İçimizde ilk keşfedeceğimiz yer farkındalık merkezi'dir. Bu önemli ve üzerinde durulması gereken merkez, gerçekte sürekli çalışır durumda olduğu halde, buradan gelen mesajları *biz* sürekli olarak gözardı ettiğimizden, etrafımızda olup bitenin ve kendi eylemlerimizin farkına varmadan yaşarız. Tam bu noktada "Ama ben zaten kendimin farkındayım" diye itiraz edilmesi mümkündür. İtiraz haklıdır çünkü, Genel olarak bakıldığında, herkes kendisinin farkındaymış gibi gözükür.
Peki, ne yaptığımızın farkında mıyız yoksa yalnızca olaylara tepki mi gösteriyoruz? Söyle bir düşünürsek, günlük hayat içerisindeki davranışlarımızın yüzde doksanının otomatik tepkilerden oluştuğunu görebiliriz. Geri kalan yüzde onluk kısım ise yalnızca gerçekten düşünüp karar vermemiz gereken durumlarla karşılaştığımızda verdiğimiz tepkilerdir ve bunlar da gerçekte yarı yarıya otomatiktir.
Otomatik tepkiler, belli durumlarda yararlıdır. En azından her gün kaşık, çatal tutmayı yeniden öğrenmek zorunda kalmayız. Nasıl yapıldığını bilmesek de bir kez öğrendik mi bisiklete binmeyi unutmak artık imkansız gibidir. Bu yararlarına karşın, bu tepkiler kimi durumalarda işe yaramaz (hattâ komik) olabilirler. Örneğin sütten ağzımız yandı diye yoğurda da üfleyebiliriz. Aynı melodiye sahip bir cep telefonu çaldığında ister istemez masadaki kendi telefonumuza davranabilir ve sonradan utanabilir veyahut sokakta birisi bizimkine benzer bir ismi bağırdığında dönüp bakar fakat daha dönerken seslenilen kişinin başkası olmadığımızı anlarız.
Kişinin yaşamı ne kadar tekdüzeleşirse, sahip olduğu otomatik tepkiler de o denli çoğalır. O kadar ki neticede kişiliğimizden eser kalmaz. Geriye kalan ve kişilik olarak nitelendirilebilecek şey yalnızca bellemiş olduğumuz ve işe yarayıp yaramadığı dahi şüpheli olan birkaç prensip ve sahip olduğumuz zevklerin toplamı gibi birşeydir.
Tekdüzeleşen yaşamın getirdiği kişinin heyecanını kaybetme olgusu, bu eksikliğin yerine başka birşey konması ve böylece dengenin sağlanması gerektiğinden, kişiyi aşırılıklar aramağa yöneltir. "Daha fazla tat, daha fazla zevk, sürekli eğlence" ve sair şekillerde karşımıza getirilen reklam spotlarının çokluğuna bakarak bu tezin doğruluğunu kolayca görebiliriz. Oysa, "her ayağa mükemmelen uyar" diye sunulacak olan bir ayakkabının bunu yapabileceği şüpheli Hele hele sözkonusu olan herkese uyacağı iddia edilen zevkler, tatlar, eğlenceler olduğunda bunun yapılabilmesi imkansızdır. Eğer imkansız olmasaydı o meşhur söz "Zevkler ve renkler tartışılamaz" söylenmezdi.
İşte, tam bu noktada, kişinin yaşamın dayatmalarına esir olup, yavaş yavaş ve uyuşarak yok olmağa ve tektipliğe doğru gittiğini görebiliriz. Oysa başlangıçta, her kişinin içinde pırıl pırıl parlayan bir cevher vardır. Kişinin cevheri, yeteneklerinden ayrı bir şeydir. Bu cevher yetenekle de birleşirse tabii ki sonuçlar mükemmel olur. Kişi farkındalığını yitirdikçe içindeki cevher sönmeğe ve küllenmeğe başlar. Cevheri sönükleşen kişinin heyecanı da nasırlaşır. Öyle ki kişinin içinde bir heyecan uyanabilmesi için, gittikçe daha büyük olaylarla karşılaşması gerekir. Ve sonuçta yine aynı kısır döngüye gireriz.
Kendini yakalamak, farkındalık merkezinden gelen mesajların önemli olduğu konusunda bilincimizi uyaran önemli çalışmalardan birisidir. Farkındalık merkezinden gelen mesajların dikkate alındığını gören diğer birimler, mesajlara verilen geri bildirimler çoğaldıkça (feedback) kendini bilemeğe ve yardımcı olmağa başlarlar. Bu da kişinin cevherinin tekrar parlamağa başlamasına yolu açmak demektir. Peki üzerinde bunca söz sarfettiğimiz konudaki uygulamalar nasıl olacaktır, kendini yakalamak nedir ve nasıl yapılır?
Öğrenilmesi gereken ilk adım olan kendini yakalamak, oldukça basit bir şekilde şöyle örneklenebilir: Mesela, kendi kendimize "Şu saniyeden itibaren kapıları nasıl açtığıma ve kapı kollarını nasıl kavradığıma dikkat edeceğim" deriz. Buna ciddî olarak karar vemeğe gayret eder ve unutmamak için birkaç kez tekrarlarız. Sonra, hiç birşey yapmayız. Karar vermekten başkaca bir planlama sistemimiz yoktur. Gün içerisinde kapıları açarken kendi kendimize verdiğimiz karar, fakındalık sistemi tarafından bize hatırlatılır. Bu hatırlatmayı dikkate aldığımızda, o gün karşılaştığımız her kapı açma girişimi (tekrar tekrar açtığımız, aynı kapı bile olsa) bizim için ayrı birer deneyim olur. Ve akşam kapı açma konusunda kendimizi yeterince yakaladığımızı düşünürsek ilave bir konuda daha kendimizi yakalamağa karar veririz. örneğin: sandalyeye oturmak. Ve bu konunun kararı da aynı biçimde verilir ve kendini yakalamayı iyice öğrenene dek bunu sürdürürüz.
Çok basit görünüyor olsa da kesin kararımızı verip bir kez deneyince yöntemin gerçekten çalıştığı ve işe yaradığı kesindir. Yalnız, buradaki çok önemli iki noktayı tekrar etmek gerekir: "Bunu uygulamak için kesin karar vermek" ve "Bir kez olsun yapmayı denemek". "Ben bu yazıyı okudum anladım ama ertesi gün hiç bir şey olmadı" şikayeti, bu önemli maddeleri dikkate almadan konuşuyoruz demektir. Okumak ve anlamak, eyleme geçmek değildir. Eylemin başlangıcı, "niyetlenmek ile karar vermek" ve sonraki aşaması da uygulamaya koymak yâni "bir kez olsun denemek"tir.
Yolda yürürken, evde iş yaparken, günlük yaşam içerisinde sıkça yaptığımız işleri yaparken kendini yakalama'yı kullanabiliriz. Böylece, hayata dair farkındalığımız ortaya çıkacak ve içinde yaşadığımız ve bilindik saydığımız ortamın aslında ne kadar başka bir gözle de görülebileceğini farkedeceğiz. Ayrıca, bu aşamada yenilenen ve olgunlaşan heyecanımız da bizi şaşırtacak. Daha da önemlisi, çevre ile uzun ve yararsız çabalarla uğraşıp netice alamamak yerine, merkezdeki noktaya hakim olmayı, daha az ve yararlı çaba ile onu değiştirmeyi başaracağız.
Ve tabii bundan sonraki çalışmalarımızda, kendini yakalamak ana enstrümanımız olacak.
alıntıdır