Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ingeborg Bachmann  (Okunma sayısı 6344 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 18, 2008, 02:12:59 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay



Ingeborg Bachmann, 25 Haziran 1926’da üç kardeşin en büyüğü olarak Avusturya'nın Klagenfurt kentinde doğdu.

1945’te Innsbruck Üniversitesi'nde felsefe öğrenimine başladı. Graz Üniversitesi'nde  bir yarıyıl felsefe ve hukuk öğrenimi gördü. İlk öyküsü Sal, Kaemtner Illustrierte dergisinde yayımlandı. 1946-1950 yılları arasında Viyana Üniversitesi'nde felsefe öğrenimini sürdürdü.

 Alman dili ve edebiyatı ve ruhbilim dallarını da yan dal olarak seçti. Prof. Leo Gabriel’den felsefe ve Prof. Viktor E. Frankl’dan psikoterapi dersleri aldı. İlk şiirleri, Viyana'da Hermann Hakel tarafından yayımlanan Lynkeus, Dichtung, Kunst, Kritik dergisinin ilk sayısında çıktı.

Viyana yakınlarındaki Steinhof Akıl Hastanesi'nde staj yaptı. Doktora tezi "Martin Heidegger'in Varoluşçuluk Felsefesinin Eleştirel İncelemesi" başlığını taşıyordu. Bachmann, Ekim 1950’de Paris'e, aralık ayında da Londra'ya gitti; Anglo-Austrian Society'nin düzenlediği bir program çerçevesinde eserlerinden parçalar okudu. Viyana'ya dönüşünden sonra önce Amerikan İşgal Kuvvetleri Yönetimi'nde bir sekreterlik işi buldu. Sonbaharda ise Avusturya radyosunda çalışmaya başladı. 28 Şubat 1952’de Bir Düş Alışverişi adlı radyo oyunu Viyana Radyosu'nda yayınlandı.
Çıkış adını taşıyan bir dizi şiiri, Stimmen der Gegenwart (Günümüzün Sesleri) adlı yıllıkta yayımlandı. Mayıs ayında Hans Werner Richter tarafından Gruppe 47'nin Niendorf'da düzenlenen 10. toplantısına davet edildi. Orada, sonradan yaşamında önemli yer tutacak
olan ünlü orkestra şefi ve besteci Hans Werner Henze'yle ilk kez karşılaştı. Gruppe 47’nin Mainz'daki 12. toplantısında ise Gruppe 47’nin ödülünü aldı.

İlk şiir kitabı olan Ertelenmiş Zaman Frankfurt'ta yayımlandı. 1953-57 yılları arasında Ischia Adasi, Napoli ve Roma'da serbest yazar olarak yaşadı.
1954’te Alman Endüstri Birliği Teşvik Ödülü’nü aldı. Şiirleri, Marguerite Caetani'nin Roma'da birkaç dilde yayımlamakta olduğu Botteghe Oscure dergisinde çıktı. 25 Mart 1955’te Ağustos Böcekleri adlı radyo oyunu, Hans Werner Henze'nin müziği eşliğinde Hamburg Kuzeybatı Almanya Radyosu'nda yayımlandı. Harvard Üniversitesi'nin daveti üzerine Amerika Birleşik Devletleri'ne giden Bachmann, Harvard Summer School of Arts and Sciences and of Education'da, Henry Kissinger'in yönetimindeki uluslararası seminere katıldı.

Bir yıl sonra Büyük Ayinin Çağrısı adlı ikinci şiir kitabı yayımlandı. Bu kitabıyla Bremen Kenti Rudolf Alexander Schröder Vakfı Yazın Ödülü'nü Gerd Oelschlegel'le paylaştı. Güllerin Fırtınasında ve Serbest Geçiş adlı şiirleri Hans Werner Henze tarafından Gece Parçaları ve Aryalar adlı eserin bütünü içerisinde bestelendi. 1957-1958 yıllarında Münih'teki Bavyera Televizyonu'nda dramaturg olarak çalıştı. Manhattan'ın İyi Tansısı adlı radyo oyunu, Bavyera ve Kuzey Almanya Radyoları'nın ortak yapımı olarak yayımlandı. Bu dönemde dört yılı Roma ve Zürih’te geçti. Bu oyun Bachmann’a, ‘savaşta görme yetilerini yitirenler adına’ konulan Radyo Oyunu Ödülü’nü getirdi.

1959-60 döneminde Frankfurt Üniversitesi'nde yeni kurulan Şiir Sanatı kürsüsüne ilk doçent olarak davet edildi. Berlin'de müziğini Hans Werner Henze'nin bestelediği Budala adlı bale-pandomim, Bachmann'ın librettosuyla ilk kez temsil edildi. Librettosunu Bachmann'in yazdığı, Hans Werner Henze'nin bestelediği Von Hamburg Prensi, 22 Mayıs günü Hamburg Devlet Operası'nda ilk kez sahnelendi. 1961’de Otuzuncu Yaş adlı ilk öykü kitabı
Münih'te yayımlandı. Bu kitapla Berlin Eleştirmenler Ödülü’nü aldı. 1963 ilkbaharında Ford Vakfı tarafından Berlin'e çağrıldı. Bachmann bir yıllığına gittiği Berlin’e daha sonra yerleşti. 17 Ekim 1964 tarihinde Alman Dil ve Edebiyat Akademisi, Bachmann’a Georg Büchner
Ödülü'nü verdi. 1965’te Hans Werner Henze'nin Bachmann'in librettosundan bestelediği Genç Lord operasının ilk temsili gerçekleşti. Bachmann yıl sonunda Roma'ya yerleşti. 1968’de Avusturya Büyük Devlet Edebiyat Ödülü’nü aldı.

Malina adlı romanı 1971’de yayımlandı. Malina, Ölüm Türleri başlığını taşıyacak romanlar dizisinin ilk kitabıydı. Bu romanı Simultan adlı öykü kitabı izledi. Yazara Anton Wildgans Ödülü verildi.

1973 Mayıs’ında Varşova'daki Avusturya Kültür Enstitüsü'nün daveti üzerine Polonya'ya gitti. Auschwitz ve Birkenau toplama kamplarını ziyaret etti. Varşova, Krakau, Breslau, Thorn ve Posen üniversitelerinde konferanslar verdi.26 Eylül 1973’te akşam saatlerinde Roma'da, Sacchetti Sarayı'ndaki dairesinde aşırı dozda uyku ilacı alan Ingeborg Bachmann, elinde yanık sigarayla uyuya kalınca çıkan yangında ağır yaralandı ve 17 Ekim günü Roma'da öldü...







Türkçe'ye çevrilmiş INGEBORG BACHMANN eserleri;

1. Bütün Şiirleri, Trans. by: Ahmet Cemal, Kavram Yayınları, İstanbul, 1997

2. Dar Zaman, Trans. by:Mustafa Ziyalan, Varlık Yayınları, İstanbul, 1998

3. Bu Tufandan Sonra Ingeborg Bachmann'dan Seçme Yazılar, Trans. by: Ahmet Cemal, Metis Yayınları, İstanbul, 1998

4. Frankfurt Dersleri, Trans. by: Zeynep Sayın, Bağlam yayınları, İstanbul, 1989

5. Malina, Trans. by:Ahmet Cemal, Bağlam Yayınları, BFS, Can Yayınları, YKY,  İstanbul, 1989 - 2004

6. Otuzuncu Yaş / Bütün Öyküler, Trans. by:Kâmuran Şipal, YKY, İstanbul, 2004

7. Toplu Şiirler, Trans. by: Ahmet Cemal, YKY, İstanbul, 2004








Haziran 18, 2008, 02:14:29 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Ingeborg Bachmann’lı yıllarım

Avusturyalı şair-yazar Ingeborg Bachmann’la tek romanı ‘Malina’ sayesinde tanıştım. Yirmili yaşlarımın başındaydım. Yüzüne düşen saçıyla ocağın üzerine son bir sigara için ateş sağlamak amacıyla eğilen roman kahramanının bu riskli eylemini okurken, yazarıyla arasında kaçınılmaz olarak kurulabilecek bağlantıyı ben de kurmuştum:
Bachmann, ‘ölüm türleri’ adını verdiği romanlarından yalnızca Malina’yı tamamlamışken, 47 yaşında evinde çıkan yangında ağır yaralanarak vücudunu korumasız bir bina gibi siper ettiği bu dünyadan, ‘en kanlı arena’ dediği ‘toplum’dan göçüp gitmişti zira. Tıpkı Malina’daki kadın kahramanının -daha soyut bir ölümle- can vermesi, kendisinin bir diğer benliğine teslim ederek zaman ve mekândan çıkıp gitmesi gibi.

Bachmann, romanın sonunda, kadın kahramanının benliğinden kurtuluşunu, metaforik olarak bir duvar çatlağına kendi tutuklu kalbini hapsedişiyle ve erkek-ben’inde yaşamayı sürdürüşüyle (acaba daha kalpsiz olarak mı?) bir cinayete benzetmişti ve bu, ‘görünmez ölüm’lerden biriydi. Ben o vakitler maktulün masumiyet hakkına sahip çıkmak için nice cümle yazmış olmalıyım Malina hakkında günlüğüme. Bugün Bachmann, her Malina okuyucusuyla birlikte bir kez daha diriliyor ve iç dünyalarda her gün vuku bulan o nice kansız kıyımın, şiddetin en ağırı olduğu gerçeğini fısıldayarak haykırıyor bize.

Hüzün yumağı ilk okuma...

İlk okumamda satır aralarında sık sık durmuş ve hüznümü dizginlemek için boşluğa bakmaya çalışmıştım. Boşluğun hudutsuzluğuna insan ancak kendi bakışıyla açılabilirdi. Ama sanki ben böyle olmadığını, boşluğun aslında boş olmadığını, birtakım nedenlerin her seferinde birtakım sonuçlara yol açmasının sadece sosyolojik bir gerçeklik olduğunu hissediyordum. Daha ötelerdeki bir nedene, bir edebiyatçının bize işittirmeye çalıştığı o iç sesin biricik oluşundaki gerçeğe yoksa nasıl ikna olabilirdim ki?

Kendi bakışımızla kuşatamayacağımız bir hakikat görüntüsünün bizzat bize ait kimi gerçeklere meçhul kalacağını düşünüyor muydum, tam hatırlamıyorum. Ama şurası çok net zihnimde: İnsan kendi muammasıyla yaşamayı kabullendiği ölçüde Malina’da, insanı bir zorbaya dönüştüren toplumsal etmenlerin analizinden çok öte, çok daha diplere çökelmiş insan gerçekleriyle karşılaşacaktı.

Bachmann’ın iç sesinden işitmiş gibiydim onun boşluğa saldığı çeşitli tonlamalardaki nice yakarışını, öfkesini, arzu ve korkusunu. En çok da hayallerini. Kendi söylediklerinin arkasında söylemedikleri, inandığı değerlerin ardında güvendiğini sezdiği ve belki de fark etmediği başka değerleri ve kuşkusuz belleğine yansıyanların o boğuk ışığında henüz gezinmediği nice gizemli dehlizi olduğunu düşünmüştüm. İçimdeki romanın belki de ilk sayfalarını o günlerde yazmaya başladığımı hatırlıyorum.

İlk romanım ‘Maya’ yayınlandığında, Malina’nın özellikle ikinci bölümündeki o iç sızısından gelen imgelerin benimkilerle nasıl da örtüştüğünü fark etmiştim: Belleğin ancak karanlık bahçelerinde asıl niteliğine bürünen kötü bir geçmiş, uyanılamayan kâbuslar gibi flu bir ara katmanda gerçekleşen yıkıcı olaylar, bir tel gerilimine dönene dek titreşmeyi sürdüren o acımasız geceleri çocukluğun...

Kadın kahramanın arızi halleri

Otuzlu yaşlarımda, kim bilir kaçıncı okumamdan sonra Malina’nın kadın-ben adını verdiği kahramanındaki arızi durumu da ele aldığım, yazar kadınların acısını ifade etme biçimleri üzerine Virgül dergisinde bir deneme yazısı yazmış ve hemcinslerime dair özeleştiride bulunmuştum: “Kendimize yakıştırdığımız kırılganlık, incinebilirlilik, mağdurluk gibi edilgen özellikleri bir nevi arıza olarak bir romandan diğerine, yarattığımız kahramanlar aracılığıyla taşıyıp duruyoruz belki de. Her taşıma bir törene dönüşüyor. Duyulan korkular, hüzünler, endişeler baş tacı ediliyor. Bir süre sonra varılan yerde artık insanlığa bir katkı arayışı değil, kendi çığlığımızı duyurma telaşı kalıyor.”

Bachmann’ın kadın kahramanı ise kendi çığlığını duyurma telaşına kapılmaktan ziyade insanlığın kör vicdanını geçmişin acımasızlığından kurtarıp -İkinci Dünya Savaşı bitmişti çoktan ama savaş sürüyordu ve bizim barış dediğimiz dönemler de aslında hep savaştı- onu ak giysilere büründürmenin hayalini taşıyor ve bunu kendi yazacağı ütopik bir kitaba saklıyordu:

“Bu kitap yazıldığı takdirde ve bir gün yazılmak zorunda, okuyan sevinçten kendini yere atacak, sırf bir sayfa okudu diye havaya sıçrayacak, böylece birilerine yardım edilmiş olacak, okuyan okumasını sürdürüyor ve sevinçten bağırmamak için elini ısırıyor, çünkü neredeyse dayanılır gibi değil, ve pencereye dayanıp okumayı sürdüren kişi, sanki bir karnavalın ortasına düşmüşler gibi şaşırıp dursunlar diye caddedekilere konfeti atıyor ve sanki Noel günüymüşçesine aşağıya elmalar ve cevizler, hurmalar ve incirler fırlatıyor, başı hiç dönmeksizin aşağıya eğilip sesleniyor: Dinleyin, bakın! Ben olağanüstü bir şey okudum, sizlere de okumak istiyorum izin verirseniz, hepiniz yaklaşın, bu olağanüstünün de ötesinde!”

Bachmann, güzel bir dünya istiyordu

Bu sözcükleri tahayyülünde ‘can’landırmakta olan kadın kahramanı en yakınındaki aşkı Ivan bile işitmez oysa: “Yüzünde kırmızı lekeler belirmiş, neyin var senin, bugün neden öyle aptal aptal gülüyorsun?” Ivan’ın bu tutumuna çok benzeyen bir tutumu, belki de hiç farkında olmadan yıllar sonra, otuzlarımın sonuna vardığımda yazacağım bir başka romanda; Başkası Olduğun Yer’de yansıttığımı, Malina’yı son okuyuşumda fark ettim.

Elindeki megafonla ağaca çıkmış ve insanlığa dair dehşetengiz gerçekleri haykıran kahramanım, çatal bıçaklarıyla ekranları arasında yaşayan makul çoğunluklar “ne seviyesiz bir üslup bu böyle” diyerek kendisine kayıtsız kaldıkları vakit, dünyanın uzun zamandır narin parmaklarla gösterilemeyecek bir halde olduğunu haykırıyordu. Tabii içinden.

Bundan sonra işitmek isteyeceğim kahramanların ‘iç ses’ini dilin kaynağından her çekişimde, mutlaka Bachmann’ın tınılarını duyacağımdan artık kuşkum yok. Kırklarımın başında Malina’yı yeniden elime aldığımda, kendi sonsuzluğunu güzel olana katmak isteyen, onda eritmeyi isteyen bir edebiyatçıyla karşılaştım. Benimse kulağıma her şeyin karşılığını bulduğum Kitap okunmuştu, artık ateşin yakmadığı insanın bu dünyadan geçtiğini biliyordum.

Sırrı dökülmüş aynada güzelliğini arayan sanatçının önce güzeli görmesi gerek. Bachmann, iyi bir insan olmayı istiyordu, bunu kendi için değil, bizim için diliyordu ve sanırım iyi olmayı yeniden hatırlayan biri, yaklaşabilir ancak güzelliğe. Usul usul. Belli bir edeple. Bachmann’ın yazgısında alevlerin onun keskin kamçısı yerine geçmediğine inanıyorum artık bu yüzden. Bachmann: Kendiliğinden tutuşan kalp. Oldu. Çoktan.

Leyla İPEKÇİ http://kitapzamani.zaman.com.tr/?bl=2&hn=536



Haziran 18, 2008, 02:19:39 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

ELBET ANLAMI OLABİLİRDİ


Elbet anlamı olabilirdi: geçip gitmekteyiz dünyadan,
sormamışlar gelirken, çekilmeliyiz şimdi yavaştan.
Ama konuşmamıza karşın, birbirimizi anlamadan
ve karşımızdakinin ellerine bir an bile ulaşamadan,


yıkım bu işte: Çıkamayacağız bu sınavdan.
Denemek bile kalkılmaz bir şey altından,
ve bir çarmıh dikilmiş, kendimizi tanıyamadan,
yalnızlığımızda, silinip gidelim diye dünyadan.


Haziran 18, 2008, 02:20:55 ös
Yanıtla #3
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Ich weiß keine bessere Welt

DAHA İYİ BİR DÜNYA BİLMİYORUM


Kim daha iyi bir dünya biliyorsa, bir adım öndedir.
Yalnızdır,
bu salyayı kurutmadan
onu çehresinde taşıyarak
cesaretten uzak
ecrini almış
ve taç giymeye gider gibi
şaraba, ekmeğe
ve de yoldaşlarına sığınır.
Mecalsiz bir adatavşanı
Ya da bir sıçan
hâsılı buraya düşen herkes,
bir korkuyla,
yuvaya dönüşü düşler!
Rüyada silahlanmayı
rüyada ocağa dönüşü düşler!
Yıl dönünceye kadar,
ona artık gelmiyorsun der insan.
Oysa o sadece
başka bir gecede gelir.

Kafamdaki,
sahici ve vahşi suçlanmalarla
daha da uzaklaşıp,
başkalarının kuklası alçak adamın
saygısını kazanmak zorunda olmakla
daha fazla meşgul olmadan,
savaşı reddedene karşı ne savaşıyorsa,
artık görmezden geleceğim!
Sahip olmadığında
benden sana dikilen yüreğinle
artık meşgul olmayacağım!


Ben sana bir yürek diktim,
bazen coşkulu bir ibadeti
nazik yumruklarına sürükledim.

Ben sana dostluğumu,
gülümseyişimi,
ve de ham hayâlimi ekledim.
Çoraklıkta hasat edilmiş bir sîne gibi,
vahşiler gibi sevdim,
her günümden ve de aşktan coştum.
Taptım,
kökleri yakılmış her şarlatanlığı,
bir şenliğe sundum,
her söylenen kelimeyi tekrar ettim
ve benliğimi unuttum.
Çoktandır ben bende değilim.


Ve şimdi
ateş yiyen bir hokkabazla olan,
artık güvenmeyen,
kalbi artık çarpmayan
ben, kimim !
Ne olacak sonunda?
Acılarımla sızılarımla
daha fazla kalamasaydım yaşamda
sıkıcı ve ağır,
ve de ruhsuz olurdum.

Sonunda,
her gürûhta
bitkin ve işe yaramaz,
Sonunda,
uyanıkken görülen düşten
ve hâtıradan
bir baslangıç,
ve böylece
olmaması gereken olurdum sonunda,
bu olurdu sonunda.



Haziran 18, 2008, 02:27:35 ös
Yanıtla #4
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Rondo- sevgi bazen yok olur
sönüşünde gözlerin,
ve sönmüş gözlerine
bakarız sevginin.

Dokunur kirpiklerimize duman,
kraterden yükselen soğuk;
sadece bir defa tuttu
nefesini, korkunç boşluk.

Ölü gözleri
gördük ve unutmadık asla.
Sevgidir en uzun süren
ve tanımaz bizi bir daha.


Haziran 18, 2008, 02:29:02 ös
Yanıtla #5
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Gidiyoruz, Tozlanmış Yüreklerimizle 
      
      Gidiyoruz, tozlanmış, onca yitirişten
nicedir katılaşmış yüreklerimizle.
Yalnız bizi dinlememeleri değil mesele,
sağırlaşmışlar da üstelik, tozlanmış
inlemeleri duyup yakınamayacak kadar.

Şarkı söylüyoruz, ezgi yüreğimizde.
Oradan çıkabildiği hiç duyulmamış.
Yalnız arada bilenlere rastlanırmış:
Tutan olmamıştı bizi, kalalım diye.

Duyuyoruz. Paydos artık ağırdan yürümeye.
İşin sonu da kalmayacak yoksa.
Ve çeviriyoruz gözlerimizi Tanrıya:
Alın terimizin karşılığıdır ayrılık!


 


Haziran 18, 2008, 02:31:53 ös
Yanıtla #6
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar
Ingeborg Bachmann




"Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür kalacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek..."
« Son Düzenleme: Haziran 18, 2008, 02:37:57 ös Gönderen: skullG »


Haziran 18, 2008, 02:37:01 ös
Yanıtla #7
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

ROMANDA KADIN SESİ

HİKMET TEMEL AKARSU


Vahşi ormanlarda yaşayan bir tür hüzünlü kedinin adı, onun soyadıydı. Onun için 'son romantik' derlerdi. Edebiyat için gözyaşı döktüğüne tanık olduğum son insandı. O yıllarda Moda Moda, Koço Koço, edebiyat edebiyat, arkadaşlık ise arkadaşlıktı...

Moda İskelesi'ne vapurlar yanaşırdı. Kenar mahallelerin aşifte kızlarının rekreasyon için tercihi hâlâ Moda'ydı. Şipitaklı otomobillerle kızlara caka satan kötü yetişmiş genç erkeklerin de... Her şey nasıl da kötüye gidiyordu... O kadar belliydi ki... Buna rağmen, içki parasını daha kolay çıkıştırırdık o zamanlar sanki... Kötü geçmiş bir günün Marmara üzerindeki batışı sırasında loşlaşan meyhanede 60'lı yıllardan kalma aranjmanlar çalarken kederin adını koymak gerekirdi. İşte o vakit içer içer, saya döke 'Malina'dan söz ederdi bana Koço'da... Edebiyat için gözyaşı döktüğüne tanık olduğum son insan, tuhaf bir şairdi. Yıllardan 1987'ydi... Başımıza gelecekler öylesine belliydi ki... Belki de o yüzden, o da Bachmann'a âşıktı. Bir erkeğin âşık olabileceği en trajik karaktere... Ve bana hep sevdiği kadını anlatırdı; Ingeborg Bachmann'ı yani...

Gençliğimizin; edebiyat aleviyle cayır cayır yandığımız temiz yıllarımızın hitamına geliyorduk. Hayat, kirlenme için sıramızın geldiğini işaret ediyor, parmağını sallıyor, temdit istemimizi acımasız faturalarla yanıtlıyordu. Bir baltaya sap olma yolundaki ayak sürümelerimiz bitmek bilmiyordu. Hâlâ içip içip Kanlıca'da Boğaz sularına dalan, denizin içinde ayakta durup, şişeyi kafaya dikleyip gece karanlığında şileplere baladlar okuyan, Aşiyan'da şairlerin mezar başlarında sabahlayan, yetişkinler arasında bir türlü hizaistikamet alamayan mağlup ediplerle düşüp kalkmak, onlardan diskur dinlemek de nesiydi?.. İşte adamı Bachmann okutmak suretiyle bitirirlerdi.

Fenomen bir roman

Nitekim çok zaman geçmeden, yaşamımda 'tanıdığım'(!) üç-beş saygın kadından birinin metinleri arasında kayboluyordum... Malina ve Ingeborg Bachmann...
Bachmann 20. yüzyılın önemli edebiyat figürlerinden biridir. 'Malina' adlı romanı ise onun başyapıtıdır. 'Malina' sadece bir büyük yazara ait bir başyapıt değil, aynı zamanda edebiyata getirdiği pek çok yenilik ve duyarlılıkla bir fenomen romandır. Bilinç akışı tekniği ile yazılan romanlar arasında Joyce'un 'Ulysses'inden sonra en önemli ikinci eser olarak anılır. (Hiç değilse benim için) Kadın yazarlar arasında bilinç akışı tekniğini en iyi kullanan yazardır Bachmann. Bunu gerçekleştirdiği eseri de 'Malina'dır. 'Malina', yetkin olmayan okur için ilginç gelmeyebilir. Çünkü baştan sona iç döküşler ve bilinç akışlarından oluşan romanda bir olay örüntüsü ve karakterler dizaynı mevcut değildir. 20. yy'ın yetiştirdiği en önemli feministlerden olan Bachmann, roman sanatına el attığı anda bu maskülen dünyanın kalıplarını yıkarak işe başlar. Romanın bir mühendislik faaliyeti olarak ele alınması ve sağlam bir stüktüre sahip olması gerektiği gibi klasik yargıları ilk anda yıkar geçer. Bu yönüyle erkekler dünyasının edebiyatına ilk adımda meydan okur. Feminen bir dünyanın öncelikleri olduğunu militanca hissettiren bir edebi söylemle eserini örmeye başlar. Ve eserinin son satırına kadar bir daha asla taviz vermez.

'Malina' romanında İvan adlı erkek arkadaşıyla aynı daireyi paylaşan yazarın Bachmann olduğunu tespit etmemek için budala olmak gerekir. Buna rağmen yazar bunu asla dile getirmez. 'Malina' romanında pek çok unsur gibi bu da okurun ferasetine bırakılır. Herkesin hayatında olabilecek türden problemler, düş kırıklıkları, mutsuzluklar, gayrımemnunlukları İvan'la sürdürdüğü yaşamın özelinde dile getiren baş kahraman kadın yazar, birinci tekil şahıs ağzından yüksek bir duyarlılık ve derinlikle meseleleri ortaya sererken Malina adlı bir başka erkekten söz edilir sürekli. Kimi zaman Malina'nın gerçekte varolup olmadığından kuşku duyarsak da yazar bu ayrıntıyı hep boğuntuya getirir ve fakat Malina üzerinden hareketle ve kıyasla İvan'la ilişkisini ve hayatı yargılar. Kimi zaman Malina'ya karşı duygularındaki yüce boyut inhiram noktasına varırken okuru müphem bir gerginliğin içine sürer. Acaba Malina diye biri var mıdır, yoksa bu bir hayal karakter midir ya da yazarın ruh dünyasının düşlediği ideal karakter midir? Ya da yazarın özdeşleştiği varolmayan bir kişilik midir? Yani bir alter-ego olayı mıdır söz konusu olan?...

Bu araştırmanızı fazlaca ileri götürmeniz için yazar izin vermez. Çünkü bunla ancak dedikoducu mahalle kadınları ilgilenir. Saygın okur ise içine düştüğü düşünsel tufanın farkındadır artık ve keder en onulmaz bir şekilde gelir ruhuna oturur.


Acımıza açı katar

'Malina'nın her satırında derinlik vurgunları yiyen biri haline dönüşürsünüz böylece. Yazar kurgulu hikâyeler, zekice diyaloglar, derin entrikalar, romancı ustalıkları sergilemekten nefret eder. Bunları aleladelik olarak görür, adeta bulanır; bunu hissedersiniz. Yazar her başladığı tümcede başta kendine karşı olmak üzere acımasız düzeyde realisttir. Hayat lanetli bir serüvense, Bachmann bu konuda oynamaz, lafı uzatmaz. Acınıza acı katacak şekilde tokatları yemeye başlarsınız. Sadistik gibi gözüken bu yazınsal tavır eşsiz bir estetik duygu, sanatsal beceri ve kadınsı duyarlılıkla beraber anlatılır. Bachmann'ın büyük bir Almanca şairi olması bu noktada kendini gösterir. Şairane metinler arasında eriyip gitmeye başlarsınız.

Edebiyatın ileri aşamalarına ulaşmış kişilikler çok fazla hikâye, palavra, diskur dinlemekten hoşlanmazlar. Acımasız gerçeğin ruhunun yarıldığı dünyalara girmekten, yazın sanatının serin ve yüce kişiliklerinin bunaltı ve buhran karışık 'kavrayışlılıklar dünyası'na vakıf olmaktan ve yüce bir sanatsal semada uçmaktan, yani yüksek edebiyattan hoşlanırlar. Alelade edebiyatın ön plana sürüldüğü ve dezenformatif amaçla kitleleri kandırmakta kullanıldığı günümüzde yüksek edebiyat yapan Bachmann gibi yazarların değerinin anlaşılması kolay değildir. Zaten buna hazır olmayan okur, bu işe girmemelidir. Çünkü anlaması olanaksızdır.

'Malina' romanında nasıl ki aslında Malina diye biri yoksa; ya da aslında o, yazarın ruh eşi olan süblime bir erkekse ve yazarın tüm insan ilişkilerini yargıladığı bir serüvenin soyut kahramanıysa, aynı şekilde gözle göremediğimiz iktidar ilişkileri tartışılır. Bachmann'ın vurgusu faşizmin iki insan arasındaki ilişkide başladığı yönündedir. Bunun mağduru da genelde kadınlardır. Bachmann, güncel hayatta insanların birbirini nasıl sürekli tükettiklerini betimler. Her an birbirleriyle ve tüm diğer türdeşleriyle çatışma halinde olan birey kazansa da kaybetse de oyun artık lanetlenmiştir bir kere. Bu konsepti benimsedikten sonra, hepimiz birbirini tüketmeye mahkum alçaklarızdır artık.

Buna rağmen Bachmann'ın insicamsız şekilde, tamamen özgür tiradlar halinde dile getirdiği şairane dilekler hep geleceğe dair umudu vurgular:

"Bir gün gelecek, insanlar savanları ve bozkırları yeniden keşfedecekler, uçsuz bucaksıza açılıp köleliklerine bir son verecekler, hayvanlar yükseklerdeki güneşin altında insanlara, artık özgür olan insanlara yaklaşacaklar(...) bu, başlangıç olacak; bütün bir yaşamın başlangıcı..." (Sf. 113)

Ingeborg Bachmann, tıpkı Kafka gibi karanlık geleceği önceden görmüş ve yadsıma duygusuna düşmüş, asosyalliğe gömülerek hayata küsmüş bir değerli ediptir. Onun dile getirdiği iktidar ilişkileri ve tüketim toplumuna dair sefil değer yargıları giderek kapsayıcı hâle gelip dünyayı tahammül edilemez bir yere dönüştürürken; yüksek duyarlılığa sahip çığlıkları olarak telakki edebileceğimiz edebiyatı, gitmekte olduğumuz 'karanlık çöl'e dair lanetli kehanetleri tebliğ eder.

Anarko-feminist düşünüşün ve 'noir' kavrayışın öncel yazarlarından Bachmann'ın, 'mutlak aşkın ve birey olmanın' savaşımını anlattığı 'Malina' romanı bir 20. yüzyıl şaheseri olarak, geniş zamanlarda, gidip-gelip sürekli okumak için mutlaka edinilmeli. Münhasıran da feminizmi ehil olmayan parodi karakterlerden ve işbilir şarlatanlardan izlemeyi sürdüren ve kadın mücadelesinin çok zaman popüler medyanın maskarası hâline gelmesine hüzün içinde tanık olan kavrayışlı ve değerli Türk kadın okurları bu kitaba hakkını vermeli. Bu hepimiz için çok yararlı olacaktır. Çünkü, kadınlara yağcılık ederek prim toplamayı adet edinmiş kurnaz yazarlardan biri olmadığımı bilenlerin çok iyi bildiğine güvenerek şunu dürüstçe ifade etmek isterim: Gelecekte dünyada barış, eşitlik, özgürlük ve adalet kaim olacaksa eğer; bunu ancak kadınların sağlayabileceğine yürekten inanmış bir insanım.

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3005


Haziran 18, 2008, 02:39:13 ös
Yanıtla #8
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Ingeborg Bachmann stirbt in Rom

Barbara Köhler


Ein Tod kommt
vor dem andern.
Atem und Rauch.
Und Rauch der Atem löscht.
Und Schweigen.
 
Manchmal ist aber eine Zigarette
der letzte Halt. Und hält
was sie verspricht auch schneller.
Zwischen vergilbten Fingern
brennts wie Liebe wird Asche
wie Verrat. Atem und Rauch.
 
Die Schwurfinger gekrümmt
um die Zigarette: um
nicht abzuschwören.
Giordano brennt auf dem Campo de Fiori.
Die Glocken von Santa Maria Maggiore
gellen noch immer zum Autodafé.
 
Atem und Rauch.
Und Rauch der Atem löscht.
Und mit verbrannter Hand
über das Feuer schreiben.
Und die Grenzen der deutschen Sprache
sind mit mörderischen Zufällen vermint.
Ein Tod kommt dem andern zuvor.



Haziran 18, 2008, 03:09:35 ös
Yanıtla #9
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 574
  • Cinsiyet: Bay

sayenizde kendime yeni bir sair buldum Sn.SkullG :)