Soyutlamalardan Yapılan Soyutlamalar
İnsan bilincinin kavramsal gelişimi, algısal somutlukları kimliklendiren kavramlardan başlayan bir temelden hareketle, iki istikamette ilerler. Birbiriyle her zaman etkileşimde olan bu istikametlerden biri, daha geniş bilgiye giderken, diğeri, daha derin bilgiye gider; biri, daha geniş bütünleştirmeler yaparken, diğeri daha kesin ayrımlar yapar. Bu süreç içinde, daha önce teşkil edilmiş kavramlar, bilgisel delillere uygun olarak daha geniş kavramlara bütünleştirilir veya daha dar kavramlara bölünür.
Lisanın rolü, bu noktada tekrar hatırlanmalıdır. Kavram-teşkili süreci, ayırt etme aşamasını takip eden bütünleştirme aşamasıyla tamamlanır ve kavram altındaki birimleri temsil etmek üzere, zihni bir birim teşkil edilir ve bu birim, bir kelime ile algısal bir somutluğa kavuşturulur, kimliklendirilir. Bu anlamda, lisanın fonksiyonu, kelimeler yoluyla kavramları sembolize etmektir.
Bir çocuk, karşısındaki realitenin her yönünü gözlemleyerek her kavramı kendi oluşturmak zorunda değildir: bazı kavramlar, kendisine o kavramı temsil eden kelime yoluyla öğretilebilir; fakat, yine de, bu kelimenin anlamını kavramak için, bu kelimenin temsil ettiği kavramın altındaki algısal somutlukları ayırt etme ve (kendisine verilen kelime içinde) bütünleştirme işlemini yapmak zorundadır.
Konuşmayı öğrenmek sesleri ezberlemekten ibaret değildir; bu, papağanların "konuşma"yı öğrenme tarzıdır. Öğrenmek, anlamları kavramak (kelimelerle kastedileni, yani kelimenin realitede neye işaret ettiğini kavramak) demektir. Bu anlamda, kelimeleri öğrenmek, çocuğun zihni gelişmesinde paha biçilmez bir hızlandırıcıdır; fakat, kelime öğrenmek, kavram-teşkili işlemi yerine bir ikame değildir; kavram-teşkiline ikame olabilecek hiçbir şey yoktur.
Çocuğun tek tek kelimeler öğrendiği aşamada, yeni kelimeleri hangi sırayla öğrendiği önemli değildir; yeter ki, anlamlarını bilsin. Çocuğun, tam ve bağımsız kavramsal gelişmesi, cümle kurabilmeye (düşünebilmeye) yeterli olacak bir sözlük elde edince, ancak başlar; ve, çocuk, bu aşamada o ana kadar rasgele olan kavramsal teçhizatına yavaş yavaş düzen getirmeye başlar. Bu aşamaya kadarki dönemde, kavramlarının işaret ettiği şeyleri; algısal, çoğunlukla görsel bir tarzda zihninde muhafaza etmiştir. Çocuğun kavramsal zinciri, algısal somutluklardan gittikçe uzaklaştıkça, sözlü tanımlar hayati bir mesele halinde ortaya çıkar. İşte bu noktada kıyamet kopar.
Çocuğun büyüklerinden çoğunun eğitim yöntemlerinin, çocuğun kavramsal gelişmesini engeller nitelikte olduğu olgusu bir yana; çocuğun kendi seçeneği ve motivasyonu da bu noktada hayatidir. Kavramsal aşamaya gelmiş bir çocuğun, yeni kelimeler öğrenmesinde birçok değişik yol vardır. Bir kısmı (çok küçük bir azınlık) aynı yöntemle ilerlemeye devam eder: kelimelere, kavram muamelesi yapar; öğrendiği her kelimenin -kendi bilgisinin bağlamı dahilinde- tam anlamını, sarih bir şekilde, birinci-elden bir kavrayışla anlamaya çalışır; kavramlarını, realitenin olgularına bağlantılayan zincirde en ufak bir kopmaya izin vermez. İkinci bir kısmı, yaklaşıklıklar yoluyla ilerler; bu yolun her aşamasında sis derinleşir, "Ne demek istediğimi biliyor gibiyim galiba" duygusu kelimelerin kullanımındaki rehber olur. Üçüncü bir kısmı, öğrenmeyi bırakıp taklide başlar; anlamak yerine ezberler; bir papağanın psiko-epistemolojisine sahipmişcesine, kavramları veya kelimeleri öğrenmek yerine, ses dizilerini öğrenir ki, bu ses dizileri, realitedeki olgulara değil, büyüklerin yüz ifadelerine veya duygusal yalpalanmalarına tekabül eder. Dördüncü bir kısmı (ve kahir çoğunluğu) diğer üç yöntemin rasgele bir karışımını benimser.
Fakat; bazı insanların kavramları nasıl öğrendiği sorusu ile kavramların ne olduğu sorusu, iki farklı meseledir. Kavramların tabiatını ve soyutlamalardan yapılan soyutlamaları mülahaza altına alırken, kavram-teşkili sürecini ifa etmeğe muktedir bir zihin varsaymak gerekir. Aynı zamanda; bir kavramı, anlamsız bir ses olarak ağzından çıkaran ne kadar çok sayıda insan olursa olsun, belirli bir insanın, belirli bir zamanda bu kavramı teşkil etmiş olduğu hatırlanmalıdır.
Kavramların daha geniş kavramlara bütünleştirilmesinin ilk aşamaları, oldukça basittir; çünkü, bunlar hala algısal somutluklara işaret eder. Mesela, "masa," "sandalye" gibi kavramlarla işaret edilen bazı nesnelerin belirli benzerliklere sahip olduğu, fakat bu şeylerin "kapı," "pencere" gibi kavramlarla işaret edilen nesnelerden farklı olduğu gözlemlenir ve birinciler "mobilya" denen daha geniş bir kavram altında bütünleştirilir. Bu süreçte, kavramlar ("masa" ve "sandalye") birimler olarak hizmet görür ve epistemolojik olarak herbiri tek bir (zihni) somutlukmuş gibi ele alınır; fakat, metafizik olarak (realitede) her birimin, sınırsız sayıda o tür somut şeyi temsil ettiği daima hatırlanır.
Bu birimlerin ayırt edici karakteristikleri, şekille ilgili ölçümleridir (mesela, masa ile ilgili olarak, "düz, ufki bir yüzey ve ayak(lar)"). Yeni kavramın altındaki kavramların ayırt edici karakteristiklerinin, yeni kavramla olan ilişkisi; "masa" kavramı teşkil edilirken bireysel masa-şekli ölçümlerinin, "masa" kavramına ilişkisi gibidir: nasıl ki, "masa" kavramı teşkil edilirken, bireysel masa şekilleri dışarıda bırakılmış, fakat onların herhangi bir şekle sahip olmak zorunda olduğu kabul edilmişse; aynı şekilde, bir parça mobilyanın da bir şekle sahip olmak zorunda olduğu, fakat "mobilya" denen yeni kavram altındaki değişik birimlerden herhangi birini karakterize eden herhangi bir şekle sahip olabileceği kabul edilir.
Yeni kavramın ayırt edici karakteristiği, bu kavram altındaki birimlerin de içinde bulunduğu daha büyük gurup nesnelerin tabiatı tarafından (yani, onların "Kavramsal Asgari Müştereği" tarafından) belirlenir; ki, "mobilya" kavramında, bu gurup: bir insan barınağı içindeki büyük nesnelerdir. Yetişkin bir insanın "mobilya" tanımı şöyle olurdu: "İnsan gövdesinin ağırlığını taşıyabilen veya başka daha küçük nesneleri taşıyabilen ve/veya saklayabilen, bir insan barınağında kullanılmak üzere yapılmış, taşınabilir, insan-yapısı nesnelerdir." Bu tanım; mobilyayı, kapı veya pencere gibi mimari kısımlardan; duvar resmi, perde gibi süs eşyalarından; kül tablası, tabak-çanak gibi daha birçok küçük eşyadan ayırır.
"Mobilya"nın ayırt edici karakteristikleri: belirli bir dizi fonksiyonları, belirli bir yerde görüyor olmasıdır; ki, her iki karakteristik de ölçülebilir: "mobilya" bir insan barınağına konamayacak kadar büyük olamaz, belirlenmiş fonksiyonları yapamayacak kadar küçük olamaz, vs.
"Mobilya" kavramının, bu kavram altındaki birimlere nazaran, algısal realiteden bir adım daha uzaklaştığını müşahade ediniz. "Masa" bir soyutlamadır; çünkü, bu kavram, sadece belirli bir masaya değil, herhangi bir masaya işaret eder; fakat, bu kavramın anlamı, bir-iki maddi masa (algısal nesne) göstermek suretiyle kolayca nakledilebilir. Fakat, "mobilya" diye algısal bir nesne yoktur; sadece, masalar, sandalyeler, vs. vardır. "Mobilya"nın anlamı, önce bu kavram altındaki kavramların anlamı bilinmeksizin kavranamaz; "masa," "sandalye" gibi bu kavramlar, "mobilya" kavramının realiteyle bağlantısıdır. (Bu, kavramların hiyerarşik bir yapıya sahip olduğunu -sınırsız bir kavramlar zincirinin alt seviyelerinde- gösteren bir örnektir.)
Aynı zamanda, "mobilya" kavramının başka bir kavramla olan ilişkisini müşahade ediniz: "barınak" kavramı; ki, bu kavram, "mobilya" kavramı altında olan bir birim değildir; ama, "mobilya"nın anlamını kavramak için önce bu kavram anlaşılmalıdır. Kavramlar arasındaki bu tür ilişkileşim; kavram-teşkili düzeyi, algısal somutluklardan uzaklaştıkça, giderek daha karmaşıklaşır.
Şimdi, "masa" kavramını bölme işlemini inceleyelim. İnsan; çeşitli masaların büyüklük ve fonksiyonlarını gözlemleyerek; "masa" kavramını, "yemek masası," "mutfak masası," "kahve masası (sehpa)," "sıra," vs. gibi yeni kavramlara böler. İlk üç durumda, masanın ayırt edici karakteristiği olan şekil, alınır ve ayırt etme işi tamamen bir ölçüm meselesi haline gelir: kullanım alanının -"masa" kavramına nazaran- daraltılmış olmasıyla uygunluk halinde, şekille ilgili ölçümlerin kapsamı da daraltılmıştır. (Kahve masaları, yemek masalarından daha alçak ve daha küçüktür; mutfak masaları, kahve masalarından daha büyüktür, fakat yemek masalarından daha küçüktür; vs.) "Sıra" durumunda ise; "masa"nın ayırt edici karakteristiği alınmış, fakat yeni bir unsurla birleştirilmiştir: bir "sıra," kırtasiye malzemelerini koyacak gözleri (çekmeceleri, kapak-altı, vs.) olan bir masadır. İlk üç durumda, gerçekten yeni kavramlar yoktur; yapılan şey, "masa" kavramının nitelenmesidir. "Sıra" ise, ayırt edici karakteristiğinde önemli bir farklılık arz eder; ilave bir ölçümler kategorisi gerektirir ve yeni bir lisan sembolü ("sıra") türettirir. ("Sıra" yerine, "dershane masası" veya "çalışma masası" denmiş olsaydı veya "masa"nın diğer alt-kategorilerinin her biri için yeni kelimeler darp edilmiş olsaydı dahi, kavram-teşkili süreci açısından bir fark olmazdı. Fakat, örneğimizdeki gibi olmalarında, -daha sonra "Kavramların Bilgilenmedeki Rolü" bahsinde tartışacağımız- epistemolojik bir sebep vardır.)
Kavramlar, daha geniş bir kavram altında bütünleştirildiklerinde; yeni kavram, altındaki birimlerin bütün karakteristiklerini ihtiva eder; fakat, bu birimlerin ayırt edici karakteristikleri, yeni kavramın teşkili esnasında, dışarıda bırakılan ölçümler olarak işlem görür; ve, yeni kavram altındaki birimlerin ortak karakteristiklerinden bir tanesi, -bu birimleri, diğer mevcut-şeylerden ayırt eden "Kavramsal Asgari Müşterek"- yeni kavramın ayırt edici karakteristiğini belirler.
Bir kavram, daha dar kavramlara bölündüğünde, bölünen kavramın ayırt edici karakteristiği, yeni kavramların "Kavramsal Asgari Müştereği" olur; ve, yeni kavramlardan her birinin ayırt edici karakteristiği; ya geniş kavram içinde belirlenmiş ölçümler yelpazesinde daha dar bir alana sahip olmakla veya ilave bir karakteristik(ler)le birleştirilmiş olmakla belirlenir.
Bu iki prensibi, başka bir örnekte devreye sokalım: "insan" kavramının, dallandırılması.
Belirli bir gelişme düzeyine erişmiş bir çocuğun; insanı, diğer varlıklardan ayırt etmekte kullandığı, ayırt edici karakteristik: insanın özel tip bilincidir. "Kedi," "Köpek," "At," "Kuş" arasındaki benzerlikleri gözlemleyerek, onları diğer varlıklardan ayırt eden çocuk; bu kavramları, daha geniş bir kavram olan "hayvan"a bütünleştirir ve daha sonra, "insan"ı da bu geniş kavram içine alır. "Hayvan"ın tanımı (genel terimlerle) şöyle olacaktır: "Bilinç ve yer değiştirebilme yeteneklerine sahip, canlı bir varlık."
İnsanın ayırt edici karakteristiği, yani onun rasyonellik yeteneği, "hayvan" tanımının dışında bırakılmıştır; çünkü, prensibe göre: bir hayvan bir tür bilince sahip olmalıdır, fakat yeni kavram ("hayvan") altındaki çeşitli birimleri karakterize eden bilinçlerden herhangi bir türüne sahip olabilir. (Bir bilinci, diğerinden ayırt eden ölçü standardı, bu bilincin menzilidir.)
Yeni kavramın ayırt edici karakteristikleri, bu kavram altındaki bütün birimlerin sahip olduğu karakteristiklerdir (bu birimlerin "Kavramsal Asgari Müştereği"dir): "yaşıyor olma" hususiyeti ve "bilinç ve yer değiştirebilme" yetenekleri.
Daha ileri bilgiyle, hayvanlar, bitkiler ve bazı mikroskobik varlıklar arasındaki benzerlikleri (ve onların cansız nesnelerden farklılığını) gözlemleyen insan; bunları, "organizma" kavramına bütünleştirir. "Organizma"nın tanımı (genel terimlerle) şöyle olacaktır: "İçsel olarak faaliyet üretme, metabolizma yoluyla büyüme ve üreyerek çoğalma kapasitesilerine sahip bir varlık."
Yeni kavramın ayırt edici karakteristiklerine, altındaki birimlerin hepsi sahiptir. "Hayvan"ın ayırt edici karakteristikleri, tanımın dışında tutulmuştur; çünkü, prensibe göre: "içsel olarak faaliyet üretme" yeteneği, bir şekilde mevcut olmalıdır, fakat yeni kavram altındaki birimleri karakterize eden herhangi bir şekilde mevcut olabilir.
Bilgi daha geliştikçe, "hayvan" gibi çok geniş bir kavram, "memeliler," "kurbağalar," "balıklar," "kuşlar," vs. gibi yeni kavramlara bölünür. Bunların her biri, daha dar kategorilere bölünür ilah. Kavram-teşkili prensibi aynı kalır: "hayvan" kavramının ayırt edici karakteristikleri ("bilinçlilik ve yer değiştirebilme" yetenekleri) bu alt-bölümlerin "Kavramsal Asgari Müştereği"dir; yeni kavramların her biri, bu müştereğe sahip olurken, başka (anatomik ve fizyolojik) karakteristiklerin ilavesiyle özel kimliklerine sahip olurlar.
(Bu kavramların teşkilindeki kronolojik sıra değişebilir. Mesela, bir çocuk, önce uygun somutlukları, "hayvan," "kuş," "balık" kavramları altında bütünleştirebilir ve daha sonra "hayvan"la ilgili bilgisini geliştirerek onları daha geniş bir kavrama bütünleştirebilir. Fakat, kullanılan prensipler ve karakteristikleri ayırt ederken yapılan seçimler, -aynı bilgilere sahip olunduğu sürece- aynıdır.)
"İnsan" kavramıyla ilgili dallandırmalarda da bu prensiplerin tatbikatını kolayca görmek mümkündür. Zaman ölçümüne (yaşanmış olan yıllara) göre ("çocuk," "genç," "orta-yaşlı," "ihtiyar," vs.); veya, anatomik farklılıklara göre ("siyah," "beyaz," vs.); veya, milliyete (siyasi-coğrafi ayrıma) göre ("İngiliz," "Fransız," vs.); veya, mesleklere göre ("doktor," "mühendis," vs); veya, özel ilişkiye göre ("ana," "çocuk," "baba," vs.) yapılmış bütün bölümlerde, "insan"ın ayırt edici karakteristiği olan "rasyonel hayvan"lık alınır; fakat, her yeni dar kavram teşkil edilirken "insan" kavramı içinde söz konusu olan ölçüm kategorilerinden belirli bir daraltılmış alan seçilir.
Soyutlamaların bilgisel içeriği ile ilgili iki hususa burada dikkat etmek gerekir:
1. Daha geniş kavramların teşkili (veya öğrenilmesi) geniş kavram
altındaki kavramların herhangi birinin gerektirdiğinden daha geniş bilgi (yani, daha geniş bir kavramsal deliller manzumesi) gerektirir. Mesela, "hayvan" kavramı, "insan" kavramından daha geniş bilgi gerektirir; çünkü, "hayvan" kavramı, insanla ilgili bilgiye ilaveten diğer türlerden bazılarına ait bilgiler de gerektirir. Hem insanların, hem de hayvanların karakteristikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olunmalıdır ki: insan ve diğer hayvanlar arasında ayrım yapılabilsin; hayvanlarla, bitkiler veya cansız nesneler arasında ayrım yapılabilsin.
Kavram genişledikçe, -geniş kavramın ayırt edici karakteristiği, altındaki kavramların ayırt edici karakteristiklerinden daha genel oluşu yüzünden- geniş kavramın bilgisel içeriğinin azaldığının zannedilmesi, bu bağlamda düşülen genel bir yanılgıdır. Yanılgının sebebi; bir kavramın, o kavramın ayırt edici karakteristiği ile özdeş görülmesidir. Fakat, doğrusu şudur ki: soyutlamalardan soyutlamalar yapan bir insan, söz konusu birimlerin diğer karakteristiklerini ve bu birimlerin, içlerinden ayırt edildikleri diğer mevcut-şeylerin karakteristiklerini bilmeksizin, hangi karakteristiğin ayırt edici olduğunu bilemez.
"İnsan" kavramı, sadece "rasyonel yetenek"ten ibaret değildir; öyle olsaydı, "insan" ve "rasyonel yetenek" eşdeğer olurdu ve birbiri yerine kullanılabilirdi. "İnsan" kavramı, insanın bütün karakteristiklerini kapsar; "rasyonel yetenek," "insan" kavramının ayırt edici karakteristiğidir.
Yukarıdaki yanılgıya düşmek; insanın, kavramları, onların tanımlarını ezberleyerek öğrendiği (bir papağanın epistemolojisine sahip olduğu) varsayımını taşımakla mümkündür. Bir kavramı anlamak, bu kavramın teşkil edildiği süreci anlamak demektir. Bu süreci anlamak ise, geniş kavram altındaki birimlerden hiç değilse bazılarını anlamak (dolayısiyle, bu kavramla ilgili anlayışımızı, realitedeki olgulara bağlantılandırabilmek) demektir.
Nasıl ki, kavramların geniş kavramlara bütünleştirilmesi, daha geniş bir bilgi gerektiriyorsa; onların, daha dar kavramlara bölünmesi de, daha derin bir bilgi gerektirir. Mesela, "baba" kavramı, "insan" kavramından daha derin bilgi gerektirir; çünkü, "baba" kavramını anlamak için: insanla ilgili, üreme fonksiyonuyla ilgili ve bu konudaki sosyal bağlantılarla ilgili bilgiye sahip olmak gerekir.
2. Bir kavramın teşkili; insana, sadece müşahade ettiği somutlukları tanımasını değil, o çeşitten olan ve gelecekte karşılaşabileceği somutlukların hepsini tanımasını sağlar. Böylece, "insan" kavramını teşkil ettiğinde veya bunu kavradığında; rasladığı her kişiyi, sıfırdan başlayarak inceleyeceği yeni bir fenomen olarak ele almak zorunda kalmaz: onu, "insan" olarak tanır ve insan hakkında sahip olduğu bilgiyi o kişiye tatbik ederek, onun hakkında muazzam bir bilgiyi, tekrar gayret göstermeksizin bilincinin menziline getirerek enerji tasarruf ederek, o insanın özel karakterini tanıma işinde yoğunlaşabilir; yani, o bireyin karakteristiklerini -yani, "insan" kavramınca tesis edilen ölçümler kategorisi dahilindeki, o insana özgü bireysel ölçümleri- inceleme işini en az gayretle gerçekleştirir.
Görülüyor ki, kavramların teşkili ve aşağı veya yukarı dallandırılması işlemi, iki asli bilgilenme yöntemini içermektedir: tümevarım ve tümdengelim. Realitedeki olguların gözlemlenmesi ve onların kavramlara bütünleştirilmesi işi, esasta bir tümevarım işlemidir. Yeni durumları, bir kavram altına sokma işi, esasta bir tümdengelim işlemidir.