Kimsenin sabrının taşmasına gerek yok.
Bu konu başlığını ben açmıştım. Bir yan konu olarak Sayın Asli’nin sorusu tartışılır oldu.
Tamam, peki, bunu da inceleyelim.
Aslında bunu o büyük locanın bir üyesine sormak çok daha iyi olabilirdi. Sayın Mustafa Kemal’in açıklamaları yetmedi. Yetmez. O da biliyor yetmeyeceğini zaten.
Ben bu tartışmaya katılmadım. Nedeni ne benim de bu bağlamda ne söylemek gerektiğini bilemeyişim. Ancak azıcık bilgi edindim. Onu aktarıp üzerinden spekülasyon yapayım.
Her şeyden önce şunu söylemeliyim: Başörtüsü başka, türban başka, tesettür başka, kara çarşaf başka şeydir. Öyle üniforma gibi simgeleştirilmiş bir özel giyim tarzını (bu bir de topuklara kadar uzanan gri pardösüyü içerir) masum bir ifadeyle “başörtüsü” diye nitelemek ancak politikacıların işi olabilir. Biz köylümüzün başörtüsünü de biliriz kasketini de. Köylü kadınımızın ne zaman niçin başörtüsü taktığını da biliriz ki bunun dinle, hele İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü aynı başörtüsünü Hıristiyanlar da takar, Hindular da, başka dinlerden ve başka milletlerden olanlar da. T0ürban ise bir İslâm ürünü değildir; Katolik manastırlarının rahibelerinden kopyalanarak alınmıştır.
Tüm bunlara karşın bir kişi “Ben bireysel inancım gereği böyle giyiniyorum. Bu benim özgürlüğümdür. Kimse buna karışamaz.” diyebilir. Haklıdır. Özgürlüğünün sınırına kadar haklıdır. Başkalarını rahatsız ve huzursuz etmeyecek, kamu düzenini ve laik sosyal devlet temelini herhangi bir biçimde zedelemeye yönelik bir girişimde bulunamayacağı noktaya kadar haklıdır. Bundan sonra toplum içindeki diğer bireylerin de haklarını gözetmelidir.
Sözümü şöyle de diyebilirim: Başörtüsü ya da türban, adına her ne derseniz deyin, bunu takmak ya da giymek her kadının hakkıdır. Ancak bu hakkın kullanımı toplum içindeki diğer kişileri rahatsız ve huzursuz ediyorsa, buna hakkı yoktur. O giyim tarzı hakkını ancak ondan rahatsız ve huzursuz olmayan kişilerin çevresinde kullanabilir.
Girizgâh çok uzun oldu ama gerekliydi de…
Şimdi bakın ben ne buldum… Kadın Mason Büyük Locası’nın iç tüzüğünde derneğe kabul edilecek kişilerde aranılan şartlar şöyle sıralanmış:
1. 21 yaşını tamamlamış, yasal engeli bulunmayan, özgür düşünceli ve iyi tanınmış olmak;
2. Masonluğa uyum sağlayabilecek ve Masonik çalışmaları anlayabilecek, orta dereceli okulların kültür düzeyinde olmak;
3. En az 2 Üstat tarafından önerilmiş olmak;
4. Derneğe girme isteğinde bulunmak;
5. Giriş ve ödenti yükümlülüklerini kabul etmek.
Şimdi bunlardan bakalım Sayın Asli’nin önüne nerelerde engel çıkabilir.
Bana şu “özgür düşünceli olmak” koşulu biraz sorun olabilir gibi geliyor ama olmayabilir de… “Dindar bir kişi özgür düşünceli olamaz.” diye bir şey yok. Dindarlık ile bağnazlık ya da yobazlık eş anlamlı değil. Bu ikisini birbirinden ayırmak gerek. Bu bağlamda Sayın Asli’nin kendi kendisini sorgulaması söz konusu olur gerçekten de özgür düşünceli olup olmadığı konusunda. Olabilir. O zaman da derneğe giriş için başvurduktan hemen sonra bu bağlamda kendisini soruşturanları ikna etmesi gerekecektir sanırım.
Bir diğer takıldığım nokta belki bundan daha önemli… Gidip derneğe girme başvurusunda bulunmak yetmiyor. Üstat derecesindeki iki üyenin onu önermesi gerek. Demek ki Sayın Asli, kendisini önermek üzere KMBL üyesi iki üstat mason bulmalı. (Buna daha önce bir ara Sayın Mustafa Kemal de değinmişti.) Şimdi o iki üstat mason Sayın Asli’yi Masonluğa girmek bakımından uygun bulur mu, bulmaz mı, bunun üzerine önerirler mi önermezler mi, orasını bilemem. Bu konu incelenirken giyim konusu gündeme gelir mi, gelmez mi, o konuda da ön yargılı olarak bir şey söyleyemem ama kabul edeceklerini pek sanmadığımı da söyleyebilirim.
KMBL’nin benimsediği ulusal ve evrensel ilkeler, Türkiye’deki diğer mason kuruluşlarının benimsediği ulusal ve evrensel ilkelerden farklı değildir. Başka ülkelerde pek belirgin olarak görülemese de, Türk masonları ulusallık ve bunun ayrılmaz bir öğesi olan Atatürkçülük, TC inkılaplarının korunması bakımından çok duyarlıdır. (Bu bağlamda Atatürk’ün eşi Latife Hanım ya da Halide Edip’in açık alanlardaki giyim tarzının karşıt örnek olarak gösterilmesi demagojidir; onun o tarihte niçin öyle olduğunun ayrıca ortaya konması gerekir.)
Bütün bunları göz önünde tutarsak, hiçbir hanıma şu ya da bu gerekçeyle “Sen Masonluğa girebilirsin.” ya da “Sen Masonluğa giremezsin.” diyemeyiz. Masonlukta her büyük loca kimi üyeliğine alacağına kimi almayacağına kendisi karar verir. Burada özellikle “büyük loca” diyordum çünkü bu iş bir kişiyi Masonluğa aday olarak önermekle bitmez. Büyük locanın yetkili organı adayın adını askıya çıkarır ve hiç kimsenin itirazda bulunmaması gerekir.
Demek oluyor ki, Masonluğa girmek aslında pek zor değildir ama bu arada izlenin yöntem biraz uzun ve zorlukludur.
Tüm bu anlattıklarım üzerine Sayın Asli “Demek oluyor ki Masonluk aslında eşitlik ilkesine uygun davranmıyor. Ayırımcılık gözetiyor.” diyecek olursa, benim ona yanıtım şöyle olacak: “Kusura bakmayın ama yanlış. Siz kendinize olmaması gereken bir biçim vererek zoraki farklılık yaratıyorsunuz. Sizi olması gerekene davet edenleri ayırımcılıkla suçlamanız haklıca değildir. Başkalarını sizin varsayımsal eşitliğinize çağırmak yerine buyurun siz uygar eşitlik ortamına gelin.”