Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MARTIN BUBER  (Okunma sayısı 3294 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 04, 2007, 09:36:18 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

1878’de Viyana’da doğan Martin Buber, Lemberg’de ( Şu anda Polonya’da Lwow’dadır) Midraş konusundaki otoritelerden biri olan büyük babası Solomon Buber ile büyür. Daha sonra orada liseye gider. 1896’dan itibaren Viyana, Leipzig, Berlin ve Zürih Üniversitesinde öğrenimine devam edip, 1898’de Sionist Harekete dahil olup,1899’da Üçüncü Sionist Kongre’ye delege olara katılır. İki sene sonra Sionist Hareketin haftalık yayını Die Welt’in editörü olur. 26 yaşında Hasidizmi çalışmaya başlar ve ilk olarak hareketin estetik boyutlarına odaklanır. 1909’dan itibaren Buber, kamusal olaylara iyice katılır ve Birinci Dünya Savaşı’nı çıkmasıyla , Berlin’de , Doğu Avrupa Yahudileri yararına çalışacak Yahudi Ulusal Komitesi’nin kurulmasına yardım eder.

Savaş sonrası dönemde Buber, kendisinin “İbrani Hümanizması” olarak adlandırdığı düşüncenin sözcüsü olur ve Filistin’deki Arap nüfusuyla uzlaşma politikasını savunur. 1923’de Buber , dini felsefeyle ilgili en ünlü eseri Ben ve Sen’i ( I and Thou) yayımlar. İki sene sonra Franz Rosenzweig ile beraber hazırladıkları, Tevrat’ı Almanca tercümesinin ilk cildi ortaya çıkar. Bu dönemde Buber, Frankfurt Üniversitesinde Yahudi dini ve etiği konusunda dersler vermeye başlar ve 1930’da Din alanında doçent olur. Ancak, Nazizm’in yükselişiyle , üniversiteyi tek etmeye zorlanır ve 1933’de Frankfurt’ta Yahudi Yetişkin Eğitimi Merkez Ofisinin yöneticiliğine ve Jüdisches Kehrhaus’un başkanlığıyla görevlendirilir. Beş sene sonra Buber Filistin’e yerleşir , orada, 1951’e kadar öğretime devam edeceği İbrani Üniversitesinde Sosyal Felsefe profesörü olur. 1960’dan 1962’ye kadar İsrael Fen ve Beşeri Bilimler Akademisinin ilk başkanı olarak görev yapar. Buber, 1965’de ölür.

Buber’in diyalog konusundaki esas metni Ben ve Sen’dir. Burada, insanın dünyaya karşı iki temel tavır takınabileceğini iddia eder. Birincisi ‘Ben – O’, bilginin nesnelleştirilerek kendini diğerlerinden ayırmak üstünedir. Ancak ikinci tür ilişkide, ‘Ben-Sen’de, özneler arasında her iki tarafın birbirini dikkatle izlediği bir karşılaşma yaşanır. Bu tip bir tavır tam bir orada oluşla tanımlanır: ‘Ben’ , ‘sen’e spontane ve yoğun biçimde hitap eder. Ancak, ‘Ben-O’ ilişkisinde, önceden belirlenmişlik ve kontrol vardır. Bu tezini sunarken, Buber ‘Ben-Sen’ duruşu için hiçbir tanım yapamayacağını, buna sadece işaret edilebileceğini vurgular. ‘Ben-Sen’ tavrı, insanın dünyadaki varoluşunun temel boyutudur ve “ilişki” kavramının anahtarıdır: bir diyalog karakterine sahiptir ve ancak kişisel deneyim yoluyla tam olarak anlaşılabilir.

Buber’e göre, her iki varoluş biçimi de gereklidir: bireyler bu iki tavır arasında gidip gelmelidir. Ben-O’dan dünyan anlaşılması için gereken bilgi ve anlayışın arılaşması sağlanır. Ancak modern toplumda, ‘Ben-O’, ‘Ben –Sen’ karşılaşmasını gölgede bırakmaktadır. Bu trajiktir. Buber, tam olarak gerçekleştirilmiş bir insan hayatının ‘Ben-Sen’ deneyimini gerektirdiğine inanır. Modern toplumun gerektirdiği ‘Ben-Sen’ ile ‘Ben –O’ arasında bir denge kurmaktır. Buber bu tartışmayı “Sonsuz Sen” olan Tanrı’ya bağlar. Buber’e göre, Tanrı, hiçbir zaman ‘O’ olmayacak, tek ‘Sen’dir. O, bütün ilişkileri olası kılan, belirli ‘Sen’ler için bir birleştirici zemindir. Ve, tersine, her şey Tanrı ile karşılaşmalar yoluyla buluşur:

Her belirli ‘Sen’, sonsuz ‘Sen’in bir an için görünmesini sağlar: her belirli ‘Sen’ yoluyla, birincil dünya sonsuz ‘Sen’e hitap eder. Her varlığın Sen’i ile olan bu aracılık yoluyla, ilişkilerin gerçekleşmesi ve gerçekleşmemesi belirlenir: Daha doğmamış ‘Sen’ her bir ilişkide büyür; sadece, doğası gereği ‘O’ olamayacak bir Sen ile olan doğrudan ilişkide mükemmelleşir . (Cohn-Sherbok, 1988, 177).

Diğer yazılarında, Buber bu diyalog felsefesini farklı konulara uygular. Örneğin bir çok kutsal kitap tartışmasında, Buber Metinlerde alimlerin yaklaşımının ötesine geçilmesi gerektiğini iddia eder: Varoluşçu kategoriler kullanarak, Buber, kutsal metin yazarlarının orijinal dini deneyimlerinin içine nüfus etmek ister. Buber’in görüşüne göre, Kutsal Metin insanın İlahi olana karşılığını da içerir. Dolayısıyla, Moşe, doğal bir olayda Tanrı’nın gücünü ve varlığını algılar ve bu da onu Tanrı’nın temsilcisi olarak hizmet etmeye yönlendirir. Yine, Sina’da, İsrael ulusu, Kendini Seçilmiş Halka açıklayan Tanrı’ya adanmaya karar verir. Buber’e göre, kutsal anlaşma basit bir yasal kontrata değil, iki tarafı da karşılıklı güven ile birbirine birleştiren evlilik sözündeki sevgi bağına benzer. Benzer şekilde, İsraellilerin daha sonraki hikayelerinde, peygamberler İlahi Olanı, somut tarihi durumlarda keşfetmişlerdir. Bu da onların adaletsizlik, ihlaller ve günah karşısında Tanrı adına konuşmalarını zorunlu kılmıştır.

Yahudi tarihinin sonraki dönemlerinde, bu aynı dini yakınlığın süreci Hasidizm’de görülür. Bu hareketin kaynağı ve gelişimini varoluşçu bir yaklaşımla inceleyen Buber, Hasidizm’in dua ve dini faaliyetleri vurgulamasında, yeni bir peygambersel protesto bulunduğunu savunur. Bir Hasid için, adanma ve niyet çok önemlidir. Ayrıca, Hasidizm, Yahudi mistisizmi Kabala’yı ezoterik bilgiden yaşayan bir geleneğe dönüştürerek, dindar cemaatler oluşturmuştur.

Hasidik öğreti, Yahudiliğin tamamlanmasıdır. Ve bu herkes için bir mesajdır: Sen de kendin başlamalısın. Tam bir sevgiyle bunun içine girmezsen, varoluş senin için anlamsız kalacaktır. Ve bu şekilde yapmazsan, anlamı kendi kendine bul. Her şey, senin kutsaman için bekliyor (Buber, 1952, 44).

Buber’in çalışmalarının önemli bir boyutu da Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkidir. 1933’den itibaren Buber, Alman Hıristiyan Teolog Karl Ludwig Schmidt ile çalışmalar yapmıştır. Tartışmalarında, Buber iki tarafın birbirlerinin dini görüşlerini anlamaktaki zorluklarını vurgular. Hıristiyanlığa bir yabancı olarak yaklaşılabileceğini fark eden Buber, Hıristiyan dini inançlarına saygı duyar- ancak dünyanın , günahların bedelinin verilip kurtulduğuna dair olan düşünceyi reddeder. Bu reddedişin temeli katı yüreklilikten değil, Yahudi deneyiminden gelir. Ancak, bu çıkmaza rağmen Buber, yine de Hıristiyanlarla Yahudiler arasında, uzlaşma için olmasa bile en azından birbirlerine Tek Tanrı dolayısıyla saygı duymaları açısından olumlu tartışmalar yapılabileceğini inanır. Bu, Buber’in gelecek için umudu ve çıkış noktasıdır. Şöyle yazar:

Yahudilerle Hıristiyanlığı birleştiren, Birlik hakkındaki ortak bilgileridir.... İsrael’in dışındaki hiç kimse İsrael’in gizemini anlayamaz. Ve Hıristiyan dünyasının dışındaki kimse mantıksal farkı anlayamaz ve birbirine samimi bir güvenle birliğin bilgisini bildiremez. Bu birliğin günün birinde etrafımızı bölünmeler olmadan sarmasını umut ediyoruz. (Buber 1936,155).

Bu düşüncelere rağmen, daha sonraki çalışmalarında Buber Hıristiyanlığın çeşitli yönlerini de inceler. Ona göre, Hıristiyanlık doğada bir ikilik yaratmıştır. Buber, bu ikiye bölünmenin derinden işlemiş bir karamsarlığa neden olduğunu ve buna karşı çıktığını açıklar. Öte yandan, Yahudilik, bütün yaradılışı yüceltir ve insan gayretinin önemini vurgular. Bu konuyla ilgili olarak, Buber, Hıristiyan tarihinin, Pavlus görüşünün hakim olduğu dönemlerini eleştirir. Modern dünyada, Pavlus’un inanç kavramının yerini, Yahudiliğin insan aktivitesi ve teşebbüsünü vurgulayan görüşün alması gerektiğini söyler. Bu eleştirilerine rağmen, Buber, Yahudiliğin, İsa’yı mesih olarak olmasa da, İsrael tarihinin önemli bir dini kişisi olarak bakması gerektiğini savunur.

Ayrıca, Buber’in Pavlus teolojisini ve Hıristiyan dünyasındaki sonraki gelişimini reddetmesine rağmen, Yahudi ve Hıristiyanların, aralarında ortak yönler bulmaları gerektiğini de vurgular:

Hem Hıristiyanların hem de Yahudilerin gerçek inançlarına , gerçekle olan en derin ilişkimize sıkı sıkıya tutunmamız gereklidir. Taraflar birbirlerinin inançlarına dini bir saygı göstermelidir. Buna “hoşgörü” denmez. Görevimiz, birbirimizin farklılıklarına hoşgörü göstermek değil, doğruların yanında olan gerçek bir ilişkiyi kabul etmektir. Ancak hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler Tanrı’nın Kendisiyle, Tanrı’nın kendilerine göre imajından daha çok ilgilenmelidir ( Buber, 1948,40).

Burada Buber, Hıristiyan ve Yahudilerin ayrı yollarında devam edip, inancın gizemini fark etmelerini desteklerken, aynı zamanda iki toplumun birbirlerine daha anlayışlı bir karşılık vermelerini umar. Yirmi yüzyıllık nefret ve korkunun ardından, yeni bir diyalog içinde, olumlu bir Yahudi-Hıristiyan karşılaşması için fırsatların doğabileceğine inanır.



Referanslar / Buber’in Esas Yazıları

Martin Buber, I and Thou, New York, 1984

Martin Buber, At The Turning, New York, 1952

Martin Buber, Die Stunde und die Erkenntnis, Berlin, 1936

Martin Buber,Israel and the World, New York, 1948

D. Cohn- Sherbok, The Jewish Heritage, Oxford, 1988





 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
4125 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 18, 2007, 05:33:05 ös
Gönderen: Isis
1 Yanıt
4069 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 30, 2010, 07:40:33 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3190 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2010, 12:24:23 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4336 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2011, 05:21:54 ös
Gönderen: Tij
5 Yanıt
9576 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2011, 05:29:00 ös
Gönderen: karahan
14 Yanıt
13176 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 27, 2017, 07:29:37 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak