Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Halvetilik  (Okunma sayısı 7791 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 21, 2008, 05:58:58 ös
  • Ziyaretçi

Halvet

Arapça bir kelime olan halvet, tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye, kapanmaktır. Halvete çekilmek, tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır.

Halk arasında kırk günlük halvet eğitimine çile de denir. Bilindiği gibi "Çile" sözü, Farsça'daki çihil (kırk) kelimesinden alınmıştır. Bu deyim zamanla zorluk ve ızdırabı göğüslemek anlamında "Çile doldurmak" ya da "Çile çekmek" şeklinde kullanılmış; tekkelerdeki halvethanelere çilehane de denilmiştir.

Tasavvufî bir ıstılah olarak halvet, Hak ile gizli konuşmak şeklinde tanımlanabilir. Sofiyyede halvet ise, şeyhin emir ve tensibi ile müridin karanlık ve dar bir hücreye çekilip ibâdet, riyazet, murakabe, zikir ve fikirle vakit geçirmesi yerinde kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte tekkelerde halvet, genellikle kırk gün sürdüğü için buna "erbain çıkarmak" da denir.

"Halvet birdir; nev'i namütenahidir. Aslında kâinat bir halvethane-i Hak'tır ve dünyaya gelen insanların hepsi ve var olan eşyanın tamamı birer halvetçidir. İnsanlar, isteseler de istemeseler de bu halvethanede eğitim görürler. Bu eğitimin dışında kalmak mümkün değildir. Kabullenmek, hoş karşılamak, kişiye huzur verir. İtiraz etmek, işe yaramaz ve kişi ancak kendini yorar."

Halvet, rivayete ve tarihlere geçmiş olan malûmata göre Hz. Musa (a.s.)' dan kalmıştır. Filhakika Hz. Musa (a.s.), Medyen' de Hz. Şuayb (a.s.)' ın yanında kaldığı müddetçe muhtelif çileler çekmiştir. (Pakalın, M.Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.1 S.713)

Halvetin menşei, çok daha eski tarihlere isnat edilebilir.

Halvet, "Turuk-ı âliyye" de yer alan bütün tarikatlarda görülür.

Gönül sarayının bir tek sultanı vardır. Allah (c.c.)...

"Turuk-ı Halvetiyye'de halvete girme müridin arzusu ve mürşid-i kâmilin himmetiyle olur. Asırlardır devam eden uygulamalarda üç çeşit halvete girme söz konusudur ve bunlar şöyle sıralanabilir:

Erbain, nısıf, urûb.

Erbain, bilindiği gibi kırk anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Dolayısıyla kırk gün için halvete girene "Erbaine girdi" ifadesi de buradan gelir. Genelde erbaine girme, asırlardır tekkelerde şöyle olagelmiştir:

Ramazandan on gün önce halvete girilir ve otuz gün ramazan boyunca halvet devam eder. Bu müddet içinde derviş, zaruri haller haricinde dışarı çıkmaz. Dışarı çıktığında hemen geri döner. Derviş, gece gündüz ibadet, tezekkür, tefekkür ve riyazatla meşgul olur. Böylece kırk gün tamamlanır.

Halvete ramazan öncesi giren sâlik, oruca ramazandan on gün önce başlar. On gün nafile oruç ve otuz gün ramazan orucuyla erbaini tamamlar. Bayram sabahı ihvan-ı kiram toplanır. Erbaini tamamlayan derviş, mürşid-i kâmilin huzurunda ilâhîlerle, dualarla ve kendine has geleneksel merasimleriyle yüzü peçeli bir halde çıkarılır. Diğer tarikat mensuplarının katılımıyla da büyük bir coşku, manevi haz ve zevkler yaşanır. Çok derûnî ve suzîşli bir merasim olur.(Halveti Dervişi halvetten çıkarken o şehirdeki diğer tarikat mensupları da merasime davet edilir.)

Tekkelerde erbaine, genellikle bu şekilde olmakla beraber bu halvete senenin başka aylarında da girilir.

Halvete girenin bir günlük nafakası, bir bardak bal şerbeti ya da başka bir şerbet ve yaklaşık elli gram ağırlığında bir yufkadır.

Diğer nısıf ve urûb halvetlerine gelince:

Nısıf halvet yirmi gün, urûb halvet on gündür. Bunlar senenin herhangi bir ayında gerçekleşebilir.

Bir mürşid-i kâmil, dergâhında çok sayıda dervişi halvete sokabilir. Halvete koyduklarının bütün masraflarını şeyh efendi karşılar. Dergâhın diğer bütün giderleri, yine şeyh efendi tarafından tedarik edilir. Bunun dışında bazı tekkelerin masrafları, Osmanlı döneminde padişahlar tarafından verilen maaşlarla karşılanırdı. Bunlara da zaviye adı verilirdi.

Bunun içindir ki; "Turuk-ı Halvetiyye ve Halvetiyye-Şabaniyye" de devam eden teamül şudur:

Dergâhın masrafları için aciz kalmasın diye irşat görevi fukaraya verilmediği gibi onların ekonomik durumları, vasatın altına düşmez. Çok zengin olanları da vardır."

Halvetîlik


Turuk-ı 'aliyye, insanları meşrep, mizaç, neş'e ve mesleklerinde hakim olan özellikleri dikkate alır ve bu özellikleri edeb-i Muhammedîye sınırları içinde makûl yönlere kanalize ederek insanın kendinde gizli olan istidadı ortaya çıkarıp kendi öz varlığından haberdâr olmasını sağlamak gayesini güder.

İşte tarikatlar, bu gayenin ışığında zahirin ve bâtının sultanı hâtemü'l enbiyâ Hz. Peygamber (s.a.v.)' in iki neş'esi üzerine kurulmuş olup, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir (r. Anhümâ)' den Cehri ve Hafi olmak üzere iki koldan yayılmıştır. Zamanla keyfiyyet ve kemiyyet itibarıyla bu tarikatlar gelişip genişleyince kollara hatta şubelere ayrılmıştır.

Bunlar arasında Mevlevîlik gibi hakim nitelik olarak belirli zümrelere, daha ziyâde üst tabaka mensûplanna ve musikişinaslara, Nakşîlik gibi ilimle meşgul olan ilmiyye ve hâcegân (hoca) sınıfına hitap eden tarikatlar görüldüğü gibi toplumun farklı karakterlerine sahip muhtelif zümrelerini aynı anda terbiye altına alma özelliğini taşıyanlar da olmuştur.

Her sınıftan insanlara hitap eden ve mensuptan arasında çeşitli meslek sahiplerinin görüldüğü bu tarikat, bu gönül ocağı Halvetîlik' tir.

Halvetîlik, Türk insanını ve toplumunu en fazla etkileyen tarikatlardan biri, belki de birincisidir. Buna bir örnek vermek gerekirse Osmanlı'nın Yükseliş Devri padişahları başta olmak üzere politika, edebiyat, ilim ve sanat dünyasının birçok ünlülerinin ya doğrudan ya da dolayısıyla Halvetîlik'ten feyz aldıklan bilinmektedir. 
   


Eylül 21, 2008, 06:06:01 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

İslâm kültür ve medeniyetinin en temel unsurlarından biri de tasavvuftur. Özellikle Türkler'in İslâm'ı benimseyip kabul etmesinde önemli bir role sahip olan ve zamanla Türk insanının dinî duygu, düşünce ve yaşantısının hakim rengi hâline gelen tasavvuf geleneğinin, tebliğ, irşâd ve insanlara hizmet amacıyla oluşturduğu tarikatlardan biri de Halvetîlik'tir. Yesevîyye, Kadiriyye, Rifâiyye, Kübreviyye, Şâzeliye, Bedeviye gibi tarikatlardan bir-iki asır sonra kurulmasına rağmen, Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere, İslâm dünyasındaki en yaygın tarikatlardan biri hâline gelmiştir. Siraceddîn Ömer el-Halvetî (o.1397) tarafından XIV, asırda kurulan Halvetîlik, bu zatın halvete düşkünlüğü sebebiyle bu adla adlandırılmıştır.

Yalnızlık, tenha bir yerde tek baına yalnız kalma anlamında olan 'halvet', bir tasavvuf terimi olarak, Cürcanî'nin tarif ettiğine göre 'hiçbir kimsenin ve dünya malının bulunmadığı bir yerde, ruhun Allah'la konuşmasıdır.' İbn Arabî de halveti. "Allah'tan gayri hiçbir varlığın bulunmadığı bir yerde, ruhun gizlice Allah'la konuşmasıdır" diye tarifetmiştir. Tarikatlardaki uygulanışı açısından ise halvet, şeyhin emir ve tensîbi ile, müridin belirli bir süre (genellikle kırk gün) karanlık ve dar bir mekanda (çoğunlukla 'halvethane'de) ibadet, zikir, murakabe ve tefekkürle meşgul olmasıdır. 'Halvet çıkarma' denilen bu uygulama sayesinde, mürid dünyevi ve nefsanî tutkularından arınır, ibadet ve zikre daha çok ünsiyet kesbeder. Burada unutulmaması gereken husus, halvetin gÖnül terbiyesinde bir vasıtadan ibaret olduğudur. Asıl amaç ise, bu vasıtayla 'celvet' denilen ve insanların arasında normal hayatını yaşarken kalben halvet hâlini muhafaza etme (halk içinde Hak'la birlikte olma) özelliğini elde etmektir. Buna
'kesrette vahdet' de denilir. Geçmiş dönemlerde, meşâyih-i kirâmdan birçok kimse, halvet anmda yaşanan manevî hazdan kendilerini alamamış, birçok kereler halvet çıkarmışlardır. Hatta bunlardan bazıları, aralıksız kırk halvet (1600 gün) bile çıkarmışlardır. Ömer el-Halveti ve Hoca Ahmed-i Yesevi de bunlardandır Halvet, az-çok bütün tarikatlarda uygulanmakla beraber, ona en fazla Halvetilik'te rağbet edilmiştir.

Önceleri daha ziyade İran topraklarında irşâd faliyetlerini sürdüren Halvetiyye tarikatı, kurucu pîrden sonra silsilede dördüncü halkayı teşkil eden ve tarikatır. 'ikinci pîr'i kabul edilen Seyyid Yahyâ eş-Şirvâni (ö. 862/1457) zamanına kadar fazla yayılma kaydedememiştir. Şemahî'de dogan ve Tebriz'de Şeyh Sadreddîn-i Hayyâviden tasavvufi terbiyesini ikmal ederek hilafet alan ve aynı zamanda damadı olan Şirvânî, Bakü'ye yerleşerek irşad faliyetini vefatına kadar orada sürdürmüştür. Bu zat, Anadolu başta olmak üzere degişik bölgelere gönderdiği halifeleri vasıtasıyla Halvetîligin kısa zamanda yayılmasını sağlamıştır. İran topraklarında gelişme gösteremeyen bu tarikat, Şirvaninin halifeleri sayesinde önce Anadolu'da, daha sonra da Balkanlar'da ve diğer İslâm bölgelerinde hızla yayılarak, en yaygın tarikatlardan biri hâline gelmiştir. Halvetîliği, Anadolu'ya ilk taşıyan ve Amasya civarında yayan zat, Şirvânînin şeyhinin bir başka halifesi olan Amasya'lı Pir İlyâs (Ö.1410) olmuştur.

Seyyid Yahyâ eş-Şirvânî'den sonra, Halvetilik dört ana kol ve bunlardan türeyen alt şubeler vasıtasıyla hızlı bir şekilde yayılmıştır. Hepsi de Sunnî inancına ve şeri, kurallara sıkı sıkıya bağı olan bu ana kollar ve kurucularıyla, onların bazı alt kolları şunlardır:
Rüşeniyye: Dede Ömer-i Rûşenî (ö. 1486). Gülşeniyye, Sezâiyye ve Hâletiyye bu koldan neş'et etmişlerdir.

Cemâliyye: Çelebi Halîfe diye de tanınan Cemâl-i Halvetî (Ö.1497 ?). Alt kolları: Sünbüliyye, Şa'bâniyye, Assâliyye ve Bahşiyye, Bunlardan Şa'bâniyye'den de şu talî kollar türemiştir: Karabaşiyye, Nasûhiyye, Bekriyye, Çerkeşiyye, Kemâliyye, Hafniyye, Sümmâniyye, Feyziyye, Ticâniyye, Dıdîriyye, Sâviyye, İbrâhîmiyye (Kuşadaviyye), Halîliyye.

Ahmediyye: Yigitbaşı Velî diye bilinen Ahmedşemseddin-iMarmaravir(ö.1505). Bu koldan Sinaniye, Uşşâkıyye, Ramazâniyye, Mısriyye ve Cerrâhiyye şubeleri ortaya çıkmıştır.

Şemsiyye: Şemseddîn Ahmed-i Sîvâsî (ö. 1597), Bu kolun alt şubesi de Sîvâsıyye'dir.

İlgili kaynaklarda, burada belirttiklerimizle birlikte Halvetiyye'den türeyen kollar hakkında otuzla kırk arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bu da, bu tarikatın ne kadar yaygınlık kazandığını göstermektedir. Bu özelliğinden dolayı Halvetiyye hakkında 'tarikat kuluçkası' nitelemesi yapılmıştır.

Bu tarikatın esasını, Kelime-i Tevhîd ve 'esmâ-i seb'a' (yedi isim) zikri ile sülûk ve rüyaların tabiri oluşturmaktadır. Bu tarikatta, nefsin yedi mertebesinin aşılması sülûkün esasmı oluşturduğundan, bu yedi mertebenin her birinde zikredilecek bir ilahî isim belirlenmiştir. Bunlara 'usûl' denir. Nefsin mertebeleri ve o mertebelerde zikredilen isimler şunlardır: 1. Nefs-i Emmâre: Lâ ilâhe illallah. 2. Nefs-i Levvame: Allâh. 3. Nefs-i Mülhime: Hû. 4. Nefs-i Mutmainne: Hakk. 5. Nefs-i Râziyye: Hayy, 6. Nefs-i Marziyye: Kayyûm. 7. Nefs-i Kâmile: Kahhâr. Rûşeniyye'nin kurucusu Dede Ömer-i Rüşeni bu isimlere 'fürû' adı verilen şu beş ismi de ilave etmiştir: Vehhâb, Fettâh, Vâhid, Ehad, Samed. Bu ilave isimler, Ahmediyye kollarınca da benimsenmiştir. Bu ilave beş isim, Şemsiyye kolunda ise Kâdir, Kavî, Cebbâr, Mâlik ve Vedûd'dur. Halvetiler, yedi ismin her birinin feyziyle, müridle Allah arasındaki yetmiş bin perdenin kalkacağına ve nefsin bütün mertebelerini aşan müridin böylece Hakk'a vâsıl olacağına inanırlar.
Sâlikin bu isimleri günlük ferdî zikrinde ne kadar çekeceğini şeyhi belirler. Nefsin mertebelerini tamamlayan sâlik, 'fürû' isimleriyle zikrine devam eder, Halvetîler'in icra ettikleri toplu zikir ihtifallerine 'devrân' adı verilir ve bu zikir, sesli ve hareketli (cehri) olarak icra edilir, Halvetîler'in okudukları 'evrâd' arasında en yaygın olanı, Seyyid Yahyâ eş-Şirvânî'nin tertip etmiş oldugu "Vird-i Settar"dir.

Halvetîlik, Türk insan ve toplumuna en fazla etki eden tarikatlardan biridir. Bu tarikat, asırlarca her sınıftan insana hitabeden ve müntesipleri arasında çeşitli mesleklerden insanların bulunduğu bir gönül mektebi vazifesi görmüştür. Diğer tarikatlarda olduğu gibi, Halvetîlik de insanların meşreb, meslek ve mizaçlanna en uygun irşat metodlan geliştirip, onları manevî ve ahlâkî yönden eğiterek Ahlak yoluna sevk etmiştir. Bunun yanı sıra, kuruluşundan itibaren tasavvuf kültürü ve sûfî şahsiyetlerle yakın ilişki içerisinde olan Osmanlı padişah ve devlet adamlarından birçoğu, özellikle yükseliş dönemlerinde Halvetî şeyhleriyle yakın temas hâlinde olmuşlardır. Ömeğin, Fatih'in Akşemseddin'le, II. Bâyezîd'in Cemâl-i Halvetî ile, Yavuz Sultan Selim'in Sünbül Sinan'la, Kanunînin Merkez Muslihuddîn Efendi ile yakın ilişki ve muhabbetleri bilinen bir husustur. Yine Osmanlı fikir ve sanat dünyasının pek çok şahsiyeti Halvetîlik'ten feyz almıştır. Bu tarikatın Osmanlı toplumu ve yönetimi üzerinde ne kadar etkili olduğu hususunda fikir sahibi olmak için, İstanbul dahilindeki tekkelerin dağılımına bir göz atmak kâfidir. Yapılan tesbitlere göre, son dönemlerde istanbul'da 89 Halvetî, 65 Nakşî, 57 Kâdirî, 35 Rifaî, 22 Celvetî, 5 Mevlevî, 3 de Şâzelî tekkesi mevcuttu. Anadolu ve Balkanlar'da da durum bundan pek farklı değildi. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de gerek Anadolu, gerekse Balkan ülkelerinde aktif durumda olan tarikatlar arasında Halvetîlik önemli bir yer işgal etmektedir.

Bugün ülkemizde Halvetîliğin kolları olan özellikle Şabaniyye, Cerrâhiyye ve Uşşâkıyye ile bunların alt kolları, insanlarımızın gönül dünyalarını aydınlatmaya ve onlara hizmet etmeye devam etmektedir. Sadece ülkemizde degil, Avrupa ve Amerika gibi dünyanın birçok bölgesinde, bu terbiye ocağından feyz almış olan insanlar, İslâm'ı tebliğ etmeye devam etmektedirler. Yakın geçmişte vefat eden Cerrâhî şeyhi Muzaffer Ozak'ın (Ö.1985), kendine özgü tebliğ ve irşad metoduyla, tarikatını Avrupa ve Amerika'da tanıtıp yaydığı ve pek çok Batı insanının İslâm ve tasavvuf kültürünü benimsemesine vesile olduğu bilinen bir husustur.

Sözümüze, XVII. asır Halvetî şeyhlerinden Muhammed Nazmî Efendi'nin bir şiiriyle son verelim:

Bahr-i "fena"da hâlik olan Halvetîleriz.
Dürr-i "baka"ya mâlik olan Halvetîleriz.
Ersek visâli Ka'be'sine olmaya 'aceb,
Eser-i Rasûl'e sâlik olan Halvetîleriz.
Vahdet iline erdi birer yolla sâlikân,
Biz ahsenü'l-mesâlik olan Halvetîleriz.
Kayd-ı sivâdan olmak içün Nazmiyâ halâs,
Biz târik-i memâlik olan Halvetîleriz. ■

Kaynak: Mostar Dergisi Mart 2003



Eylül 21, 2008, 06:09:07 ös
Yanıtla #2


halvet, tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak,  yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır.

Benim yaptigim gibi :) Hayatta en cok biseyi severim: odami ve yalnizligi..   
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 21, 2008, 06:21:21 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

Sn.Sevil
 Zaten bu tarikatda bu tasavvuf yolunda benimde en ilgimi çeken yer bu kısımdır.Eskiden çokça uygulanırmış ve sadece sakın bu tarikata özgü bir şey demeyelim bu iş daha çok mağralarda,dağlarda olurmuş.Derviş veya murid gerekli yiyeceğini alarak bu mağaralarda bir nefs terbiyesine kendini maruz bırakırmış,burda yöntem olarak zikir,dua ve ilim tahsil etmek geçerliymiş.Bu ezoterik bir çok okul içinde geçerli sanırım.

  Yine ben bir yahudi din adamının bu şekilde oğluyla bir mağrada yıllarca kaldığını okumuştum.musevi arkadaşlarımız mutlaka bu din adamının adını bilir.Ona Tanrı tarafından bazı özel güçler verildiğide söylenir.Görüyorsunuz sadece bize özgü bir olay değil.

  Bizlerde bazen borsadan,enflasyondan,savaşlardan,riyadan,iki yüzlülüklerden sıyrılıp kendimizi halvete almalıyız diye düşünüyorum.Fenada olmaz deniz kıyısında bir yerde sessiz serin 40 gün.

  Saygılarımla...


Eylül 21, 2008, 06:22:53 ös
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

ÇİLEHANE

Halvetilerin yapıldığı ve genelde en fazla dört metrekarelik kapalı alanlara verilen halvethanenin bir diğer ismi ise çilehane. Nefis terbiyesinde Allah'a giden yolda halvete yer verilen tüm tarikatlarda rastlanan halvethaneler, bu tarikatta önemli bir yer kaplıyor.

 İlk zamanlarda halvet için mağaraları kullanan dervişler daha sonraları tekkelerin sayısının artmasıyla mimarinin içerisinde yer verilen halvethanelere girdiler. Dışarıya sadece küçük birer pencereyle açılan halvethaneler, kimi zaman cami minberinin altında, kimi zaman tekkelerin bodrum katlarında, kimi zaman ise cami içerisinde yer alıyor. 
                                                                                                                                                                 SABAH

  SAYGILARIMLA....
 
 
 
 


Eylül 21, 2008, 06:23:06 ös
Yanıtla #5

Fenada olmaz deniz kıyısında bir yerde sessiz serin 40 gün.

Bence de,

ilim tahsil etmek

zikir etmek degil ama sanirim ilim ve nefis terbiye etmek icin guzel bir yontem. Bu arada bi de netim de eklendi tabi :) 
« Son Düzenleme: Eylül 21, 2008, 06:33:20 ös Gönderen: Sevil »
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 21, 2008, 06:50:54 ös
Yanıtla #6

Bildigim kadariyla Zerdust de magaralara gider ve uzun yillar kalirmis, sanirim bunun mahiyetinde bu cok onemli sebep bulunuyor. Inzivaya cekilmek bu anlama mi gelmekte? Galiba uzun sureli olsa da daimi degildir.

Hakiki Insanlar ve Insan gorunumunde olan Varliklar yeryuzunde bu sekilde bir siniflandirilmaya tabi tutulmustur. O halde Hakiki Insan olabilmek icin Benligimizi yenmemiz gerekiyor, yani nefis terbiyesi yapmamiz sart! oyle degil mi?

Tutkulardan, hirs, kin, nefret, kiskanclik gibi duygulardan arinmanin yolu buradan ( bu yontemi uygulamaktan ) mi geciyor? 

     
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.