Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Kargalara Çubuk Kıran Adam  (Okunma sayısı 2171 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 16, 2012, 06:02:30 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 498
  • Cinsiyet: Bay

Değerli üyeler; geçenlerde forumumuzda açılan ( bambaşka bir konuyla alakalı) bir başlık hakkında düşünürken zihnimde canlanan bir öyküyü sizinle paylaşmak isterim.

İyi okumalar.



Dünyanın en zorlu işi rençberlik olsa gerek. Hele hele orta Anadolu'nun yazında bir tırpan biçmeyi deneyin bakalım. Güneş kezzap olup tepenizden akar. Buğday... Ah o güzelim buğday. Sapsarı bir deniz gibi rüzgarda dalgalanan. Başak başak nazlı bir gelin gibi salınan buğday tarlalarının görüntüsü sizi alır nerelere götürür? Yaa! Böyledir sararmış ve artık biçilme vakti gelmiş buğday tarlasını seyretmek. Böyledir ya... Gelin bir de bütün bunları yapana sorun bakalım siz bu güzelliği. Dışarıdan bakana cenneti yaşatan bu güzelliği bir cehennemde yaşar rençber. Hem de ne cehennem! Yolma zamanı yolması ayrı zor. Sürme zamanı sürmesi ayrı zor. Ekme zamanı ekmesi ayrı zor. Biçme zamanı biçmesi ayrı zor... Zor oğlu zor işte. Hele öküzün de kötüysee! Ah kötüyse! Yandığının resmidir o saat.

Yaz tatillerini köyümüzde geçirdiğimiz için ucundan kıyısından da olsa yaşadım, bilirim köy hayatını.

Artık iyice sararmış ve dolu dolu başaklar ,boynunu bir gelincik gibi eğmişti. Birazdan üç beş güçlü adam belli bir düzen içerisinde , ellerinde bilenmiş ağızları güneş ışığında yaldır yaldır yanan tırpanlarıyla bu denize dalacak ve biçmeye başlayacaklardı. Önlerinde uzanan deniz ile arkalarında bıraktıkları biçilmiş alanın bu çalışan insanlarla bütünleşen görüntüsü, tıpkı boğazda nazlı bir vapurun mavi patiskayı yırtarken oluşan görüntüsünü hatırlattı bana. Sanki peşlerine takılsam ve annemim öğlen yemem için bir beze sarıp yanıma verdiği azıktan bir parça ekmek koparıp öylesine, hiçbir hesap yapmadan havaya fırlatsam, bir martı gelecek ve bu ekmek parçasını kapıverecekmiş gibi hissettim.

Hummalı bir çalışmanın olduğu, türkülü, şakalaşmalı yorucu bir günün sonunda, bu başak denizinden geriye kalan asker tıraşı yapılmış bir yeni yetmenin görüntüsünü andırıyordu.

Biçilen buğday başakları, tekerleklerinin gıcırtısı kilometrelerce uzaktan duyulabilecek öküz arabalarına yüklenmiş ve köyün girişine yakın bir yerdeki harman yerine getirilmişti.

 Ekinler burada harmana serilecek ve rüzgarda savrulup tanesi bir tarafa samanı bir tarafa düşecek kıvama gelene kadar düvende ezilecekti. Bu benim için işin en zevkli tarafıydı. Çünkü düvenin üstüne ağırlık yapmam için beni oturtacaklar, ben de elinde düveni çeken atın dizgini, sanki vahşi batıda kızılderililerden kaçan bir posta arabasının sürücüsü gibi saatlerce harmanın üstünde dönüp duracaktım.

Ekinlerin bana dağ gibi gelen yığılma işi bittiğinde artık gün kavuşmaya yüz tutmuştu. Düven işini yarına bırakmaya karar verdiler. Beni kovalayacak Kızılderililerden kaçma işinin ertelendiği anlamına geliyordu bu. Olsun ben beklerdim, eminin Kızılderililer de bir gece daha bekleyebilirdi.

Fakat ekinlerin bir gece harmanda bekleyecek olması bir sorunu da beraberinde getiriyordu. Öyle ya! Ya geceleyin ekine domuz girerse? Allah korusun! E bunun içinde bütün gece ekinlerin başında nöbet tutmak gerek. Kim yapacak bu işi? Tabii ki köyde böyle angarya işleri bazen biraz fasulye, bazen biraz un, bazen de bir kap sıcak yemek karşılığında yapmaya razı yarı deli, yarı akıllı Yetim Mustafa. Ya da köyde hep ona seslendikleri gibi " Çubukçu Mustafa".

 O'na çubukçu demelerinin bir sebebi var elbet. Şimdi bu Mustafa bahar gelince evinin önündeki ağaçlığa yuva yapan kargalar için kuru ağaç dalları toplar ve onları küçük küçük çubuklar olacak şekilde kırıp ağaçlık alanın orasına burasına bırakır. Soranlara da "Şuncacık çubuk için kavga mı etsinler?" der. Sahi siz kargaların o dönemine hiç rast geldiniz mi? Gerçekten çok sinirli olurlar. Hele yuva yapma zamanı.

Mustafa geldi. Hani kar yığının üzerine kendimizi sırt üstü bırakır ve karda vücudumuzun kalıbını çıkarırız ya. Aynı öyle bıraktı kendini ekin yığınının üzerine. Ağzında bir buğday başağı sapı yana düşmüş yanları yer yer sökük kasketi ve her yerinden mutluluk akan bir yüzle göğe bakıyordu.

Az ileride şaşkın şaşkın ona bakan beni fark etmesi bir kaç dakika sürdü. Hafifçe yerinden doğrularak neşeli bir sesle seslendi bana " Hele buraya gel bahar kuzusu, gel bakam". Yanına gittim.

- Yoruldun mu bu gün bakam?

- Eh biraz yoruldum.

- Eyidir eyidir. Yorulmak eyidir. İnsan yattığı yeri beğenir. Hele gel uzan bakam yanıma.

Yavaşca yanına oturdum. 

- Öyle olmaz kuzum, öyle olmaz. Ananın kucağına salar gibi salıvecen kendini. Öyle salacan ki şu ekinler de bilecek seni. Hepsi birer pamuk oluvecek. Sen çekinirsen onlarda çekinir.

Çubukçu Mustafa'ya diretmek ne mümkün. Attım kendimi ekin yığınının üstüne. İki kolumu da olabildiğince yanlara açarak. Artık Mustafa dedi diye mi, yoksa yorgunluğumdan mıdır bilmem. Gerçekten döşeğimden daha rahat geldi ekin yığını bana. İçime bir hafiflik hissi geldi.

- Hah şöyle. Dedi bana kikirdeyen bir gülüşle.

O da uzandı yanıma. İkimizde gökyüzünü seyrediyorduk. Kızıl gurup ufku sarmıştı. Akşam güneşinin loşluğu altında yıldızlar belli belirsiz göz kırpmaya başlamıştı.

- Koyunların sesini duyun mu?

Etrafta ne koyun vardı, ne de sesleri. Mustafa'ya yine geldiler her halde diye geçirdim içimden.

 Ne koyunu Mustafa Abi?

- Kulağını ekine ver de dinle sıpa.

Bunu derken yanlamasına bana doğru döndü. Soran gözlerle fakat gülümseyen bir gözle bana bakıyordu.

- Hala duyamıyon mu?

Şaşkındım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

- De bakam bu ekinler tarlaya ekilmeden önce hangi işler yapılır?

- Toprak sürülür, gübrelenir, sonra bir daha karılır sonra ekilir ve tohumların üzeri örtülür.

- Gördün mü bak? Peki o gübreler nerden geliverir?

- Koyunlardan, ineklerden gelir.

- Yaa, bak işte demek koyunlarda bu ekinin içinde demek ki.

- ....

- Daha o tarlayı süren öküzün toynak sesinden, rençberin alnından damlayan terden, yolmasını yolan Halime Ana'nın elindeki kınadan, o toprağı toprak eden ne varısa onları demedim bile. İşte bunların hepisi birden ahan da şu başakların içindedir.

Bütün bunarı öylesine neşeli bir halde anlatıyordu ki, gözümü ondan alamıyor, onu dinledikçe içime bir neşe dolduğunu hissediyordum.

Kulağını ekinlere yaslayarak bir daha sordu.

- Dinle bakam hele. Şimdi duyuverecen mi?

Onun bu halini hiç bozmak istemedim. Bu küçük oyuna ortak oldum. Bir şey duymak ister gibi dikkatli bir tutumla kulağımı ekinlere yasladım... Ne olduysa o an da oldu işte.

Önce derinden derinden sonra giderek yaklaşan çıngırak sesleri duydum. Yattığım yerde dilim tutulmuş kaskatı kesilmiştim. Sağımdan solumdan kah bana sürtünerek, kah üstümden atlayarak koca bir koyun sürüsü geçiyordu. Peşlerinden şimdiye kadar hiç duymadığım yanık bir türkünün ezgisini çalarak çobanları geliyordu. Kepeneği masmaviydi. Sanki yürümüyor yerin bir karış üstünde süzülüyordu. Sonra iki gülen öküz gördüm çektikleri arabanın tüy gibi hafif olduğunu hissettiren ahenkli adımlar atıyorlardı. Tam ayak ucumuzda durdular. Mustafa neşeyle yerinden fırladı. " Demedim mi ben sana sıpa, ne varsa buradadır, ne varsa buradadır". Bunları söylerken bir yandan da kasketini kaba etlerine vura vura ve bir buzağının sıçrayışı gibi sıçraya sıçraya neşeli bir dans ediyordu.

Ani bir hareketle bana doğru geldi ve elimden tutmasıyla beni ayağa kaldırması bir oldu. Gülüyordu, kahkahalarla gülüyordu.

- Hadi bekletme sıpa, bekletme. Bak kaçıverirler sonra pişman olup kalıverirsin.

Koltuklaltlarımdan tuttuğu gibi beni öküz arabasına oturttu. Kendisi de peşimden yanıma oturdu.

"Hade bakam" demesiyle önce önümdeki öküzlerin ardından üstünde oturduğumuz arabanın yükseldiğini fark ettim. Aklım çıkacak gibi oldu. Korkudan Mustafa'ya sarıldım.

- Korkma len sıpa korkma. Kuş uçar da öküz uçma mı? Yükseldikçe uğultusu kulaklarımı dolduran rüzgarın arasından neşeli haykırışını duyuyordum." Kuş öküzdedir, öküz kuşta len sıpa. Kuş öküzdedir, öküz kuştaaaa ha ha haaa".

Bu hal beni öylesine bir duyguya sürükledi ki... Nasıl anlatsam?... Yoktum sanki. Ya da vardım da yer şeyde vardım, her yerde vardım. Her şey Ben'dim. Ben her şeydim.

Ben böyle büyülenmiş bir haldeyken sıra sıra koyunlar etrafımızda daireler çizerek yükseliyordu. Rengarenk koyunlar. Elimde olmadan göz yaşlarım boşaldı. Hüngür hüngür ağlıyor fakat kahkahalarıma engel olamıyordum.

Mustafa neşe içinde elimden tutup annesinin peşinden uçan pembe kuzuyu gösteriyordu." Bak hele. Bacaksıza bak daha dün doğdu bu" O böyle söylerken kapkara bir karga ağzında buğday başağı, gelip Mustafa'nın omzuna kondu. Mustafa şaşkın bir sevinçle karganın başını öptü "Sende mi geldin arsız çubukçum benim". Bana dönerek " Bu var ya buu, ne arsız bir bilsen, en çok çubuğu bu alır hep, sanki yuva değil de konak yapacak namussus" dedi.

Karga ağzındaki başağı Mustafa'nın avuçlarına bıraktı. Bırakmasıyla etrafı mis gibi bir kül çöreği kokusu sardı. Bir baktım Mustafa elinde yeni böldüğü dumanı üstünde tüten bir kül çöreğini bölmüş bir parçasını bana uzatıyor. O zamanki çocuk yüreğimin nasıl bir coşkuyla dolduğunu anlatamam. Bir masalın içindeydim sanki.

Nihayet göğe ulaştığımız ve bir kuyruklu yıldızın yanımızdan bize gülümseyerek geçtiği bir anda Mustafa bana dönerek "Gördün mü sıpa, senin o yanından görmeden geçip gittiğin dünya işte böyle bir şey. Ekin de sensin eken de sensin, uçan da sensin konan da sensin, giden de sensin kalan da sensin. Kendine eyi davran, eyi bak olur mu?"

Nasıl ruhumun coştuğunu hangi kelimeyle anlatsam?

Babamın tatlı sert sesiyle onun omuzlarımda açtım gözümü. Beni kucağında taşıyordu. Anneme sesleniyordu " Ekinlerin başında uyuya kalmış sıpa, Mustafa da yanına kıvrılmış. "Heey hey kime neyi emanet ediyoruz " diyordu hafiften gülerek.

 Babama sıkıca sarıldım. Burnumu boynuna gömüp derin bir nefes aldım. Bütün kainatın kokusunu içime çektiğimi bilerek ve bütün kainata seslenerek "Seni çok seviyorum Baba " dedim.
enelsır


Mart 17, 2012, 07:40:02 öö
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sevdim. Güzel bir öykü.

Eleştirisi: Biraz daha özenli yazılsa çok daha güzel olurdu. Şu haliyle amatör kokusu duyumsattırıyor. Sanci aceleye gelmiş gibi. Ancak eminim ki Sayın enelsır bunu bir elden geçirince profesyonel bir yapıt düzeyine getirebilir.

Sevgiler.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mart 17, 2012, 09:35:32 öö
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

Merhaba,

insan doğanın bir parçasıdır. Digital dünya onu bambaşka bir yere getirdi,

 Saygılarımla
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
4189 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 15, 2007, 03:23:23 ös
Gönderen: shemuel
4 Yanıt
3699 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 13, 2017, 06:25:51 ös
Gönderen: RANA
0 Yanıt
2078 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2009, 08:09:46 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2091 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2009, 08:12:00 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2410 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2009, 08:14:34 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2396 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:28:20 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2469 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:30:37 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2384 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:34:18 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3259 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 06:05:52 ös
Gönderen: Prenses Isabella
ADAM

Başlatan alcyone Uyeler

5 Yanıt
4267 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2015, 08:33:09 ös
Gönderen: Risus