Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İstanbul'un Sarayları  (Okunma sayısı 19407 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 19, 2007, 01:57:02 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

BÜYÜK SARAY

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Sultanahmet Camisi'nin güneyinde, Hipodromdan Marmara Denizi’ne kadar uzanan 100.000 m2’lik alanı Bizans’ın Büyük Sarayı kaplamıştır. Burada birbirlerinden ayrı olarak Bukaleon, Hormistas, Mangan ve Dafne gibi küçük saraylar yaptırılmıştır.

Büyük Saray çeşitli yapılar, tören salonları, kiliseler, bahçeler ve oyun yerlerinden oluşan küçük bir şehir görünümünde idi. Bu saraya İmparatorun Evi, Saray, Mukaddes Saray, Bukaleon, Hipodrom Sarayı, Eski Saray ve Büyük Saray gibi isimler verilmiştir.

İstanbul’daki Bizans İmparatorluk sarayları ile ilgili bilgiler İmparator VI. Constantinos Porfirogennetos’un (913–959) Törenler isimli kitabından öğrenilmektedir. Bunun yanı sıra A.Mortmann, A.Dethier, J.Ebersolt, E.Maumbory, Th.Wiegand gibi araştırmacılar bu bilgilerin ışığı altında yaptıkları kısa süreli sondajlarla Büyük Saray’ı tanıtmaya çalışmışlardır.

İngiltere’nin Edinburg’taki St.Adrews Üniversitesi adına Dr.D.Russel’in mali ve ilmi yardımları ile 1933-1938 yıllarında Prof.Dr. J.H.Baxter’in burada yapmış olduğu kazılarda Büyük Saray’a ait mozaiklerin büyük çoğunluğu ortaya çıkmıştır. Alman mimarlarından G.Martiny kazı alanının planını çıkarmış ve bu çalışmaları yaparken de mozaiklerle karşılaşmıştır. Mozaiklerin ortaya çıkışı ile birlikte alan genişletilmiş ve bunun yanı sıra da mimari elemanlar, çanak çömlek parçaları da bulunmuştur. Çalışmalar 3.500 m2’lik sütunlu bir avluyu ortaya çıkarmıştır. Çevresi 6 m2’lik sütunlu geçitlerle çevrili olan bu avlunun güneydoğu kesiminde 25 m. uzunluğunda, 16.50 m. genişliğinde bir yapı ile bağlantılı olduğu da görülmüştür.

II. Dünya Savaşı nedeniyle kazı çalışmaları yarıda kalmış, ortaya çıkan mozaiklerin üzeri ince beton bir tabaka ile kapatılmıştır. Prof.Dr.D.Talbot Rice 1951-1954 yıllarında Büyük Saray mozaikleri üzerindeki çalışmaları yeniden başlatmış, mozaikler temizlenmiş ve yeni parçalar da bulunmuştur. Bu arada revaklı avlunun güneybatı, kuzeybatı bölümlerinde döşeme parçaları bulunmuştur. Ayrıca bugün müze olarak açılan kuzeydoğu bölümünde de 170 m.lik oldukça sağlam, iyi durumda bir mozaik döşeme ile karşılaşılmıştır. Burada bulunan mozaik döşemenin Bizans İmparatorluk atölyesinin eseri olduğu anlaşılmaktadır. Bu atölyelerde imparatorluğun dört bir yanından gelen sanatçılar çalıştırılmıştır.

Bizans İmparatorluk Sarayı’nın İstanbul’un arkeolojisine açıklık getirmesi yönünden büyük önemi vardır. Sarayın çevresinde Ayasofya, Aya İrini, Hipodrom, Sergios Bakkhos (Küçük Ayasofya) gibi yapılar bulunuyordu. Kuzeydoğudan güneybatıya doğru eğimli bir arazide kurulan bu saray kompleksi geniş teraslar ve duvarlarla desteklenmiş, saray da meydana getirilen bu alanın üzerinde kurulmuştur. Böylesine geniş bir alana yayılan sarayın doğusunda Magnaura ile Khalke bölümleri, güneybatısında muhafız alayı kışlaları ve diğer yan kuruluşlar yer alıyordu. Sarayın batısında İmparatorun kabul salonu ile günlük yaşantısını sürdürdüğü bölümler vardı.

İmparator I.Constantinius’un (306–337) başlattığı bu yapı topluluğu, onu izleyen imparatorların yaptırdığı ilavelerle daha da genişletilmiştir. I.Iustinianus (527-565), II.Iustinos (565-578), V.Constantinos (741-775), Teophilos (829-842), I.Basileios (867-886) ve VI. Leon’un (886-912) sarayın genişletilmesinde büyük katkıları olmuştur. Sarayın kuzeybatısında Hipodrom, Zevk Siopos Hamamları, güneybatı ve güneydoğusunda deniz, kuzeyinde Ayasofya, Senato Binası ile Augusteion Meydanı bulunuyordu.

Sarayın görkemli girişini I.Constantinius yaptırmıştır. Buradaki Khalke bölümünün altın yaldızlı kapısı ile Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, ilginç bir kubbesi vardı. Daphe diye isimlendirilen oktogonal planlı yapının ortasında I.Constantinius’un salonu bulunuyordu. İmparatorun yabancı devlet elçilerini kabul ettiği Magnaura da yine bu dönemde yapılmıştır. II.Theodosius zamanında (408-450) saray alanındaki çalışmalar Marmara kıyılarına kadar yayılmıştı. Bu arada 409 yılında saray yakınlarında özel yapıların yapılması da yasaklanmıştı. Nika İhtilali sırasında, 532’de yakılan bu sarayı İmparator Iustinianus yeniden yaptırmıştır. Bu sırada Khalke kapısının içerisinde bulunan çeşitli heykeller, imparator tasvirleri ve mozaikler de bu bölümü çok daha zenginleştirmiştir.

Iustinianus’un saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukaleon Sarayı diye isimlendirilen bölümlerdir. Pek az kalıntının günümüze ulaşan bu bölümün de imparatorun tahta çıkmadan önce tahta çıkmadan önce yaşadığı mekânlar olduğu sanılmaktadır. Sarayın bu bölümleri XX. yüzyılın başında buradan geçirilen Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkılmış ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni yapılanmaların altında kalmıştır. Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebilmektedir.

Saray II.Iustinianus zamanında batıya doğru genişletilmiş ve buradaki yapılara son derece görkemli bir taht salonu eklenmiştir. Oktogonal görünüşlü, küçük kubbeli bu taht salonu bir bakıma İtalya’daki St.Vitale ile Sergios Bacus’a benziyordu. İçerisi tümü ile mozaiklerle kaplanmıştı. Buradan Hipodroma geçişi sağlayan Triklinos denilen geçit de yine bu dönemde yapılmıştır. Bunun ardından V.Constantinius Hıristiyanlığın kutsal eşyalarının korunduğu Meryem Kilisesini, I.Basileus da Yunan haçı planlı Hagios Demetrius Kilisesini, hapishaneyi ve Taykanisterion denilen oyun sahnesini yaptırmıştır. VII. Constantinius Porphyrogennetos döneminde (913–959) eski sarayın tümünü yeni baştan restore ettirmiştir.

Bizans imparatorlarının IV.-IX. Yüzyıllar arasında yaşadıkları Büyük Saray X. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Komnenos sülalesinin imparatorları Ahırkapı ile Sarayburnu arasındaki Manganlar Sarayına ve Ayvansaray’daki Blakerna Sarayına önem vermişlerdir. Bu dönemde Büyük Saray yalnızca resmi toplantılara ayrılmıştır.

İstanbul’un Latin İstilası sırasında (1204–1261) kentin birçok yapıları gibi Büyük Saray’da yağmalanmış ve kısmen yıkılmıştır. İstanbul’u Latinlerden geri alan VII. Mikhael Palaiologos (1259–1282) Blakerna Sarayının onarımı tamamlanıncaya kadar Büyük Sarayda yaşamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Büyük Saray kendi haline bırakılmış, gereksinim duyuldukça yapı malzemeleri sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır.

İstanbul’un fethinden 30 yıl kadar önce buraya gelen Floransalı Buendelmonde Büyük Sarayın tamamen terk edildiğini ve bir taş yığını görünümünde olduğunu belirtmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra Büyük Saray’ın bulunduğu alan, şehrin yeniden yapılması ile ele alınmıştır. Bunun sonucu olarak da sarayın kalıntıları çevrede yeni kurulan mahalleler arasında kalmıştır. XVII. yüzyılda Sultanahmet Camisi’nin arastası bu sarayın kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Sultanahmet’teki 1865–1852 yıllarında çıkan yangınlar arasta ile birlikte Büyük Saray kalıntılarının daha da harap olmasına neden olmuştur.

Büyük Saray’a ait bazı kalıntıların olduğu yerde mozaiklerin ortaya çıkması üzerine bu bölüm “Mozaik Müzesi” ismi altında 3 Aralık 1953’te İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı bir bölüm olarak ziyarete açılmıştır. Açılan bu müze 26 Eylül 1979’da Ayasofya Müzesi yönetimine bırakılmıştır. Günümüzde bu müzenin ismi “Büyük Saray Mozaikleri Müzesi” olarak değiştirilmiştir.


Nisan 19, 2007, 01:59:09 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

MANGANA SARAYI

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Topkapı Sarayı ile Sarayburnu Değirmen Kapısı arasındaki yamaç ve alanlarda Bizans döneminde Mangana olarak isimlendirilen saray, savaş gereçlerinin depoları ve Ayios Yeryios Manastırı bulunuyordu.

Mangana Sarayı başlangıçta İmparator I.Mihael’in (811–813) IX. yüzyılda burada yaptırdığı bir köşk ve ona bağlı yapılardan oluşmuştur. İmparatorun oğlu İgnatios burada yaşarken İmparator I.Basileios (867–886) onu buradan çıkarmış ve patrik yapmıştır. Bundan sonra saray kendi haline terk edilmiştir. Bizans İmparatorları X.-XI. yüzyıllarda Büyük Sarayın yerine Mangana Sarayını tercih etmişlerdir. Bu arada Mangana Sarayı Bizans’ın gözden düşen saray mensuplarının hapsedildiği bir yer konumuna gelmiştir.

XII. yüzyıldan sonra, büyük olasılıkla II.İsakion Angelos (1185-1195) zamanında saray yıktırılmış ve taşları başka yerlerde kullanılmak üzere sökülmüştür. İstanbul’un fethinden sonra bazı kalıntılarının ayakta kaldığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Tarihçi Dukas’ın yazdığına göre, fetihten sonra bu sarayın kalıntılarının olduğu yere dervişler yerleşmiş ve burası bir dergâha dönüşmüştür. Topkapı Sarayı’nın yapımı ile birlikte sarayın bulunduğu alan Sur-u Sultani ile çevrilmiş ve saray Topkapı Sarayı’nın sınırları içerisinde kalmıştır.

I.Dünya Savaşı’nda İstanbul’un işgalinde Fransız birlikleri sarayın bulunduğu yerdeki askeri depolara el koymuşlar, buradaki sarayın mahzenlerinden ve sarnıçlarından yararlanmışlardır. R.Demangel ve E.Mambory sarayın kalıntılarını incelemişler ve planlarını çizmişlerdir. Fransız işgal ordusunun 1923’te İstanbul’dan ayrılmasından sonra bu mahzen ve sarnıçlar kendi haline terk edilmiştir.

R.Demangel ve E.Mambory’nin Manganlar Sarayı ile ilgili verdikleri bilgilere göre; Mangana Sarayı’nın alt yapısına ait olduğu sanılan büyük bir mahzen ile askeri depolara kadar uzanan saray İncili Köşk’e kadar uzanıyordu. Buradaki 65x40 m. genişliğindeki dikdörtgen planlı bir mekân olup, içerisinde paye ve sütunlar bulunuyordu. Bu mekânın yanlarında da onları tamamlayan daha dar mekânların izlerine değinilmiştir. Bütün bu bölümlerin izleri kubbeli tonozlarla örtülmüştü.

Mangana Sarayı olarak tanımlanan bu yapının beş katlı olduğunu İmparator I.Aleksios’un kızı Anna Komnena yazmıştır. Onun söylediğine göre, sarayın son derece muhteşem bir görünümü vardı. Mangana Sarayı ile ilgili bunun dışında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.


Nisan 19, 2007, 02:01:04 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

TEKFUR SARAYI

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Edirnekapı ile Eğrikapı arasında Bizans kara surlarına bitişik olan Tekfur Sarayı, Konstantin Sarayı, Porfirogennetos Sarayı isimleri ile tanınmıştır. Halk arasında bu saraya Tekir Sarayı ismi de yakıştırılmıştır.

Büyük Sarayın XII. Yüzyıldan sonra terk edilmesi ve yıkılmaya bırakılmasından sonra Tekfur Sarayı önem kazanmıştır. Saray eski sur duvarı ile Theodosios surları arasında üç katlı olarak kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Sarayın alt katında ikiz olarak düzenlenmiş dört kemerle önündeki avluya açılan 17 m. uzunluğunda yüksek bir bodrumu bulunmaktadır. Bu bölümde yapılan araştırmalarda iki dizi halinde sütunların on iki bölüme ayrıldığı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Üst katlarla bu bölüm arasındaki mimari uyumsuzluktan alt katın daha erken dönemde yapılmış bir yapıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu bodrumun üzerindeki birinci kat avluya açılan kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Büyük kemerler içerisinde olan bu pencerelerin iç tarafında, iki yanlarında nişler bulunmaktadır. Buradan bir rampa ile çıkıldığı sanılan 24.00x11.00 m. ölçüsündeki üst katın dört duvarına da pencereler açılmıştır. Ahşap döşemeli olduğu sanılan bu kat sarayın en görkemli bölümüdür. Bu bölümün doğu-güney köşesinde bulunan sura ait burcun üzerindeki mermer konsollar bir balkonun varlığına da işaret etmektedir. Nitekim bu balkon Piri Reis’in İstanbul minyatüründe de görülmektedir. Güneye bakan cephenin ortasında şahniş şeklinde bir çıkma bulunmaktadır. Aynı zamanda burada küçük bir şapele de yer verilmiştir.

Sarayın üst örtüsünün çifte meyilli ahşap bir çatı ile örtülü olduğu alınlıklarından anlaşılmaktadır.

Sarayın şehre yönelik güney cephesi bezemesiz kesme taştan yapılmıştır. Yalnızca üst kattaki pencerelerin kemerleri taş ve tuğladan süslemelerle hareketli bir görünüme sokulmuştur. Avluya yönelik cephe ise tuğla ile bezenmiştir. Böylece Tekfur Sarayı’nın asıl cephesinin avluya bakan cephe olduğu anlaşılmaktadır. Burada beyaz taş ve kırmızı tuğlalar bir arada kullanılmıştır. İki katı birbirinden ayıran friz ile kemer aralarındaki üçgen yüzeyler taş ve tuğlaların meydana getirdiği geometrik motifler şeklindedir. Kemerlerin etrafında küçük süs çömleklerinin harç içerisine yerleştirildiği de izlerden anlaşılmaktadır.

Tekfur Sarayı tek başına bir yapı olmayıp, sur boyunca uzanan bir saray topluluğunun bir bölümüdür. Nitekim bunun kuzeyinde 30–40 m. uzaklıkta bir başka pavyonun muntazam taş ve tuğla dizili cephe kalıntıları görülmektedir.

Tekfur Sarayı İstanbul’un fethinden sonra çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. XVI. yüzyıl Piri Reis İstanbul resminde, Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında da sarayın sağlam bir halde olduğu, üzerinin çift meyilli bir çatı ile örtülü olduğu resmedilmiştir. Ancak bu dönemde bu sarayın ne amaçla kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Tekfur Sarayının bulunduğu yerde İznik’ten getirilen ustalar 1718-1719’da çini yapım merkezi kurmuşlardır. Bu imalathanede yapılan çiniler Osmanlı çini sanatında Tekfur Sarayı Çinileri olarak tanınmıştır. Kalite olarak XVI. yüzyıl çinilerinden daha aşağı düzeydeki bu çiniler İstanbul’un çeşitli yerlerinde yapılan camilerde kullanılmıştır.

XIX. yüzyıl başlarında burada bir şişehane açılmış, daha sonra Musevilerin toplu olarak oturdukları mesken konumuna gelmiştir.

XX. yüzyılın başlarında dört duvarı ayakta olan Tekfur Sarayının yıkılmasını önlemek için avlu cephesini taşıyan sütunları demir dikmelerle desteklenmiştir. 1955–1970 yılları arasında yapılan onarımlarda bu demirlerin yerlerine mermer sütunlar konmuş ve duvarların yıkılması önlenmiştir.

Bu dönemde saray Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nün denetimine bırakılmıştır. Günümüzde Fatih Belediyesi’nin kontrolünde yeni düzenlemeler yapılmakta, yeni bir fonksiyon verilmeye çalışılmaktadır.


Nisan 19, 2007, 02:02:47 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

BRİAS SARAYI

İstanbul ili Maltepe ilçesi, Küçükyalı’da bulunan Brias Sarayı’nın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bazı kaynaklar sarayın I.Tiberios Constantinos (578–582) ve Mavrikios (532–602) dönemlerinde 532 yılında yapıldığını belirtmişlerdir. Büyük olasılıkla o tarihlerde basit bir av köşkü olarak yapıldığı sanılmaktadır.

Sarayın yapımında o bölgede bulunan antik çağa ait bir mabedin taşlarından yararlanılmıştır. Sarayın yakınına sonraki yıllarda Satiros Manastırı yapılmıştır. Bu sarayın bulunduğu yerde İmparator Teofilos zamanında yapılmış üç nefli bir kilise olduğu da bilinmektedir.

Brias Sarayı’nın yerini Bizans sanat tarihçileri araştırmış, Maltepe’nin doğusunda, Dragos Tepesi’nde araştırmalar yapmışlardır. Küçükyalı’da bulunan kalıntıların Brias Sarayına ait olduğu sanılmaktadır. Ancak burada yeterli bir arkeolojik kazı yapılmamıştır.

Günümüze gelen kalıntılardan dikdörtgen planlı, içerisinde üç sıra halinde sütun dizisi bulunan bir avlu ile dört payenin taşıdığı üzeri tonozlu, kare bir bölümden olduğu sanılmaktadır. Bununla beraber saray ile ilgili bilgiler, bulunan kalıntının saraya ait olup, olmadığı konusu da kesinlik kazanamamıştır.


Nisan 19, 2007, 02:05:19 ös
Yanıtla #4
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

ESKİ SARAY

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlıların yapmış olduğu ilk saray Beyazıt’ta Süleymaniye ile Beyazıt Camisi arasında bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bazı bölümlerinin içerisinde bulunduğu alandadır. Araştırmacılar tarafından sarayın bulunduğu alanda bir manastır kalıntısının veya senatonun kalıntılarının bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak bu iddialar yeterince aydınlatıcı değildir.

Osmanlı kaynaklarından Edirneli tarihçi Ruhi Edrenevi’nin belirttiğine göre sarayın mimarı, Edirne’de Üç Şerefeli Cami ile Edirne Sarayı’nı yapmış olan Musliheddin’dir.

Bizans tarihçisi Dukas Fatih Sultan Mehmet’in şehrin ortasında bir saray yaptırmak istediğini belirtmiştir. Sarayın yapımı 1458’de tamamlanmıştır. Bahçe içerisindeki sarayın iyi korunmuş bir harem dairesi ile padişah ve içoğlanlar için kasırlar, köşkler, idari yapılar ile vahşi hayvanların bulunduğu av sahalarından oluşmuştur.

Tarihçi Dukas saray bahçesinde I.Theodosios’un diktirmiş olduğu, spiral süslemeleri olan anıtsal bir sütundan da söz etmektedir. Bunun yanı sıra saray duvarlarının bir mil uzunluğunda olduğunu, duvarlarda dört adet kapı bulunduğunu da belirtmiştir. Bu sarayda içoğlanı olarak yaşamış Giovantonino Menavino, burada 25 yapının olduğunu, bahçesinde deve kuşlarının, tavus kuşlarının ve diğer egzotik kuşların dolaştığını yazmıştır. Bunun yanı sıra Eski Saray ve etrafını kuşatan bahçe duvarları 1479’da yapılmış Giovanni Andrea Vavassore’nin haritasında da görülmektedir. Ayrıca Matrakçı Nasuh’un Beyan-ı Menazil’indeki İstanbul tasvirinde şehir içerisindeki konumu açıkça belli olmaktadır.

Topkapı Sarayı yapıldıktan sonra İstanbul’un fethinden sonra yapılan bu ilk saray “Saray-ı Atik” ismini almıştır. Topkapı Sarayı’na da Saray-ı Cedid ismi verilmiştir.

Eski Sarayın yapımının bitiminden sonra, 1458’de Fatih Sultan Mehmet Topkapı Sarayı’nı yaptırmaya başlamıştır. Bazı iddialara göre de Topkapı Sarayı başlangıçta yalnızca devlet yönetimine ayrılmış olup, içerisinde harem dairesi bulunmuyordu. Topkapı Sarayı’nda harem dairesi Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) eşi Hürrem Sultan’ın padişahın yanında olmak istemesinden ötürü XVI. yüzyılın ortalarında yapılmıştır.

Eski Sarayda yaşayan kalabalık bir saray mensubu bulunuyordu. Eski Saray 1541 yılında yanınca burada yaşayan harem halkı Topkapı Sarayı’na taşınmıştır. Bundan sonra da Eski Saray gözden düşmüş, yaşlanmış, cariyelerin yanı sıra ölen padişahın annesi, kadınları ve kızları yaşamaya başlamıştır. Burada yaşayan Kadınefendi’lerin erkek çocuklarından birisi Osmanlı tahtına çıktığında burada yaşayan padişah annesi de Valide Sultan olarak Topkapı Sarayı’na dönerdi.

Eski Sarayın tasvirleri yeterli olmadığı gibi yazılı bilgiler de son derece sınırlıdır. Yalnızca Vavassore haritası ile Diliçh haritalarında avluya hâkim bir hünkâr dairesinin resmi görülmektedir. Evliya Çelebi ile Michel Baudier sarayın dört köşeli, 12 bin arşın uzunluğunda bir sur ile çevrili olduğunu belirtmiştir. Evliya Çelebi saray çevresinde yeniçeri ağası Lala Mustafa Paşa, Piri Mehmet Paşa ve Esma Sultan saraylarının bulunduğuna da değinmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

”…Burçsuz, duvarsız, dişsiz, kalesiz ve hendeksiz bir surdur. Ama gayet sağlam yapılıp bütün duvar üzeri mavi kurşun ile örtülüdür. O zamanlar çepeçevre ölçüsü 12 bin arşın idi. Dört köşeli bir binadır. Bir tarafı Sultan Beyazıt Kazancıları köşesinden Misk-i Sabunu Kapısına kadar, bir köşesi Talak Mustafa Paşa Kapısında son bulurdu. Oradan bir tarafı Küçükpazar Seddi ve sarnıcı üzere bitmişti. Halen Yeniçeri Ağası sarayı ve Siyavuş Paşa sarayının yeri, meskür eski saray yerinde idi. Bir köşesi tâ Tahtakale üstündeki sedden geçip yine kazancı tüccarları köşesine gelinceye kadar muazzam bir saray yaptırmıştır. Daha sonra Sultan Süleyman bu eski sarayı 3 mil kuşatır bir saray yapıp, 3 kapı koydu. Divan Kapısı doğuya, Beyazıt Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar. Bu sarayın dışında Süleyman Han, Belgrat ve Malta ve Rodos fethi malından Süleymaniye Camisini yaptı ve medreseler ve darülhadis, darülkurra, ebced okuyan çocuklar okulu ve bir sultan çarşısı, düğmeci ve kuyumcular çarşısı yaptırdı. Mahbul Siyavuş Paşa’ya bir muazzam saray ve yeniçeri ağalarına mahsus bir eski saray ve Lala Mustafa Paşa için ve Karamanlı Piri Mehmet Paşa için birer saray ve Gebze’de cami sahibi Mustafa Paşa’ya ve kızı İsmihan Sultan’a da birer saray ve cami hizmetlileri için bir tane oda yaptırıp eski sarayın dört tarafını umumi yollarla çevirtti. Halen hiçbir tarafa bitişiği olmayan muazzam bir saraydır. Yukarıda yazılan vezirler sarayları ve imaretler tamamen bu eski sarayın bulunduğu yere yaptırılmıştır.”

Eski Sarayın surları üzerinde kule olmaması dikkati çekmektedir. Saray 1550 ve 1517 yıllarında yanmış, yeniden yaptırılmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kaldırılması ile Eski Saray Bab-ı Seraskeri’ye tahsis edilmiştir. Burada yaşayan kadınlar ise Topkapı Sarayı ile Eyüp’teki Çifte Saraylar’a götürülmüşlerdir.


Nisan 19, 2007, 02:06:55 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

KAVAK SARAYI

İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Harem ile Salacak iskeleleri arasında bulunan bu saraydan günümüze hiçbir iz gelememiştir. İstanbul’un fethinden sonra yapılmış olan Eski Saray ve Topkapı Sarayından sonra Osmanlıların yapmış olduğu üçüncü büyük saraydır.

Üsküdar Sarayı XVI. yüzyılda yapılmış, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru da ortadan kalmıştır. Bu saray ile ilgili bilgiler arşiv belgeleri, gezginlerin notları ve birkaç gravürden öğrenilmektedir. Kavak Sarayı ile Üsküdar Sarayı’nın aynı saray olup, olmadığı da zaman zaman tartışılmıştır. Büyük olasılıkla bu saray Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Arşiv belgelerinde Mimar Sinan’ın Sultan II. Selim (1566–1574) ve Sultan III. Murat’ın (1574–1595) burada birer köşk ve hamam yaptırdığı, Sultan I. Ahmet (1603–1617) döneminde de Kavak Sarayı’na bir mescit eklediği yazılıdır. Sultan IV. Murat (1623–1640) döneminde saray onarılmış ve buraya bazı ilaveler yapılmıştır. Yine arşiv belgelerinde tam teşkilatlı bir Osmanlı sarayı olduğu da belirtilmiştir.

Sultan III. Selim (1789–1807) burada bir Bostancıbaşı kışlası yaptırmış, 1794 yılında da bu saray yıkılmış, içerisindeki bazı mermerler Topkapı Sarayı’na götürülmüş, bazıları da Selimiye Kışlası’nın yapımında kullanılmıştır. Bundan sonra Kavak Sarayı’nın arazisinin büyük bir kısmına çeşitli askeri yapılar yapılmıştır.

Kavak Sarayı’nı gösteren en önemli belgelerden birisi de G.J.Grelot’nın yayınlamış olduğu Relation Nouvelle d’un Voyage a Constantinople isimli kitaptaki iki gravürdür. Bu gravürlere göre deniz kıyısına inen kayalıklar üzerindeki bir duvarın arkasında, ağaçların arasında dört ayrı yapı görülmektedir. Bunlardan kuzeydeki yapı büyük olasılıkla Revan Köşkü olarak isimlendirilen revaklı yapıdır. Bu yapı sekizgen planlı, kubbelidir. Bunun dışında kalan köşkler büyük olasılıkla harem ve hizmet binalarıdır.

Osmanlıların bu sarayı yazlık olarak kullandıkları sanılmaktadır. Bunun yanı sıra Doğuya sefer düzenlendiğinde de bu sarayın başlangıç noktası olduğu sanılmaktadır.


Nisan 19, 2007, 02:08:23 ös
Yanıtla #6
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

DAVUTPAŞA SARAYI

İstanbul ili Güngören ilçesinde, Davutpaşa Sahrası denilen Çırpıcı ve Haznedar dereleri arasındaki tepenin doğu yamacında, Edirne eski kervan yolunda bulunan bu sarayı Sultan II. Beyazıt (1481–1512) döneminde Sadrazam Davut Paşa yaptırmıştır. Davutpaşa Sahrası’ndaki sarayın yakınında XIX. yüzyılda Davutpaşa Kışlası yapılmıştır.

Davutpaşa Sarayı etrafı duvarlarla çevrili geniş bir alan içerisinde çeşitli köşkler, daireler, geniş bir havuz, mescit, hamam ve hizmet binalarından meydana gelmiştir. Bu saraydan günümüze yalnızca Davutpaşa Kasrı olarak bilinen yapı ile Sancak Köşkü denilen bir diğer yapının kalıntıları gelebilmiştir. Sarayı oluşturan yapıların büyük bir kısmı XVI. yüzyılın sonlarına doğru yıkılmıştır.

Osmanlı devleti Batı’ya doğru sefere çıktığında bu sarayın çevresinde ilk konaklama yapılırdı. Burada ordunun son teftişi, yoklamaları yapılır ve sefer yürüyüşü de buradan başlardı. Sefere katılacak eyalet askerleri bundan sonraki konak yerlerinde sefere çıkan Kapıkulu asker ocaklarına katılırlardı. Padişah sefere çıkmıyorsa orduyu buradaki saraydan uğurlar, dönüşünde de burada karşılardı. Davutpaşa Sarayı’nda seferden dönen orduyu karşılayan son padişah Sultan IV. Mustafa olmuştur.

Davutpaşa Sarayı eski kaynaklarda Taş Köşk veya Taş Kasır isimleri ile geçmiştir. XVI. yüzyılda yeniden yapıldığı konusunda bir arşiv belgesine rastlanmıştır. Buna göre kasır, Sultan III. Mehmet (1595–1603) zamanında Hassa Başmimarı Dalgıç Ahmet Ağa tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. Sultan III. Mehmet’in 1603 yılında ölümünden sonra da kasrı Sultan I. Ahmet (1603–1617) tamamlamıştır. Saray en parlak dönemini Sultan IV. Mehmet (1648–1687) zamanında yaşamıştır. Başlangıçta padişahların kısa bir süre kalması için yapılmışsa da bu yıllarda Osmanlı padişahları uzunca bir süre burada yaşamışlardır. Sultan IV. Mehmet 1652 yılında buraya bir mescit yaptırmış, daha sonra bu mescide minber konulmuş, minare de eklenerek camiye dönüştürülmüştür.

Davutpaşa Sarayının bazı bölümlerinin 1725 yılında yıkıldığı arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Bu yapıların taşları Bakırköy Baruthanesi’nin onarımında kullanılmıştır. Davutpaşa Sarayı’ndan günümüze kalan kasır, muntazam kesme taştan iki katlı olarak yapılmıştır. Batısında iki yana doğru taşkın bir bölüm bulunmaktadır. Alt katta girişi sağlayan iki kapısı vardır. Bu kapı baklava başlıklı, tek sütunun taşıdığı iki sivri kemerden meydana gelmiş bir giriş eyvanı biçimindedir. Kasrın girişi tam eksende olmayıp sağ taraftadır. Alt kattaki ana mekân 10.50x1050 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzeri kâgir kaburgalı çapraz bir tonozla örtülmüştür. Kasır iki sıra halindeki pencerelerle bol ışık alacak şekilde aydınlatılmıştır.

Girişin sağındaki duvarda bir ocak ve bunun üzerinde de Sultan I. Ahmet’in manzum kitabesinin yazılı olduğu bir çeşme bulunmaktadır. Alt katın doğusunda bulunan ve ana mekândan büyük sivri bir kemerle ayrılan çıkıntı zeminden biraz daha yüksektedir. Her iki mekân üzerinde kum saati bulunan sütunçelerin taşıdığı kemerle ayrılmıştır. Merdivenle çıkılan üst kat ana mekâna girişi sağlayan kemerli eyvanlar halindedir. Ana mekân alt katta olduğu gibi iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır. Üzeri pandantifli 10 m. çağında, sekizgen kasnaklı büyük bir kubbe ile örtülmüştür.

Günümüze gelebilen kalıntılardan kasrın son derece güzel bir bezeme ile süslendiği anlaşılmaktadır. Ancak XX. yüzyıldan bu yana kötü kullanımlar nedeni ile bu bezemelerin büyük kısmı yok olmuş kalanlar da özelliğini yitirmiştir. Sarayın İznik çinileri ile bezenmiş olduğu günümüze gelen izlerden ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Davutpaşa Sarayı’nın yakınında bulunan, Sancak Köşkü olarak isimlendirilen yapının kalıntılarından oldukça muntazam taş döşeli olduğu anlaşılmaktadır. Yüksekçe bir set üzerindeki bu köşk iki oda ve bu odalar arasında bağlantıyı sağlayan bir dehlizden meydana gelmiştir. Bu köşkün arşiv kayıtlarına dayanılarak üzerinin geniş bir saçakla örtülü olduğu sanılmaktadır.

Davutpaşa Sarayı’ndan günümüze gelen kasır 1938 yılında Y.Mimar Sedat Çetintaş tarafından araştırılmıştır. Bu yapının restorasyonu 1957 yılında yapılmıştır.


Nisan 19, 2007, 02:10:59 ös
Yanıtla #7
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

DOLMABAHÇE SARAYI

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Boğaziçi ile Dolmabahçe Caddesi arasında yer alan 250.000 m2’lik alanda kurulmuş olan Dolmabahçe Sarayı, günümüzden dört yüzyıl öncesinde büyük bir koy konumunda idi. Osmanlı döneminde donanmanın sefere çıktığı, dönüşte karşılandığı bu koy XVII. yüzyıldan sonra doldurulmuş ve çoğu kez de padişahların eğlenceler düzenlediği bir Hasbahçe’ye dönüşmüştür.

Evliya Çelebi buradan şöyle söz etmiştir: “Eskiden servili küçük bir bağ iken, Sultan Osman-ı Şehit fermanı ile donanma iki bin kadar kayık ve mavnanın taş toprak getirerek koyu doldurmuştur.” Aynı yüzyılda yaşamış olan Eremya Çelebi Kömürciyan, Sultan I. Ahmet’in (1603–1617) veziri Nasuh Paşa’nın zamanında 1611–1614 yıllarında sahilin doldurulduğunu yazmıştır. Böylece doldurulan bu alanda Sultan II. Selim (1566–1574) ilk defa burada bir kasır yaptırmıştır. Silahtar Tarihi ile Raşit Tarihi de burada yapılmış olan yalı ve köşklerin 1680 yılında yıktırıldığını, çevresindeki bostanların ve yolların buraya katıldığını yazmaktadır. Naima Tarihinde de Sultan IV. Murad’ın (1623–1640) Sultan Ahmet Han köşkünde oturan padişahın Nefi’nin hicivlerini okuduğu sırada yanına bir yıldırım düştüğünü ve bunu uğursuzluk saydığı için şairi bir daha hiciv yazmamaya yemin ettirdiği yazılıdır.

Sultan IV. Mehmet (1648–1687) ve Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet’in (1703–1730) buradaki eskimiş yapıları kaldırdığı ve yerlerine yeni sahil köşkleri yaptırdığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Sultan I. Mahmut ise (1730–1754) Dolmabahçe Bayırı’nda Bayıldım Köşkü isimli bir köşk yaptırarak sık sık buraya gelmiştir.

XIX. yüzyılda Melling ile İsveç elçisi d’Ohsson’un albümlerinde burada yapılmış olan köşk ve kasırların resimleri görülmektedir. Bu alanda yapılmış olan köşk ve kasırların en tanınmışlarından birisi de Beşiktaş Sahil Sarayı idi. Bu saray Sultan Abdülmecit döneminde (1839–1861), 1843 yılında bölüm bölüm yıkılmıştır. Bu alanda yapılan Dolmabahçe Sarayı 15.000 m2’lik bir alanı kaplamakta olup, sarayın temelleri meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üzerine atılmıştır. Saray XIX. yüzyılın ikinci yarısında Batı etkisinde gelişen bir mimari üslupta devrin önemli mimar ailesi olan Baylanlardan, Agop Karabet Balyan ile Serkiz Balyan’ın eseridir. Dolmabahçe Sarayı yarı kâgir bir yapıdır. Sarayın ana duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeler de ahşaptan yapılmıştır. Çatı ahşap ve kurşun kaplıdır. Sarayın deniz ve batı cephesindeki pencereler saray camhanesinde özel olarak yaptırılmış ve güneş ışıklarını süzen eflatun renkli camlardır. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Bu sarayın yapımından sonra Topkapı Sarayı terk edilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı dikdörtgen birbirlerine simetrik planlı bir yapı olup, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvaletten meydana gelmiştir. Denize 600 m. lik bir rıhtımı olan sarayın kara tarafında ise biri çok süslü olmak üzere iki anıtsal, yedi de tali kapısı bulunmaktadır. Deniz tarafında ise beş yalı kapısı bulunmaktadır. Anıtsal kapılardan Hazine Kapısı denilen kitabe ve tuğralı kapı Dolmabahçe Sarayı’na yönelik olan kapıdır. Diğer anıtsal kapı Merasim veya Saltanat Kapısı ismini taşır. Hazine Kapısına göre daha özenli ve daha büyük olan bu kapının asıl özelliği içte ve dışta içbükey oluşundan kaynaklanmaktadır. Kapı ard arda getirilmiş bir çift bükey duvardan meydana gelmiştir. Buradaki içbükey duvarların uçları küçük birer kule şeklinde yükseltilmiştir. Yapı topluluğu içerisindeki Veliaht Dairesinin de ayrı girişleri vardır. Muayede Salonunun karşısında bulunan giriş ise oldukça büyük ölçüde ve çok bezemelidir. Kapının iki yanında kare planlı ayaklar ve bunları birbirlerine bağlayan lentolar görülmektedir. Bu ayaklar son derece zengin dekore edilmiş olup, çeşitli motifler, madalyonlar, taşlara adeta bir dantel görünümünde işlenmiştir.

Bu kapılardan içeriye girilen saray bahçesi dört ayrı bölüm halinde düzenlenmiştir. Bunlardan kareye yakın dikdörtgen olan ön bahçe Fransız bahçe mimarisinden örnek alınarak düzenlenmiştir. Köşeleri yuvarlatılmış, denize paralel sekiz köşeli bir havuz ile daire biçimli bir göbek bahçenin ana noktasını oluşturmuştur. Deniz yönünde uzanan bahçe ise ön bahçenin bir uzantısı olup, saray rıhtımı boyunca uzanmaktadır. Bu bölümde Muayede Salonu eksenine göre simetrik, oval göbekler meydana getirilmiştir. Bunların dışında kalan sarayın diğer bahçeleri kapalı ve özel nitelikli bahçelerdir. Özellikle Veliaht Dairesi, Harem ve Kuşluk bahçeleri bunların başında gelmekte olup, bahçelerin ortalarına oval veya daire biçimli havuzlar yerleştirilmiştir. Bütün bu bahçeler yüksek duvarlarla çevrelenmiştir.

Sarayın ana yapısı kıyı boyunca denize paralel olarak yapılmış ve birbirine paralel üç bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Mabeyn-i Hümayun, Muayede Salonu ve Hususi Daire isimlerini almıştır. Bu plan düzeni sarayın kendine özgün bir tasarımıdır. Burada kitle ve cephe kurgularına özen gösterilmiş, ana form dikdörtgen bir kitle görünümünü kazanmış, köşelerde yer alan salonlar ise öne çıkarılmıştır. Böylece cephe görünümünde ölçülü bir hareket sağlanmıştır. Sarayın ortasında diğer bölümlerden daha yüksek ve daha gösterişli tören ve balo salonu bulunmaktadır.

Sarayın Muayede Salonu dıştan dışa 25x37 m. ölçüsünde kareye yakın kitlevi bir yapı olup, içeride tek mekânlı olmasına rağmen dışarıdan iki katlı görünümdedir. Yanındaki Resmi ve Hususi dairelerden iki kat daha yüksektir. Nitekim bu salonun katları birbirinden ayıran kornişi diğer binaların saçak kornişleri aynı hizadadır. Böylece diğer yapılarla bir bağlantı ve süreklilik sağlanmıştır. Muayede Salonu’nun cephesinde yedi aks üzerinde yükselen kolon veya plaster çiftleri yerleştirilmiştir. Girişteki açıklık öne çıkarılmış ve yapının daha anıtsal bir görünüm kazanmasına neden olmuştur. Bu mekânın yarım daire kemerli yüksek pencerelerinin iki yanına kolonlar yerleştirilmiştir. Üst kattaki pencerelerin barok alınlıkları altına dekoratif açıklıklar ve kolonlar yerleştirilmiştir. Burada üç yöne doğru açılan görkemli bir merdiven Muayede Salonu’nun anıtsallığını daha da belirginleştirmiştir.

Muayede Salonu dıştan çatı, içten basık kubbeli olup, ortasına 5,5 tonluk askı sitemine bağlı bir avize asılmıştır.

Muayede Salonu dışında kalan ve onu tamamlayan Resmi Daire bölümü iki katlı olup, yüksek bir bodrum üzerine yapılmıştır. Oldukça geniş mermer merdivenle çıkılan bir sahanlıktan sonra içeriye girilmektedir. Bu giriş özel olarak belirtilmemiş ve sade bir kapı ile yetinilmiştir. Kapının iki yanında kemerli ve yüksek pencereler bulunmaktadır. Resmi Daire bölümü merkezi hol, köşelerde salon gruplarından oluşan üç bölüm halindedir. Girişte merkezi bir hol haç planlı görünümdedir. Denize dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen orta mekân dört yönde yan mekânlarla genişletilmiştir. Denize ve arka bahçeye bakan bu bölümün dar kenarı üzerinde ön cepheden farklı daha az derin kolonlarla hareketlendirilmiştir. Bu yapıda hafif içbükeylik yüksek aynalarla daha da vurgulanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli mekânlarından olan Süfera (Elçilik) Salonu birbirine dik iki eksen üzerinde açılmış mekânlarla genişletilmiş, merkezi planlıdır. İçerisi altın varaklı motiflerle bezenmiştir. Tavanlarda barok üslupta kıvrık dallardan oluşan göbekler, kartuşlar ve rozetler görülmektedir. Bunların çevreleri akantus, meandr ve yumurta dizisi motifleri ile çevrelenmiştir. Süfera Odasına açılan diğer köşe odaları da aynı özende yapılmıştır. Bunlardan Kırmızı Salon olarak tanınan bölüm denize doğru uzanmış dikdörtgen planlı bir hacimdir. Padişahın elçileri kabul ettiği bu salon son derece gösterişli yapılmıştır.

Resmi Daire’nin iki plan düzenini büyük kristal bir merdiven birleştirmektedir. Böylece her iki yapı arasında bütünlük sağlanmıştır. Bu merdiven denize paralel dikdörtgen bir hacim içerisine yerleştirilmiştir. Bunun sonucu olarak da her iki salonda birbirine bağlanan simetrik bir düzen meydana getirilmiştir. Resmi Daire’den Muayede Salonu’na kadar olan alanda da her ikisi arasında bağlantıyı sağlayan bir ara bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm Camlı Köşk’e bağlanan uzun bir geçitle ayrılmıştır. Bu bölüm belirli bir plan tipine uymamakta ve daha çok koridor ve servis merdivenleri için kullanılan bir alandır.

Hususi Daire’nin plan şeması ve mekân yapılanması ile iç dolaşımı sarayın en karmaşık bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde altlı üstlü beşer büyük orta salon görülmektedir. Üçüncü yalı kapısının karşısına gelen bölüm Valide Sultana aittir. Burada giriş holü, deniz ve bahçe tarafına yönelik birer büyük oval merdivenler bulunmaktadır. Harem taşlığı olarak isimlendirilen bu holün güney tarafında büyük bir harem merdiveni bulunmaktadır.

Harem bölümü denize dik doğrultuda yerleştirilmiş olup sarayla L biçimli bir plan düzeni ile birleşmiştir. Bu bölümde büyük orta mekânlar, kapalı özel daireler uygulanmıştır. Ortak mekânlar haremin ortasına alınmış ve birbirlerine çift koridorlarla bağlanmış, aralarına aydınlık hacimleri ve servis bölümleri yerleştirilmiştir.

Haremin orta mekânları yapının ekseni üzerine dizilmiş, birbirleri ile bağlantılı dikdörtgen salonlardan meydana gelmiştir. Bunlar karşılıklı büyük merdivenlerle genişletilmiş ve merdiven başlarına, köşelere toskana başlıklı düz gövdeli yassı plasterler yerleştirilmiştir. Tavanlar geometrik çerçeveler içerisine alınmış kıvrık dallardan oluşan çiçek motifleri ile doldurulmuştur.

Sarayın Hünkâr Dairesi iki büyük salondan meydana gelmiş olup, içerisindeki dekorasyondan ötürü Mavi Salon ve Pembe Salon olarak isimlendirilmiştir. Bu salonlar barok ve rokoko üslubunda olup bezemeleri Süfera Salonu’na benzemektedir. Tavanlarda kare ve dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış manzara resimlerine yer verilmiştir. Denize ve bahçeye doğru eyvanlarla genişletilmiştir. Bunlardan Pembe Salon sarayın diğer salonlarından farklı olarak kapalı ve tek bir mekândan meydana gelmiştir. Denize yönelik geniş terasa açılan pencereleri aydınlatmayı sağladığı gibi içeride bulunan büyük boydaki aynalar da onları tamamlamaktadır. Bu salonun duvarları da mimari resimlerle süslenmiştir.

Sarayı yaptıran Sultan Abdülmecit erken yaşta öldüğünden ötürü burada uzun süre oturamamıştır. Yerine geçen kardeşi Abdülaziz 1876 yılına kadar burada kalmış, Sultan V. Murat üç ay gibi kısa bir süre burada yaşamıştır. Sultan II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nı tercih etmiştir. Sultan V. Mehmet Reşat’ın (1909–1918) burada oturmaya karar vermesi üzerine Mimar Vedat Bey sarayı yeniden onarmış ve yeni bir düzenleme yapmıştır. Osmanlı tahtına 1918 yılında geçen Sultan IV. Mehmet Vahdettin (1918–1922) bir süre burada yaşamış, 1922 yılında buradan bir İngiliz gemisine binerek ülkeyi terk etmiştir. Abdülmecit Efendi 18 Kasım 1922’de halife olarak buraya yerleşmiş ise de hilafetin kaldırılmasından sonra O da saraydan çıkarılmış ve ülkeyi terk etmiştir.

Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924’te çıkarılan 431 Sayılı Yasa ile Osmanlı hanedanının malları arasında bulunan Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere bütün saray, köşk ve kasırlar millete geçmiştir.

Dolmabahçe Sarayı çeşitli tarihi olaylara da sahne olmuştur. İstanbul’a 1 Temmuz 1927’de gelen Atatürk sarayda kalmıştır. Atatürk’ün Savarona Yatı’nda geçirdiği rahatsızlıktan sonra 25–26 Temmuz 1938’de Muayede Salonu’ndan sonra geçilen ve denize bakan dördüncü odaya yerleşmiş ve burada 10 Kasım 1938’de ölmüştür. Atatürk’ün isteği üzerine düzenlenen I.Türk Tarih Kongresi 1932 yılında; I. ve II. Türk Dil Kurultayı 1932 ve 1943 yıllarında burada toplanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açılmıştır. Aynı zamanda da kültür bilim tanıtım merkezi olarak işlevini sürdürmektedir. Burada konferanslar, sergiler, bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Kültür Bilim ve Tanıtma Merkezi sarayın girişindeki Mefruşat Dairesi’nde bulunmaktadır. Bu merkezin alt katı konferans, sergi salonu ve fotoğraf laboratuarıdır. Üst kat basın ve yayın merkezinin kitaplık, bilimsel araştırma ve saray arşividir. Ayrıca önündeki avlu sarayı gezenlerin oturup dinlenebileceği bir mekân olarak düzenlenmiştir.

Sarayın Şehzadelere tahsis edilmiş kuzeyindeki Veliaht Dairesi’nin bir bölümü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yönetiminde, Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmiştir.


Nisan 19, 2007, 02:13:13 ös
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

BEYLERBEYİ SARAYI

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Beylerbeyi’nde bulunan Beylerbeyi Sarayı’nın bulunduğu yer ve arkasındaki geniş alanlar tarihte İstavroz Bahçeleri ismi ile tanınıyordu. İstanbul’un fethinden XIX. yüzyılın başlarına kadar geçen süre içerisinde İstavroz Bahçeleri şehrin önde gelen mesire yerlerinden birisi idi. Fatih Sultan Mehmet bu geniş araziyi Mir-i Alem’e temlik etmiş sonra da bu arazi vereseden geri alınmış ve Emlak-ı Hümayun’a katılmıştır.

Osmanlı Padişahları İstavroz Bahçeleri’ne büyük ilgi göstermiştir. Sultan IV. Mehmet zamanında bu bahçeler en parlak günlerini yaşamıştır. Burada birbiri ardına kasırlar ve köşkler yapılmıştır. Sultan I. Ahmet, Şevk-ı Abad Kasrı yakınına mescit ve yanına da devlet önde gelenleri için bazı köşkler yaptırmıştır. Sonradan Sultan IV. Murat ismi ile tahta geçen şehzadelerinden Şehzade Murat da burada dünyaya gelmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Sultan I. Abdülhamit İstavroz Bahçeleri’ni bölmüş ve satmıştır. Bunun sonucu olarak da İstavroz Bahçeleri Osmanlı padişahlarının yaz aylarını geçirdikleri yazlık olmaktan çıkmıştır.

Sultan II. Mahmut (1808–1839) Boğaziçi’nde Avrupai biçimde büyük bir saray yaptırmaya karar verince aklına öncelikle bir zamanların İstavroz Bahçeleri gelmiştir. Bunun üzerine çeşitli kişilerin mülkiyetine geçmiş olan İstavroz Bahçeleri yeniden kamulaştırılmış ve burada çeşitli dairelerden meydana gelen iki katlı ahşap, sarı boyalı bir sahil saray yapılmıştır. Balyan ailesinden Mimar Kirkor Amira Balyan’ın 1826–1832 yılları arasında yaptırdığı bu sarayın çevresinde Mabeyn-i Hümayun, Zülvecheyn, Harem-i Hümayun, Serdap Köşkü, Bendegân Daireleri, hamamlar, mutfaklar ve Has Ahırlar bulunuyordu.

Sultan II. Mahmut 1832 yılı Muharrem ayının beşinci günü Çırağan Sarayı’ndan saltanat kayığı ile bu yeni saraya gelmiştir. Padişahın bu gelişini Reşat Ekrem Koçu şöyle anlatmıştır:
“…Bu esnada saray önünde demirli bulunan harp gemilerinden toplar atılmış ve rıhtım boyunca dizilmiş Hassa askerleri de selam resmine durmuş ve bir mızıka selam havasını çalmaya başlamıştır.

Sultan Mahmut merasim kıtalarını geçerek Boğaziçi’nin kendi devrinde yapılmış ilk büyük sarayına girmiştir. Ertesi günü bütün rical, ulema, yüksek rütbeli askerler sarayın Mabeyn Dairesi’ne gelerek padişaha yeni sarayında mesut gümler geçirmesi temennisinde bulunmuşlardır. Bu arada şairler birbirleri ile yarışırcasına tarihler düşmüşlerdir. Ayıntablı Ayni Efendi Sultan Mahmut’un Beylerbeyi Sarayı’na ilk gelişi için şu tarihi düşürmüştür:

İş bu târihi göreydi cem atardı tâcını
Nakli nev sâhil serâ kıldı şehri âli himen.”

İstanbul’a gelen pek çok yabancı devlet adamı ve gezgin Beylerbeyi Sarayı’ndan söz etmiş, hatıralarında saraya geniş yer vermiştir. Mareşal Moltke de Beylerbeyi Sarayı’na şöyle değinmiştir:

“Beylerbeyi Sarayı’nın cephesi pencereden görünmez. Sarayın arka tarafındaki bir kapıdan bahçeye girdim. Havuzlardaki mercan balıklarını, tarhlardaki nadide çiçekleri seyir ile meşgul idim. Bahçe birçok sedlerle arkadaki tepenin zirvesine kadar uzanıyor ve yüksek yeşil duvarlar hududunu tayin eyliyordu. Sarayın deniz cephesindeki pencereleri hep kafesli, kafesler sade harem pencerelerinde olmayıp selamlık kısmı da bunlarla örtülmüştür. Fakat harem tarafındakiler hem daha yüksek hem daha sıktır.”

Miss Pardoe de anılarında Beylerbeyi Sarayına yer vermiştir:

“Sultanın Anadolu yakasındaki yazlık Beylerbeyi Sarayı Boğaziçi’nin en zarif eseridir. Bu sahil boyunca uzanan gayrimuntazam cepheli kâşane olup, Boğaz’ın suları pırıldayan mermer merdivenleri yıkar. Şurada burada esrarengiz kafesli menfezlere girer. Bina ahşaptır. Harem kısmı yaldızlı küçük tahta kepenklerle mestur pencerelerle müzeyyen bir sıra müselleri yüksek dairelerden mürekkeptir. İdare-i Hükümete ait odaları sultanın şahsına mahsus salonlar ve Maiyet-i Şahanenin işgal ettiği yerler, selamlık, sekiz köşeli muazzam bir kısım teşkil eder ki bunun sivri damının tam ortasında yaldızlı, uçları güneş ışığında parıldayan bir yıldızı kavuşturmuş bir hilal vardır. Bütün bina beyaz ve sarıya boyanmıştır; bir insan eserinden ziyade büyülenerek yeryüzüne çıkmış bir peri sarayını andırır.

Merdivenlerin müntehasındaki mermer kapudan müzehher ve muhattar bir bahçeye geçilir. Buradaki havuzlardan savrulan fıskiye suları ruha sukün veren nağmelerini etrafta dağıtırlar. Rengârenk çiçeklerin arasında kavsi kuzahın bütün elvanı ile mülevver parlak tüylü kuşlar dolaşır. Bu güzel bahçeyi deniz tarafındaki nazardan saklayan yaldızlı kafeslerin yanından geçildikten sonra muhteşem bir kapıdan saraya girilir.

Sarayın dâhili iç bakışta bir fevkaladelik arz etmez. Hemen orta yerden Hilâlvari yükselen, bir çift merdiven, yaldızlı muazzam sütunlar salonu nispetsiz bir biçimde küçültmektedir. Fakat hakikatte böyle değildir. Bu salona padişahın maiyetine tahsis edilmiş ve döşemeleri nadide ağaçlardan yapılmış, arabesk tavanlı, müzeyyen en az sekiz geniş oda açılmaktadır.

Yukarı katta devlet işlerinin görüşüldüğü Şark ve Garbin lüksünü mezcetmiş altın yaldızlı daireler bulunur. Burada Türk divanları sim işlemeli kadifeler yerine Avrupakâri koltuk ve kanepeler; Cenevre’den, Sevr’den Pompei’den, İngiltere’den, İran’dan gelmiş türlü tezyinat, eşya, porselen, biblo halılar görülür. Bunlar arasında Hünkâr İskelesi Muahedesi’ni müteakip Rusya Çarı tarafından padişaha hediye edilen dünyanın en muhteşem altı endam aynası vardır. Dairelerdeki mefruşat ve müzeyyenatın hayalleri iki imparatorluğun armaları bulunan bu aynalardan daha füsunkâr tesislere bürünerek in’ikas ederler. Kabartma çiçeklerin zemindeki parlak renkli halıların salona bahşettikleri ışık ve neşe atmosferini, pencerelerin dışında nazarları okşayan fıskiyeler, yaldızlı kafesler teyit etmektedir.”

Sultan Abdülmecit (1839–1861) 1851 yazında sarayda bulunduğu sırada yangın çıkmış, yangın hemen söndürülmüşse de bunu uğursuzluk sayan padişah Beylerbeyi Sarayı’nı terk ederek Çırağan Sarayı’na geçmiştir. Bundan sonra saray kendi haline bırakılmıştır.

Sultan Abdülaziz (1861–1876) tahta çıktıktan bir süre sonra eski saraylarla birlikte Beylerbeyi Sarayı’nı da yıktırmıştır. Bundan sonra Balyan ailesinden Mimar Serkis Balyan ile kardeşi Hassa mimarı Agop Bey Balyan’a bugünkü Beylerbeyi Sarayı’nı yaptırmıştır. Yeni sarayın yapımına 1861 yılında başlanmış ve saray 1864 yılında tamamlanmıştır. Abdülaziz 21 Nisan 1864 günü Cuma namazını Beylerbeyi Camisi’nde kılmış ve ilk defa saraya gelmiştir.

Beylerbeyi Sarayı eskisinden daha küçük ölçüde, Avrupai üslupta bir yapıdır. Yeni Beylerbeyi Sarayı geniş bir rıhtımın arkasında yer almaktadır. Saray deniz köşkleri, selamlık ve harem olmak üzere yapılmıştır. İki katlı sarayın 6 büyük salonu ve 24 odası vardır. Sarayın birinci katı tamamen mermer, ikinci katı mermer taklidi olup, taşları Bakırköy’deki taş ocaklarından getirilmiştir. Simetrik bir düzenin hâkim olduğu sarayın içi ve dışı son derece süslü ve zariftir. Odaları, salonları, tavanları rokoko üslubunda bezemelerle süslenmiştir. Salon ve odaları süsleyen Bohem avizelerinin benzerlerine İstanbul’da o dönemde rastlamak mümkün değildir. Yıldız Çini Fabrikası’nda yapılan nadide vazolar, kristal yanalar, sedef kakmalı ceviz eşyalar, pusulalı, barometreli, termometreli, müzikli saatlerle sarayın içerisi adeta bir masal görünümündedir.

Beylerbeyi Sarayı’nın eski saraydan kalmış olduğu düşünülen ancak, yeterli belge bulunamadığından yapım tarihleri kesinleşmemiş olan yapılar da vardır. Bu yapılardan en tanınmış olanları ise Mermer Köşk ile Sarı Köşk’tür. Mermer Köşk veya Serdap Köşkü tanınan yapı büyük mermer levhalarla kaplanmıştır. Büyük olasılıkla eski saraydan kalmış olan bu yapı denizden sonraki üçüncü set üzerinde, büyük havuzun arkasındadır. Bu yapıda Sultan II. Mahmut dönemine özgü ampir üslubunun özellikleri görülmektedir. Toksan başlıkları, ince uzun yüksek plasterler cepheye düzgün ve eşit aralıklarla yerleştirilmiştir. Bunun dışında cephe görünümünde başka bir dekoratif unsura yer verilmemiştir. Köşkün ortasında büyük bir salon ve iki yanında da birer oda, arkasında da küçük servis bölümleri bulunmaktadır. Son derece sade bir planı olan bu köşkün orta sofasında büyük oval bir havuz ve selsebil bulunmaktadır. Köşkün duvarları somaki taklidi mermerlerle kaplıdır. Tavanlara da çerçeveler içerisinde hayvan ve av resimleri yapılmıştır.

Sarı Köşk’ün yapımı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Sultan II. Mahmut döneminde yapılan saraydan arta kaldığı sanılmaktadır. Sarayın kuzeydoğu köşesinde dördüncü set üzerindeki bu köşk, yüksek bir bodrum üzerine iki katlı ve kâgir olarak yaptırılmıştır. Köşkün ortasında giriş, barok bir merdivenle çıkılan büyük bir salon, iki yanında da birer büyük oda bulunmaktadır. Plan düzeni dışarıya taşkın haçvari çıkıntılıdır. İçerisi geometrik çerçeveler içerisine alınmış, stilize edilmiş bitkisel motifler ve romantik denizle ilgili resimlerle kaplanmıştır.

Sarayın güney kanadında uzun bir rampa ile çıkılan, üçüncü set hizasındaki düzlükte Has Ahır bulunmaktadır. Rıhtımdaki deniz köşkleri ile benzerliği olan Has Ahır’ın yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte yaptırıldığı sanılmaktadır. Ahırın girişten sonra ince uzun bir koridoru, bunun iki yanında da ahır bölümleri sıralanmıştır. Sultan Abdülaziz sarayın set set bahçeleri arasına içerisinde aslanların da bulunduğu bir de hayvanat bahçesi eklemiştir.

Beylerbeyi Sarayı’nda birçok tarihi kişi misafir edilmiştir. İran Şahı Nasireddin Şah, Karadağ Prensi, Ayestefanos Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a gelen Grandük Nikola bunlar arasındadır. Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatini, Fransa İmparatoru III. Napolyon iade etmiştir. İmparatoriçe Eugenie Beylerbeyi Sarayı’ndaki misafirliğinden anılarında uzun uzun söz etmiştir.

Eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “13 Asr-ı Hicri İstanbul Hayatı” isimli kitabında İmparatoriçe Eugene’nin Beylerbeyi Sarayı’nda geçen günlerinden söz etmiştir:

“İmparatoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustalarından İstavroz Hamamı’ndaki Vesile Hanım celbedilerek sarayın hamamında müşarünileyhâyı eli ile yıkamıştır. Vesile Hanım Eugenie’nin güzelliğini, endamının tenasübünü, bâhusus billür gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi. Bu kadının dediği gibi İmparatoriçe hakikaten pek güzeldi.

Vesile Hanım bellediği birkaç kelime Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, İmparatoriçe de pek çok gülermiş. İmparatoriçe giderken kendisine haylice hediyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terk etmişti.”

Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) Beylerbeyi Sarayı ile ilgilenmemiş ve Onun zamanında saray kapalı kalmıştır. Tahttan indirilip götürüldüğü Selanik’teki Alatini Köşkü’nden sonra Yunanlıların Selanik’e yaklaşması üzerine Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiştir. Abdülhamit sarayın bahçesine bakan ve annesinin öldüğü odayı kendisine seçmiştir. Böylece II. Abdülhamit hayatının son günlerini burada geçirmiş, 1918’de de burada ölmüştür.


Nisan 19, 2007, 02:15:09 ös
Yanıtla #9
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

İBRAHİM PAŞA SARAYI

İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanı’nda bulunan İbrahim Paşa Sarayı XVI. yüzyıl Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından biri olup, Hipodromun oturma kademeleri üzerinde bulunmaktadır. Yapım tarihi kesin olmamakla beraber, bu yapı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında on üç yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşa’ya hediye edilmiştir.

Evliya Çelebi bu sarayla ilgili olarak; “En büyük saray, At Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’dır. Bu zat Kanuni Sultan Süleyman veziridir. Bu sarayın yarısı bölünüp padişahlara mahsus saray yapılıp, has gılmandan ikinin kadar zülüflü padişah gılamı vardır. İstanbul’da bundan büyük saray yoktur” demektedir.

İbrahim Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın 13 yıl sadrazamı olmuş, 1524 yılında evlenme töreni burada 15 gün 15 gece sürmüştür. Bu nedenle sarayın mehterhane bölümünde Kanuni için özel bir taht kurulmuştur. XVII. yüzyıl ortalarına kadar Acemi Oğlanlar Ocağı olarak kullanılmıştır. Sultan III. Murat’ın kızı ile evlenen Bosnalı İbrahim Paşa’nın mülkiyetine geçmiştir. Bunu Selaniki Tarihi şöyle anlatmaktadır:

”İbrahim Paşa Hazretleri’ne Atmeydanı sarayı temlik olunduğudur. Ve sene-i merküme zilkadesinin aharında Padişah-ı gerdun vekar Hazretleri teksire-i Hümayun gönderup vezir-i mükerrem İbrahim Paşa’ya Atmeydanı’nda olan eski İbrahim Paşa Sarayının İçoğlanları sakin olduğu yerden maadasını hibe ve temlik ettim, hüccet-i şer’iye yazulsun ve mülknâme verilsün buyurup ve iç sarayının tamir temrinine şürü olunmak ferman olundu.”

İbrahim Paşa Sarayı kaynaklardan ve minyatürlerden öğrenildiğine göre; At Meydanı’nda (Hipodrom) yapılan şenlik, Sultan III. Murat şehzadesi Mehmet’in sünnet düğünü gibi olayların yanı sıra Osmanlı tarihindeki isyanlarda da ismi geçmiştir. İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinin ardından ondan sonra gelen sadrazamlar tarafından kullanılmış, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi, cezaevi olarak da kullanılmıştır. Bir ara avlusu içerisine evler yapılmış, bir bölümünden askerlik şubesi olarak yararlanılmıştır.

İbrahim Paşa Sarayı ilk yapılışında dört büyük iç avlu çevresinde yapılmış bir saray idi. Osmanlı sivil mimarisindeki ahşap yapıların aksine bu yapı kesme taştan yapılmıştır. Sarayın ikinci avlusu yapının ağırlık noktasını oluşturmaktadır. Birinci avludan daha yüksekte olan ikinci avluya merdiven ve kapılardan girilmektedir. İkinci avlu minyatürlerde padişahın göründüğü bölümlerin sağında belirtilmiştir. Bu mekânlardan arkada bugün olmayan bölümlere geçişi sağlayan kapılar bulunuyordu. Avlunun batı duvarına Sultan II. Mahmut tuğralı 1831–1832 tarihli barok üslupta bir çeşme yapılmıştır. Bugünkü girişin üzerinde bulunan küçük köşkün minyatürlerde görülen köşkün yerine daha geç tarihlerde yapıldığı sanılmaktadır.

İkinci avlunun batı ve kuzey yönünde, zemin kat üzerindeki mekânlar tonoz ve kubbelerle örtülmüştür. Bunların içlerinde ocakların da bulunduğu odalar ve revaklar vardı. Sarayın ikinci avlusunun güneyinde, sultanların At Meydanı’nda yapılan eğlenceleri seyrettikleri Divanhane bulunmaktadır. Burası yazılı kaynaklarda ve minyatürlerde görülen şahnişin olduğu yerdir. Son onarımlar sırasında yenilenmiştir. Selâniki’nin “Kasr-ı Şahnişin yapıldı” diye belirttiği bu bölümün duvarlarındaki izlerden çini ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Matrakçı Nasuh’un minyatüründe Divanhane’nin avluya bakan cephesinin ahşap sütunlu olduğu görülmektedir. Buradaki ahşap direkler ahşap kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Divanhane ayrı bir kapı ile kışlık veya iç divanhane ile de bağlantılıdır.

İbrahim Paşa Sarayı’nın üçüncü avlusu ana cephenin sağında, bugünkü Adalet Bakanlığı Arşiv Dairesi’dir. Bunun önüne XIX. yüzyılda Tapu ve Kadastro Binası yapılmıştır. Arkasındaki dördüncü avluda altta koğuşlar, üstte kubbeli revaklar ve kubbeli odalara yer verilmiştir.

Dördüncü avlu 1939 yılında Adliye Sarayı’nın yapı sırasında yıkılmıştır. Y. Mimar Sedat Çetintaş’ın çizimlerinden iki katlı, revaklı, revakların arkasında odalar bulunduğu anlaşılmaktadır. Nurhan Atasoy buradaki ince uzun binanın ahırlar olduğunu belirtmiştir. Nurhan Atasoy ikinci ve dördüncü avlular arasındaki boşluğu dolduran iki katlı, kemerli beşik tonozlu yapının hazine ve batı ucundaki ikinci kata kadar çıkan merdivenin sarayın kulesine ait olduğunu ileri sürmüştür.

İbrahim Paşa Sarayı’nın günümüze gelen bölümleri Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
6160 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2009, 07:19:55 öö
Gönderen: de_hund
0 Yanıt
2719 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 31, 2012, 12:02:16 öö
Gönderen: karahan
19 Yanıt
10850 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 07, 2013, 06:11:57 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
1942 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2013, 07:48:03 ös
Gönderen: Etimolog
3 Yanıt
3013 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 05, 2013, 09:59:20 ös
Gönderen: NOSAM33
20 Yanıt
7785 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 21, 2014, 07:38:00 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2101 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2014, 12:06:32 öö
Gönderen: ThomasReid
5 Yanıt
18495 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 18, 2014, 03:16:15 öö
Gönderen: MEDUSA
2 Yanıt
1942 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 12, 2015, 01:51:01 ös
Gönderen: Risus
0 Yanıt
1933 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2015, 12:25:46 öö
Gönderen: burakc