Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bilmek mi İnanmak mı?...  (Okunma sayısı 6934 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 26, 2010, 02:58:21 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

İnananla bilen arasındaki temel fark  ‘bilinemeyen’e karşı tutumlarında belirginleşir. Bilen kişi bilinemeyeni  ‘araştırır’, inanan ise onu kendisine dayatıldığı biçimde kayıtsız şartsız kabul eder. Üstelik bilinemeyenin bilinebilir olup olmamasıyla da ilgili değildir; çünkü bir kez zihinsel bakımdan biat etmiştir.

Kimi dinseller ise bir yandan, bilinemeyenin her zaman bilinemeyen olarak kalacağına, o nedenle de buyrulduğu biçimde inanmanın gerekli ve ‘erdemli’ birşey olduğuna inanırlar. Sanal-gerçeklikleri mutlak gerçekmiş gibi kabul etmeye yönelik böylesi bir tutumun kendi içinde çelişkili, hattâ mantıksal bakımdan da çarpık olduğuna aldırmazlar bile. Tabii böyle bir tutumun, davranışlarına ne denli yansımış olabileceğine de... Ve giderek kendileri de o türden sanal-gerçekliklerin birer parçası olup çıkarlar. Hayatı da inançlarını da bilmedikleri halde  ‘yaşadıklarını’  sanırlar. Halbuki o nedenle, kendini yinelediğini sandıkları varoluşun gerçekte sürekli yenilendiğini, sonsuzluğun da bir bakıma bu demek olduğunu idrakten yoksun kalmışlardır. Hayatı bir türlü ciddiye alamamaları da onu yeterince önemsemedikleri içindir, bir bakıma sürekli depresyon hâlinde olmaları da. İnancın illâ ki din olduğunu sanmaları da bir başka saflık ve aldatılmışlıklarıdır.
Pek çok terimi eksik ya da yanlış açıklayan 2244 sayfalık koca TDK Türkçe Sözlük,  ‘inanmak’  ve  ‘bilmek’  sözcüklerinde de aynı yetersizliğini sürdürmüş.

‘Bilmek’  sözcüğüne yaptığı 10 açıklamadan ilki şöyle:  “1. Bir şeyi anlamış veya öğrenmiş bulunmak”.  Bu kadar.  ‘İnanmak’  için ise 6 açıklama yapılmış. Bunlardan ilki,  “1. Bir şeyi doğru olarak benimsemek”;  üçüncüsü,  “3. Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek”;  sonuncusu da,  “6. İman etmek”.  Oldu da bitti maşallah!

Bir şeyi anlamış veya öğrenmiş bulunmak, tek başına nasıl  ‘bilmek’  olabilir ki. Yanlış anlamış veya size kasıtlı olarak yanlış öğretilmiş ise onun adı  ‘sözde-bilgi’,  edim ise  ‘sözde-bilmek’  olur.

Şemseddin Sâmi’nin  ‘Kâmus-ı Türkî’si bile bundan çok daha ciddiydi. O  ‘bilmek’  sözcüğünü şöyle açıklamış:  “Bir şey hakkında bilgi sahibi olmak”.  Yani önemli olan sizin nasıl anladığınız değil. Keza  ‘inanmak’  sözcüğünü de Sâmi, TDK’dan çok daha iyi açıklamış. Şöyle diyor;  “Doğru diye bakmak, gerçek olarak kabul etmek”.  Yani inanmanın sadece bir  ‘kabul’  veya  ‘varsayım’  olduğunu biliyor ve tam yüz yıl önce kaleme alındığı düşünülürse ne kadar başarılı olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Biz de, hakkında yeterli bilgiye sahip olmaksızın bir şeyin ya da fikrin doğruluğunu kabul etmeye veya bir olasılığa, kanıtlama yükümlülüğü aranmaksızın, böyle bir sorumluluğu hissetmeksizin fütursuzca güvenmeye  ‘inanmak’;  doğruluğu açık seçik ve gerektiğinde bilimsel bakımdan da kanıtlanarak benimsenmiş ise  ‘bilmek’  diyoruz. Yani doğrusunu bilmek dışındaki her tür kabullenmeler, aslında  ‘doğru olduğuna veya olabileceğine inanmak’  demektir.

Pek çoğumuz için inanmak, aslında gerçeği aramaktan vazgeçmektir. Bir kez inandınız mı herşey biter. Oysaki bilmeden inanmak ego’yu güçlendiren en etkin ve önemli araçlardan başlıcasıdır. Bu sayede var olanı (mevcûdât) özgürce kavrayabilmekten uzaklaşır, gerçekliklerle yüzleşmekten kaçınırsınız; çünkü artık önyargılarınız, düşüncenizin oluşumunda ve kararlarınızın belirlenmesinde önemli ve ağırlıklı hâle gelmiştir. Bir defa gerçekdışılıklarla haşır neşir olmaya başladıktan sonra da gerçekliklerden gittikçe uzaklaşmaya başlamanız kaçınılmaz olur. Ve zamanla gerçekdışılıklarla veya sanal-gerçekliklerle yaşamaya öyle bir alışırız ki, bu kez gerçekliklerden rahatsızlık duymaya başlarız. Bu türden bilinci gölgeleyen, yozlaştırıcı inançlar zihninizin hakimiyetini ele geçirirse... herşey için çok geç kalınmış olur. Peki, tanrıyı gerçeklerden kaçarak mı, kendinizi kandırarak mı bulacaksınız? ...Kaldı ki bilinçsizce itaat de kimseyi erdemli yapmaz... Böyle kimselerin, istedikleri kadar tapınıp dua ve niyaz etsinler, gerçekte tanrısallığın ya da tanrısal olanın peşinde olduklarına, nispeten bilinçli olan başkalarını inandırabilmeleri mümkün değildir. Gerçekte, evren ve onun yasaları hakkındaki bilgimiz ne kadar artarsa tanrı, tanrısallık ve onun yasaları hakkındaki farkındalığımız da o kadar artmış olacaktır.

Herkesin kendi inancına dört elle sarılmasının insanları nasıl böldüğünü, dünyayı ne denli yaşanamaz hâle getirdiğini, geçmişin dine ve inanca dayalı çatışmalarından görmüş ve tüm yaşananlardan aslında ders almış olmalıyız. Hepimiz biliyoruz ki geçmişte o tür  ‘duygusal’  ya da  ‘mekanik’  inançlar dünyamızı cehenneme çevirmiştir... Özellikle dinsel inançlar ile katılaşmış siyasal eğilimlerin değişmesi hayli zordur. Zaten toplumlar da en büyük sıkıntıları bu ikisinden ve onların hoşgörüsüz temsilcilerinden çekerler... Dinselliğin güçlendiği toplumlarda dine bağlı siyasal ayrımcılığın artması ve giderek keskinleşmesi kaçınılmazdır. Oysa ki asıl açmaz ve zihinlerimize yük olan şey, bilimsel gerçekliklerden doğası gereği kuşku duyulabilirken, dinsel sanal-gerçekliklerden kuşku duyulmasının din kuralı olarak yasaklanmış olmasıdır.

Dünyayı bu hâle getiren şuursuz inançlarımız olduğuna göre, huzura ve esenliğe kavuşturacak olan da şuurlu inançlarımız olmalıdır. Başlanılacak yer  ‘burası’,  zamanı ise hemen  ‘şimdi’dir.  Yeter ki organize dinlerin sanal-hakikat’inin, doğanın gerçeklikleri ile çelişebileceğini farkedebilelim. Çünkü  ‘koşullu gerçeklik olmaz’;  ‘statik ya da mutlak hakikat’  diye birşey sadece zihinlerimizdedir ve esasen de zihnin bir oyunudur; doğada böyle çarpıklıklara yer yoktur. Zihnin güvende olma arzusundan doğan inançlar, böyle bir şeye tevessül eden zihnin yapısını ve işleyişini kaçınılmaz olarak bozmuşlardır. Öyle ki yaratıcı tanrıya inanan birisi, aynı tanrının insanları inançlarına göre ayırmış olduğuna da inanabiliyor. Bu kadar cehalete pes doğrusu...

Kısacası, duygusal ve mekanik inançlar ya zihnin üretimidir ya da ona yüklenilenlerin ağırlığı, olumsuz etkisi ve izlenimi. Şuurlu inanç ise iki biçimde ortaya çıkar. Bunlardan ilki sağlam ve kanıtlanmış bilimsel bilgiden, ikincisi  ‘farkındalık’tan. Öyleyse, olumsuzluklardan kurtulabilmesi veya bir başka ifade ile arınabilmesi için yapılacak tek şey zihnin  ‘dönüştürülmesi’dir. Tüm bağlarından ve bağımlılıklarından özgürleşebilmelidir ki; erdemin, bilgeliğin, aydınlanma ve tekâmülün yoluna koyulabilsin.

*  *  *

Hani hep terimleri, sözcükleri kirlettiğimizden yakınıyoruz ya, işte onlardan birisi de  ‘pagan’  sözcüğüdür. Hemen hepimiz maalesef dinsel inançlarımızın jargonundan edindik böylesi olumsuz kavram ve yakıştırmaları. Üfürükçülük, büyücülük... gibi şeylere paganlık diyoruz; ama büyük denilen organize dinlerin içine olabildiğince girmiş acayip gelenekleri nedense pagan sınıfına sokmuyoruz. Çünkü o büyük dinler pagan sıfatını, diğerlerini küçümsemek için kullanırlar. Nedense şifacılık, hac ibadeti... paganlık sayılmaz. Yani gerçekte neyin paganlık olup neyin olmadığı anlaşılamaz biçimde birbirine karışmış durumdadır. Oysa ki gerçek anlamdaki paganlık bunlardan hiç birisi değildir. Gerçekte paganlık, şamanlık dediğimiz gelenekle pek çok şeyi paylaşır. Pagan herşeyden önce ‘doğal’dır, yani bir pagan aynı zamanda doğa insanıdır. Zihninin zincirlerini olabildiğince ve bigisi ile olanakları ölçüsünde kırmış, yapaylıkları üzerinden atmış, yalan ve riyadan sıyrılmayı başarmış; en önemlisi de kendisinin, sonsuz varoluş’un bir parçası olduğunu kabul etmiş kişidir. Bir paganın öyle büyük tutkuları, karşılanması veya yerine getirilmesi zor arzuları da yoktur. Yaşamı uzun uzadıya sorgulamaktansa ona katılmayı yeğleyendir. Paganın belirli ve organize olmuş, katı kurallara boğulmuş, yazıya dökülmüş bir dini de yoktur. O nedenledir ki dünyanın her yerindeki paganlar birbirleriyle kolaylıkla anlaşabilirler; iletişim araçları doğanın dilidir. Örneğin günümüzün paganları en çok müzik festivallerinde olmak üzere toplu şenliklerde ve çevre etkinliklerinde boy gösterirler. Hiçbir zaman da  ‘inançlı’  olmakla övünmezler.

Zaten  ‘inançlı olma’nın övünülecek bir tarafı yoktur. Tabii ki tek başına inançsız olmanın da. Unutmamalıyız ki, geriye kalan çok büyük çoğunluk ne bizim gibi düşünüyor, ne de bizim gibi inanıyor.

Şuursuz inanç, toplumdaki en önemli çatışma nedenlerinden birisidir. İnsanlık en fazla inanç kökenli çatışmalar nedeniyle ıstırap yaşamıştır. Kimi zamansa görünürdeki inanç farklılıkları, gerçek nedenleri çok değişik olan çatışmalara âlet edilmişlerdir. Haçlı seferleri ya da istila amacını gizleyen  ‘tanrı için savaş’  (cihad)  bahaneleri gibi. Yani hem din savaşları hem de dinin âlet edildiği savaşlar olarak. Oysaki inanç ne güvenilir birşeydir ne de doğrulanabilir. Öyle olsaydı bugün yeryüzünde hâlâ yüzlerce organize din, binlerce inanç biçimi olur muydu? Oysa bakınız bilimsel doğrular, değişene veya yanlışlanana kadar geçerlidir. Çünkü inanç öznel, bilim ise nesnel ve deneyseldir. O nedenledir ki her fırsatta tanrının gerçek lisanının bilim olduğunu söyleyebiliyoruz. Ve yine o yüzdendir ki hiçbir gerçek bilim insanı dinsel olamaz, olmamalıdır.

‘İnanma’daki önemli bir sorun da insan özgürlüğünü kısıtlayabilecek olmasıdır. Tabii özgürlüğü ile birlikte yaratıcılığını da. Bir inancın safında yer almışsanız yaşama  ‘bütünsel’  olarak bakabilmeniz de zorlaşacaktır. İnancınız ne denli katı ya da zihinsel bakımdan  ‘keskinleşmiş’  ise, içsel dünyanızın arınarak tazelenmesi o kadar zorlaşır. Yani ne kadar çok inanırsanız,  ‘şuur’dan o kadar çok uzaklaşırsınız. Zaten katı biçimde inanan bir kişi bilinmeyene de onu özgür biçimde araştırıp sorgulamaya da açık olamaz; ne kadar çok inanırsa yaşamla da, başkalarıyla da o kadar çok çatışma hâlinde olması kaçınılmazdır. Onun inancı bir anlamda  ‘kaçış’  olmuş, böylelikle de özgürlüğe giden yolu kapatılmıştır. Öylesi bir kişinin  ‘gerçek-kendi’ne yabancılaşacağı muhakkaktır. Kaldı ki şuursuz inanç, insanı bağımlı kılarken, doğrulanmış bilimsel bilgi ve farkındalık her tür bağımlılıktan kurtaracaktır.



A l ı n t ı /A.Kerim SOLEY
« Son Düzenleme: Ocak 18, 2011, 09:48:39 ös Gönderen: dogudan »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 26, 2010, 03:07:22 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

İnancın temelinde "Kuşku",bilmenin temelinde "Kati"lik vardır.

Birşeye inanıyorsak,o şeyin inanılmazlığını da öngörmeliyiz.Dolayısıyla,inancımızı kendimize telkin ederken,bir ucunun açık olduğunu,zaman içerisinde değişime uğrayabileceğini vurgulamalıyız.

Aksi taktirde,inançlarımız dogmalarla sınırlı olacaktır.Bu söylemler,süregelen yerleşik inanç sistemi ile çelişebilir ve öyledir de...Ancak,kurtuluşu huzurda arayanların başka çıkar yolu da yoktur.Gelişme sorgulamaya,sorgulama da gelişmeye gebedir.

Kendi inançlarını sorgulayamayanlar,başkalarının inancının kölesi olur.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 26, 2010, 06:31:44 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi


Birşeye inanıyorsak,o şeyin inanılmazlığını da öngörmeliyiz.Dolayısıyla,inancımızı kendimize telkin ederken,bir ucunun açık olduğunu,zaman içerisinde değişime uğrayabileceğini vurgulamalıyız.


Sayın Ceycet;

Üç büyük dinde'de Tanrı sabittir.Dolayısıyla İnandığımız Tanrı'nın inanılmazlığını öngöremeyiz.Tanrı'ya inanmamanın'da mümkün olduğunu,imanımızın bir gün değişime uğrayabileceğini vurgulayamayız.Bunu sadece Ateistler yapar ve sadece onların imanı değişime uğrar.
              
                                                                                                                  Saygılarımla


Kasım 27, 2010, 09:07:07 öö
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın AthenS,

Siz veya 3 büyük dinin mensupları Tanrıya inanıyor mu,yoksa Tanrı'nın varlığını biliyor mu?...

Test edilemeyen birşeyi bilemeyiz;sadece olabileceğini öngörerek inanırız.Yanlış anlamayın,ben inanca veya imana karşı birisi değilim.Yazılarımı okursanız,neye inadığımı rahatlıkla görebilirsiniz.

İş inanç olunca,herhangi bir kabulü sizin deyiminizle sabitlersek varolan şey dogmaya dönüşür.İnanç konusunda böyle bir yol benimsenseydi,zaten bugün sizin bahsettiğiniz o 3 büyük din olmazdı.

Bugün itibarıyla kabul gören o 3 büyük din,geçmişte varolan ve bugün lanetlenebilecek kadar kötülenen kadim inançların evrimleşmesiyle oluşmuştur.En yakın tarih olarak kabul edebileceğimiz Antik Helen filozoflarının inançlarını sorguladığınız da,o 3 büyük dinin ilkelerini ve mimarisini rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.

Ogünkü inançlar,bugünkü haline dönüşebildiyse,bugünkülerin de başka şekle bürünebileceğini öngörmeden mevcut iançlarımızı sorgulayamayacağımız için,bizlere inanmazı telkin edenlerin inançlarının kölesi olmaya devam ederiz.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 17, 2011, 11:03:42 ös
Yanıtla #4
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 300
  • Cinsiyet: Bay

Syn Ceycet Yorumunuz için teşekkür ederim ve bir cümle yazarak ilave etmek istiyorum yorumunuza...

Bilmeden inanmak birgün inandığının bilinmeyen olduğunu anlamak  değilmidir ?  Syn Athens ...

(Bunu sadece bir soru olarak düşünün, Sizden alıcağım cevap konuya tam olarak yorum yapmama neden olucaktır)

Saygılarla

« Son Düzenleme: Ocak 18, 2011, 09:49:09 ös Gönderen: dogudan »


Ocak 18, 2011, 10:40:39 öö
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Syn Ceycet Yorumunuz için teşekkür ederim ve bir cümle yazarak ilave etmek istiyorum yorumunuza...

Bilmeden inanmak birgün inandığının bilinmeyen olduğunu anlamak  değilmidir ?  Syn Athens ...

(Bunu sadece bir soru olarak düşünün, Sizden alıcağım cevap konuya tam olarak yorum yapmama neden olucaktır)

Saygılarla




Gayet güzel...

Daha iyi bir ilave yapılamazdı.
« Son Düzenleme: Ocak 18, 2011, 09:49:26 ös Gönderen: dogudan »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
3197 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2010, 05:02:00 ös
Gönderen: ozak1977
0 Yanıt
2718 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 06, 2010, 12:02:04 ös
Gönderen: karahan
5 Yanıt
6550 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 17, 2018, 01:31:05 ös
Gönderen: Mandıra Filozofu
0 Yanıt
2789 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 06, 2012, 08:08:10 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3787 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 07, 2012, 10:40:20 öö
Gönderen: symbol
22 Yanıt
11586 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 22, 2013, 07:22:13 ös
Gönderen: asimov
0 Yanıt
3984 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2013, 09:05:37 ös
Gönderen: karahan
9 Yanıt
10311 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 13, 2013, 10:32:36 ös
Gönderen: Melina
7 Yanıt
8480 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 18, 2015, 07:59:51 ös
Gönderen: karahan
12 Yanıt
5857 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2016, 11:02:40 ös
Gönderen: Ve-nice