......
Bir başka soru daha, peki sizce Ebu Leheb bunu akıl edememiş midir? En azından müslüman rolü yapmayı düşünememiş midir? Veya etrafındaki hiç kimse bu fikri ona vermemiş midir?
Ebu Leheb'in veya etrafındakilerin böyle bir şeyi akıl edememesi, bir insanın tuvaletini yapmak için pantolonunu indirmeyi akıl edememesi kadar aptalcadır.
Ebu Leheb belki de müslüman olmayı veya müslüman rolü yapmayı akıl edebilmiştir, fakat Ebu Leheb'in karşı koyamayacağı bir şey vardı: Allah'ın kalbine yerleştirdiği mühür.
Bakara 6 - Şu bir gerçek ki, o küfre batmış olanları sen uyarsan da uyarmasan da onlar için aynıdır; iman etmezler.
Bakara 7 - Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
Ara sıra yazılarımda büyük resmi değiştirmeyen ufak tefek hatalar yapabiliyorum, fakat eski yazılarımdan birinde "Allah iradeye karışmaz" gibi bir laf etmiştim, bunu iyi hatırlıyorum. Bu öyle ufak ve basit bir hata değildi ve ne yazık ki beni bu konuda kimse de uyarmadı. O sebeple o yazıyı okuyan herkesten özür diliyorum, zira Allah belli bir noktadan sonra iradeye karışır. Allah Kuran'da, iyilik yapanın daha fazla sevap alması için ona daha fazla iyilik yapma fırsatı vereceğini ve adaletin yerini bulması için de kötülük yapanın bu dünyada daha fazla günah alması için onu daha fazla günaha sürükleyeceğini belirtir.
Şimdi size bir soru, Adem ile İsa'nın peygamber olmaları dışındaki ortak noktası nedir?
Adem de, İsa da, cinsel birleşme olmadan, yoktan var edilmişlerdir. Adem ilk insan olarak çamurdan, İsa ise bakire Meryem'den doğmuştur.
Adem için:
Hicr 29: "Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın."
İsa için:
Tahrim 12: Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem'i de örnek verdi. Biz onun içine ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdikledi de içten bağlananlardan oldu.
Şimdi ben Kuran'daki ayet numaralarını sayılarla toplayıp Obama'nın seçim tarihini bulmak gibi saçma işlere kalkışanlardan tiksiniyorum. Zaten kehanet denilen şey, son peygamber olan Hz Muhammed'den sonraki insanlar için saçmalıktır. Ayetlerin içerikleri dururken, sayılarla uğraşmayı da garip karşılıyorum. Fakat bazı eşitliklerin de kesinlikle tesadüfi olamayacağını düşünüyorum.
Örneğin Kuran'da Adem ve İsa isimleri eşit sayıda geçer. Adem de, İsa da 25 kez kullanılmıştır. Burada 25 sayısının bir önemi yoktur, ilginç olan, yaratılış bakımından benzer iki insanın isimlerinin eşit sayıda Kuran'da geçmiş olmasıdır.
Fakat Kuran'ı okuduysanız bilirsiniz ki, Kuran'da İsa'dan çok fazla bahsedilir. Nasıl oluyor da buna rağmen Adem ile İsa kelimeleri eşit sayıda kullanılıyor?
Allah, kimi ayetlerde "İsa" kelimesini kullanmadan "Meryem'in oğlu" veya "Meryem'in oğlu mesih" ifadelerini kullanır.
Örnek:
Maide 75: "Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir..."
Müminun 50: "Meryem'in oğluyla annesini birer ayet kıldık ve onları oturmaya uygun pınarlı bir tepeye yerleştirdik.
Zühruf 59: Meryem'in oğlu, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek yaptığımız bir kuldu.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Birçok ayette Allah, "İsa" yerine "Meryem'in oğlu" ifadesini kullanmıştır. Bunun sebeplerinden ikisi bana göre şunlardır:
1- İsa'nın, Allah'ın oğlu olmadığı, yalnızca Meryem'in oğlu olduğu vurgusunu yapmak. "Baba-oğul-kutsal ruh" üçlemesine inanan Hristiyanları uyarmak.
2- İsa ile Adem kelimelerinin eşit sayıda kullanılmasını sağlamak.
İlginç di mi? Ehehe.
Şimdi, gelelim bambaşka bir konuya. Böyle bir yazıda bu türden bir konuya girmeyi planlamamıştım ama huyum kurusun.
İsrail bayrağında bildiğiniz gibi iki şerit vardır ve ortasında da Davut'un yıldızı veya Süleyman'ın mührü dediğimiz amblem vardır ki günümüzde siyonizm sembolü haline gelmiştir. Süleyman peygamberle ilgili bir hatırlatma daha yapmam lazım, Hz Süleyman'ın emrine işçi olarak cinler verilmiştir. Hz Süleyman, müthiş büyüklükte bir servete sahip olmasının yanısıra, cinlere de hakimiyet kurabilme yeteneği verilmiştir kendisine. Süleyman'ın mührünün siyonizm simgesi haline getirilmesinde, Süleyman'ın bu yeteneğinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Zira Süleyman'ın bu mühür ve ilim sayesinde tüm dünyaya hükümdarlık kurduğunu, dolayısıyla kendilerinin de aynı öğretiye sahip olurlarsa dünya üzerinde hükümdarlık kurabileceklerini zanneden siyonist bir kitle var dünya üzerinde.
https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSqY7HskGPbinvL0Cxp9XQ_-OZD4Zzy5AzTFz-Ox7KR2IhracZZİsrail bayrağındaki bu iki şerit, Fırat ve Nil nehirlerini sembolize eder. Yani "vadedilmiş topraklar" muhabbeti İsrail'in bayrağında dahi vardır. Fırat ve Nil nehirleri arasındaki bölgenin kendilerine Tanrı tarafından vadedildiğine inanır siyonistler ve Fırat nehri arasındaki bu bölgede Türkiye'nin de bulunduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Bu, önce bütün musevileri, daha sonra tüm dünyayı tek bir çatı altında toplama gayesi olan siyonist yahudilerin amacıdır. Ayrıca buradan Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanına da selamlarımı yollarım.
Neyse, esas konumuz bu değildi. Siyonizmin yüzyıllardan beri maşa olarak kullandığı bir masonluk vardır. Fakat şunu da tekrardan söyleme gereği duyuyorum ki, Türkiye'deki masonların büyük çoğunluğu tırttır. Evet Türkiye'deki masonluk genel itibariyle tırışkadır fakat yine de felsefeleri açısından onaylamam ben masonluğu. Öte yandan dünya çapındaki evrensel masonluk, özellikle üst dereceli masonluk son yüzyıllarda dünya tarihine en çok müdahalede bulunmuş oluşumlardan biridir. Türkiye'deki masonluğu da tasvip etmeme sebeplerimden birisi de budur zaten. Esas konu şu ki, kabala ve spiritüalist öğreti etkisi altında ortaya çıkan masonluk, ilk olarak duvar ustaları tarafından kurulmuştur. Mason kelime anlamı olarak da zaten duvar ustası demektir. Bu duvar ustaları tarafından kurulmuş cemiyetin içine başka insanların da girmesiyle bambaşka bir masonluk ortaya çıkmıştır.
Şimdi bu hatırlatmaların üzerine, Kuran'da Süleyman'ın emrine verilen cinlerin vasıflarına bir bakalım:
Sad 37 - Şeytanları da onun emrine verdik. Hepsi bina ustası ve dalgıçtı.
Sizce Süleyman'ın emrine verilen cinlerin bina ustası olmaları ve masonluğun duvar ustaları tarafından kurulmuş olması arasında bir bağlantı olabilir mi? Şeytanlar vahiy verme yeteneğine sahiplerdir.
Enam 121 - "Şeytanlar kendi dost ve destekçilerine sizinle mücadele etmeleri için elbette ki vahiy gönderirler."
Masonluk, şeytanlardan gelen vahiyle kurulmuş olabilir mi?
Bilemiyorum ehehe, bu konuda kesin bir iddiada da bulunmuyorum. Sadece parçaları birleştirmeye çalıştım.
Yine bir yorum meselesi olan ayet vereceğim.
Kıyamet 4 - Hayır, sandığı gibi değil! Biz onun parmak uçlarını da tam bir biçimde düzenlemeye gücü yetenleriz.
Bu ayette ben kesinlikle parmak uçlarına yapılmış özel bir atıf olduğunu düşünüyorum. Bu ayeti zaten çoğu kişi bilir fakat yine de belirtmek istedim, her insanın parmak izi farklıdır ve örnek verilecek o kadar şey varken bu ayette neden özellikle "parmak uçları" belirtilmiştir izah etmek mümkün değil. Bu ayeti "öylesine, alelade verilmiş bir örnek işte" olarak da görebilirsiniz, tercih sizin fakat buradaki tabir öyle "tepeden tırnağa" şeklinde genel bir deyim falan değildir.
Şimdi buraya kadar genelde herkese hitap eden konulardan bahsettim, fakat bundan sonrası müslümanları daha bir alakadar ediyor. Zira ben Kuran'a baktığımda farklı bir din (Allah'ın dini), müslümanlara baktığımda ise bambaşka bir din (alışkanlıklar, gelenekler ve hurafeler üzerine kurulu bir din) görüyorum. Şunu asla unutmayın ki peygamberimizin mücadele ettiği insanlar "dinsiz" değillerdi. Allah'a da inanıyorlardı. En basitinden peygamberimizin babasının isminin Abdullah (Allah'ın kulu) olması bir mucize değildir, zira o toplumda Allah'a zaten inanılıyordu ve Abdullah da yaygın bir isimdi. Fakat o insanlar Allah'a inanırlarken işin içine sayısız hurafe, sayısız şirk katmışlardı. Bu önemli. Yazının bu kısmından sonra daha genel konulardan bahsedeceğim.
İsterseniz biraz "şirk" konusundan bahsedelim. Allah, Kuran'da affetmeyeceği tek günahın şirk olduğunu söyler ve bu ciddi bir konudur.
"Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir" - Nisa 48
Peki nedir şirk?
Şirk, Allah'tan haberdar olup onunla beraber başka ilahlar edinmek veya birtakım şeyleri ona denk veya ondan üstün tutmaktır. Şirk asla ve asla sadece "iki tane tanrı var" demek veya heykelden puta tapmak değildir. Tabi ki bunlar da şirke girer, fakat şirk yalnızca bunlar değildir. Hatta Kuran'da, peygamberimiz dönemindeki müşriklerin taptıkları putların heykelden veya taştan oldukları söylenmez. Bu putların isimleri bile söylenir (lat, menat, uzza), fakat heykel oldukları söylenmez. Zira put, sadece heykelden ve taştan yapılmış uyduruk bir ilah değildir. Örneğin:
"Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü?" - Casiye 23
Bu ayete göre ateizm de şirktir. Hatta kendi istek ve arzularını, Allah'ın emirlerinden üstün tutmak da bir şirktir.
Şimdi vakia suresindeki 2 ayetten yola çıkarak biraz beyin fırtınası yapacağım sevgili kaynatasızlar.
Vakia suresinde cennettekilerden bahsedilir ve cennetin üst katında olan kişiler için şu söylenir:
"Büyük kısmı öncekilerden, az bir kısmı da sonrakilerdendir." - Vakia 13-14
Cennetin daha alt kısımlarında ise nesiller arasında daha denk bir dağılım vardır. Bu ayetlerde de cennetin daha alt kısımlarındaki insan nüfusundan bahsedilir:
"Bir bölümü öncekilerden. bir bölümü de sonrakilerden." - Vakia 39-40
Bu ayetleri üst üste koyduğumuzda, cennete giren "önceki nesiller", "sonraki nesiller"den fazladır.
Peki dünya nüfusunun geometrik hızla arttığını da hesaba katarsak, neden öncekiler daha fazla cennette? Sonrakilerin daha fazla olması gerekmez miydi?
Evet insanlar gittikçe yozlaşıyor, fakat tek sebebi sadece bu değil. Zira insanlar tarihin istisnai dönemleri dışında hep yoz olana yönelmiştir zaten.
Kapitalizm insanlığın kaderi mi bunu bilmiyorum, fakat bildiğim şey şu ki insanların var olduğu günden beri kapitalizm de var oldu. Ve bu kapitalizm, gün geçtikçe insan hayatındaki etkinliğini arttırıyor. Kapitalizm bugün, bir önceki günden daha şiddetlidir ve yarın da, bugünkinden daha şiddetli olacaktır bu gidişle.
Peki kapitalizmin insan hayatındaki etkisinin artması ne demektir?
Etrafınıza bir bakın, para, güç, statü, makam, prestij, seks gibi dünyevi çıkarlar peşinde koşan insan yığınları göreceksiniz. İnsanların hayattaki birinci amacı, bu gelip geçici dünyevi menfaatleri elde etmek haline gelmiştir.
Bu da, "dünyevi menfaat kazanma" amaçlı hayat anlayışının, "Allah'ın takdirini kazanma" amaçlı hayat anlayışının önüne geçmesi demektir.
Alın size babalar gibi bir şirk.
Hep Allah'ı bilip, hem de birtakım şeyleri ondan üstün tutmak.
İnsanların normal olmayan şeyleri normal karşılar hale gelmesi, bizim mazeretimiz olmayacaktır muhtemelen. Bu sebeple insanlara çok fazla uymayın, insanlar genellikle yanılgı halindedir.
Bu son anlattıklarım da benim kişisel yorumumdur ve ben de yanılıyor olabilirim, onu bir hatırlatayım ehehe.
Reenkarnasyon konusuna gelelim şimdi de. Dünyada 1 milyar civarı insanın reenkarnasyona inandığı tahmin ediliyor. Tabi ki bu rakamın büyük bir kısmını uzakdoğu coğrafyasındaki hindu ve budist inanışa sahip kişiler oluştursa da ruhçuluk ve bazen de tasavvuf yoluyla reenkarnasyonun olduğu fikri İslam'a da sokulmaya çalışılmakta.
Öncelikle bu konudaki kesin görüşümü söyleyeyim: Eğer reenkarnasyon varsa Kuran yalan söylüyordur.
O kadar da netim bu konuda.
Şimdi reenkarnasyona "delil" olarak sundukları ayeti göstermek istiyorum:
Mümin 11 - Dediler: "Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?"
Buradaki "iki kez öldürdün, iki kez dirilttin" ifadesini reenkarnasyona yormak, sadece onu orada görmek isteyenlerin başarabileceği bir iştir. Eğer yeterince ıkınır ve iyi bir çocuk olursanız şirinleri görebilirsiniz. Fakat Kuran'daki tek bir ayet üzerinden karar verilemeyeceğini, Kuran'ın a+b+c+d+... olduğunu başından beri söylüyorum. Şimdi bir başka ayetin ışığında bakalım bu "iki kez ölmek" ve "iki kez dirilmek" ifadeleri ne anlama geliyor?
Bakara 28 - Allah'a nasıl nankörlük ediyorsunuz? Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayetten şunu anlıyoruz, biz bu dünyada var olmadan önce, yani anne rahminde oluşmadan önce, Allah bizi "ölüler" olarak tanımlıyor. Yani henüz doğmamış bir insan, "ölü"dür Allah'a göre.
Şimdi değerlendirmemizi yapalım:
Doğmadan/var olmadan önce ölülerdik: 1. ölüm
Bu dünyada doğduk: 1. diriliş
Her canlı gibi bu dünyada öleceğiz: 2. ölüm
Ahirette yeniden diriltileeğiz: 2. diriliş
E al sana 2 ölüm, 2 diriliş. Yani reenkarnasyona delil olarak gösterdikleri ayet, aslında reenkarnasyonun olmadığının delilidir.
Şimdi yine bir başka ayet vereceğim, "aha Kuran'da çelişki var"cılara fırsat doğurabilecek bir ayet bu, fakat bu ayette bir çelişki görmek de sadece onu görmek isteyenlerin başarabileceği bir iştir.
Dühan suresinin 56. ayetinde Allah, cennetteki insanlar için şöyle der:
Dühan 56 - Orada, ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
Şimdi "hani 2 ölüm vardı, ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar da ne demek?" diye düşünebilirsiniz. Fakat dikkat edilmesi gereken nüans şudur, ölümü tatmak veya ölümü tecrübe etmek, sadece yaşamakta olanın yapabileceği bir iştir. Henüz yaratılmamış, var olmamış bir nefs, ölüm denilen olayı tatmış ve tecrübe etmiş değildir. Ancak yaşamla tanışmış olan canlı öldükten sonra ölümü tecrübe etmiş olur. Yani "ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar" ifadesinde bir kusur, hedehödö yoktur.
Ek olarak, yine bu ayet de yeryüzünde yaşamakta olan insanların yalnızca "bir kez" ölecekleri vurgusunu yapmaktadır. Yani Dühan 56'ya göre de reenkarnasyon falan yoktur.
Reenkarnasyona inanıyorsanız eğer, lütfen bunu İslam'a yamamaya çalışmayın, zira reenkarnasyon ve İslam taban tabana zıttır. Reenkarnasyon hakkında binlerce kitap yazılması, kimi ilahiyatçıların veya profesörlerin "reenkarnasyon vardır" demesi veya milyarlarca insanın reenkarnasyona inanması, reenkarnasyonun var olduğu anlamına gelmez. Zira insanlar genellikle yanılgı halindedir. En azından Kuran'a inanıyorsanız durum budur yani.
Bir de bu reenkarnasyona inananlar nedense hep önceki hayatlarında Rus çarı, İngiliz prensi falan olduklarını iddia ederler. Ulan tarihte toplasan en fazla 100 tane Rus çarı vardır, milyarlarca insan çiftçiydi, demirciydi, bakkaldı, çakkaldı. Hepiniz Rus çarıysanız bu milyarlarca çiftçi nereye gitti koduğumun dünyasında olum? Ya bırak ya.
Neyse yeniden ciddileşiyorum, öhöm.
Tarihte bilinen ilk günah nedir diye sorsam, muhtemelen "Adem'in oğlunun, kardeşini öldürmesi" diyeceksiniz. Dünya için böyle olabilir, fakat bizim haberdar edildiğimiz ilk günah kibir ve "ırkçılık"tır.
Evet evet, kibir ve ırkçılık.
Nasıl mı?
Araf 11 - Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o.
Araf 12 - Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."
Araf 13 - Buyurdu: "O halde in oradan. Senin haddine mi orada büyüklük taslamak! Hadi çık! Sen alçaklardansın."
İblis'in ateşten yaratıldığı için kendisini çamurdan yaratılan Adem'den üstün görmesi ve kibirlenmesi, kusursuz bir ırkçılık örneğidir.
İblis (yani şeytanların lideri), ırkçıdır.
O nedenle bir milletin tamamını topyekün bir suçla itham etmeden önce iyi düşünün sevgili kaynatasızlar. Tıpkı museviler ve siyonist yahudiler arasındaki farkı kavramak gibi. İnsanları doğuştan gelen özellikleriyle yargılamanın dinimizde yeri yoktur, sapık fikir ve felsefeye sahip olanları uyarabiliriz sadece.
Bu ayetteki secde etmek de, fiziksel olarak secde etmek olmayabilir. Secdenin iki anlamı vardır zira.
Şimdi daha önceki yazılarda belirtmiş olmama rağmen yeniden söylemek istediğim bir konu var. İblis (Lucifer) bir melek değildir. İblis, kötü olma rolünü üstlenerek Allah'a hizmet etmez. İblis isyan etmiştir ve İblis olmasa biz yine imtihan edilecektik, İblis sadece bir vesiledir.
Bu İblis'in kötü olmadığı ve kötü olma rolünü üstlenerek Allah'a hizmet ettiği düşüncesi, tamamen bir ruhçu uydurmasıdır. Bu fikir o kadar yanlış sonuçlar doğurabilir ki, "her şeyin ve herkesin iyi olduğu" sonucuna götürür insanı. Böyle bir dünya yoktur. Allah iradeyi yaratır ve o irade kötü olmayı seçtiyse onu sevmek bir yana, ondan uzak durmak gerekir.
Kehf 50 - Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!
İblis, Allah'a olan isyanından itibaren cindir.
Şimdi şöyle bir soru gelebilir akıllara "tüm meleklere sorulduğu söyleniyor ve bu meleklerin arasında İblis de var, yani İblis önceden melek miydi?"
Bu detay bir konudur, esas bilmemiz gereken İblis'in isyanından itibaren bir cin olduğudur. Fakat yine de fikir yürütelim. Bu konuda iki ihtimal vardır.
1- İblis daha önceden bir melekti, Allah'ın emrine karşı gelince cin oldu.
2- İblis hep cindi, fakat bir melek rütbesine yükselmişti.
Kimi mealciler Kehf 50 ayetini "iblis cinlerdendi", kimi mealciler ise "iblis cinlerden oldu" şeklinde çeviriyor. Kimileri ise İblis'in ateşten yaratıldığını, bu nedenle melek olamayacağını, zira meleklerin nurdan yaratıdığını iddia ederler. Fakat Kuran'da meleklerin nurdan yaratıldıklarına dair bir bilgi yoktur. Ayrıca esas doğru anlam "İblis cinlerdendi" olsa bile, bu zamandan münezzeh olan Allah'ın, İblis'in zaten eninde sonunda bir cin olacağını bildiği anlamına da gelebilir. Bu konuda kesin bir karar vermek için çok iyi Arapça bilmek lazım ve bu çok da gerekli olmayan konu beni aşar deyip burada bırakıyorum. İblis'in öncesi zaten bizi pek alakadar etmiyor, sonuç olarak İblis şu an cindir ve gavattır.
Şimdi çok daha önemli bir konuya gelelim ve bu konuda müslümanların çoğu ciddi bir yanılgı halindedir.
O da cehennemden cennete geçiş olduğunun zannedilmesidir.
Bu konudaki ayetleri vereceğim tabi ki, fakat önce konuyu toparlayayım. "İçerisinde zerre kadar iman olan, cehennemde günahlarını çektikten sonra cennete girecektir" düşüncesine Kuran'dan asla varılamaz. Zira Kuran'da cehennemden cennete geçiş olduğunu söyleyen tek bir ayet bile yoktur. Yani cehennemin kendisi gibi, cehennemin içinde olanlar da ebediyen orada kalacaklardır.
Ali İmran 88 - O lanet içinde sürekli kalacaklardır. Ne azap hafifletilecektir.Onlardan ne de yüzlerine bakılacaktır onların.
Zühruf 74 - Suçlular ise cehennem azabının içinde sürekli kalacaklardır.
Araf 36 - Ayetlerimizi yalanlayıp onlar karşısında burun kıvıranlara gelince, bunlar ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır onun içinde.
Bu ayet örnekleri çoğaltılabilir, onlarca ayet vardır bu şekilde. Bu ayetlerin öncesine baktığımızda "Allah'ı, Kuran'ı, peygamberi ve ahireti inkâr edenlerin cehennemde sonsuza dek kalacağı" anlaşılıyor.
Peki ya müslümanlar? Günahkar bir müslüman da iman sahibi olmasına rağmen sonsuza kadar cehennemde kalabilir mi? Evet, eğer cehenneme girdiyse, oradan çıkması söz konusu değildir. Bakın şimdi:
Bakara 275 - O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, "Alış-veriş de riba gibidir." demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.
Riba denilen şey, faiz/tefeciliktir. Paranızın değerini kaybetmesini önleyen banka faizinin buna dahil olduğunu zannetmiyorum, fakat şimdi bunun tartışmasını yapmayalım, esas işaret etmek istediğim mesele o değil. Haksız kazanç elde edecek büyüklükteki o astronomik banka faizleri, tefecilik kesinlikle haramdır. Ve Allah, tefecilik yapıp tövbe ettikten sonra yeniden tefecilik yapanların sonsuza dek cehennemde kalacaklarını söylemektedir bu ayette.
Peki şimdi bir soru, tefecilik yapan bir insan müslüman olamaz mı? Tövbesini bozan bir insan müslüman olamaz mı?
Eğer cehenneme giren bir müslüman cezasını çektikten sonra cennete girecekse, neden faiz yiyen müslümanın cehennemde sonsuza kadar kalacağı söyleniyor Kuran'da? "Orada ebediyen/sürekli/sonsuza dek kalacaklardır" ifadeleri bulunmasına rağmen müslümanlar, neden bir müslümanın sonsuza kadar cehennemde kalmayacağına inanıyorlar?
Bu inanış o kadar yaygın ve yanlıştır ki, sebebini anlamak mümkün değil.
Kuran'da "günahlarının bedelini cehennemde ödeyen bir müslüman, cennete gidecektir." anlamına veya imasına gelen hiçbir cümle yoktur.
Yani anlayacağınız, cennet de ebedidir, cehennem de.
"Tamam cehennem ebedi ama içindekiler ebedi değil" şeklinde bir görüş de vardır.
Şimdi Allah aşkına size bir soru sormak istiyorum, olimpiyat meşalesi mi bu arkadaşım? Süs olsun diye mi yanacak cehennem orada?
Yalnızca bir ayet bende "acaba cehennemden cennete geçiş var mıdır?" şüphesi uyandırmıştı, o ayeti vereyim:
Hud 107 - Rabbinin dilemesi hariç, gökler ve yer durdukça onlar orada hep kalacaklardır. Rabbin, dilediğini öyle bir yerine getirir ki!...
Bu ayetteki "rabbinin dilemesi hariç" kısmı bende bir soru işareti oluşturmuştu açıkçası. Fakat bu daha çok "Allah dilediğini yapar, Allah'ın gücü her şeye yeter" manasında bir sözdür. Örneğin Allah tüm insanları, cenneti ve cehennemi de yok edebilir, buna gücü vardır. Fakat böyle bir şeyi yapmayacaktır, zira Allah söz vermiştir ve Allah'ın vaadi mutlak doğrudur. O sebeple bu ayetten de "cehennemden cennete geçiş" anlamı çıkarmak, çok zorlama olacaktır.
Müslümanlardaki "cehennemden cennete geçiş" inancı sanırım bazı hadislerden kaynaklanıyor, fakat Kuran'da bunu ima eden tek bir ayet bulunmamaktadır. Hatta ve hatta Kuran, cehennemin sonsuz olduğunu söylemekle kalmayıp, "cehennem sonsuz değildir" diyenleri de deşifre etmektedir:
Bakara 80 - Dediler ki: "sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan bir ahit mi aldınız! Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
Ve özellikle aşağıdaki 2 ayeti de lütfen dikkatle okuyun.
Ali İmran 23 - Şu kendilerine Kitap’tan pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabı’na çağrılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.
Ali İmran 24 - Bunun sebebi onların, “ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleridir.Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.
"Müslümanlar için cehennem hayatı sonsuz değildir" demek, Kuran'daki "ateş bize sayılı gün dışında dokunmayacaktır" diyenlerin iddiasıyla aynıdır. Ve Allah bu tutum için "uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır" ifadesini kullanır ve burada müslümanlardan bahseder. Bu ayetlerde sadece yahudilerden veya hristiyanlardan bahsedildiğini ileri sürenlerin Kuran'a dayandırabilecekleri tek bir mantıklı izahları yoktur.
Ayetler bu kadar netken, "azıcık iman sahibi olan bile cehennemden cennete geçecektir" diyebilmek için insanda cahil cesareti olması gerekir. Allah'tan korkarım ben arkadaş.
Tabi ki korkudan önce sevgi ve anlayışla ibadet etmeliyiz, fakat şu da bir gerçek ki korku çoğu zaman insanı harekete geçirir, tetikler. İnsan biraz zora girmeden, sıkışmadan, uyuşukluğunu kıramayabilir. Tarihteki tüm icatların ihtiyaçtan ve muhtaçlıktan ortaya çıkması da bunun bir göstergesidir. Açıkçası bir müslüman olarak benim kafama bazı şeylerin dank edişi "cehennemin ebedi olduğunu" öğrendikten sonra başladı. Bu çok ciddi bir konudur ve İblis öyle kurnazdır ki, sonsuz olan cehennem hayatını bile insanlara "geçici" olarak inandırmaktadır. Cehennemin geçici olduğunu zanneden bir müslüman ile cehennemin sonsuz olduğunu bilen bir müslümanın davranışları, kendine dikkat edişindeki özen arasında çok büyük farklar olur. Allah aşkına bu konuya dikkat edin ve Kuran dururken sözde hocaefendilere aldanmayın.
Fakat şunu da eklemeyi uygun görüyorum, her insan muhakkak cehennemi görecek ve onun nasıl bir yer olacağına tanık olacaktır. Hemen ayetleri veriyorum:
Tekasür 5 - İş, sizin bildiğiniz gibi değil! Ne olurdu, şaşmaz ve aldatmaz bir bilgiyle bilseydiniz!
Tekasür 6 - Yemin olsun, o cehennemi mutlaka göreceksiniz!
Tekasür 7 - Yine yemin olsun, onu gözünüzle apaçık göreceksiniz!
Tekasür 8 - Sonra o gün, nimetten kesinlikle sorguya çekileceksiniz!
Burada o mahşer gününde cehenneme bir "tanık olma, görme" söz konusudur. Fakat cehennemi gören insanların hepsi o azabı tatmayacaktır, hemen başka bir ayet daha veriyorum:
Enam 16 - Kendisinden azap uzaklaştırılana o gün rahmet etmiştir. İşte açık kurtuluş budur.
Mahşer günü, azap (cehennem) kendisinden uzaklaştırılanlar cennete gireceklerdir. Yani cennete giren herkes cehennemi görmüş olacaktır, fakat cennete girenler bu azabı yaşamayacaklardır.
Küçüklüğünüzden beri duyduklarınızdan dolayı "cehennemden sonra cennet vardı ama ya?" şeklinde düşünebilirsiniz, fakat ayetler ortadadır sevgili kaynatasızlar. Alışkanlıklarınız, büyüklerinizden duyduklarınız çoğu zaman doğru olmayabilir.
Bakara 170 - Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!...
Umarım her şey açıktır. Kuran'daki ayetler bu kadar netken başka kaynaklara başvurmayı da gereksiz görüyorum, zira şöyle de bir ayet vardır:
Enam 38: "...Biz bu Kitap'ta, herhangi birşeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık..."
Ve hatta Zühruf 44: "Gerçek şu: Bu Kur'an sana ve toplumuna elbetteki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız."
Bu noktada şöyle bir soru akıllara gelecektir; cennete giren her insan anadan doğmuş gibi günahsız olmayacaktır. Peki günahlar işleyip de cennete girenler, bu günahlarının karşılığını nasıl verecekler?
Tabi ki öncelikle Allah'ın "Tevvab" (tövbeleri kabul eden, günahları silen) ve "Rahman" (merhamet edeni, affeden) sıfatlarını unutmamalıyız. Ben olaya değişik bir açıdan yaklaşacağım şimdi. Cennette birden fazla kat olduğu Kuran'da belirtilir. Cennetin her kısmı bir değildir, örneğin Firdevs ve Adn cennetlerinin daha üst konumda olduğu Kuran'dan anlaşılır. Cennetin alt kısmında olan bir kimse için, üst kısımlara ulaşamamak da günahlarının bir karşılığı olabilir.
Çok fazla cehennemden bahsetmiş olmam da sizi korkutmasın, konu o olduğu için onun üzerinde durdum, amacım ağzından tükürükler saçan hocalar gibi "yanacaksınız!!!" diye çığırtkanlık yapmak değil. Zira Kuran ayetlerinde cennet ve cehennem konusunda denge vardır.
Ruhçular genellikle "Allah'ın sonsuz sevgi sahibi bir varlık olması"ndan dem vurarak, cehennemin olmadığını ileri sürerler. Gerekçeleri ise "Kuran'ın o zamanki insanların bilinç seviyesine göre inmiş olması"dır. Yani onlar için cehennem bir mecazdır.
Bu tamamen duygusal bir zırvalıktır. Evet Allah sınırsız sevgi ve merhamet sahibidir, fakat Allah aynı zamanda adildir. Adil olmak yalnızca iyiyi ödüllendirmek değil, kötüye de hak ettiğini vermektir. Zaten etrafınıza, insanlara ve dünyaya baktığınızda cehennemin ne kadar gerekli olduğunu da anlayacaksınızdır.
Eğer "aşırı" duygusal olursanız ruhçuluğa/spiritüalizme yönelebilirsiniz. Fakat Allah'ın sürekli öğütlediği bir şey vardır, o da hem "aklı" hem "duyguyu" kullanmaktır. Yani duygu kadar rasyonellik de önemlidir.
"Yemin olsun ki, peygamberlerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için çıkarılacak bir ders vardır." - Yusuf 111
Yusuf peygamberin hikâyesinin anlatığıldığı Yusuf suresinin son ayetinde söylenir bu söz. İsterseniz İbrahim peygamberden kısaca bir bahsedeyim. Allah, İbrahim peygambere vahiyden önce doğruyu ve yanlışı ayırma, kavrayabilme yeteneğini verir ve İbrahim peygamber de etrafı gözlemleyerek Allah'ın olduğu sonucuna ulaşır. Oysaki İbrahim'in toplumu puta tapanlardan oluşmaktaydı. Enam suresinin 74. ayetinden itibaren, Hz İbrahim'in Tanrı arayışı anlatılır, şimdi oradaki ayetlerden bir tanesini göstermek istiyorum:
"Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Ben batanları sevmem!" diye konuştu." - Enam 76
İbrahim, yıldızın Tanrı olmadığı sonucuna şu şekilde ulaşıyor:
1- Yıldızın batması ve batan bir Tanrı'yı saçma bulması = Mantık, rasyonellik
2- Batanları sevmemesi = Duygu
Bu nedenledir ki Kuran'da ısrarla "temiz akıl sahipleri için deliller vardır" vurgusu yapılır. Bu hem vicdanını, hem de aklını kullananların Allah'ın varlığı sonucuna ulaşacaklarını izah eder. Duygu olmadan akıl, akıl olmadan duygu pek bi halta yaramaz bana kalırsa.
"Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını ve gönlünü işletenler için işaretler vardır" - Ali İmran 190
Açıkçası benim Allah'a inanma sebebim de buydu. Aynı Ali İmran 190'da belirtilen durum.
Eğer dağların hareket ettiğini söyleyen ayet olmasaydı, rüzgarların dölleyici olduğunu söyleyen ayet olmasaydı, embriyodaki et-kemik-et oluşum sırasını anlatan ayet olmasaydı veya ne bileyim işte yukarda örneklerini verdiğim diğer ayetler de Kuran'da olmasaydı, ben yine Tanrı'ya inanacaktım. Zira Tanrı'yı sistemden çıkardığım zaman, hiçbir şeyi sağlam bir temele oturtamayacağımı fark ettim. Fakat o ayetlerin de bulunması, ekstradan benim "Allah" inancımı pekiştirdi. Olay bundan ibaret.
Peki neden deist (Tanrı'ya inanan fakat dine inanmayan) olmadım da müslüman oldum diye soracak olursanız, bunun tabi ki ilk sebebi Kuran'dır. Kuran'da, insanı insandan daha iyi tanıyan birinin tespitleri vardı. Bir diğer sebebi ise, deizmin tanrısını saçma bulmam oldu.
Hani bazı tarihi kahramanlık filmleri olur ya, bu filmlerde ana konsept şudur: Ezilen fakat yiğit bir köylü halkı vardır. Karşılarında ise bu halkı ezen, harika zırhlara ve atlılara sahip çok güçlü bir imparatorluk veya soylu bir aile vardır. Filmin sonunda, ezilen köylü halkı savaşı kazanır ve film esnasında ezilen köylü halkının izleyici gözündeki "haklılığını" arttırmak için karşılarına kötü bir karakter yerleştirirler. Bu nedenle kahraman köylü halkı sömüren bu imparatorluğun veya soylu ailenin lideri genellikle hiçbir işe yaramayan, uyuşuk, zenginlik içinde yaşamasına rağmen kimseye faydası dokunmayan, bencil bir karakter olur.
Gözünüzün önünde canlandı mı o uyuşuk cibilliyetsiz imparator?
İşte deizmin tanrısı da aynı o uyuşuk imparator gibidir.
Müthiş ihtişamlı bir evren yaratmıştır, bu evrene milyarlarca galaksi yerleştirmiştir, her galaksiye yıldızlardan, gezegenlerden, uydulardan ve henüz bilmediğimiz gök cisimlerinden oluşan sayısız sistem yerleşmiştir, ardından bu gezegenlerin bazılarında da yaşam oluşturacak koşulları yaratmıştır. Evreni çökmeden ayakta tutan ve kaosa yol açmayan bir düzen yerleştirmiştir. Bunların üstüne insanı ölümlü kılmış ve zor bir yaşamın tam ortasına göndermiştir. Ve ardından tüm bu evreni ve içindeki hayatı kendi haline bırakmıştır. Hiçbir müdahalede bulunmamış, "ne haliniz varsa görün" demiştir. Bir "kullanma kılavuzu" bile yollamamıştır.
Böyle tanrı mı olur lan? İlkokulda cam kenarında oturup hesap makineli Casio saati sayesinde her sorana teneffüse kaç dakika kaldığını söyleyen çocuk bile daha hayırlıdır bu tanrıdan anasını satayım. En azından bir işe yarıyordu herif.
Yarattıklarına faydası ve müdahalesi olmayan bir Tanrı fikri saçmadır.
Tanrı'nın, yarattıklarına yeri geldiğinde müdahale etmesi, gözetlemesi gerekir. Kuran da işte bu açıdan Allah'ın hayata yaptığı en büyük müdahalelerden biridir ve benim gözümde Allah, her açıdan deizmin tanrısından daha rasyoneldir.
Bilim konusuna gelecek olursak. "Artık bilim çok ileride ve gittikçe daha da ilerliyor, artık Tanrı kavramına gerek kalmayacak" türünden sözler duyuyor musunuz? Bu sözler yeni veya bugüne ait değildir. Bu laf yüzyıllardır söyleniyor ve "Tanrı kavramına gereğin kalmadığı o gün" bi türlü gelemedi arkadaş. Zaten gelmeyecektir de. Zira bilim ile dinin kulvarları çok farklıdır. Bilim oluşumun "nasıl", din ise "neden" olduğuna cevap verir. Allah "nasıl"lara da cevap verir, fakat bilim "neden"lere cevap vermez. Şimdi bir Kuran ayeti değil, Tolstoy'un 130 yıl önce yazdığı ve Türkçe'ye "Din Nedir?" ismiyle çevrilen kitabından bir alıntı vereceğim. Bilim sayesinde dine gerek kalmadığını iddia eden Berthelot isimli aydın ve onunla aynı fikri taşıyanlar için şunları yazmıştır Tolstoy:
"Bay Berthelot ve onunla hemfikir olanlar bilimin dinin yerini alacağını söylerken, iddiaları tamamen subjektiftir ve bilimin yanılmazlığına karşı, Kilise'nin yanılmazlığına iddia edilen imana çok benzeyen temelsiz bir inanç duyarlar. Üstelik, 'okumuşlar' diye görülen ve sözü edilen bu zümre, dinin yerini alabilecek olan ve dine ihtiyacı çoktan geçersiz kılan bir bilimin zaten mevcut olduğuna inanmışlardır"
Tolstoy burada aydın geçinip "bilim çok gelişti, dine gerek yok" diyenlerin temelsizliğini belirtmekle kalmamış, onların bu körü körüne savundukları tutum ile kilisenin dogmalarını körü körüne savunması arasında pek bir fark olmadığını belirtmiştir. Kısacası Tolstoy, aydın geçinip bilimin her şeyini açıklayacağını papağan gibi tekrar eden kimseler ile kilise yobazlarının bir farkı olmadığını söylemiştir.
Şunu da not edeyim ki, Tolstoy inançlı olmasına karşın kiliseyi acımasızca eleştirir.
Zaten gerçek bir müslüman da din üzerinden yobazca ahkâm kesen, aklı ve sağduyuyu bir kenara bırakıp "Kuran'ın Arapçasını okuyun, onun sevabı size yeter" mantığında hareket eden ve dine hiçbir temeli olmayan hurafeler ekleyen kitleyi eleştirmelidir. Kimleri kastettiğimi anlıyorsunuz sanırım.
Neyse, konumuza dönelim. Bilim genellikle "bir önceki keşiflerin yanlış olduğu" prensibiyle ilerler. Örneğin Newton'ın fiziğe katkısı büyüktür, fakat Einstein ile Newton'ın çoğu buluşunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam Einstein bu konuda da Newton'ı eleştirmek şöyle dursun, Newton'ın zamanında buldukları sayesinde bu noktaya gelebildiklerini ve bir gün kendi bulduklarının da yanlışlanabileceğini söylemişti. Sürekli yanlışlanmakta olan bir şey, nasıl olur da dinin yerini tutabilir?
Bilim, ne işleyiş ne de işlev olarak dinin yerini tutabilir.
Şu anki medeniyet ve bilim, hiç sekteye uğramadan 1 milyon yıl daha ilerlese, yine de insanın arayışta olduğu tüm sorulara ve içindeki boşluklara karşılık veremeyecektir.
Bilim ile dini karşı karşıya getiren insanların amacı da bilim değildir zaten, onların kavgası din iledir, Tanrı iledir. Gözümde dini kullanarak siyaset yapan insanlar ile bilimi kullanarak antiteistlik yapan insanlar arasında pek de bir fark yoktur.
Sizce bu ayette Allah, "bilim varken dine gerek yok" diyenlere bir göndermede bulunuyor olabilir mi?
"Resulleri onlara açık-seçik kanıtlar getirdiklerinde, onlar, yanlarındaki bilgiyle sevinip övündüler. Ve alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıverdi." - Mümin 83
Kim bilir...
Şu da kişisel bir gözlemimdir ki, Tanrı'ya inanmadığını veya agnostik olduğunu söyleyen birçok kişi, kafalarında "Tanrı var mı, yok mu?" gibi bir soruya cevap aramamaktadır. Bu sorunun arayışından ziyade Tanrı'ya bir küslükleri, dargınlıkları vardır. Bu isyan moduna ben de girmiştim 3 yıl evvel, fakat sonra yaptığımın saçmalıktan başka bir şey olmadığını fark ettim. Tarafsız olun ve iyi bir mealden Kuran'ı okuyun. Sonra bazı şeylerin oturması için de kendinize zaman tanıyın, hayatı gözlemleyin, insanları gözlemleyin, etrafı gözlemleyin. Bu hayatta "sorgulamak"tan daha fazla değer taşıyan çok fazla şey yok ve değeri olmayan şeylerle vakit öldürüp duruyoruz anasını satayım.
Bir de şu Cern ve "tanrı parçacığı" konusunda ufak bir bilgilendirme yapmak istiyorum kaynatasızlar. Cern'dekilerin "tanrı parçacığı" arama gibi bir amaçları yoktur. Varlığı teori ile ortaya atılmış, fakat deneysel olarak gözlemlenememiş "higgs bozonuna" bir türlü ulaşamadıkları için "tanrının belası parçacık" demiştir bu ekip ve medya da her zamanki gibi konuyu magazinleştirmek için "tanrı parçacığı aranıyor!!!! lililililililili" diye çığırtkanlık yapmıştır. Fakat birtakım müslümanlar öyle heveslenmişlerdi ki bu konuda, "aha işte Tanrı parçacığını bulacaklar" diye konuşup duranlar gördüm.
Arkadaşım, Kütahya Porselen vazo mu bu parçasını arıyorsun? Bilim ulaşabileceği en son noktaya da ulaşsa (ki öyle bir şey bu evrende pek de mümkün değil), yine de Allah'ın parçacığını bulamayacaklar. Zira yapısal olarak Allah yok bu evrende. Kuran'da yaratıcı ve yaratılan ayrımı açıkça yapılmıştır. Bu evrende sadece Allah'ın izlerini ve eserlerini bulabilirsiniz, kendisini değil.
Yani bilim, teknoloji, şu bu vs ne kadar gelişirse gelişsin, bu dünyada Allah'a inanan bir insan için Allah'ın var olmadığı %100 ispat edilemeyecektir ve yine aynı şekilde, Allah'a inanmayan bir insan için de Allah'ın varlığı %100 ispat edilemeyecektir.
Bu evrenin yaratılışının ve kanunlarının, sınav amacına ne kadar uygun olduğunu hala anlayamıyor musunuz sevgili müslümanlar?
Neyse, şimdi yine İslam'a alışkanlıkları ve gelenekleri ile eklemeler yapan müslüman kesime gelelim.
İslam'da "mezhep" diye bir kavram yoktur. Bu sadece insanların dine eklemesidir. Kuran'da "fırkalara bölünmeyin" diyen o kadar çok ayet vardır ki.
"Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın..." - Ali İmran 103
"Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir." - Enam 159
"Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür." - Rum 32
Ve daha çok ayet bulabilirim Kuran'da bunun gibi.
Bu ayetlere mezhepçi müslümanlar "orada yahudilerden bahsediliyor", "orada müşriklerden bahsediliyor" şeklinde kılıflar sunarlar. Siz ne yapıyorsunuz biliyor musunuz? Hem kendinizi, hem de insanları kandırıyorsunuz, başka da bir şey yapmıyorsunuz.
Bu ayetlerde kimlerden bahsediliyor? Saylonlulara mı diyor Allah "fırkalara bölünmeyin" diye?
Allah, tabi ki Musa'ya uyanların, İsa'ya uyanların da aralarında mezheplere bölündüklerini söyler ve müslümanlara da "onlar gibi olmayın" der Ali İmran 105'te.
"Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın..." - Ali İmran 105
Ve Allah, açık seçik peygamberimize "dinlerini parça parça edip fırkalara bölünenlerle hiçbir ilişiğin (ilgin, alakan, ilişkin) yoktur" demektedir yukarıda alıntıladığım Enam 159'da.
Ve müslümanlar arasında mezheplerin olmaması gerektiğini tasdikleyen yegâne ayet de budur:
"Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir." - Şura 13
Fakat bu durumu mezhepçi müslümanların çoğunluğuna anlatamazsınız, kulaklarını tıkarlar.
Allah tüm müslümanlar için mezheplere bölünülmemesi gerektiğini söylemiştir, siz nasıl bir ayrıcalığınız olduğunu düşünüyorsunuz da orada müslümanlardan veya kendinizden bahsedilmediğini iddia edebiliyorsunuz? Hani ilkokuldayken öğretmen, bazen tüm sınıfı azarlarmış gibi yapıp sadece sizin yüzünüze bakarak konuşurdu ya (bu duruma düşen tek kişi ben olamam di mi lan?), işte bazı ayetleri okurken ben de aynen öyle hissediyorum, lan diyorum, ayağımı denk alayım biraz. Fakat müslümanlar öyle rahatlar ki, onlara kalsa Allah hiçbir ayette kendilerini eleştirmiyor. He paşam, he tosunum, he.
Bu ayetlere uydurulan bir diğer kılıf da şudur: "o ayetin iniş sebebine bakmak lazım".
Kuran, indirildiği toplumdan soyutlanamaz tabi ki, bu bir gerçek. Misal veriyorum, eğer Kuran bir İskandinav toplumuna indirilseydi, belki de onlara "hurmalardan" veya "develerden" örnekler verilmeyecekti, bunun yerine orada faydalanılan ürünlerden örnek verilecekti. Yani en fazla teferruat kısımlarda değişiklikler olurdu böyle bir durumda. Fakat Kuran ayetleri "evrensel"dir ve kanunları tüm zamanlara, tüm insanlara hitap eder. Çıkarılacak ders, alınacak mesaj, herkes için aynıdır. Bir ayetin iniş sebebi, o ayetin inmesine ancak ve ancak "vesile" olmuştur. O olay olmasaydı, o ayet yine inecekti zira.
Eğer ayetlerin iniş sebeplerine bakmak gibi bir gereklilik olsaydı, bu işin için çıkılamazdı. "Bakın o dönemde zina yapmışlar ve o kişiler için 'zina yapmayın' diye ayet indirilmiş" şeklinde bir mantık yürüterek, ben de zinayı kendime helal yapabilirdim. Kendimi kandırırdım, kendim gibi 2-3 salağı da kandırırdım, peki ben Allah'a ne hesap verecem?
Siz bu ayetlere kılıf uydurarak Allah'a ne hesap vereceksiniz?
Allah Kuran'da birleşmek için sebepler aramamız gerektiğini, mezheplere, fırkalara bölünmememiz gerektiğini söylüyor defalarca. "Bölünmeyin" diyor.
Peki ayrılığa (ihtilafa) düşülen bir konu olunca ne yapmalı?
"Herhangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde onun hükmü Allah'a bırakılır..." - Şura 10
Yani öyle "ayrılığa düştük, haydi mezhep kuralım" gibi bir olay söz konusu değildir.
Bunları söylediğim için de kafir, zındık, cahil, *, amarikan ajanı ve bilimum şeyler ilan edilecem biliyorum, fakat ben Allah'tan korkarım paşam. Ayetler ortada, Kuran ortada.
Eğer mezheplerin doğru olduğunu onaylıyorsanız, haydi Kuran'dan bir ayet getirin. Haydi, rica ediyorum, lütfen. Fakat lafı kıvırmadan, yorumlamanın suyunu çıkarmadan.
Allah, yalnız ve yalnız "müslüman olun" der.
"Allah'a çağırıp/yakarıp hayra ve barışa yönelik iş yapan ve "Ben müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır?!" - Fussilet 33
Ben, Allah'a şükür hiçbir mezhepe dahil değilim ve müslümanlardanım.
Meramımı anlatabilmişimdir umarım.
Bunları söyleyince de "o kadar alim var, bilgin var, sen mi bileceksin?" şeklinde bir kafa yapısıyla karşı karşıya kalabilirsiniz. Fakat unutmayın ki Vatikan'da da bu işe ömürlerini adamış rahipler var. Ne yani, şimdi bu bilginler yanılıyor mu? Bu kadar bilgin yanılıyor olamaz, öyleyse İsa'ya Tanrı'nın oğlu mu diyelim? Tibet'te ermek için hayatı boyunca cinsel ilişkiye girmeyen veya suskunluk yemini edip ömürleri boyunca konuşmayan keşişler var, bu insanlar hayatlarını adamışlar bu işe, e onlar da yanılıyor olamaz o halde?
Geçiniz.
Geçenlerde müslümanken hristiyan oldu diye kafası geçilen bir gencin video'su düşmüştü internet'e. Kuzey Afrika ülkelerinden birinde olmuştu bu olay, tam hatırlamıyorum. Bu konudaki ayetlere dayanarak yapacağım açıklamadan önceki kesin fikrimi söyleyeyim: Kuran böyle bir şeyi asla ve asla emretmez, o insana bir yaptırım uygulayamazsınız. Dinden dönenin öldürülmesi gerektiği fikri, "sünnet" maskesi altında İslam'a sokulmaya çalışılmış bir fikirdir. Fakat Kuran'a göre, dinden dönene ne şiddet ne de baskı uygulayabilirsiniz.
Öncelikle şunu söyleyeyim, dinimizde her konuda, hatta Allah'ın affetmeyeceğini söylediği tek günah olan "şirk"te bile tövbe kapısı son nefesimizi verinceye kadar açıktır. Fakat Allah birçok ayette, tövbe edip söz verdikten sonra tekrar yolundan dönenleri hoş karşılamadığını söyler. Ancak insanlara "dinden dönene şunu yapın" şeklinde hiçbir şey emretmemiştir. Bu, o kişi ile Allah arasındaki bir durumdur.
"Söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar ama kendilerini kâfir yapan sözü gerçekten söylediler ve Müslüman olmalarından sonra kâfir oldular. Üstelik başaramayacakları bir işe giriştiler. O yanlış işin sebebi olsa olsa, Allah’ın ve Elçisinin onları cömertçe zenginleştirmesidir. Tevbe ederlerse kendileri için iyi olur. Ama eğer yüz çevirmeye devam ederlerse Allah onları hem dünyada hem de Ahirette acıklı bir azaba uğratacaktır. Yeryüzünde onlar için artık ne bir koruyucu ne de yardımcı bulunur.” - Tevbe 74
Bu ayette müslüman olduktan sonra dininden dönenlerden bahsedilmektedir ve Allah bu insanlar için hala "tövbe ederlerse kendileri için iyi olur" demektedir. Eğer tövbe etmezler ve müslüman olduktan sonra kâfir olmaya devam ederlerse de, Allah bu insanların hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğratılacaklarını söylemektedir. Fakat bu az önce de söylediğim gibi, kul ile Allah arasındaki bir meseledir ve kimsenin bir müdahale etme hakkı yoktur. (herkesin hayatına kimse karışamaz taam mı?)
"Dinde zorlama yoktur..." - Bakara 256
"(De ki) Sizin dininiz size, benim dinim bana!" - Kafirun 6
Dinde hürriyet vardır ve özgür iradeye dayalı sınav sisteminde, dinden dönen bir insanı öldürmenin adı tek kelime ile "cinayet"tir. Cinayetin de en büyük günahların başında geldiğini söylememe gerek yok sanırım.
Hatta bu ayete göre, Allah bu dünyada insanlara en az 2 kere "dinlerinde sapıtma özgürlüğü" bile vermektedir:
"Onlar ki inandılar, sonra küfre saptılar; yine inandılar, tekrar küfre saptılar, sonra da küfrü artırdılar; işte Allah onları affetmeyecek, onları hiçbir yola kılavuzlamayacaktır." - Nisa 137
Evet burada illa ki "dinden dönme"den bahsedilmiyor, fakat konuyu kaçırmayın sevgili kaynatasızlar. Bu ayette inandıktan sonra "küfrü arttırmış" ve son halinde Allah'ın yolundan uzaklaşmış insanların affedilmeyeceği söyleniyor. Fakat tekrar tövbe ederlerse, Allah'ın onları hâlâ affetme ihtimali var.
Peki bu kişilere ne yapılır? Bir kez müslüman olduktan sonra yoldan sapanlara ne yapılır?
Sadece tek bir şey:
Konuşmak.
Evet evet, konuşmak.
Empati kurun ve bir anlığına kendinizin o duruma düştüğünüzü varsayın, zira bu dünyada kimin ne olacağı hiç belli olmuyor. Ve kafasında soru işareti oluşan insanlara, baskı yapmadan, onlarla konuşun. Bakarsınız bir insanın Allah'ın affını kazanmasına "vesile" olursunuz.
Geçen gün otobüsteydim, otobüse 3-4 tane çuvalı olan bir kadın bindi. Çuvallarda da hıyardır, patatestir, böyle sebze türü şeyler vardı ki muhtemelen kadın onları pazarda falan satacak. Arkamda oturan iki kokoş menopoz teyze de "ya biz bunu beklemek zorunda mıyız şöför beğeeey?" diye bir celallendiler. "Beklemek zorunda mıyız" dedikleri süre de 20 saniye ha, kadının çuvalları otobüse koyması bildiğin 20 saniye sürdü, sanki Avrupa Birliği müzakere sürecini başlatmak için konseye yetişecek sıfatına sıçtıklarım. Neyse, ses etmedim önce. Sonra otobüsün içindeki çuvallara baka baka konuşmaya devam ettiler "şuraya bak ya, rezalet valla, taksiye binseydi ya" falan diyorlar. Dayanamadım, döndüm arkama "o kadının taksiye vereceği para kaç saatlik çalışmasına denk gelecek, 20 saniye beklesek bir şey olmaz di mi?" dedim. Aldığım cevap ise şu oldu, yalanım varsa Allah beni çarpsın: "o çuvaldakileri almaya parası var ama?". Bunun üstüne sustum, hiçbir şey söylemedim, zira ne desem boşa olacaktı.
Babasından, kocasından kalanla ve kendi emekli maaşlarıyla süsleniyorlar ve kendileriyle aynı yaşta olmasına rağmen hala kilolarca çuvalları taşıyıp çalışmak zorunda olan bir kadının durumuna kendilerinin düşemeyeceklerini zannediyorlar.
İşte bu dünya bu kadar göt bir yer kaynatasız, ağzımı bozuyorum kusura bakma ama öyle. Ya sen onun durumunda olsaydın be *?
Zaten her zaman malla ve mülkle imtihanın daha zor olduğunu düşünmüşümdür, bu konuya da biraz sonra değineceğim.
Şu ana kadar anlattığım bazı konulardaki ayetler için müslümanlar "nesh" adında bir hede icat etmiş durumdalar. Nesh (nasih mensuh) şudur: ayete veya hadise dayanarak, bir başka ayetin hükmünü düşürmek, yani o ayeti geçersiz saymak.
Nesh denilen şeyin Kuran'da yeri yoktur. Bir ayetin hükmünü düşürmek ile o ayeti "kabul etmemek" arasında hiçbir fark yoktur. Kuran'daki her ayet, birbirinin bütünleyicisidir ve hepsi de geçerlidir.
Şimdi malum bizim memleketimizde -tüm dünyada olduğu gibi- suni gündemler meşhurdur. Geçenlerde bir kürtaj tartışmasıdır sürüp gitmişti, ben bu konuda bir görüş belirtmeyeceğim, zira oturtamadığım bazı yerler var. Şimdi "kürtajı savunan" ve "savunmayan" arasındaki diyalogdan yola çıkarak bir sonuca ulaşalım:
- O daha bir fetüs tamam mı, insan değil, kürtaj yapabiliriz.
- İyi de o bir kere rahime düşmüş, bıraksan insan olacak, neden müdahale edip insan olarak doğmasını engelliyorsun ki?
Şimdi burada kürtajı savunmayan kişinin bu meşhur argümanını ben açıkçası mantıklı buluyorum. Doğru yani, henüz insan olmasa da yakında insan olacak ve sen müdahale edip buna engel oluyorsun.
Peki şimdi dinden dönenin öldürülmesi gerektiğini savunanlara soruyorum, kendi haline bıraksan belki de müslüman olarak ölecek birine neden müdahalede bulunup onu öldürüyorsun? Sen öldürmesen belki de o adam tekrardan müslüman olacaktı? Sen nereden alıyorsun bu yetkiyi?
"Eğer rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. o halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?" (yûnus, 99)
Çelişki, cehalet ve vahşet içindesin sevgili yobaz. Aç gözlerini biraz, aç.
Konumuz şiddet ve baskıydı. Şimdi Kuran'da "öldürme" emri verilen ayetleri göstererek Kuran'ın vahşiliğinden dem vuranlara haykırmak istiyorum. O ayetler olmasaydı, nefsi müdafaa hakkımız olmayacaktı. Yani kendinizi savunmak için savaşta bile birini öldüremeyecektiniz o ayetler olmasaydı. Kuran, yalnızca ama yalnızca, sizi öldürmek isteyen, sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen, dininize ve özgürlüğünüze müdahalede bulunanlara karşı savaşma, daha doğrusu savunma hakkı tanır. (mümtehine 8 ve 9'da bu durum vurgulanır, birazdan geleceğim)
"Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor." - Bakara 190
"Onları yakaladığınız yerde öldürün; onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne/baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da, onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin. Eğer sizinle çarpışmaya girerlerse siz de onları öldürün. İşte böyle verilir küfre sapanların cezası!" - Bakara 191
"Eğer savaşı sona erdirirlerse Allah çok affedici, çok merhametlidir." - Bakara 192
"Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez." - Bakara 193
Bu ayetlerde sadece "savunma" hakkı vardır. Eğer bu ayetleri cümle cümle cımbızlayanlara aldanırsanız, müslümanların müslüman olmayan herkesi öldürme hakkı olduğu yanılgısına düşebilirsiniz. Fakat burada sadece "savunma" vardır. Mümtehine suresinde zaten kimleri öldürme hakkınızın olduğu altı çizile çizile söylenmiştir.
"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever." - Mümtehine 8
"Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir." - Mümtehine 9
Bu durumda sizin dininize savaş açan, sizi vatanınızdan çıkarmaya çalışan veya onlarla işbirlikçilik yapanlara karşı savaşabilirsiniz.
Kuran'a göre bir müslüman, bir kavgayı "başlatıcı" bile olamaz.
Sadece fikir ayrılıkları yüzünden savaş başlatılmaz, zira "benim dinim bana, senin dinin sana"dır.
Şimdi, İsa'ya mal edilen bir söz vardır "sana tokat atana öbür yanağını dön" diye. Eğer tüm peygamberler Allah'ın dinini tebliğ etmiş ise, İsa böyle bir sözü söylemiş olamaz. Bu söz tabi ki semboliktir ve gelin biz de bu sembolik "tokat" örneğinden yola çıkarak müslümanın ne yapması gerektiğini bulalım.
Size tokat atılınca ne yapabilirsiniz?
1- Siz de ona bir tokat atabilirsiniz, bu hakkınızdır. Ancak:
1a- İki tokat atamazsınız.
1b- Size atılandan daha şiddetli bir tokat atamazsınız.
"Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır." - Nahl 126
2- Ona tokat atmayıp affedebilirsiniz ve ek olarak bunun Allah katında bir getirisi vardır.
"Onlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar. Öfkelerini yutanlardır onlar, insanları affedenlerdir. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever." - Ali İmran 134
"Sabredip bağışlayan bilsin ki bu, işlerin en zorlularındandır." - Şura 43
3- Ona öbür yanağınızı dönebilirsiniz.
Bu duruma Kuran'dan ayet göstermeye gerek yok, zira böyle bir davranış saflık, mazoistlik veya denyoluktur. Hoşgörü ile enayilik arasında da kalın bir çizgi vardır.
Kuran size kendinizi savunma hakkı verir ve eğer affederseniz de Allah katında bunun size bir getirisi olduğunu söyler. Durum gayet açık.
Neyse, biraz konuyu değiştirelim. Dünyanın şu anki halini hep firavun dönemine benzetmişimdir. Aradaki tek fark, şu anki insanların kendilerini özgür zannetmeleridir. Halinden memnun kölelere göndermede bulunan da güzel bir Kuran ayeti vardır.
Musa, Firavun'un önüne çıkar ve ona Allah'ın dinini teklif eder. Musa'nın ise konuşmasında bir güçlük vardır, zannedersem Musa kekemedir. Firavun ise, kendisinin böyle bir insandan daha üstün olduğu konusunda kibire kapılır ve firavunun halkı da tam bir "halinden memnun köle" imajı çizer. 54. ayete özellikle dikkat.
Firavun, toplumu içinde haykırıp şöyle dedi: "Ey toplumum! Mısır'ın mülk ve yönetimi benim değil mi? İşte şu nehirler benim altımdan akıyor. Görmüyor musunuz?" - Zühruf 51
"Yoksa ben şu zavallı, şu meramını anlatamayacak adamdan hayırlı değil miyim?" - Zühruf 52
"Ona altın bilezikler atılmalı, yanında-hizmetinde melekler bulunmalı değil miydi?" - Zühruf 53
İşte toplumunu böyle küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler. - Zühruf 54
Plazasındaki ofisinde gayet şık giysileri, kravatıyla çalıştığı ve biraz da iyi para kazandığı için kendisinin köle gibi patronunun kazancı adına çalıştığı gerçeğini görmeyen, markalaşmış ve şirketleşmiş medya haberlerinde ne görse ona inanan ve "gerçek bu değil" deyince de size inanmayan, aldırış etmeyen, çünkü normal olmayan şeyleri çoktan normal karşılar hale gelmiş insanlardan oluşan bir dünyada yaşıyoruz.
Ve bu insanlar, toplumun en yüksek gelir seviyesine sahip kesimini oluşturuyorlar.
Bu insanlar, size neye inanıp neye inanmamanız gerektiği konusunda hissettirmeden baskı uyguluyorlar.
Eğer onların düşündüklerinin aksi yönde bir fikre kapılırsanız, sizi dışlanmaktan korkar hale getiriyorlar.
Sen, her şeye rağmen "sen" ol kaynatasız. İnsanları dinle, asla kulağını tıkama, fakat doğruyu ve yanlışı ayıkla. İnsanların "genelinin" veya senin doğru fikirlere sahip olduğunu zannettiğin o "kitlenin" fikirlerinin dışına çıkma korkusuyla yaşama. Herkesi dinle, doğrusunu al.
"Onlar ki, sözü dinler de onun en güzeline uyarlar. İşte bunlardır Allah'ın kılavuzladıkları; işte bunlardır akıl ve gönül sahipleri." - Zumer 18
Ben, kendi inancımı sorguladığımda, Allah'ın beni samimiyetsiz bulmasından endişe ediyordum. Yazılarımdan babama ne kadar saplantı derecesinde bağlı olduğumu biliyorsunuzdur zaten. Lan dedim, babayı kaybettik, "bizim başımıza öyle şeyler gelmez" diye düşündün şimdiye kadar içten içe ama aslında bu hayatta "her şeyin" senin de başına gelebileceğini ancak o zaman fark edebildin. Bu zamana kadar aklın neredeydi diye sordum. Allah'a sığınmayı o zaman mı akıl ettin diye sordum durdum kendime günlerce, ta ki şu ayetleri görene kadar:
"Andolsun ki, senden önce de toplumlara elçiler göndermiştik. O ümmetleri, bize yaklaşıp sığınsınlar diye zorluklar ve darlıklarla yakalamıştık." - Enam 42
"Zorluğumuz kendilerine gelip çattığında bir sığınabilselerdi! Ne yazık ki kalpleri katılaştı; şeytan, yapmakta olduklarını onlara süslü-püslü gösterdi." - Enam 43
Bu hayattaki zorluklar, Allah'a sığınmak için vesilelerdir. Ben anladım ki Allah senin hangi yolla, hangi sebeple inandığına pek de önem vermiyor, yeter ki inan diyor. Ben hiç açlıkla imtihan edilmedim veya bu hayatta çekilebilecek birçok eziyeti henüz görmedim, sadece kendimce bazı zorluklar yaşadım ve bunlar sayesinde Allah'a sığınabilmeyi akıl edebildim. "Keşke daha önceden aklımı başıma alsaydım" demiyorum, bunlar olması gerekiyormuş ki olmuş diyorum artık. Bakmayın siz arada sırada damar yazılar yazmama, hayat güzel ve iyi ki de Allah var ehehe.
Malla, zenginlikle, rahatlıkla imtihan edilmenin zor olduğunu söylemiştim ya, bence kesinlikle öyle. Zaten Kuran'ı okuduğunuzda göreceksiniz ki Allah fakirliği övmüyor, zira yokluk yaşayan adamın Allah'a inanmak için çok büyük sebepleri var. Fakat keyfi yerinde olan adam kimi zaman sorgulamıyor, kimi zaman da Allah'a inanmaya gerek duymuyor veya bunu kendine yediremiyor. Allah'ın Kuran'da esas takdir ettiği şey de, insanın varlıklı olmasına rağmen onun yolundan sapmamasıdır.
Örneğin Hz Süleyman aynı zamanda ülkesinin kralıdır ve müthiş bir servet sahibidir. Her şeye rağmen o, Allah'a bağlılığından vazgeçmiyor ve Kuran'ı okuyup Hz Süleyman'ın nasıl övüldüğünü kendi gözlerinizle görün lütfen.
Ayrıca çoğu peygamber de hayatları boyunca eziyet görmüştür. Hz Yusuf, hayatının büyük bölümünde hapiste kalmıştır veya köle olarak çalıştırılmıştır. Peygamberlerin bile büyük sınavlar atlattıkları dünyada, bizim sınava tabi tutulmama lüksümüz yok.
"Yemin olsun ki, mallarınızda da canlarınızda da imtihan edileceksiniz. Ve yemin olsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirke batanlardan da incitici çok şey dinleyeceksiniz. Sabreder, takvaya sarılırsanız işte bu, iş ve oluşların en zorlularındandır" - Ali İmran 186
"Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır." - Bakara 214
Peygamberleri bile umutsuzluğa düşürecek zorluklar yaşanmışken bu dünyada, varsın biz de katlanalım.
Üstelik her peygamberle, insanlar tarafından alay edilmiştir. "Yemin olsun ki, senden önceki resullerle de alay edildi" - Enam 10
Peygamber olduğunuzu düşünsenize bir an, Allah'tan vahiy alıp bunu insanlara inandıramadığınızı bir düşünsenize?
Her zorlukta bir kolaylık, her kolaylıkta da bir zorluk vardır bu hayatta kaynatasızlar. Bu da zaten bir Kuran ayetiydi ve bunun böyle olduğuna kendiniz de ulaşabilirsiniz.
Kendimce yaşadıklarımı, din kisvesi altında politika yapıp insanları sömürenleri, Kuran'da belirtildiği gibi insanları "Allah ile aldatanları", insanları, olayları, fikirleri, etrafı, dünyayı gözlemledikçe, Allah'a inanmaktan başka bir şansımın olmadığını gördüm ben. Allah benim için "var mı yok mu"dan ziyade, "var olması şart" bir hale geldi.