17. yüzyılda Hollanda’nın Amsterdam kentinde yaşayan Yahudiler, Diaspora tarihinin altın sayfalarından birini yazdılar. Bu ayrıca küçük bir Hollanda nüfusunun içinde bile yükselinebileceğinin öyküsüdür.
1578 yılında yüksek bölgelere ait yedi tane ülke, Calvinist Protestanlığı kabul ettikten sonra birlik halinde hareket ederek, İspanya’nın idaresinden ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ama bu bağımsızlık tam olarak 30 yıl savaşlarının ardından imzalanan Westphalia Antlaşmasından (1648) sonra yürürlüğe girebildi. Bu dönemden sonra birleşik bölgeler (Hollanda) Avrupa kıtasında çok büyük bir güç haline gelmeye başladı Hollanda gemileri yedi denizi dolaşmaya başladı. Hollandalı tüccarlar hızla yükseklemeye başlarken, ticaretleri Yeni Dünya’ya (Amerika) ve uzak doğuya yayıldı, orada koloniler kurmaya başladılar. Böylece bir imparatorluğun çekirdeği oluşmaya başladı. Bu dönem Rembrandt, Franz Hals, Vermeer, manzara resimlerinin yeni ekolünü kuran Ruysdael adlı dünya çapında eserler vermiş ressamların en önemli devirlerinden biri oldu. Amsterdam, Kuzey denizi bölgesinde daha önce en önemli liman olan Antwerp’in önüne geçti. En önemli liman ve ticaret merkezi haline geldi. Şehir halkı yüksek entellektüel ve en yüksek kültürel düzeyli bir topluluk olarak tüm Avrupa’da gıpta ile izleniyordu. Burjuvazi ve dinlere karşı olan tolerans ise başlıbaşına önem taşıyordu. Yahudi hayatı işte bu şartlar altında ve bu huzurlu atmosferde giderek gelişti ve serpildi. Bu durum yüzyıllardır Avrupa’da elde edemedikleri bir konumda.
Amsterdam Yahudi Cemaati 1590 yılında ilk defa ülkeye gelen İspanyol Yahudilerinin ve Portekizli Marranoların buraya gelip yerleşmesiyle kuruldu. Marrano kolonileri, Amsterdamdan önce diğer Avrupa şehirlerinden Bordo, Hamburg, Antwerp ve Londra’da da bulunmaktaydı. Bu Marranoların hepsi görünürde Katolik dinine inanırlardı ama Amsterdam’a gelenler derhal açık olarak Yahudiliklerini yaşamaya başladılar. Diğer ülkelerdeki Marranolar ise buna çok daha sonraları başlayabildiler.
İspanyanın katı din baskısından kaçan herkese Hollanda kapılarını ardına kadar açtı. Bu toplulukların arasında, Yahudilerden ayrı olarak İspanyol kuzey ülkelerinin protestanları, yine küçük bir protestan cemaat olan ve Fransa’da ayrımcılığa uğrayan Huguenot mezhebine dahil olan topluluklardı.
Hollanda bölgesi sakinleri, insanlık ve hoşgörünün hüküm sürdüğü bir iklimde yaşamaya başladılar. Böylece ülkeye katılan bu yeni topluluklar bildikleri ve önemli olan tüm yeteneklerini ülkenin kendi gücüne kattılar. Böylece güçlü bir Hollanda doğdu.
Amsterdam’a göç eden bazı Marrano aileler aşağı yukarı bir yüzyıl daha göstermelik Hıristiyan inançlarını korumaya devam ettiler. Ama aslında Yahudilikle olan bağlarını asla kesmiyorlardı. Bazıları ise kendilerine tanınan dini serbestinin ardından kendi gerçek ibranice isimlerini yeniden konuşmaya fırsat buldular. 1620’ye kadar üç küçük Amsterdam Sefarad cemaati kurdular. Her ne kadar Sefaradi İbranice İspanyol anlamına gelse de onlar Hollanda’da genellikle “Portuguese” (Portekizli) olarak tanınıyorlardı. Yahudilerin bu serbest davranışlarına karşı Amsterdamda yaşayan Calvinist kilise pederleri buna şüphe ile yaklaşıp, Yahudilerin Pesah Bayramı’nı yine gizlice kutladıkları düşüncesine kapılmaya hazırlanırlarken, hükümet yetkililerinin iradesi ile Yahudilerin inançlarına karışmamaya, onların gerçek Yahudi olduklarına ve onlara hoşgörü ve saygı ile yaklaşmaları emredildi ve uygulandı.
Hollandanın Yahudi göçmenlerini kabulü sadece Marranolarla sınırlı kalmadı. 1620 yılında, Almanya’da zulüm gören Yahudiler’de buraya kaçtılar. 1648 yılındaki Polonya Chmielnicki katliamından kaçan Polonyalı göçmenler de buraya sığındılar. Alman ve Polonya Yahudileri kendi aralarında Aşkenaz Cemaatini kurarak asla Sefarad Cemaati ile karışmadılar. 17. Yüzyıl sonlarına doğru Aşkenazlar, ülkede Yahudi cemaatlerinin en büyüğü haline geldi. Sefaradları geride bırakıp sosyal, kültürel ve maddi açıdan yüksek konuma geldiler.
Amsterdam Yahudilerinin en büyük şansı, şehrin normal Hollanda yaşantısına serbestçe katılabilmeleriydi.
O dönemde kendi değerlerini yitirmeden ülke yaşamına katılabildikleri için çok önemli ve değerli Yahudi Okulları ve akademileri kurabildiler. Önemli din bilginleri, öğretmenler, yazarlar ve şairler yetiştirdiler. Amsterdam, Kuzey Avrupa’nın tüm Sefarad Yahudi cemaatleri için gereken hahamlar, öğretmenler ve kitapları temin ettiler. Hatta Hamburg ve Londra’daki Marrano cemaatleri ile de gizlice temaslarına devam ettiler. 1626 yılında çok önemli bir kişilik olan Rabbi Manasseh Ben- İsrael ülkede İbranice yayınlar basan bir matbaa kurdu. 1672 yılında Ladino dilinde bir gazete, “La Gazeta de Amsterdam” yayınlanmaya başladı. 1686- 7 yılllarında ise Aşkenaz Cemaati ilk Yidiş dilinde yayın yapan “Dienstagish Kurant” adlı gazeteyi yayın hayatına soktular. Yahudi kültürüne yaptıkları katkıları haricinde Yahudi din adamları ve şairleri ispanyolca ve Portekizce lisanlarında da eserlerini kaleme aldılar.
Daha sonraki yüzyıllarda, Amsterdam Yahudileri Avrupanın en önemli ve kalabalık cemaati haline geldi. Fakat ekonomik olarak çok fazla yükselemediler ve epeyce sıkıntı çektiler. Üstelik Yahudi halk ile yerel Hıristiyan halk arasında da herhangi bir problem yoktu. Diaspora tarihinde, Avrupa’da görülen tüm kötülüklere karşın, Yahudiler bu ülkede her zaman mutlu, huzurlu ve baskısız yaşadılar.