dışındaymış gibi gösterilmiş hem de Kilise o yaşama yön vermeye, otoritesini onların da üzerinde kurmaya yönelmiş.

Dolayısıyla Protestanlık öyle basit ve sırf din içerikli bir değişik eylemi değil. Aslında bütünüyle ekonomik bir dincilik akımı. Kapitalizmin temellerini hazırlamaya başladığını öne sürenler bile var.

Reform olayının başlıca nedeni, Katolik Kilisesi kapsamında görülen ahlâkî yozlaşma ile yaptığı baskının artık katlanılma çizgisini aşmış olması biçiminde öne sürülebilir. Martin Luther’in başını çektiği bu karşı koyuş, aslında aklın dogmalara bir başkaldırışı olmaktan çok, Papalığın “indulgence” (endüljans) adı verilen beratları Hollanda’da Fugger Bankası aracılığıyla satarak kazandığı büyük tutardaki paralara ortak olmaktır.

15. yüzyılın başlarında Katolik Kilisesi’nin egemenliğine karşı çıkmakla başlayan, bir bakıma ilk burjuva devrimi sayılabilecek bu eyleme Reform denmiş. Aslında öyle dişe gelir bir kapsamda bir reform (yeniden biçimlendirme) olduğu falan yok ama öyle benimsenmiş olduğu için ben de bu terimi kullanmayı sürdüreceğim.

Katolik inancı, Orta Çağın feodal toplum düzeninin ideolojik temeliydi. Bu yüzden de ekonomik ve toplumsal etkenler, Kutsal Kitap’ta yer almasa bile din adamlarının ortaya koymuş bulunduğu dogmalarla Hıristiyan toplumuna dinsel biçimde yansıtılmıştı.

Fakat Orta Çağın sonlarına yaklaşıldığında ortaya toplumsal yaşam çerçevesinde yeni bir sınıfın çıktığı görülüyordu: Burjuvalar… Bu sınıfın çıkarı için ise Katolik inancı yetmiyor hatta engel oluşturuyordu. Yeni, başka, farklı bir dinsel inanç sistemi gerekiyordu.

İşte bunu Protestanlık gerçekleştirdi.

Şöyle de diyebiliriz: Katolik Kilisesi’ne karşı çıkanların amacı dini yok etmek değil, burjuva toplumunun çıkarlarına uygun yeni bir dinsel yapılanma gerçekleştirmekti. Kilise var olmasına var olmalıydı ama burjuva sınıfının çıkarına uygun davranmalıydı.



Yazımın bu aşamasında bir uyarıda bulunmak istiyorum. Ara sıra “Almanya” diye bir ülke adı kullanacağım. Aslında tarihin o dönemlerinde Almanya diye tek bir ülkenin var olmadığını, birçok Germen ülkesinin bulunduğunu bilmek gerek. Kolay olsun, coğrafi bakımdan Avrupa’nın neresinden söz ettiğim anlaşılsın diye Almanya diyorum.


Almanya, Reform olayının doğduğu yerdir. 1517 yılında Martin Luther adlı bir papaz tarafından Wittenberg Kilisesi’nin kapısına asılan 95 maddelik bir bildirge (protesto) ile başlamıştır. Protestanlık terimi de işte buradan geliyor.

Bu başlangıçta Protestanlık, Katolik Kilisesi’ni aşarak Hıristiyanlığın ilk dönemine, özgünlüğüne dönmek, bu Kilisenin bozduğu dine yeniden kavuşmak ister. İçinde ne Platon ne Aristoteles’in olduğu, saf Hıristiyanlık… Bu nedenle Martin Luther ve bu akımın bir diğer öncüsü olan Jean Calvin’in vaazlarında özellikle felsefe karşıtı bir sürü söze rastlarız.

Örneğin Martin Luther, Antik Çağ felsefesi  için şöyle diyordu: «Helen felsefesi şeytanın kendisidir; iğrenç bir şeydir. Bir karanlıktan başka bir şey değildir. Korkunç bir belâ, bir ucubedir. Tam bir safsatadır. Bu felsefenin kurucusu olan Aristoteles ise üç kez lânete lâyıktır.» (Aristoteles elbette Antik Çağ felsefesinin kurucusu falan değil ama Martin Luther öyle demiş.)

Özlemini duyup yenilemeye çalıştıkları Hıristiyanlığın felsefî temellerine saldıran Luther ile Calvin aslında çok geçmeden şunu anlamıştır ki, din, felsefî bir temel olmadan yürütülemez. Oysa Luther öyle sıradan bir papaz de değildi; Erfurt Üniversitesi’nde okumuş, sonra teoloji ve felsefe öğretmenliği de yapmıştı.

Luther’e göre toplumsal eşitsizlik bir Tanrı düzenidir ve olduğu gibi korunması gerekir.

Calvin ise Kilise’nin en önemli ekonomik doktrinlerinden birine karşı çıkarak, üretim için faiz almanın gerekli olduğunu, bunun da dinsel yasalara aykırı olmadığını savunur.

Böylece gerek Luftherci gerek Calvinci Protestanlık, ekonomik dinciliği ortayla çıkarır.

Kimi felsefe tarihçileri, Reform olayının altında başta Almanya olmak üzere 13-15. yüzyıllar arasında yükselen gizemci (mistik) düşüncelerin de önemli payı olduğunu öne sürer ve şunu savunurlar: “Martin Luther’in Katolik Kilisesi’nin bozuk düzenine karşı protestosu sonunda ortaya çıkan Protestanlık, gizemci düşüncelerin önayak olduğu bir ortam içerisinde doğmuştur.”

Elbette… Toplumsal tedirginliklerin doğduğu her dönemde gizemcilik toplumlarda hayli yaygınlaşmıştır. Her nerede toplumsal koşullarda bozukluk başlamışsa, halk katmanları arasında bir içe kapanma, kurtuluşu içte aramak için gizemciliğe yönelme başlamıştır. 14.-16. yüzyıllar arasında, yönetimlere karşı ayaklanan her grubun ardında onun destekleyicisi olan bir dinsel grup ya da gizemci tarikat bulunduğu görülür.

Çalışmanın bu bölümüne son verirken şuna da değinmeyi yararlı/gerekli gördüm. Başta Karl Marx ve Friedrich Engels olmak üzere bu konuyu bir başka biçimde değerlendirmiş olanlar da vardır. Özetle şöyle: “Hıristiyanlığın özüne dönmek isteyen Lutherci görüşün ister istemez o çağın ekonomik koşullarının etkisi altında kalarak feodal ekonomik yapıyı çökertmek amacıyla sırtını ya köylü ya da burjuva sınıfına dayaması gerekiyordu. Dolayısıyla ilkel Hıristiyanlığın ekonomi ile ilgisiz tutumuna bağlı kalmak  artık olanaklı değildi.”



Şimdilik burada duralım… İzleyecek bölümde devam edeceğiz.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
7471 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 01, 2007, 01:38:11 öö
Gönderen: shemuel
0 Yanıt
3104 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 09, 2009, 04:48:14 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
4474 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 07:30:19 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2949 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 13, 2010, 08:35:43 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2761 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 04, 2010, 12:30:49 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3005 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 15, 2010, 11:03:51 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3955 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 19, 2010, 11:32:09 öö
Gönderen: Prometheus
2 Yanıt
3672 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2010, 11:43:39 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2745 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 24, 2010, 04:35:09 ös
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
3538 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 18, 2018, 11:14:39 ös
Gönderen: NOSAM33