İsrail & Diğer Ülkeler
Gerçeğin ikiye ayrıldığını gördük: Dışımda olanlar (ya da dışımda olarak algıladığım dünya) ve içimde hissettiklerim.
İyi ve Kötü – Aynı şey iyi ve kötü içinde geçerli. İyi ve kötü ne demek? Mükemmel adalet diyebileceğimiz bir şey var mı ? Eğer ben mutlu olma arzusundan yaratılmış bir yaratıksam, beni mutlu eden şeyleri iyi, bana acı veren şeyleri de kötü olarak algılarım.
Eğer devlette bir bürokrat para çalıp yolsuzluk yapıyorsa kötü, ama bu amcamsa ve bana bu parayla bir spor araba alırsa biraz daha iyi. Fırtına kötü birşey, ama ben çiftçiysem ve rakiplerimin hasadını fırtına yok ettiyse bana olabilecek en güzel şey bu.
Ayrıca gördük ki insanoğlu hep deniyor. Realitedeki tüm diğer objeler gibi, durgun ve bütünlük ve sonsuzluk içerisinde ne dışarıdan nede içeriden baskısız bir hal içerisinde var olmanın yolunu arıyor. Bu dengeli hale ulaşabilmek için önce insan nasıl yaratıldığını öğrenmeli ve etrafındaki realitenin de nasıl yapılandırıldığını bilmeli.
Eğer insan kendisine zıt olan bir varlıkla kendisini kıyaslayamazsa, iyi ya da kötü, yada daha farklı bir anlayışla, kendisini nasıl algılayabilir ki? Ama öğrenebilirse, edineceği bilgi kendi durumunu kontrol etmesini sağlayacak, doğal, durgun ve bütünlük duygusunu içinde hissettirecektir.
İnsan kendisini analiz etme yeteneğinden mahrum kaldıkça, bilimsel ve teknolojik ilerleme dâhil olmak üzere, hiç bir şekilde hayatın gerçek tadına ulaşabilmenin yolunu bulamayacak. Tam tersine bu şekilde geliştikçe her şey daha da kötüye gidecek. Görüyoruz ki daha da ilerledikçe daha da fazlasını istiyoruz ve etrafımızda hep bir eksiklik olduğunu hissediyoruz.
Bu noktada aslında hiçbir şeyin kontrolünün elimizde olmadığını görüyoruz. Etrafımızda hiç kimsenin de, ne kadar güçlü olsalar da aslında hiçbir şeyi değiştiremediklerini görüyoruz.
İnsanın içindeki bu daha büyük bir şeylerin olduğu merakı uyandıkça, kalpteki kıvılcım dediğimiz arzu insandan gerçeği, bütünlük ve sükûneti aramayı talep etmeye başlar. İnsan bu yoldan geçerek binlerce yıldır gerçeği arayan insanlar tarafından kullanılan kabala adlı metoda gelir.
Araştırmaları ve çalışmaları sonucu üst dünyaları keşfeden kabalacılar, edindiklerini bize kökler ve dalların diliyle yazdıkları kitaplardan öğretirler. Gerçeğin ikiye ayrıldığını, üst gerçek ve alt gerçeğin, etki ve etken olarak birbirleriyle ilişki içerisinde olduğunu anlatırlar.
İnsan hayatını anlayabilmek ve kendi kontrolüne alabilmek için üst dünyaları algılamak zorunda.
Bu sürecin nasıl başladığını ve içinde yaşadığımız gerçeğin nasıl yaratıldığını daha önce öğrenmiştik.
Yaratan’ın arzulama duygusunu yaratarak, ruh âleminden çıkıp ve beş dünyadan inerek kendisinden en uzak dünya olan Olam Hazeh’e indiğini daha önce görmüştük. İşte bu dünyadan tekrar yukarıya doğru yükselmek istiyoruz. Ama nasıl?
Kabala yaratılanın etrafını saran (yaratılan = arzulamak duygusu) durgun ve sonsuz bir ışığın olduğunu anlatır – buna yaratılışın düşüncesi adını vermişler. Bu kanun bana sürekli iyilik yapıp bir şeyler vermek istiyor ama özelliklerim onun özelliklerine ters olduğu için onu hissedemiyorum. Ondan uzak ve ona nazaran daha ilkel bir varlığım. Tüm dünyalar bana ondan ne kadar uzak ve onun yapısına ne kadar zıt olduğumu gösterir. Aslında ruhani açıdan, üst – alt, zaman ve yer dediğimiz hiç bir şey yok. Bu kanuna kabalada eşitlik kanunu denir.
Yaratılanlar, yaratılışın düşüncesi olarak adlandırdığımız alan içerisinde dağılmış vaziyetteler. Öğrendiğimiz gibi Yaratan’a yakınlaşmak ve O‘nu hissedebilmek bizler tarafından mutluluk olarak hissediliyor. Bunu ilk Behina Alef’te (ilk görünüm) gördük. Yaratan’dan uzaklaşmak ise ızdırap olarak hissedilir. Bu demektir ki Yaratan’ı hissedebilmek için O’nu öğrenmemiz ve çalışmamız lazım ki O’na benzeyebilelim.
Kabala kişinin kendisini ve çevresini incelemesine ve araştırmasına, sonunda da dengeli hale ulaşabilmek için ne yapması gerektiğini anlamasına yardımcı olan bir ilimdir.
Üst dünyalardan geçerek yukarıya doğru yükselebilmek Yaratan’a ne kadar benzer olduğumuza bağlı.
İnsan birçok arzudan ibarettir. Kabalada insan yapısı 613 parçaya ayrılmıştır (Tariag) (613) arzu + 7 ek, toplam 620 arzu (Tarach). İçimizde Yaratan’a yakın arzularda var O’na uzak olanlarda. O’na uzak olan arzulara kendisi için isteyen arzuların himayesi altında denir.
Kabalada arzuları beş kategoriye tekabül eden beş görünüme ayırabiliriz. Keter: Kafa Tası, Hohma: Gözler, Bina: Kulak, Tifferet: Burun ve Malkut: Ağız.
Burada bu terimlerin fiziksel hiç bir objeyle bağlandırmamız gerektiğini tekrar hatırlatmak isterim. Kabalada fiziksel hiçbir şeyden bahsetmiyoruz. Sadece bu dünyadan benzer şeylerin isimlerini kullanarak ruh âlemini açıklamaya çalışıp anlamaya çalışıyoruz. Dinlerdeki problemlerin hepsi bu ayırımın yapılmamasından ve ruhani hislerin fiziksel davranışlar olarak algılanmasından kaynaklanıyor.
Bu deyimleri içimizde hissetmeye çalışmalıyız, içimde ne olduğunu algılamaya çalışmalıyım. Zamanla göreceksiniz ki bu terimlerle ilgili içinizde farklı hisler doğacak
Özgecil olarak işlev gören arzularımıza İsrail denir. İsrail kelimesi Yaşar–El kelimesinden türemiştir ve Yaratan’a Direk demektir - Yaratan’a yönlenmiş olan arzu.
Kendisi için isteyen arzuların içinde olanlara da dünya milletleri denir.
Kökler ve dalların kurallarına göre, bizim realitemizde de İsrail ve Dünya Milletleri var.
Peki İsrail denilenler kim? Kalbinde o kıvılcımı, Yaratan’ı arama ve gerçeği bulma arzusunu taşıyanlara İsrail ulusu denir (Tahmin ettiğiniz gibi bu dininizle ya da ailenizin diniyle ilgili bir şey değil – sadece o kişiyle ilgili ve tümüyle ruhani bir durum). Bu arzuyu taşıyan insanlar ışığı ilk alacaklar – kitaplarda da dediği gibi “Ben her kimi istersem ışığıma onu alırım”.
Dolayısıyla İsrail’e (yani Yaratan’la bütünleşme arzusunu taşıyan insanlara) bir görev düşüyor, “Milletlere ışık”.
Hikâyemizin ilk başlarına doğru gidersek, kabalacılar Hz İbrahim’in çadırı önünde oturduğunu ve etrafına ruhaniliği edinmek isteyen insanları topladığını anlatıyorlar. Bu grup insandan Yehud kelimesinden türeyen Yehudim (Yahudi) – Yaratan’la bütünleşmek- anlamına gelen bir kabala grubu oluşturduğu anlatılır.
Her bireyde olduğu gibi, kendi arzuları büyüdükçe, içten bir tatminsizlik duygusu kişiye baskı yapmaya başlar – bir boşluk hissi olur. Dolayısıyla İsrail denilen bu grup insan üzerlerine düşen görevi yapmadıkça çevrelerinden (yani diğer milletlerden) baskı görürler. Dolayısıyla hayatımızın neden ızdırap dolu olduğunu anlayabilirsek, çözümünü bulabiliriz.
Ne kadar iyi olmaya kalkarsak kalkalım, diğer insanlara ne kadar benzeyip onlara uyum sağlamaya kalksak ta üzerimize düşen Yaratan’la bütünleşme görevimizi yerine getirmeden hayatımızdan acılar eksik olmayacak.
....
http://www.kabbalah.info/turkishkab/Dersler/Ders3.htm