Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: PARZIVAL  (Okunma sayısı 9346 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 08, 2010, 10:05:35 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Bu yazıyı nereye yerleştireceğime karar veremedim. Sonunda burasını seçtim. Umarım yerini ters bulmazsınız.



19. yüzyılın ünlü kompozitörlerinden Richard Wagner, yıllardan beri üzerinde çalıştığı “Parzival” adlı operasını 1882 yılında bitirdi.

Bu yapıtın esin kaynağı, Bavyeralı ozan Wolfram von Eschenbach’ın aynı adı taşıyan destanıydı. Eschenbach, 25 bin dizeden oluşan bu destanı yazmaya 1196 yılında başlamış, 1216’da bitirebilmişti.

Bu operanın bir perdesi, şu hakkında çok söz etmiş olduğum Langueduc’taki Rennes-la-Château adlı köyde geçer. Wagner, kendi deyişiyle “gerçeğe daha uygun olabilmesi bakımından” önce o çevreyi gezip incelemişti. Yapıtında, Tapınak Şövalyelerinin tarih boyunca çok sözü edilmiş olan hazinesinin Rennes-la-Château yakınlarında bir yerde gömülü olduğuna ilişkin sezdirmelerde bulunmuştu. Köyün yine hakkında bir başka başlık altında çok zöünü etmiş olduğum rahibi Bérenger Saunière’in keşfi, ancak 1950’li yıllarda ortaya kondu. Richard Wagner’in yapıtı ise daha önce yankılanmıştı.

Nitekim daha önce de değinmiş olduğum üzere 1940’lı yıllarda bu yapıtın Almanya’da yeniden sahneye konup oynanmasından bir süre sonra Naziler, Rennes-la-Château ve çevresinde yoğun kazılar yaptı.

Nazilerin Rennes-la-Château ve çevresinde aradığı acaba hazine miydi, yoksa başka bir şey mi?... Bu, yüzyıllar boyunca hakkında birçok romantik öykü anlatılıp efsaneler yaratılmış, 12. yüzyılda Tapınak Şövalyelerinin eline geçmiş olduğu söylenen Kutsal Kâse olamaz mı? Zaten Richard Wagner de operasında hazineden çok onun üzerinde durmuştu.

Sadece hazine bile olsa, bunun ne gibi nesnelerden oluştuğu hep bir soru işaretinin altında kalmıştır. Hiç kimse buna kesin bir yanıt verememiştir. «Öyle de olabilir, şöyle de... Hatta belki hiçbiri değil de bir başka türlü.» denmiştir hep.

Rennes-la-Château’daki hazine konusu, 1960’lı yıllarda, Fransız yazar Gérard Sède’in “Le Trésor Maudit de Rennes” (Rennes’in Lanetli Hazinesi) adını taşıyan yapıtıyla yeniden canlandı. Bu yapıtta sözü edilen hazine, ancak bir zamanlar oralarda yaşamış olan Katharların hazinesi olabilirdi. Yoksa niçin “lanetli” densin?... Gérard Sède yapıtına bu adı Katolik Kilisesi’nin, Katharları lanetlemiş olduğunu düşünerek koymuş olsa gerek. Bu varsayımsal hazine, erişemediği ciğere pis diyen kedi gibi, çevrelerinde olanı elde edemeyen halk arasında lanetli olarak nitelenmişti.

Daha önce de değinmiştim; Rennes-la-Château 1956 yılında basın ve yayın organlarının çok ilgisini çekince, orada hemen kazılar yapılmasına başlanmıştı. Bu iş ile uğraşan ekiplerden biri, Bérenger Saunière’in söz konusu hazineyi bulup, kendisine daha yakın bir yere gömmüş olabileceğini düşünerek, köyde yaptırdığı villanın bahçesini kazmaya girişti.

Hazine yerine, toprağa doğrudan gömülmüş üç ceset bulundu. Yapılan incelemede, her üçünün de bundan 10-15 yıl kadar önce yani olasıdır ki Nazilerin buralarda araştırma yaptığı sıralarda vurularak öldürülmüş olduğu saptandı ama kimlikleri belirlenemedi.

Melek yüzlü kasap Klaus Barbie yönetimindeki Gestapo birliği, 1942-1944 yılları arasında Lyon’da dehşetli bir katliam yapmış, herhangi bir ezoterik örgütün üyesi olduğu saptanan kişileri, aynı zamanda Yahudi olabilecekleri kuşkusuyla sorgusuz sualsiz öldürmüştü. Ondan birkaç yıl önce de, Himmler’in gözdesi Otto Rahn yönetiminde Fransa’nın güneyinde araştırmalara girişen Nazilerin misyonuna, “Kreuzzug gegen den Gral” (Kâse için haçlı seferi) denmişti.

Bu cesetlerin niçin bir başka yere değil de Bérenger Saunière’in yaptırmış olduğu villanın bahçesine gömülmüş olduğu bir bilmece olarak kaldı. Bunu hiç kimse çözemedi. Belki de sadece bir rastlantıydı.

Biz Parzival’e gelelim.

Wolfram von Eschenbach’ın ünlü destanı ile Richard Wagner’in operasının kahramanı olan Parzival, bir dul kadının oğlu olarak niteleniyordu. Arimatealı Yusuf’un soyundan gelme olduğu belirtilmişti.

“Dul kadının oğlu” deyişinin anlamını bilenler, buradaki benzeştirmeyi hemen fark eder. Ancak ben şunu da ekleyeyim: Tarih boyunca, babası ölmüş, yetim kalmış olan kişilerden hep sitayişle, övgüyle söz edilmiştir.  Bunun açıkça ortaya konmamış olan bir nedeni vardır. Bu kişiler, ataerkil aile düzeni ortamında babaları olmadan da üstün düzeydeki kimliklerini edinme olanağını elde etmiştir. Kişinin yetim olduğundan değil, anasının dul olduğundan söz edilişi, o kişinin değil, anasının yüceltilişidir. Bu, toplum içinde kadının öneminin ve bir çocuğun kişiliğinin oluşumundaki etkisi ile değerinin vurgulanışıdır.


Şimdi soralım: «Hıristiyanlık’taki ilk “dul kadın” kimdir?»

Elbette İsa’nın ölümü üzerine dul kalmış olan Magdalena.

Sonraki soru: «İlk “dul kadının oğlu” kimdir?»

Elbette Magdalena’nın ilk oğlu İsa Yustus. İkincisi de Yusuf.

Katolik Kilisesi istediği kadar veryansın edip dursun hatta isterse kıyameti koparsın, Hıristiyan toplumunda İsa’nın iki oğlu olduğu ve Magdalena’nın onları yalnız başına yetiştirdiğine inanan bir kesim de var. Katolik Kilisesi hatta diğer kiliseler bile bu tarz düşünceye “sapkınlık” dese de, Magdalena’nın öne çıkarılışı, sapkınlıktan falan değil, geleneksel “dul kadın” kavramından doğmuştur. Zaten Yahudilerin eski bir geleneği uyarınca, soylu bir ailenin erkek çocuğu, altı yaşına gelinceye kadar babasını görmez ve annesi ile yaşardı. Psikologlar da insanın kişiliğinin yedi yaşına kadar oluştuğunu söyler. Demek ki çocuğun kişiliğinin oluşumunda, anasının etkisi büyüktür.

Hay Allah!... Parzival’i anlatacaktım; yan konulara saptım.

Bu bir yaşam öyküsüdür. Aslında çok uzundur ve Parzival’in serüvenlerini, birçok aşamadan geçerek olgunlaşmasını, doğanın, insanın ve yaşamın özünü kavrayışını öyküler. Başlangıcı şöyle özetlenebilir:

“Dul anasının yanından ayrılan Parzival, şövalye olmak amacıyla yollara düşmüştür. Bir gün tanıştığı Balıkçı Kral, onu şatosunda konuk eder. O gece, bir hizmetçi kız ona Kutsal Kâseyi getirir.  Parzival’in kıza, «Bununla kime hizmet edilir?» diye sorması gerekir ama Parzival bunu bilmediği için sormaz; alıp yanı başına koyar. Böylece Kutsal Kâse, onu ne yapacağını, nasıl kullanacağını bilmeyen birinin eline geçmiş olur.

Parzival ertesi sabah uyandığında, şatonun bomboş olduğunu görür. Ne bir eşya ne herhangi bir kişi vardır; sadece Kutsal Kâse. Onu yanına alarak şatodan çıkıp yoluna devam eder.

Çok daha sonraları, kendisine bu değerli nesneyi bir anı olarak bırakıp kayıplara karışan Balıkçı Kral’ın öz amcası olduğunu öğrenir.

Demek ki Parzival’in soyu Balıkçı Kral’ın soyundan gelmedir ve ona verilen Kutsal Kâse de kutsal soyunun emanetidir.”


Parzival’in özgün yazarı Wolfram von Eschenbach’a göre, Kutsal Kâse kimin elindeyse kral odur. Hatta bir ülke herhangi bir nedenle kralsız kalacak olursa; ülke halkının yapması gereken ilk iş, Kutsal Kâseye sahip olan kişiyi arayıp bulmaktır.

Burada sözü edilen kral, elbette alışagelmiş olduğumuz sözlük anlamında değil, Avrupa’nın tarihinde Merovenjler döneminde olduğu gibi kutsal kimliği olan bir manevi lider olarak düşünülmektedir. Zaten İsa da Romalı komutan Pontius Pilatus’un buyruğuyla çarmıha gerilmeden önce, bu anlamda Yahudilerin kralı olduğunu benimsemiştir.

Öyküde anlatıldığına göre, Parzival bunları bilmemektedir. Aslında o kraldır ama hiç kimse ondan krallık etmesini istemediği için bunun farkında değildir.





Bir öykü sadece… Ancak ne kadar da etkilemiş insanları.

Hazır bunu anlatmışken, bir de “Lohengrin”i anlatayım bari.




ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
5260 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 30, 2009, 01:12:50 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2682 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 11, 2011, 08:58:47 öö
Gönderen: ozkann