Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KOMO USTALARI - 3  (Okunma sayısı 2422 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 08, 2009, 12:31:31 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



GOTİK VE KOMO USTALARININ SONU


Orta Çağ boyunca Komo Ustaları, inşaatçılık mesleği ve sanatını tekellerinde tutan bir topluluk değildi. Daha 6. yüzyılda kurulmasına başlanan manastırlar, özelikle 9. yüzyılda Şarlman’ın da desteğini kazanınca, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun hemen her yanında çeşitli tarikatlar şeklinde örgütlenmişlerdi.

10. ve 11. yüzyıllarda giderek daha çok güç kazanan manastırların karşısında Komo Ustaları zayıf düştü. Bunda, manastırlarda oluşturulmasına başlanan Gotik Mimari Stili’nin yaklaşık altı yüzyıldan beri uygulanması sürdürülen Romanesk’in yerini alışının da etkisi oldu.

Gotik Mimari Stili, Roma Mimari Stili ile taban tabana çelişkilidir. Bu çelişki, her şeyden önce yuvarlak kemerlerin yerine olabildiğince yüksek sivri kemerlerin kullanılmasıyla belirgindir. Bunun için de Gotik Mimari’de, Roma Stili’ndeki sağlamlık öğesinin yerine, geometriye dayanan denge öğesi (kullanılan yapı elemanlarının karşılıklı güç etkileşimiyle bir dengede duruşları), sanatın temelini oluşturur.

Roma Mimari Stili’nde iri ve özenle yontulmuş taşların, bir tür ilkel beton olarak nitelendirilebilecek kireçli bir karışımın binaların iki temel yapı elemanı olarak değerlendirilmiş olmasına karşılık; Gotik Mimari’nin uygulamalarında olanaklar ölçüsünde ince kesilmiş küçük taşlar kullanılmıştır. Bu taşlar, killi ve kireçli harçla birbirlerine özenle yapıştırılmış, gene “denge” ilkesinden yararlanılarak, çok narin duvarlar ve kulecikler oluşturulmuştur. Basit ve çapraz tonozların yerini nervürlü tonozlar almıştır. Çatılarda, ahşabın kullanımına önem verilmiştir. Büyük ve yarım küresel kubbeler terk edilerek, süslü saçakları ve parapetleri olan eğimli düz çatılar benimsenmiştir. Dış görünümde ise, görkemli bir kütle şeklinde olan Romanesk yapılara karşı Gotik yapılar, sanki pek dar bir alana yerleştirilmek zorunda kalınmış ve bu yüzden göğe doğru yükseltilmiş izlenimi verir.

Tüm bunların ötesinde Gotik Mimari’de, yapıtın her köşesinde ince ince oymalar, kakmalar ve işlemelerle süslemeler yapılmıştır. Böylelikle Gotik Mimari’de, denge ve güç öğelerine estetik de katılmıştır. Dolayısıyla, çok pahalıya mal olmasına ve yapımı da çok uzun sürmesine karşın, Gotik Mimari Stili’nde yapılmış bir bina, Roma Mimari Stili’nde yapılmış bir binaya oranla çok daha değerli bulunmuş ve beğeni kazanmıştır.

Manastır Tarikatları

Manastır tarikatlarından ilki ve en ünlüsü Benediktinlerdir.

Bu tarikat, 529 yılında İtalya’nın güneyinde sonradan St. Benedict ya da St. Benoit adını almış olan lı bir keşiş tarafından kurulmuştu. Üyeleri birer siyah cübbe giyerdi; bu nedenle tarikat “Kara Keşişler” adıyla da anılırdı. Ancak bu lâkap, Benediktinlerden sonra ayrı bir manastır tarikatı olarak ortaya çıkan Dominikenler için de kullanılmıştır.

Benediktinlerin manastırlarında çalışan inşaatçı ustaları, “Barbati Fratres” (Sakallı Kardeşler) olarak anılırdı. Bunun nedeni de, bu inşaat ustalarının hepsinin uzun sakal bırakmasıydı.

Orta Çağda Komo Ustaları topluluğuna âdeta rakip olan bu manastır tarikatları arasında ayrıca şunlar sayılabilir:

Cluniyenler, Sistersiyenler, Augustiniyenler, Premontriyenler, Kartacalılar, Fransiskenler, Karmelitler ve Hermitler.

Başlangıçta klasik Roma Stili’ni kullanan Benediktinler, Collegia Artificum’un Komo Ustaları’na katılmamış üyelerinden arta kalan bazılarını toplayarak aralarına aldı. Bu nedenle de, başlangıçta (6. ve 7. yüzyıllarda) doğrudan Roma Mimari Stili’ni uyguladılar. Fakat o tarihlerde İtalya’da bir varlık gösteremediler. Bunun üzerine Orta Avrupa ülkelerine yöneldiler. Sonradan Gotik Mimari Stili’ni geliştirmeye giriştiler. Ancak, bu mimari stilin yerleşmesi ve tüm Avrupa’yı sarması 11. yüzyılı buldu.

Gene Orta Çağ’da (12. yüzyıldan başlayarak) kurulan bazı şövalyelik tarikatları da inşaatçılığa özel bir önem ve değer vererek, aralarına aldıkları mimar ve ustaları çeşitli yerlerdeki kiliselerin yapımında görevlendirdiler. Bu kurumların arasında da özellikle Tapınak Şövalyeleri ile Hastane ya da  Aziz Yahya (Sen Jan) Şövalyeleri sayılabilir.

Bunca çok sayıda ve güçlü örgütün karşısında Komo Ustaları’nın dayanabilmesi âdeta olanaksızdı. Üstelik Komo Ustaları’nın uyguladığı geleneksel Roma Mimari Stili artık istenmez olmuştu. Komo Ustaları, Gotik Mimari Stili’ne dönemezdi; bu sanatı bilmiyor ve uygulamak da istemiyorlardı. Bu nedenle de kendi varlıklarına kendilerinin son vermiş olduğu da söylenebilir.

Gotik Mimari Stili, yaklaşık yedi yüzyıl boyunca Avrupa’ya egemen oldu. Bununla birlikte bu sanat manastırların elinde ve denetiminde kalmadı, kalamazdı da... Çünkü manastırlarda “özgürlük” kavramına yer yoktu. Mimar ve ustalar, doğrudan keşişlerin güdümü altında çalışmak zorundaydı. Bu ise, bir sanatçı için dayanılır bir yaşam değildi.

Önce İtalya’da patlak veren Rönesans akımının da etkisiyle, mimar ve inşaat ustaları, -artık onlara operatif masonlar diyebiliriz- her şeyden önce sanatlarındaki özgürlük ve bağımsızlıklarını aramaya başladı. Bunun için manastırları terk ederek, kendi aralarında birlikler kurma olanağını aradılar. Bunda başarılı oldular çünkü sürekli gereksinme duyulan yapıtları asıl gerçekleştirenler manastırlardaki bağnaz keşişler değil, özgürlüğü arayan sanatçı ve işçilerdi.

Orta Çağ sonunun operatif masonları, Komo Ustaları’ndan da örnek alarak, onların düşmüş olduğu yanılgıdan sakınmaya özen gösterdiler. Birliklerini oluştururken, yalnızca sanatlarında özgür olmayı değil, aynı anda kendi iç işlerinde özerkliği de gözettiler. Bunun için de, örgütlenmelerinde, Roma kolejlerine benzer bir şekilde kurumlaşmayı benimsediler. Böylelikle localar doğdu ve gerçek Operatif Masonluk dönemi başladı.

Acaba Komo Ustaları da, Orta Çağın tüm özgürlükleri kaldıran baskı rejimine karşın, kendilerine gösterilmiş olan saygı, sevgi, beğeni ve sınırlı ayrıcalıklardan yararlanarak, disiplinli çalışmalarının yanı sıra, dağınık organizasyonlarının yerine çok daha düzenli bir şekilde örgütlenemez miydi? Feodal rejim ve yönetimin ezici baskılarına karşılık, bir örgütlenme özgürlüğünü de elde edemezler miydi?

Kim bilir!...  Eğer öyle olsaydı, her halde Operatif Masonluk açısından tarihin akışı da değişirdi.


İlgilenenler için kaynakça:

Henry Wilson Coil
COİL’S MASONIC ENCYCLOPEDIA
New York, 1961

Sir Banister Fletcher
A HISTORY OF ARCHITECTURE ON THE COMPARATIVE METHOD
London, 1959

W. Ravenscroft
THE COMACINES
Little Masontc Library, Book II
Kingsport, 1977


Komo Ustaları başlığı altında ister istemez Operatif Masonluk tarihindeki manastırlara da değinmiş oldum. Artık bundan sonrasına geçebilirim. Bundan sonrasında operatif masonların “özgür mason” oluşu ve ardından da aralarına meslekten olmayan kişileri almaya başlaması geliyor.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3724 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 06, 2009, 08:10:58 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2515 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2009, 08:32:59 öö
Gönderen: ADAM