Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bu millet adam olmazmış ?  (Okunma sayısı 12308 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 13, 2010, 06:59:43 ös
Yanıtla #10
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Sayın SkullG, Martı ve Adagio,

Akp tek parti iktidarı boyunca başarısız olduğu gibi, Akp'nin önümüzdeki seçimlerde (yüksek hayır oy oranından da belli olduğu gibi), yüzde otuzun üstünde oy alması pek mümkün görünmemektedir. Yani Akp, önümüzdeki seçimlerde muhtemelen koalisyon yapmak zorunda kalacaktır. Bir sonraki seçimde ise iktidar olması mümkün bile görünmemektedir, bana kalırsa. O halde, bu iktidarın sonunun faşizm olduğunu söyleyebilmek  komiktir. Bu sebeple http://www.euractiv.com.tr/politika-000110/article/ite-anayasa-deiiklii-ile-hayatmaza-giren-26-madde-012122 hal böyleyken,

"Darbe girişiminde bulunan askerler, sivil mahkemelerde yargılanacak. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülecek. Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler asker” mahkemelerde yargılanamayacak. "


maddesi varken, sizin karşı çıkarak aslında neyi savunduğunuz, açıkçası net belli olmaktadır. Umarım ülkemiz için referandumun sonucu hayırlı olur ve umarım ülkemiz -ileride- ortadoğunun en iyi demokrasisi olur. Umarım...
« Son Düzenleme: Eylül 13, 2010, 07:11:30 ös Gönderen: Texan »
Çöl Bilgesi


Eylül 13, 2010, 08:50:36 ös
Yanıtla #11
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 199
  • Cinsiyet: Bay

  Sn. Texan
  Savaş hali haricinde asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanamaması konusuna bundan bir önceki konusunda değinmiştim. İsterseniz bir okuyun.
   Sn. Adagio
   Gerizekalılaştırılıyor demek çok büyük bir ithamdır. Özellikle de bunu Türk halkına söylüyorsanız. Bizler Aziz Nesin, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay veya Devlet Bakanı Egemen Bağış gibi saçma sapan, halkı aptal, ahmak ve ülke sevgisinden yoksun kişiler olarak itham edersek bunun sonucu bölünmeye gider. Bunun yerine şu daha doğru olur:
    Günümüz hükümeti halka karşı uyutma politikası izlemektedir. Bunu da zaten Haber Türk gazetesinin yayınladığı okumuşluk derecesine göre referanduma "evet" ya da "hayır" deme oranları belli etmektedir. İsterseniz bir göz atın.
 http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/550149-ankara-izmir-net-istanbul-ortada
   Ayrıca...
   "Bu referandumdaki "evet" oranının %57.9 olması demek bir sonraki seçimde Akp'nin (Özür dilerim AK Parti'nin -ne farkederse?-) koalisyona gitmek zorunda kalacağı demektir" mantığının ne kadar doğru olduğu tartışılır. Ben şahsen bağlantıyı kuramadım. Bu referanduma "evet" diyenlerin arasından Akp'li olmayan vatandaşları çıkarttığında %30'u geçmez diyorsanız bekleyip görmek gerekir. Ama 1 yıl içinde halk uykudan uyanır diyorsanız haklısınız tabiki.
   Şunu da unutmamak gerekir ki bu referandum 12 Eylül günü yapıldı. Yani tam 30 yıl önce hesaplaşılması planlanan günde. Ama 12 Eylül'de yapılması ne kadar doğruydu. Bayramdan 1 gün sonra? Bazı kesimlerin gözlerini "zafer" öylesine köreltmiş ki bayramdan 1 gün sonra insanların yarısından çoğunun evlerinden uzak olcağı akıllara bile gelmiyor.
   Saygılar...
Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla!


Eylül 13, 2010, 09:50:15 ös
Yanıtla #12
  • Ziyaretçi

     Dertlerinin 12 Eylül ile ilgili olmadığını biliyoruz.Çünkü;Kemal Kılıçdaroğlu bu referandum konusu daha ortada yokken,darbecilerin yargılanmasıyla ilgili önerge sunduklarını(ki önergeyi medyada yayınladı) ve Akape'nin reddettiğini açıkladı...

     Ve Sn.Texan

''Akp tek parti iktidarı boyunca başarısız olduğu gibi, Akp'nin önümüzdeki seçimlerde (yüksek hayır oy oranından da belli olduğu gibi), yüzde otuzun üstünde oy alması pek mümkün görünmemektedir. Yani Akp, önümüzdeki seçimlerde muhtemelen koalisyon yapmak zorunda kalacaktır. Bir sonraki seçimde ise iktidar olması mümkün bile görünmemektedir, bana kalırsa. O halde, bu iktidarın sonunun faşizm olduğunu söyleyebilmek  komiktir.''

Bu kadar sığ bir mantığınız olduğu için kutluyorum.Dediğiniz şöyle birşey biz evet oyu verelim zaten önümüzdeki seçim iktidara gelemeyecek onun için de faşizm getiremez..bu kadar komik işte.



Eylül 13, 2010, 11:31:02 ös
Yanıtla #13
  • Ziyaretçi

Sayın Texan,

Sizin gibi düşünürsek, kötü niyet ile getirilmiş iyilik kabul edilebilirdir.

12 Eylül 1980 gününde Kenan Evren çok büyük iyilik yaptı bu bakış açısı ile bizlere, sağ ve sol önü alınamaz bir biçimde savaş halindeydi ve Kenan Evren buna dur dedi.

Kendi içinizde çelişiyorsunuz, geçen günlerde Kültür Bakanı Ertuğrul Günay 5n1k programına çıktı, getirilen sistemin ileride başka partiler tarafından kötü yönde kullanılıp kullanılamayacağını sordu Cüneyt Özdemir, Günay'ın cevabı kuru bir hayır oldu.

Çok iyi niyetle yaklaşıp bu düzeni AKP kendi için istemedi diyelim, demokrasi, insan hakları vs. için yaptılar. Yarın birileri yargıyı bu şekilde ele geçirip, sivil darbe yaparsa, yine onun çocukları 30 yıl sonra adalet getirmeye çalışır ve bu paradoks içinde tartışmaya devam ederiz, ne güzel değil mi?


Eylül 14, 2010, 12:45:38 öö
Yanıtla #14

Bir günde Nietzsche'ci oldu bizim hayırcılar.

Demokrasi, size de yarar. Unutmayın. Madem demokrasi tü kaka bir şey, referanduma gelene kadar neden "hayır" propagandası yaptınız? BDP gibi boykot propagandası yapsaydınız? Bitti, "evet" çıktı. Şimdi demokrasi tü kaka mı oldu?

Demokrasinin alternatifi totalitarizmdir. Neye onay verdiğinizi görün lütfen. İnsaf.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Eylül 14, 2010, 12:52:07 öö
Yanıtla #15

Evet oyu verdim.

 

Fakat sorunu tam anlamıyla çözmeyeceğini biliyordum. Hangi sorunu? Yargı sorununu.

 

Bu anayasa değişikliğinin bel kemiği, anayasa mahkemesi ve hsyk düzenlemeleri ile askere sivil yargı yolunu açan maddelerdir. Diğer maddeler, zaten hâlihazırda var olan düzenlemelere vurgudan ibarettir. Örneğin zaten anayasada türban yasağını gerektirecek bir şey yok, fakat vurgu ile artık bu sorunun halledileceğine inanılıyor.

 

Son dönemde yüksek yargıda yaşananlar, yüksek yargıda ciddi sorunların var olduğunu gösterdi. 367 olayında, karar, hukuki gerekçelerle değil, siyasi gerekçelerle verildi. Toplantı yeter sayısı ile karar yeter sayısı kavramları ters yüz edildi. Göz göre göre, geçmiş içtihatlara ters bir şekilde, şaibeli bir karar verildi. Bundan başka, anayasa mahkemesi, türban kararını verirken, içeriğe yorum yaptı. Bu yorum geleceğe yönelik bir paranoya ile besleniyordu. Bu paranoya ise, siyasi bir politikanın aracıydı. Gerek 367, gerekse türban kararlarında, mahkeme hukuku askıya aldı ve siyasi kararlar verdi. hsyk, süre giden bir davaya bakan hukukçuları bir gecede değiştirdi. "karar siyasi değildir, hukukidir" diyenler ise, bu yüksek yargı üyelerinin, zanlılarla yediği yemekleri, siyaseti ilgilendiren meselelerde hukuku kullanmak için yaptıkları lobileri, kimi zanlıları kurtarmaya yönelik ses kayıtlarını, siyaseten taraf olduklarını ifade eden telefon konuşmalarını dinlediler ve sadece "bunlar kurgu" diyebildiler. Bunların kurgu olmadığını da bizzat konuşan yargı üyeleri yalanladı. Şimdi de görmezden geliyorlar.

 

Hükümet yeni düzenlemeyle kendine yakın yargıçları bir yerlere atayacak. Gayet makul bir gerekçe "yargı, siyasileşiyor" söylemi. Fakat zaten hâlihazırda böyle bir düzenleme yokken de, yıllardır gördüğümüz üzere, yargı "taraf" olmuş durumda. Kararların hukuki değil, siyasi gerekçelerle verildiği ortada. "yürütme ve yasama, yargı üzerine hâkimiyet kuracak" söyleminin tam tersi olan, "yargının, yürütmeye ve yasama üzerinde, illegal yönden hâkimiyet kurması" onu kösteklemesi ortada. Birincisi, henüz olmamış bir şey. Bir varsayım. Fakat ikincisi defalarca şahit olduğum bir olgu. Bir gerçek.

 

Eğer yargı deterministik işleseydi, hiçbir sorunu olmasaydı, hukukçular, yazılı olana göre karar verselerdi, onları eğip bükmeselerdi, tarafsız olduklarını söylediklerinde dürüst olsalardı, ortada hiçbir sorun kalmazdı ve ben de hükümetin bu değişiklik önerisine hayır derdim.

 

Ben hâlihazırda bir sorun görüyorum ve cumhurbaşkanının, Tbmm'nin yüksek yargıya atayacağı üyelerin, zaten çoktan siyasileşmiş kurumlara bir denge getireceğine inanıyorum. Hükmetmeyecek, tekeli altına almayacak, çünkü cumhurbaşkanının doğrudan atayacağı üye sayısı, bürokratik seçimlerle gelecek olanlara oranla çok düşük. Atanan üyeler de, şimdiki üyeler gibi lobi yapar mı, bazı konularda hukuku atlayıp, "hükümeti aklamak için" çaba sarf eder mi bilmiyorum. Eğer böyle bir şey olursa, o zaman tekrar bu yapının değişmesi için ortaya çıkacak politikalara destek veririm. "iş işten geçince" diye başlayacak yanıtlara da, zaten Türkiye'de bu kurumların, belli cumhurbaşkanlarının atamalarıyla siyasileştiğini söylemem gerek. Kim Ahmet Necdet Sezer’in atadığı üyelerin, blok oy kullanmasının tarafsız olduğunu söyleyebilir? 367 kararında, hukuku atlayan ve hep beraber blok oy kullanan üyeler ne kadar bağımsızdı? Bunların bağımsız olduğuna gerçekten inanıyorsanız, yazdıkları gerekçeleri okuduktan sonra da bağımsız olduklarına inanıyorsanız, ben de bundan sonraki gül atamalarının - yazdıkları gerekçeler ne olursa olsun- bağımsız olacağına adım gibi emin olurum.

 

Fakat doğruyu konuşmak lazım. Ben Sezer atamalarıyla mahkemeye üye olanların bağımsız olmadıklarına inanıyorum. Aynı şekilde bundan sonraki Gül atamaları da, çark dönüp herhangi bir illegal hükümet uygulaması önlerine geldiklerinde (normal bir uygulamadan veya paranoyaya konu olacak uygulamalardan bahsetmiyorum, çünkü paranoya hiçbir şekilde gerekçe olamaz, yolsuzluk gibi somut şeylerden bahsediyorum) taraflı olacaklarını biliyorum. Bu yüzden sorun çözülmeyecek.

 

Bana göre, oraya üye atamasının TBMM veya cumhurbaşkanı tarafından yapılması, doğrudan atamalar veya bunların atamayıp bürokrasi içi demokratik seçimle bir yerlere gelmesi ile falan çözülmez. İster cumhurbaşkanı atasın, ister eski usul devam etsin. Yüksek yargıda gördüğüm tüm sorunların hepsi, bir takım yargıçların yasalarda boşluk bularak, değişik yorumlarla, yasanın kastettiğini atlayarak kararlar vermesinden ibaret. Sorun yasalardaki boşluklarda. Yine hsyk'nın hukuk üyeleri üzerindeki tekeli de bundan kaynaklanıyor. İhraç ettiği, meslekten attığı hukukçular için, dört başı mamur bir gerekçe yazmalı, göstermeli. Askeri sorguladı diye bir üye meslekten ihraç ediliyorsa, bu yasaların yeteri kadar açık olmadığının, yeterli olmadığının göstergesidir. Yine eğer, mevcut yasalar, siyasi oyunların oynanmasına bir alan bırakıyorsa, hsyk, siyasi hamlelerle, süre giden davaların hakimlerini değiştiriyorsa, bu hakim değiştirme, atama vb. gibi durumlarda yasalarda somut gerekçelerin var olmadığı anlamına gelir.

 

Yasaları açık seçik yazmazsanız, ne kastettiğini belirsizleştirecek derecede müphem bırakırsanız, bu boşluklar, gün gelir, bizim gibi insan olan ve insan olduğu için de siyasi bir duruşu olması kaçınılmaz olan hukuk üyelerinin yeri geldiğinde kendi korkularını ve kendi siyasi düşüncelerini uygulayacağı alanlarla doldurulur.

 

Bu yüzden kısa vadede belki hükümetin atayacağı üyeler, mevcut taraflılığı dengeleyecektir. Fakat uzun vadede, yine aynı taraflılık filmi tekrar oynanacaktır. Yasalar değişmeden, üye sayısının azalıp çoğalması, seçim sistemi vb. bir işe yaramaz.

 

E o zaman neden evet dedim? Kısa vadedeki yarara inandığım için. Diyalektik bir denge gelecek, orası kesin. Uzun vadedeki kaçınılmaz taraflılık durumu ise, zaten hâlihazırda süre giden sistem içinde yaşadığımız şeyin aynısı. Hayır deyince fark eden hiçbir şey olmayacak. Bununla beraber, askere yargı yolunun açılması ve özgürlükler konusunda vurgudan ibaret de olsa, hükümeti sorumluluk altına soktuğu için, evet oyuna katkı sağlıyor.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Eylül 14, 2010, 01:22:09 öö
Yanıtla #16
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Evet oyu verdim.

 Fakat sorunu tam anlamıyla çözmeyeceğini biliyordum. Hangi sorunu? Yargı sorununu.

 Bu anayasa değişikliğinin bel kemiği, anayasa mahkemesi ve hsyk düzenlemeleri ile askere sivil yargı yolunu açan maddelerdir. Diğer maddeler, zaten hâlihazırda var olan düzenlemelere vurgudan ibarettir. Örneğin zaten anayasada türban yasağını gerektirecek bir şey yok, fakat vurgu ile artık bu sorunun halledileceğine inanılıyor.

 Son dönemde yüksek yargıda yaşananlar, yüksek yargıda ciddi sorunların var olduğunu gösterdi. 367 olayında, karar, hukuki gerekçelerle değil, siyasi gerekçelerle verildi. Toplantı yeter sayısı ile karar yeter sayısı kavramları ters yüz edildi. Göz göre göre, geçmiş içtihatlara ters bir şekilde, şaibeli bir karar verildi. Bundan başka, anayasa mahkemesi, türban kararını verirken, içeriğe yorum yaptı. Bu yorum geleceğe yönelik bir paranoya ile besleniyordu. Bu paranoya ise, siyasi bir politikanın aracıydı. Gerek 367, gerekse türban kararlarında, mahkeme hukuku askıya aldı ve siyasi kararlar verdi. hsyk, süre giden bir davaya bakan hukukçuları bir gecede değiştirdi. "karar siyasi değildir, hukukidir" diyenler ise, bu yüksek yargı üyelerinin, zanlılarla yediği yemekleri, siyaseti ilgilendiren meselelerde hukuku kullanmak için yaptıkları lobileri, kimi zanlıları kurtarmaya yönelik ses kayıtlarını, siyaseten taraf olduklarını ifade eden telefon konuşmalarını dinlediler ve sadece "bunlar kurgu" diyebildiler. Bunların kurgu olmadığını da bizzat konuşan yargı üyeleri yalanladı. Şimdi de görmezden geliyorlar.

 Hükümet yeni düzenlemeyle kendine yakın yargıçları bir yerlere atayacak. Gayet makul bir gerekçe "yargı, siyasileşiyor" söylemi. Fakat zaten hâlihazırda böyle bir düzenleme yokken de, yıllardır gördüğümüz üzere, yargı "taraf" olmuş durumda. Kararların hukuki değil, siyasi gerekçelerle verildiği ortada. "yürütme ve yasama, yargı üzerine hâkimiyet kuracak" söyleminin tam tersi olan, "yargının, yürütmeye ve yasama üzerinde, illegal yönden hâkimiyet kurması" onu kösteklemesi ortada. Birincisi, henüz olmamış bir şey. Bir varsayım. Fakat ikincisi defalarca şahit olduğum bir olgu. Bir gerçek.

 Eğer yargı deterministik işleseydi, hiçbir sorunu olmasaydı, hukukçular, yazılı olana göre karar verselerdi, onları eğip bükmeselerdi, tarafsız olduklarını söylediklerinde dürüst olsalardı, ortada hiçbir sorun kalmazdı ve ben de hükümetin bu değişiklik önerisine hayır derdim.

 Ben hâlihazırda bir sorun görüyorum ve cumhurbaşkanının, Tbmm'nin yüksek yargıya atayacağı üyelerin, zaten çoktan siyasileşmiş kurumlara bir denge getireceğine inanıyorum. Hükmetmeyecek, tekeli altına almayacak, çünkü cumhurbaşkanının doğrudan atayacağı üye sayısı, bürokratik seçimlerle gelecek olanlara oranla çok düşük. Atanan üyeler de, şimdiki üyeler gibi lobi yapar mı, bazı konularda hukuku atlayıp, "hükümeti aklamak için" çaba sarf eder mi bilmiyorum. Eğer böyle bir şey olursa, o zaman tekrar bu yapının değişmesi için ortaya çıkacak politikalara destek veririm. "iş işten geçince" diye başlayacak yanıtlara da, zaten Türkiye'de bu kurumların, belli cumhurbaşkanlarının atamalarıyla siyasileştiğini söylemem gerek. Kim Ahmet Necdet Sezer’in atadığı üyelerin, blok oy kullanmasının tarafsız olduğunu söyleyebilir? 367 kararında, hukuku atlayan ve hep beraber blok oy kullanan üyeler ne kadar bağımsızdı? Bunların bağımsız olduğuna gerçekten inanıyorsanız, yazdıkları gerekçeleri okuduktan sonra da bağımsız olduklarına inanıyorsanız, ben de bundan sonraki gül atamalarının - yazdıkları gerekçeler ne olursa olsun- bağımsız olacağına adım gibi emin olurum.

 Fakat doğruyu konuşmak lazım. Ben Sezer atamalarıyla mahkemeye üye olanların bağımsız olmadıklarına inanıyorum. Aynı şekilde bundan sonraki Gül atamaları da, çark dönüp herhangi bir illegal hükümet uygulaması önlerine geldiklerinde (normal bir uygulamadan veya paranoyaya konu olacak uygulamalardan bahsetmiyorum, çünkü paranoya hiçbir şekilde gerekçe olamaz, yolsuzluk gibi somut şeylerden bahsediyorum) taraflı olacaklarını biliyorum. Bu yüzden sorun çözülmeyecek.

 Bana göre, oraya üye atamasının TBMM veya cumhurbaşkanı tarafından yapılması, doğrudan atamalar veya bunların atamayıp bürokrasi içi demokratik seçimle bir yerlere gelmesi ile falan çözülmez. İster cumhurbaşkanı atasın, ister eski usul devam etsin. Yüksek yargıda gördüğüm tüm sorunların hepsi, bir takım yargıçların yasalarda boşluk bularak, değişik yorumlarla, yasanın kastettiğini atlayarak kararlar vermesinden ibaret. Sorun yasalardaki boşluklarda. Yine hsyk'nın hukuk üyeleri üzerindeki tekeli de bundan kaynaklanıyor. İhraç ettiği, meslekten attığı hukukçular için, dört başı mamur bir gerekçe yazmalı, göstermeli. Askeri sorguladı diye bir üye meslekten ihraç ediliyorsa, bu yasaların yeteri kadar açık olmadığının, yeterli olmadığının göstergesidir. Yine eğer, mevcut yasalar, siyasi oyunların oynanmasına bir alan bırakıyorsa, hsyk, siyasi hamlelerle, süre giden davaların hakimlerini değiştiriyorsa, bu hakim değiştirme, atama vb. gibi durumlarda yasalarda somut gerekçelerin var olmadığı anlamına gelir.

 Yasaları açık seçik yazmazsanız, ne kastettiğini belirsizleştirecek derecede müphem bırakırsanız, bu boşluklar, gün gelir, bizim gibi insan olan ve insan olduğu için de siyasi bir duruşu olması kaçınılmaz olan hukuk üyelerinin yeri geldiğinde kendi korkularını ve kendi siyasi düşüncelerini uygulayacağı alanlarla doldurulur.

 Bu yüzden kısa vadede belki hükümetin atayacağı üyeler, mevcut taraflılığı dengeleyecektir. Fakat uzun vadede, yine aynı taraflılık filmi tekrar oynanacaktır. Yasalar değişmeden, üye sayısının azalıp çoğalması, seçim sistemi vb. bir işe yaramaz.

 E o zaman neden evet dedim? Kısa vadedeki yarara inandığım için. Diyalektik bir denge gelecek, orası kesin. Uzun vadedeki kaçınılmaz taraflılık durumu ise, zaten hâlihazırda süre giden sistem içinde yaşadığımız şeyin aynısı. Hayır deyince fark eden hiçbir şey olmayacak. Bununla beraber, askere yargı yolunun açılması ve özgürlükler konusunda vurgudan ibaret de olsa, hükümeti sorumluluk altına soktuğu için, evet oyuna katkı sağlıyor.


Uzun ancak güzel bir yazı sayın Popperist, teşekkürler.  'Evet'demek için akp taraftarı ya da yanlısı olmak gerekmiyor, bunu güzel şekilde ifade etmişsiniz, ki bu referandumda,  çıkan 'yüzde 58 evet'in yarısı kadarı (belki de fazlası) akp 'nin  oy kitlesinden de değildi(duyarlı vatandaşların oylarıydı). Ülkemiz için hayırlı olması dileğiyle;  saygılar, sevgiler.
Çöl Bilgesi


Eylül 14, 2010, 01:24:20 öö
Yanıtla #17
  • Ziyaretçi

    Kimse Nietzsche'ci falan olmadı Sn.Popperist.Sadece beğendiğim bir sözü duruma çok uygun olduğu için paylaşma gereği duydum..

    Demokrasi deyip duruyorsunuz,biz de zaten demokrasi için hayır dedik,12 eylül'le hesaplaşmanın samimiyetine inanmadığımız için hayır dedik,bağımsız yargı için hayır dedik,bu referandumun okyanus ötesinde imal edildiğini bildiğimiz için hayır dedik.

   Cinayete ortak olacağımızı düşündüğümüz için boykot etmedik ve evet demedik.


Eylül 14, 2010, 07:50:59 öö
Yanıtla #18
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Sn. Popperist evetinin gerekcelerini yazmış. Teşekkür ederim. Son güne dek boykotun bir tiyatro oyunumda figüran olmaktan iyi olduğunu düşünen birisiyim. Ki daha once de bunu söyledim. Ama evet'in ziyadesiyle sorunlu olduğunu düşünerek gidip hayir dedim. Gelelim bir evet oyu veren popperistin bu oyu veriş sebeplerini irdelemeye

Söyle demiş sn popperist "cumhurbaşkanının doğrudan atayacağı üye sayısı, bürokratik seçimlerle gelecek olanlara oranla çok düşük"

Acaba öyle mı gercekten? Bakalım.  17 üyenin 3unu son kertede Meclis sececek. Geriye kalan 14 üyenin 4unu dogrudan CB atayacak 10 üye yüksek mahkemeler ve YOK tarafından her uyelik için 3 aday gösterilecek yine CB tarafından atanacak. Yani bürokratik seçimle ( bu ifadeyi ben söyle duzeltmeli diye düşünüyorum. Yüksek yargı organlarının kendi üyeleri arasından Genel Kurullarınca yapacakları secim sonucu CB tarafından AYM uyesi' olarak atanacaklarin sayısı) 7 -yedi- uyedir. YOK secim neyim yapmaz. O 12 Eylul ürünü olduğu için kafasına göre aday önerir.

Evvlede nasildi? Asıl+ yedek 15 üyeli mahkemenin 10 üyesi Yüksek Mahkemeler ve Sayıştay (1uye) tarafında her uyelik için gösterilecek 3aday icinden CB tarafından 1 üye YOKun göstereceği 3 aday icinden CB tarafından geriye kalan 3asil 1yedek üye isedogrudanCB tarafından atanmaktaydi.

Bu degisiklikteki ilerleme nerede? Onceden Yüksek Mahkemelerden seçimle gelen üye sayısı 9 iken şimdi 7 oldu. Hem de üye sayısı 15ten 17 ye çıkmışken. CB tarafından dogrudan atanan asıl üye 3 iken 4 oldu.
Bu durumda zaten onceden de CB tarafından yapılan dogrudan atamaların sayısı secimler sonucu atananlara göre düşüktü. 9a 4 iken. Şimdi 7ye dört oldu.

Daha ayrıntısı da var ama bu bile su evet'in gerekçesini bosa çıkarmaya yetmez mi?

Eğer AYM ile ilgili degisiklikten bahsediliyorsa Yüce Divanın gorev alanını genişletmeyi de konuşmalıyız. Meslekten hakim olmayan uyelerinde bulunduğu bir mahkeme olan AYM, ceza yargılaması yapamaz! AYMnin temel ve biricik gorevi normların anayasaya uygunluğunun denetimi olmalıdır. Şimdi hakim üye sayısı yarıdan da aza düşen bir yerin YuceDivan sıfatıyla ceza yargılaması yapabileceği kisi sayısı da artmiş bulunmakta. AYM ile ilgili yapılması gereken en önemli degisiklik Yüce Divan gorevinin ondan alınarak adlı yargını. Yüksek mahkemesine verilmesidir. Bunu bile yapamayan bir degisiklige niçin evet denir ki?
« Son Düzenleme: Eylül 14, 2010, 08:10:06 öö Gönderen: skullG »


Eylül 14, 2010, 02:39:13 ös
Yanıtla #19

Sayın Texan ve Sayın SkullG, yazımı incelemiş ve yorum yapmışsınız, teşekkür ederim.


"1982 Türk Anayasasının 146’ncı maddesine göre Anayasa Mahkemesi 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur. Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asil üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeler arasında üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asil üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan Yükseköğretim Kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asil ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer. Buna göre, Anayasa Mahkemesi üyelerini XE "Anayasa Mahkemesi üyelerini"  her halükârda Cumhurbaşkanı seçmektedir. Ancak, 11 üyeden 8’i için birtakım makamlar (Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu) Cumhurbaşkanına üç aday göstermekte, Cumhurbaşkanı da bu adaylardan birisini Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atamaktadır. Burada aday gösterme yetkisinin çok önemli bir yetki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı, 11 üyeden 3’ünü ise belli şartları taşıyan kimseler arasından doğrudan doğruya kendisi seçmektedir."

http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htm

Sayın SkullG,

Ben sizin yazınızı okuduğumda YÖK'ün 12 Eylül ürünü olduğunu görebiliyorum, fakat nedense 12 Eylül'den doğrudan sorumlu olan Askeri Yargı'dan hiç bahsetmemenizi tuhaf buluyorum. Dünyada bizimle birlikte ülkenin sorunlarına askeri yargının karıştığı bir başka ülke yok. Hoş bu durum bu değişiklikte de aşılmadı ama, YÖK'ü eleştirip, askeri eleştirmemeniz bana biraz manidar geliyor.

Bugün Türkiye'de her kurum 12 Eylül'ün ürünüdür. Bir kurum, 12 Eylül sonrasında ortaya çıktı diye darbe ürünü görülüp, diğer kurumların darbe ürünü olmadığı söylenemez.

Anayasa Mahkemesi'nin kendini tanıtımında söylediği şu sözlere bir bakalım;

"1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür."

http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=template&id=176&lang=0

Buradan gördüğümüz üzere, Anayasa Mahkemesinin bizzat kendisi, parlamento üzerinde bir egemenlik kurma aracıdır, darbelerin asıl ürünüdür ve ben yukarı yazdığım AYM içtihatlarının son dönemde, egemenliği kaybetmek istemeyen erk tarafından, nasıl da parlamentonun üzerine çıktığını, AYM nin fonksiyonunu nerelerde kullandığını gayet iyi bir şekilde gözlemledim.

Yani sadece YÖK değil, AYM'nin yazdığına göre "1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. " Yani bütün yargı organlarına darbe ürünü diye bakmanız gerekir.

Şimdi, gelelim atanan üye şekillerine;

Eski Usül (1982);

Yargıtay (2), Danıştay (2), Askeri Yargıtay (1), AYİM (1), Sayıştay (1), YÖK (1) önerdiği 3 kişi arasından Cumhurbaşkanı tarafından ve doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı tarafından (3)

Yeni Usül (2010);


Yargıtay (3), Danıştay (2), Askeri Yargıtay (1), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (1), YÖK (3), Doğrudan Cumhurbaşkanı (4). TBMM (3)

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki (2)üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir (1) üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer.

Yargı kanadından gelecek üyeleri sayalım;

Yargıtay 3,
Danıştay 2,
Askeri Yargıtay 1
Askeri Yüksek idare mahkemesi 1,
YÖK (En az iki üyenin hukukçu olma şartı getirilmiştir, ve "seçimle" seçilirler) en az 2.
TBMM 1 (Serbest avukatlar içinden)

Ben burada yargı kanadından gelen üye sayısını 7 değil, 10 olarak görüyorum.

En kötü ihtimali düşünerek, Cumhurbaşkanının doğrudan atayacağı üyelerin hukukçu olsa dahi, gözü dönmüş, arlanmaz, hukuk tanımaz yancılar olduğunu varsayarak doğrudan atanan üyeleri saymıyorum.

Kalan Üç üye, Sayıştayın adayları arasından TBMM'ce seçilen 2 üye ile, YÖK'ün Hukukçu seçmek zorunda olmadığı 1 yaşı 45 i aşkın, doç veya profesör ünvanlı öğretim üyesi üyedir.

Cumhurbaşkanının doğrudan atadığı üye sayısı ile, Hukuk kanadından gelmeyen üyelerin sayısı toplamı 7'dir. Ki, bu sayının 4'e, hatta 2'ye inme ihtimali vardır. Fakat her halükarda, AYM'nin hukukçu üye sayısı en az 10 olacak şekilde ayarlanmıştır.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanının taraflı diyebileceğimiz üyeleri, bu oranda düşük bir yer edinmektedirler. Hukuk eğitimi almış üyeler, görülür bir fazlalıktadır. Dolayısıyla sorun yoktur.

Bununla birlikte yukarıda ilk linkini verdiğim makalede, üye seçimi konusunda dünya uygulamalarından şöyle bahsediyor;

" 1.  Almanya, Belçika, Macaristan, Polonya gibi bazı ülkelerde Anayasa Mahkemesine üye seçmede bütün yetki doğrudan doğruya yasama organına verilmektedir. Bu seçime yürütme organı veya yargı organı herhangi bir şekilde karıştırılmamaktadır.

2. ABD, Rusya, Arnavutluk, Azerbaycan, Slovenya, Slovakya, Fransa, Ermenistan, Güney Kore, Romanya gibi bazı ülkelerde ise anayasa mahkemelerine üye seçme yetkisi yasama ve yürütme organları arasında paylaştırılmıştır. Bu ülkelerin bazılarında bu iki organın arasında denge kurulmaya çalışılmış, bazılarında ise yasamaya, diğer bazılarında ise yürütmeye üstünlük tanınmıştır. Ancak hiçbir şekilde bu ülkelerde yargı organı devreye sokulmamıştır.

3. İtalya ve İspanya’da Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisi yasama, yürütme ve yargı organları arasında paylaştırılmıştır. İtalya’da bu paylaştırma eşit bir şekilde yapılmıştır. (Üyelerden üçte biri Cumhurbaşkanı, üçte biri Parlamento ve üçte biri de adlî ve idarî yargı yüksek mahkemeleri tarafından seçilmektedir). İspanya’da ise paylaştırma yasama ağırlıklı yapılmıştır (12 üyeden sekizi yasama organı, ikisi Hükûmet ve ikisi de yargı organı tarafından seçilmektedir). "


Yani dünyadaki uygulamlara da baktığımızda, yargı organının dahil olmadığı mahkemeler görebiliyoruz, ve bu ülkelerde yürütme, yargı üzerinde bir dikta oluşturmuyor. Neden? Herhalde diyorum, yasaları hiçbir serbest manevra yapılamayacak kadar açık seçik olduğundandır. Bu yüzden evet oyu vermeme rağmen, bu konudaki asıl başarının, ceza yasalarının açık seçikliğine bağlanması taraftarıyım.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
8102 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 26, 2006, 10:26:15 öö
Gönderen: MASON
16 Yanıt
6462 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 08, 2007, 12:11:48 öö
Gönderen: seteney
4 Yanıt
4214 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 15, 2007, 03:23:23 ös
Gönderen: shemuel
7 Yanıt
4990 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2008, 04:16:39 öö
Gönderen: cardiffmonster
4 Yanıt
3729 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 13, 2017, 06:25:51 ös
Gönderen: RANA
0 Yanıt
2081 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2009, 08:09:46 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4271 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 02, 2010, 04:27:46 ös
Gönderen: karahan
ADAM

Başlatan alcyone Uyeler

5 Yanıt
4283 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2015, 08:33:09 ös
Gönderen: Risus
3 Yanıt
3272 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 14, 2011, 12:23:41 öö
Gönderen: hakan_34_06
3 Yanıt
3026 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2013, 07:40:52 öö
Gönderen: ruzber