Sayın Texan ve Sayın SkullG, yazımı incelemiş ve yorum yapmışsınız, teşekkür ederim.
"1982 Türk Anayasasının 146’ncı maddesine göre Anayasa Mahkemesi 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur. Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asil üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeler arasında üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asil üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan Yükseköğretim Kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asil ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer. Buna göre, Anayasa Mahkemesi üyelerini XE "Anayasa Mahkemesi üyelerini" her halükârda Cumhurbaşkanı seçmektedir. Ancak, 11 üyeden 8’i için birtakım makamlar (Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu) Cumhurbaşkanına üç aday göstermekte, Cumhurbaşkanı da bu adaylardan birisini Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atamaktadır. Burada aday gösterme yetkisinin çok önemli bir yetki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı, 11 üyeden 3’ünü ise belli şartları taşıyan kimseler arasından doğrudan doğruya kendisi seçmektedir."
http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htmSayın SkullG,
Ben sizin yazınızı okuduğumda YÖK'ün 12 Eylül ürünü olduğunu görebiliyorum, fakat nedense 12 Eylül'den doğrudan sorumlu olan Askeri Yargı'dan hiç bahsetmemenizi tuhaf buluyorum. Dünyada bizimle birlikte ülkenin sorunlarına askeri yargının karıştığı bir başka ülke yok. Hoş bu durum bu değişiklikte de aşılmadı ama, YÖK'ü eleştirip, askeri eleştirmemeniz bana biraz manidar geliyor.
Bugün Türkiye'de her kurum 12 Eylül'ün ürünüdür. Bir kurum, 12 Eylül sonrasında ortaya çıktı diye darbe ürünü görülüp, diğer kurumların darbe ürünü olmadığı söylenemez.
Anayasa Mahkemesi'nin kendini tanıtımında söylediği şu sözlere bir bakalım;
"1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında
bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte
Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür."
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=template&id=176&lang=0Buradan gördüğümüz üzere, Anayasa Mahkemesinin bizzat kendisi, parlamento üzerinde bir egemenlik kurma aracıdır, darbelerin asıl ürünüdür ve ben yukarı yazdığım AYM içtihatlarının son dönemde, egemenliği kaybetmek istemeyen erk tarafından, nasıl da parlamentonun üzerine çıktığını, AYM nin fonksiyonunu nerelerde kullandığını gayet iyi bir şekilde gözlemledim.
Yani sadece YÖK değil, AYM'nin yazdığına göre "1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. " Yani bütün yargı organlarına darbe ürünü diye bakmanız gerekir.
Şimdi, gelelim atanan üye şekillerine;
Eski Usül (1982);
Yargıtay (2), Danıştay (2), Askeri Yargıtay (1), AYİM (1), Sayıştay (1), YÖK (1) önerdiği 3 kişi arasından Cumhurbaşkanı tarafından ve doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı tarafından (3)
Yeni Usül (2010);
Yargıtay (3), Danıştay (2), Askeri Yargıtay (1), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (1), YÖK (3), Doğrudan Cumhurbaşkanı (4). TBMM (3)
Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki (2)üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir (1) üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer.
Yargı kanadından gelecek üyeleri sayalım;
Yargıtay 3,
Danıştay 2,
Askeri Yargıtay 1
Askeri Yüksek idare mahkemesi 1,
YÖK (En az iki üyenin hukukçu olma şartı getirilmiştir, ve "seçimle" seçilirler) en az 2.
TBMM 1 (Serbest avukatlar içinden)
Ben burada yargı kanadından gelen üye sayısını 7 değil, 10 olarak görüyorum.
En kötü ihtimali düşünerek, Cumhurbaşkanının doğrudan atayacağı üyelerin hukukçu olsa dahi, gözü dönmüş, arlanmaz, hukuk tanımaz yancılar olduğunu varsayarak doğrudan atanan üyeleri saymıyorum.
Kalan Üç üye, Sayıştayın adayları arasından TBMM'ce seçilen 2 üye ile, YÖK'ün Hukukçu seçmek zorunda olmadığı 1 yaşı 45 i aşkın, doç veya profesör ünvanlı öğretim üyesi üyedir.
Cumhurbaşkanının doğrudan atadığı üye sayısı ile, Hukuk kanadından gelmeyen üyelerin sayısı toplamı 7'dir. Ki, bu sayının 4'e, hatta 2'ye inme ihtimali vardır. Fakat her halükarda, AYM'nin hukukçu üye sayısı en az 10 olacak şekilde ayarlanmıştır.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanının taraflı diyebileceğimiz üyeleri, bu oranda düşük bir yer edinmektedirler. Hukuk eğitimi almış üyeler, görülür bir fazlalıktadır. Dolayısıyla sorun yoktur.
Bununla birlikte yukarıda ilk linkini verdiğim makalede, üye seçimi konusunda dünya uygulamalarından şöyle bahsediyor;
" 1. Almanya, Belçika, Macaristan, Polonya gibi bazı ülkelerde Anayasa Mahkemesine üye seçmede
bütün yetki doğrudan doğruya yasama organına verilmektedir. Bu seçime yürütme organı veya yargı organı herhangi bir şekilde karıştırılmamaktadır.
2. ABD, Rusya, Arnavutluk, Azerbaycan, Slovenya, Slovakya, Fransa, Ermenistan, Güney Kore, Romanya gibi bazı ülkelerde ise
anayasa mahkemelerine üye seçme yetkisi yasama ve yürütme organları arasında paylaştırılmıştır. Bu ülkelerin bazılarında bu iki organın arasında denge kurulmaya çalışılmış, bazılarında ise yasamaya, diğer bazılarında ise yürütmeye üstünlük tanınmıştır. Ancak hiçbir şekilde bu ülkelerde yargı organı devreye sokulmamıştır.
3.
İtalya ve İspanya’da Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisi yasama, yürütme ve yargı organları arasında paylaştırılmıştır. İtalya’da bu paylaştırma eşit bir şekilde yapılmıştır. (Üyelerden üçte biri Cumhurbaşkanı, üçte biri Parlamento ve üçte biri de adlî ve idarî yargı yüksek mahkemeleri tarafından seçilmektedir). İspanya’da ise paylaştırma yasama ağırlıklı yapılmıştır (12 üyeden sekizi yasama organı, ikisi Hükûmet ve ikisi de yargı organı tarafından seçilmektedir). "
Yani dünyadaki uygulamlara da baktığımızda, yargı organının dahil olmadığı mahkemeler görebiliyoruz, ve bu ülkelerde yürütme, yargı üzerinde bir dikta oluşturmuyor. Neden? Herhalde diyorum, yasaları hiçbir serbest manevra yapılamayacak kadar açık seçik olduğundandır. Bu yüzden evet oyu vermeme rağmen, bu konudaki asıl başarının, ceza yasalarının açık seçikliğine bağlanması taraftarıyım.