Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Panopticon ve Özgürlük - I  (Okunma sayısı 3959 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 07, 2010, 05:20:16 ös
  • Ziyaretçi

…yolda birkaç kez dinlenerek, ağır ağır çıktı merdivenleri. Her katta asansörün karşısında asılı olan poster, kocaman yüzüyle ona bakıyordu. Gözleriyle insanın hareketlerini izliyormuş gibi yapılmış resimlerdi bunlar: Resmin altındaki başlıkta: BÜYÜK BİRADERİN GÖZÜ SENDE, yazılıydı.

Eminim bu cümlelerin George Orwel’in 1984 adlı romanından olduğu hemen fark edilecektir. Orwel’in 1984 ile söyledikleri 18.yy toplum mühendisliği uygulamalarında da başka adlar altında ortaya konmuştu. Bence sorun aşağıdaki soruda gizli.

“Büyük biraderin gözünün herkeste olduğu ortamlarda, özgürlük nasıl tanımlanır, bu tanım insanın onur ve saygınlığıyla bağdaşır mı?  ”

Soruyu cevaplamaya konunun temel kavramı olan özgürlüğü, tanımına süreç içinde eklenen unsurları vurgulayarak gözden geçirerek başlamayı uygun görüyorum. “Özgürlüğün anlamı nasıl oluştu ve nasıl değişti?” sorusunu cevaplamaya çalışarak başlamak; en azından egemenin kendi varlığını korumak için hangi unsurları kullandığını bize işaret edecektir diye düşünüyorum. Daha sonra, kökü 1785 yılına dayalı bir toplum mühendisliği modeli olan Panopticon’un özelliklerini belirtip, gözetlenene görünmeden gözetlemenin amaçlarını, bu amaçlara nasıl ulaşıldığını özetleyeceğim. Panopticon modelinin; günümüzün en yaygın uygulamasının temeli olduğuna ve özgürlüğün anlamını nasıl değiştirdiğine değinerek, bu modelin dayattığı özgürlüğün tanımını yapmaya çalışacağım.

Özgürlük kavramının insan yaşamına girmesi, kölelik kurumunun oluşmasıyla eş zamanlıdır. Mülkiyetin oluştuğu ve bu mülkiyet için savaşların başladığı zamanlar, insan emeğinin o emeği sarf edenler açısından çok kıt yarar sağladığı zamanlardır. Dolayısıyla savaş esirleri bu kıt kaynağın ek tüketicisi durumunda olmuşlardır. Öte yandan o günün şartlarında savaşı kazananın tek hakkının, esirleri zararsız hale getirmek olduğu kavramı düşün yaşamında yoktur. Sonuçta kıt kaynağın paylaşımı sorununa çözüm, savaş esirlerini öldürmektense, onları köle olarak çalıştırmakta görülmüştür. Özel mülkiyet kavramının yaşama geçmesinin diğer bir sonucu, ruhban sınıf ve ordu birlikteliğindeki devletlerde borç verme kavramının oluşması ve borcunu ödeyemeyenlerin de kendisini ve aile fertlerini satma zorunluluğu ile karşılaşmalarıdır. Kölelik; böylece hem savaş esirleriyle hem de insanın ticari meta haline gelmesiyle kurumlaşır ve böylece de sahibin, kendisinin malı olan köleden hukuki olarak farkını belirtmesi gereksinimi doğar. Bu gereksinim özgürlüğe sorunsuz bir tanım getirir: Özgürlük, köle olmamaktır. Görüldüğü üzere bu tanım; özgür insanı, üretim güçlerini elinde tutan ve mülkiyete sahip olan olarak açıklamaktadır. Lessing Foto Arşivi’nden alınan aşağıdaki resimde Asur, İ.Ö. 10-16yy arası; Elam’a karşı yapılan Til-Tuba savaşının esirlerini görülebilir.



Süreç içinde bu özgür insanların, kurdukları düzen de,  “üretim ilişkilerinin toplum düzenlerinin en önemli belirleyicisi” olduğu gerçeğinden payına düşeni kaçınılmaz olarak alır. Köleci toplumun üretim ilişkileri belli bir aşamadan sonra üretim araçları üzerinde tamamen, serf ve köylüler üzerinde ise sınırlı olarak mülkiyeti elinde tutan feodalleri kendi içinden doğurmuştur. Miras yoluyla çocuklara devredilebilen, seyahat edebilme, evlenme, vergi muafiyeti gibi hakları sağlayan vatandaşlık belgeleri bu süreçte yaşama girer. Böylece özgürlük tanımına seyahat edebilme kavramı diğer bir unsur olarak yerleşir. The Britih Museum arşivinde yer alan bu metal plaka Marcus Papirus’un evlenebileceği, vergi indirimi alacağını, oy kullanıp seyahat edebileceğini belirtiyor.



Bir süre sonra bu ayrıcalıklar yetmez olur ve feodal toplum serflerin bir kısmının zanaat ve ticarete yönelmesi ile burjuva adlı yeni bir sınıfı doğurur. Bu arada insanlar, kendilerini yönetenlerin, çıkarı kendisininkiyle zıt ve kendisinden tamamen ayrı bir güç olmasını, doğanın bir gereği olarak görmemeye de başlamışlardır. Efendinin yönetimi doğanın bir gereği sayılmaz olunca da bulunan çözüm, devletteki çeşitli makamlara gerektiğinde görevden alınabilecek ücretli memurlar getirilmesi olmuştur. Böylece hükümet yetkilerinin yönetilenler aleyhine kullanılmamasının güvence altına alındığı sanılır. Bu sanı, yönetenlerin yetkilerinin anayasa ve benzeri kurumlarla sınırlanması gereğini örter ve uygulama yöneticilerin seçimle iş başına getirilmesiyle sınırlı kalır.

Burjuva sınıfı eşitlik, özgürlük ve demokrasi kavramlarını slogan haline getirerek, işçi ve köylüleri de peşinden sürükler. Özgürlük tanımına politik egemenlerin zorbalığına karşı korunmak, yani bu egemenlerin etkisiyle davranmamak, yani kendi iradesi ile davranmak şeklindeki bir unsur daha eklenir. Bu şekilde biçimlenen yönetimlere ister devrimler sonucu, isterse de reformlar sonucu ulaşılmış olsun, düzenin genel belirleyicisi bireyin ve toplumun özgürlüğü değil, sermayenin sahipliği olacaktır. Bu da kaynak arayışlarının giderek tek amaç haline dönüşmesine yol açacak ve ileriki 
zamanlarda Dünya Savaşlarının yaşanmasının nedenlerinden biri olacaktır.

stratfordhall.org sitesi arşivinden plantasyonlara yaşamın resmedildiği bir görseli aşağıda sunuyorum.

 


 
Kaynak arayışlarının evreleri yalnızca savaşlara yol açan bir süreç değildir, bu arayışlar özgürlük tanımı açısından da çok belirleyici olmuştur. Bu evre Avrupa’da kapitalizm önceli yeni sınıfların oluşumuyla neredeyse eş zamanlıdır ve beraberinde yeni köle türünü getirmiştir.  Pamuk ve şeker kamışı plantasyonlarında köle ticaretinin yarattığı üretim fazlası, bu fazlanın plantasyonlardaki alet vs. kullanımını arttırması sonucu Avrupa’da sağladığı ek üretim ile birleşince de sermayenin yeni adının köle olması çok kolay olmuştur. Arap tüccarların savaş esirlerinin gereksinimi karşılamaya yetmediği durumlarda sarayların ihtiyaçlarını karşılamak için Afrika’ya gelerek köle satın aldıklarının bilindiği ve küçük bir azınlığı kapsayan bu ticaretin Avrupalının esin kaynağı olduğu yani köle ticaretinin  Avrupalının Afrikalı kabilelere dayattığı bir sistem değil, aksine İslam’ı yayma hareketleri sırasında İberik Yarımadasını işgal eden Araplardan görerek esinlendikleri bir sistem olduğu köle ticaretinin başka bir boyutudur.

Tanrı’nın kapkara bir bedene iyi bir ruh koymuş olmasını aklının kenarından bile geçiremeyeceğini (Montesque-Kanunların Ruhu Üzerine) söyleyen Avrupalının algılaması sonucu özgür doğanın niteliği köle olarak değişir ve özgürlük tanımına ırk kavramı bir diğer ayraç olarak yerleşmiş olur. Öyle ki 1960’ la gelindiğinde bir ırka mensup olup olmama konusu, dünya gündeminin en başlarındaki yerini hala korur olmuştur. “Günümüzde durum farklı mıdır?” sorusun anlamlı olduğu da açıktır. 

Bu kısa görünen öykünün; özgürlük tanımına; köle olmama, seyahat edebilme, kendi iradesi ile karar verebilme ve siyah olmama yani belli bir ırka mensup olma kavramlarını yerleştirdiğini gözden geçirdik. Hepsi bu kadar mıdır? Hayır değildir elbet.

Din devletlerinin oluşumuyla beraber, kadın giderek artan hızla üretici olmaktan çıkarılır, eğitim ve sanatsal faaliyetlerine kısıtlamalar getirilir. Semavi dinlerin oluşumuyla birlikte kadının erkeğin efendiliğine gereksinimi olan bir cins olduğu olgusu neredeyse evrensel bir yasa haline gelir. Ortaçağı izleyen Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde ise bu durum olduğundan da kötü hale gelir ve kadın sadece güzelliği ve evlendiğinde kocasına sağlayacağı çeyiz ile değerlendirilir. Özgürlüğün, insan olarak doğmakla beraber kazanılmış hakların ötesinde bir anlam ifade ettiği henüz düşün hayatının bir parçası değildir. Bu nedenle kadından  hareketle eğitim hakkı, çalışma hakkı ve benzeri kavramlar özgürlük tanımı içinde yer bulurlar. Böylece cinsiyet meselesi özgürlük tanımına dahil olur. Bu kavramın tanımdan çıkarılması kadın haklarının kabulü ile olacaktır, ya da olduğu sanılacaktır.

Zaman ilerler, Avrupa’da demokratik cumhuriyet olgusu yaşamın ayrılmaz parçası haline gelir ve güçler ayrılığı prensibi sisteme yerleştirilmeye çalışılırken kavranan ve özgürlük tanımına girmesi uzun zaman yaygın ve şiddetli mücadelelere neden olan öğeler aşağıdaki gibidir:

   1.İktidarı kullanan insanlarla,  üzerlerinde o iktidarın gücünün kullanıldığı insanların daima aynı olmadığı,

   2.Kendi kendini yönetmenin, her bireyin kendisi tarafından değil, aksine diğer kimseler tarafından yönetilmesi anlamında değerlendirildiği,

   3.Halkın iradesi ifadesinin kendilerini çoğunluk olarak kabul ettirmeyi başarmış olanların iradesi anlamında olduğu.


Rousseau Toplumsal Sözleşme adlı kitabıyla bu konuyu en net şekilde ortaya koyanlardan biridir. Bir pasajda şöyle demiştir: “Egemenliği devredilemez kılan neden onu temsil edilemez de kılar. Egemenlik temel olarak genel iradede yatar ve irade temsil kabul etmez: ya odur, ya ötekidir, ara olasılık yoktur. Bu nedenle halkın vekilleri halkın temsilcileri değillerdir ve olamazlar. Onlar sadece halkın vekilharclarıdırlar, nihai kanunları sonuçlandıramazlar. Halkın bizzat oylamadığı yasa hükümsüzdür. ..halkın bu şartlarda kendini özgür görmesi yanlıştır. Özgürlüğü parlemonta üyelerinin seçimi ile sınırlıdır, seçim biter bitmez halk köleliğe teslim olur ve artık hiçbir şey değildir.”

Bu gelişmeler yaşanırken, tüm zamanlarda ve tüm yer kürede toplum yaşamının düzeni açısından mutlaka çözümlenmesi gereken iki temel olgu ise hep gündemde olmuştur. Haklı ya da haksız, geçerli olan yasalar ve kurallar dışında davrananlara yöneten tarafından belirlenmiş yaptırımlar ile akli ya da bedensel sağlıkları yerinde olmayanların durumu. Hastaneler bu nedenle toplum mühendisliğinin ilk deneme yerleri olurlar ve sembolleri de eğri olanı düzeltme şeklinde belirlenir. Nicolas Andry durumu çok güzel betimleyenlerden biridir.



Yasalara ve kurallara aykırılık ise uzun bir süreçte ve aşama aşama bedeni cezalandırmanın yanlış olduğu görüşüne ulaşır ve tutukevi kavramı yaşama geçer. Genel olarak özetlediğim bu haller; özgürlük tanımına kendi iradesini kullanma ehliyetinde olma ve tutuklu olmama ayraçlarını da getirir. Vazgeçilen cezalandırma ile ilgili betimlemelerden biri aşağıdadır.



Kısaca özetlersek, gelinen nokta sözlüklerde özgür insan kavramının aşağıdaki gibi yer almasıdır:

   1.Herhangi bir biçimde bir kısıtlamaya, bir koşula, bir zorlamaya bağlı olmayan,

   2.Başkasının kölesi olmayan,

   3.Bir ülke ve bir ulus için yabancı bir gücün etkisi altında bulunmayan ya da totaliter bir güce boyun eğmeyen,

   4.Kendi kendine hareket etme, karar verme, davranma gücü olan,

   5.Tutuklu olmayan,

   6.Siyasal bir güç, özellikle iktidar tarafından denetlenmeyen, engellenmeyen,

   7.Çevresinin baskılarına, görgü kurallarına boyun eğmeyen, bildiği gibi davranan,


Dikkati çeken bir nokta, Özgürlük tanımının,


“özgür olmayan insan koşulunda, özgür olma hakkına kimin sahip olduğu?”


sorusunu cevaplamak üzere oluşturulmuş olmasıdır. Yani tanım, özgürlüğün bir ayrıcalık olduğunu vurgulamaktadır.


Öte yandan, özgür sözcüğününü bu şekilde tanımlayan ülkeler kendilerini “Burası özgür bir ülkedir.” cümlesiyle nitelerler. Çok açıktır ki bu ifade ile söylemek istedikleri şunlardır:

   1.Farklı bir koşul altında olanaksız ya da sonucu bireyin geleceği için olumsuz olan şeyleri yapabilmeyi,

   2.Bireyin yapacaklarının amacına ulaşacağı ya da söylediklerinin onaylanacağı güvencesinin olmadığı,

   3.Bireyin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği,

   4.Kişinin amaçlarının peşinde koşmakta, başarmakta ve hata yapmakta özgür olduğu,

   5.Ekonomik gücün istenç doğrultusundaki eylemleri kısıtlayacağını, ancak ekonomik kaynağın özgürlükle birlikte vaat edilmediği,

Bu nitelemeyle düzeni destekleyecek eylemlerin cesaretlendirileceği, karşıt eylemlerin ise engelleneceği ve cezalandırılacağı da söylenmektedir. Bu söylem, modern toplum iktidarlarının, toplum için sürekli gündemde tutması, araştırması, uğraşarak çözüm üretmesi, bilinçli ve kasıtlı önlemleri almasının gerektiği yönündeki tüm politika ve uygulamalarının temelini oluşturur.

Konumuzun temel belirleyicisi olduğundan, vurgulamak istiyorum ki; “Burası özgür bir ülkedir.” söyleminin egemen açısından anlamı toplumsal düzeni korumak ve toplumsal denetimi sağlamak için amaçladıklarını aşağıdaki gibi belirlemektir.

   1.Toplumsal düzene zarar vereceğine karar verilmiş bazı hareketlerin yapılmaması,
   2.Toplumsal düzenin sürdürülebilirliğini ve gücünü koruyacağına inanılan eylemlerin yapılması,

Peki egemen anlamlandırması böyledir de uygulama nasıldır? Uygulama neredeyse tamamen Panopticon tasarımına dayanmaktadır ve bu nedenle de Panopticon olgusu toplumsal düzenin sağlanmasının ve toplum denetiminin en önemli araçlarından biri olarak işlev kazanmıştır.

Diğer bölümde Panopticon üzerinde duracağım.
« Son Düzenleme: Kasım 08, 2010, 04:09:22 öö Gönderen: MASON »


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
7599 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 05:33:58 ös
Gönderen: ZAMAN
0 Yanıt
7353 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 06:51:52 ös
Gönderen: ZAMAN
0 Yanıt
4117 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 03:14:05 ös
Gönderen: ZAMAN