Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: BALKAN SAVAŞLARI  (Okunma sayısı 3412 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 23, 2007, 03:04:21 ös
  • Ziyaretçi

Balkan Savaşları
Osmanlı Devletinin Balkanlar’daki dört devlete karşı yaptığı savaşlar.

Birinci Balkan Savaşı

1789 Fransız İhtilâlinin dünyaya yaydığı milliyetçilik akımı neticesinde, imparatorluklar dahilinde bulunan milletler, bağımsızlık için harekete geçmişler ve bazı devletlerin destek ve yardımları ile ayaklanmışlardı. Osmanlı tarihinde 19. yüzyıl, bu tür ayaklanmalar dönemidir. Balkan Yarımadasında çok çeşitli milletler yaşadığı için, milliyetçi ayaklanmalar, en fazla burada görüldü.

Balkanlarda çıkan ayaklanmaları, daha çok 17. yüzyılda gelişmeye başlayan ve en büyük gayesi, Baltık Denizine ve özellikle Akdeniz’e çıkmak olan Rusya kışkırtıyordu. Akdeniz’e inmek için önce Karadeniz’i, sonra İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirmesi gerekiyordu. İşte Rusya, bu gayeye ulaşmak için her yola başvurmaktan geri kalmamıştır. Bu yollardan biri de ırk ve din bakımından akraba olduğu Balkan prensliklerini alet olarak kullanıp, bu genç devletleri Osmanlı Devleti'nin varlığını sona erdirmeleri için kışkırtmaktı. Osmanlılar, Trablusgarp’ta savaşırlarken, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’taki Rus elçisi harekete geçerek, Balkanlarda Osmanlı Devletinin elinde kalan son toprak parçalarının Sırbistan ile Bulgaristan arasında paylaşılması için teşebbüste bulundu. Buna karşılık Sırbistan, Bulgaristan’ı bir tarafa iterek kendi menfaatlerini temin için Babıali ile anlaşmaya uğraşıyordu. Stratejik doğruluğu tartışmalı Kiliseler Kanunu ise, Bulgaristan ve Yunanistan’ın arasındaki ihtilafı çözdüğü için, şimdi her ikisi için de ortak düşman, Osmanlı Devleti olmuştu. Neticede kısa bir müddet için önce Sırbistan ve Bulgaristan arasında kurulan ittifaka Karadağ ve Yunanistan da katıldı. Böylece Balkanlarda Osmanlı Devletine karşı harekete geçme hazırlıkları tamamlanmış oldu.

Bu sırada Türk ordusu subayları iki partiye ayrılmış durumdaydı. Hükümet ise, Rusların Balkanlarda savaşa müsaade etmeyeceği hususundaki yalan teminatına inanmıştı. Nitekim Sofya elçiliğinden hariciye nazırı olan Asım Bey, 15 Temmuz’da, Meclis-i Mebusan'da; “Balkanlardan imanım kadar eminim!” tarihi cümlesini ihtiva eden bir nutuk söyleyerek, harp ihtimalinin bulunmadığını iddia etmişti. Ayrıca Asım Beyin yerine gelen yeni Hariciye Nazırı Ermeni Gabriel Noradunkyan da Rusya’nın teminatının kesin olduğunu hükümete bildirmişti. Bu inandırıcı teminatlar neticesinde Rumeli’ndeki en iyi 120 tabur asker terhis edilmişti.

Balkan devletleri ittifaktan sonra Osmanlı Devletine isteklerini bildirdiler. Devlet ricalinden bazıları ve özellikle Harbiye Nazırı Nazım Paşa harbin kolay geçeceğini zannediyorlardı. Halbuki müttefikler, Türkiye’ye karşı uygulayacakları savaşı ve taksim projelerini en ince teferruatına kadar tespit etmişlerdi.

8 Ekim 1912’de Karadağ Prensliği, Osmanlı Devletine savaş açtı. Onu 18 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.

İkmal ve Levazım Teşkilatının bozulduğu Osmanlı ordusu, seferberliğini çok geç yapabildi. Terhis edilip Anadolu’ya gönderilen 120 taburu, savaşın sonunda bile yeniden silah altına alamadı.

Nazım Paşa ve kurmayları Rumeli'ndeki kuvvetleri iki ana ordu şemsiyesi altında topladı. Doğuda Bulgaristan’a karşı çıkacak kuvvetler 5 kolordu halinde, “Şark Ordusu” namıyla toplandı ve Birinci Ferik Abdullah Paşanın kumandasına verildi. Edirne mevkiindeki bağımsız kuvvetler Şükrü Paşa'nın emrindeydi.
Batıdaki tüm birimlerse "Garp Ordusu" namı altında Ali Rıza Paşa emrine verildi. Yunanistan’a karşı, Selanik’te bir kolordu ve Yanya Kalesindeki kuvvetler bırakılmıştı. Karadağ’a karşı kuvvetler İpek ve İşkodra Kalesinde toplanmıştı. Garp Ordusunun çekirdeğini oluşturan Zeki Paşa komutasındaki Vardar Ordusu ise üç Sırp ordusuna karşı durmaktaydı.

Balkanlıların askeri açıdan en güçlü ve hazırlıklı olanı Bulgarlardı. Hal böyleyken Garp Ordusunun durumu daha ağırdı; çünkü hem merkeze uzaktı, hem de üç düşmanla (Sırp, Yunan ve Karadağ) çarpışmanın yanısıra, Şark Ordusunu Bulgarlar karşısında desteklemekle vazifeliydi.

SAVAŞ BAŞLIYOR...
Savaşı idare kabiliyetinden mahrum Nazım Paşanın hiçbir hazırlığı olmayan orduyu, hemen Bulgarlara karşı taarruza geçirmesiyle hezimet başladı ve artık arkası alınamadı. 22-23 Ekim günü yapılan çarpışmalar sonunda Lüleburgaz-Karaağaç hattına çekilen Türk kuvvetleri burada da tutunamadı, Lüleburgaz Savaşının ardından Çatalca'ya kadar çekilerek burada tertiplenmeye koyuldu.
Garp Ordusunun durumu da Bulgarlara karşı bütün Trakya’yı bırakarak, Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kalan Şark Ordusundan pek farklı olmadığı gibi, Vardar Ordusu Sırbistan’a karşı Kumanova'da yenilmişti. İlk başta başarıyla sürdürülen harekat rediflerin yüzgeri etmesi ve disiplinsizlikleri nedeniyle yenilgiye dönüştü. Panik halinde dağılan kuvvetler hızla güneye, Üsküp'e doğru kaçmaya başladı. 6 Kasım’da Preveze’yi alan Yunanlılar, Veliahd Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler. Yunan ilerleyişi bir türlü durdurulamıyordu. Selanik’i savunmakla görevli jandarma paşası Tahsin Paşa, tek silah atmadan, muazzam kolordusunu bütün silahları ile beraber Yunanlılara teslim etti. İkinci Abdülhamit devrinde ihtilas (devlet malını zimmetine geçirmesi) suçu tespit edilmiş olan Tahsin Paşa, o devirde menkub (rütbe ve haysiyetten düşmüş) olduğu gerekçesiyle, Selanik kolordusunun başına getirilmişti. Karadağ saldırısı sonucunda ise İpek Müfrezesi dağıldı, Kuzey Arnavutluk kaybedildi, İşkodra'da bir avuç asker mahsur kaldı.

İKİNCİ AŞAMA...

Doğuda İstanbul'dan sürekli beslenen Garp Ordusu İstanbul hayalleri kuran Bulgarları nihayet Çatalca tepelerinde durdurmayı başardı (17-18 kasım). Bulgarların takatleri kesilmeye başlamıştı. Bu arada biraz ilerde bir destan yazılıyordu: Şükrü paşa komutasındaki Edirne kolordusu yokluk içinde şehri savunmaya devam ediyordu.

Batıda Selanik’i ele geçiren Yunanlılar, Hamidiye kruvazörünün dehşetli baskınlarına rağmen daha sonra Ege adalarından Bozcaada, Limni, Somatraki ve Taşoz adalarını işgal ettiler.
Priştine, Lob ve Kosova'yı alan Sırplar Karadağlılarla birleşerek Üsküp'ü de ele geçirdi. Bozulan Vardar Ordusu gene ricat hatta panik halinde daha güneye, Manastır'a inmekteydi.
Hasan Rıza Paşa İşkodra'da, Esat Paşa (Bülkat) Yanya'da şanlı direnişlerini sürdürüyorlardı.

SON BÜYÜK SAVAŞ...

9 Kasım 1912nin karlı günlerinde, Yunan Teselya Ordusunun Selanike girdiği ve Hasan Tahsin Paşa komutasındaki 8. Kolordu, Kırcaali ile Ustruma Kolordularının tümüyle teslim olduğu sırada, Türk Garp Ordusunun kalanı da Manastır etrafında toplanmaya çalışıyordu.
Üç-dört gün önce bu cephedeki Vardar Ordusu, üstün Sırp ordusu karşısında savunmaya çalıştığı Kırçova-Pirlepe Savaşını da kaybetmişti. Kısa süre içinde, ne olduğunu bile anlayamadan sürekli çekilmek zorunda kalan Vardar Ordusu askerleri şaşkındı. İki düşman arasında kalan ve üst üste gelen yenilgiler nedeniyle asker, hem ümidini, hem de moralini yitirmişti. Arnavut ve Boşnak Redif askerlerinden sonra yerli Türk askerlerinden oluşan Rediflerin de ilk fırsatta firar ederek köyünün yolunu tutmasının sebebi buydu. Geriye kalanlar, kaçaklardan temizlendikçe, safradan kurtulmuş gibi daha bir durmuş ve oturmuş hale gelmekteydiler. Az ve öz... Fakat koşullar o kadar kötü, olanaklar o kadar kısıtlıydı ki, bu az ve öz insanların cesaret ve kahramanlıkları, başarı için yetecek gibi değildi. Ama yine de "Mehmet", tarihin daima tanılık ettiği o tükenmez sadakat ve itaatiyle sessiz ve sabırlı, elde silah dövüşmeye devam etmekteydi. Kırçova-Pirlepe savaşından üç gün sonra, 11 Kasımdan itibaren Vardar Ordusu ve Karadağ cephesinden çekilebilen kuvvetler, Makedonyanın elde kalan son büyük şehri olan Manastırı savunmak için tertiplenmeye başlamışlardı. Yüzyıllardır Osmanlı fetih ordularına ev sahipliği yapmış olan Manastır, şimdi son savaşına hazırlanıyordu.
Vardar Ordusu için bu sefer de bir başka tehlike gün yüzüne çıkmıştı: Kuzeye doğru yürüyen Yunan Ordusu... Gerçekten de harbin başlamasıyla birlikte hızla Selanik doğrultusunda ilerleyen Konstantin ordusu, Kuzeyde Sırplara karşı dövüşen Türk Vardar Ordusunu geride tehdit etmeye başlamıştı. Hele 8. Türk Kolordusunun Selanik üzerine çekilerek Manastır yolunu açık bırakması bu tehlikeyi daha da arttırmıştı. Veliaht Konstantin için -ikiye bölünecek kadar kuvveti çok olmadığından- o günlerdeki iki uygun hareket tarzı vardı: Ya Manastıra, ya Selanike doğru yürümek... Konstantin haklı olarak Selanik doğrultusunda ilerleyince, bu sefer kendi açık yanını Manastırdan gelecek Vardar Ordusu tehlikesine karşı korumak üzere, takviyeli 5. Tümenini Manastıra doğru sürmüştü. Bu tümen, karşısındaki zayıf Türk birliklerini atarak Manastıra doğru ilerleyince, Batı Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa, Vardar Ordusunun 6. Kolordusunu Kırçova-Pirlepe cephesinden alıp geriye beliren bu tehlikeyi önlemek için görevlendirmişti. 6. Kolordu Komutanı Cavit Paşa, Kumanova Savaşından kayıplar vererek çıkmış 9.000 yorgun askeriyle devamlı yağan sağnak yağmur altında, Manastır üzerinden düşmana doğru ilerledi. Albay Matiopolo komutasındaki Yunan 5. Tümeni de, 6. Kolorduya yakın güçteydi. İki kuvvet 5 Kasımda Manastır ile Selanikin orta yerindeki Soroviç kenti yakınlarında karşılaştılar. 6-7 Kasımda iki gün süren kanlı bir çarpışmada 5. Yunan Tümeni yenilerek bozgun halinde çekilmek zorunda kaldı. Yunanlılar bu savaşta 3.000 kişi kaybetmiş ve kaçarken arkalarında 9 top ve yığınla gereç bırakmışlardı. 6. Kolordu bu sırada Batı Ordusu komutanından "Cepheyi zayıf kuvvetlere bırakarak acele Manastıra dönmesi" emrini almıştı. Çünkü o sırada 6. Kolordunun olmayışı nedeniyle büsbütün zayıflayan Vardar Ordusu, Kırçova-Pirlepe savaşını kaybetmiş, Manastır üzerine çekilmekteydi. 6. Kolordu Sırplarla yapılacak olan Manatır Savaşına mutlaka yetişmeliydi. 6. Kolordu, Selanik-Manastır demiryolundan yararlanarak dört gün içerisinde tekrar Vardar Ordusu emrine girmiş ve Manastır cephesindeki yerini almıştı. Şimdi Manastır boylarında belki de son savaşına hazırlanan Vardar Ordusu (5., 6., 7., Kolordular) ve ona katılan diğer küçük birliklerin toplam asker sayısı ancak 39.000i buluyordu. Toplarının çoğunu bundan önceki savaşlarda kaybetmiş, cephanesi tükenmek üzere, bölgeden yiyeceğini zar zor sağlayabilen ve çoğu zaman aç, üstü başı perişan, içinde uyuyabileceği bir çadırı bile olmayan, yırtık çarığı ile kara ve çamura basan 39.000 kişi... 25 gün önce harp başladığında ortalama 110.000 kişilik Vardar Ordusu ile 13.000 kişilik İpek Kolordusundan arta kalan 39.000 kılıç artığı... Çoğu Arnavut, Boşnak ve Makedonyalı yerli Türk Redifleri ve bir kısmı savaşta kaybedilen 110.000 kişilik ordudan elde kalabilen 39.000 kişi... Buna karşılık, Manastır üzerine yürüyen Sırp Ordusu, Türk ordusunun neredeyse iki misli kuvvetinde ve 70.000nin üzerindeydi.
Batıdaki son büyük savaş bu oldu...Az sayıdaki askerimiz kahramanca savaştı, önceki çatışmalarla kıyaslanmayacak kadar yiğitlik gösterdi, ama olan yine oldu, yarılan cephe savaşı aleyhe çevirdi ve tüm gayretlere rağmen Manastır da elden gitti. Güney Arnavutluk istikametinde çekilmeye çalışan Garp Ordusu, Sırpların Adriya Denizi kıyılarına varmalarını engelleyemedi. Ohri ve Durazzo da Sırplara işgal edildi.

ATEŞKES...

Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Ahmet Muhtar Paşa hükümeti yerini Kamil Paşa hükümetine bıraktı. Osmanlı Devleti, Bulgaristan’a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912’de imza edilen ateşkes antlaşması (mütareke) ile silahlı çatışma Yunan cephesi hariç durmuş oldu. 13 Aralıkta Londra'da barış görüşmeleri başladı. Büyük devletler 17 Ocakta acz içindeki hükümete savunmaya devam eden Edirne'nin Bulgarlara terkini ihtar etti. Hükümet bunu kabul etmek için çare ararken Enver Bey liderliğindeki İttihatçılar Babıali Baskınıyla hükümeti devirip Mahmut Şevket Paşa'yı sadrazam yaptılar (23 Ocak 1913). Milliyetçi hükümet bir hafta sonra Edirne'yi bırakmayacağını bildirdi. Savaş yeniden başladı.

SON SAFHA...

Doğuda Bulgarlara karşı taarruza geçildiyse de başarılı olunamadı. Bulgar kuşatması kırılamayınca bir de Şarköy mevkiinden çıkarma hareketine geçildi ise de bu da başarılı olamadı. İki taraf da birbirini kımıldatamadı.

Dramatik bir süreç daha ötelerde yaşanıyordu. Yardım alamayan direniş kaleleri bir bir düşmeye başladı. Önce Yanya ( 21 Şubat), sonra Edirne (26 Şubat) ve nihayet İşkodra (22 Nisan)...

Hükümetin girişimiyle Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma, 30 Mayıs 1913’te Londra’da imzalanmıştır. Bu barış antlaşması ile Osmanlı Devleti, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk’un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmakta, Girit’i hukuken Yunanistan’a terk etmekte ve Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları da Balkan devletlerine vermekte idi. Bu antlaşma ile kendisini kahramanca savunmasına rağmen yiyecek sıkıntısından düşman eline geçen Edirne de Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyordu. Böylece Bulgaristan, Kavala ve Dedeağaç arasındaki toprakları da alarak Ege Denizine ulaşıyordu.

2500 yıllık Türk tarihinin büyük felaketlerinden biri olan Balkan Savaşında Türkler, Anadolu’dan sonra ikinci anayurt haline gelmiş olan Rumeli’ni bıraktılar. Rumeli, 550 yıldır Türk yurduydu. Birçok bölgede Türkler, ezici ekseriyet halindeydiler.

93 Harbi'nde görülen göç ve göçmen felaketinin daha şiddetlisi, Balkan Harbinde cereyan etti. Yüz binlerce Türk, bütün varlıklarını bırakarak, eriye eriye, İstanbul’a eriştiler ve Anadolu’ya dağıldılar. Balkanların, bilhassa Bulgarların yaptıkları zulüm, tüyler ürpertici idi. Onbinlerce sivil Türk, kadın, ihtiyar, çocuk ve bebekler dahil olmak üzere, her türlü işkencelerle doğrandı.

İkinci Balkan Savaşı

Birinci Balkan Savaşında Osmanlı Devletinin ağır mağlubiyete uğrayıp Balkanlardan çekilmesi sonucunda, Balkanlarda siyasi bakımdan büyük bir boşluk ve dengesizlik meydana geldi. Ganimetin paylaşılmasında anlaşamayan Balkan devletleri, birbirine düştüler.

Sırbistan askeri, hareket dolayısıyla Sırp-Bulgar ittifakının çizdiği ve kendisine ayırdığı arazi parçasından daha büyük bir bölgeyi ele geçirmişti. Sırpların bu arazi bölgelerini geri vermemesi anlaşmazlığın düğüm noktasını teşkil ediyordu. Diğer taraftan Londra Konferansı'nda en büyük payı Bulgaristan’ın alması, diğer müttefiklerin hoşnutsuzluğuna sebebiyet vermişti. Bulgarların Ege kıyısına ulaşmış olmasını, Yunanlılar, sert tepki ile karşılamışlardı. Bu husus, Yunanistan ile Sırbistan’ı birbirine yaklaştırmış ve aralarında ittifak anlaşması akdine sebep olmuştu. Sırbistan ile Yunanistan’ın birbirlerine yaklaştıklarını gören Bulgaristan, bu iki devlete tam hazırlıklarını yapmadan önce 29-30 Haziran 1913’te saldırdı. Ancak Bulgar ordusu, Yunanlılar ve Sırplar tarafından Makedonya’dan çıkarıldı. Bu sırada Bulgaristan’dan pay almak isteyen Romenler de savaşa girdiler ve kısa zamanda Bulgar Dobruca’sını ele geçirdiler. Bulgar orduları, birkaç cephede savaşmak zorunda kaldığı için yenilmeye başladı.

Osmanlı Devleti de bu fırsatı kaçırmadı. Batılı devletlerin tehditlerine aldırış etmeyen Enver ve Mustafa Kemal Beyler önderliğinde bütün özellikleri ile bir Türk şehri olan Edirne ve Doğu Trakya önemli bir çatışma olmaksızın geri alındı.

Bu yenilgiler üzerine Bulgarlar, bir yandan Romanya kralına başvurarak Balkan devletleriyle, bir yandan da Babıali’ye başvurarak Osmanlı Devletiyle barış yapmak istediler.

İkinci Balkan Savaşı sonunda, Bulgaristan’la diğer Balkan devletlerinin imzaladıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması, Romanya ile Bulgaristan’ın yeni sınırını belirliyor, Tuna’nın güneyinde kalan önemli bir arazi parçasını, Güney-Dobruca dahil, Romanya’ya bırakıyordu.

Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihinde, imzalanan İstanbul Antlaşması ile Bulgaristan; Kırklareli, Dimetoka ve Edirne’yi, Osmanlı Devletine geri verdi. Antlaşmada Bulgaristan’da kalan Türklerin de durumu ele alınmakta, Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterileceği de belirtilmekteydi.

Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli, Atina Antlaşması ile, Girit, kesin olarak Yunanistan’a bırakıldı. Ege adalarının ne olacağı da büyük devletlerce kararlaştırılacaktı. Büyük devletler ancak 1914 Şubatında Londra’da bu adalardan İmroz, Bozcaada ve Meis bir yana, diğerlerinin Yunanistan’a ve İtalya işgalinde olanları da İtalya’ya kalmasına karar verdiler. Ancak bu karar üzerinde henüz bir anlaşmaya varılamadan, Birinci Dünya Harbi çıktı. Sırbistan’la antlaşma ise 13 Mart 1914’te İstanbul’da imza edildi. Sırbistan’la Osmanlı Devletinin artık ortak sınırı olmadığından, sadece Sırbistan’da kalan Türklerin durumları düzenlenmiştir.

Böylece Osmanlı İmparatorluğu ata baba yadigarı Türk illerinin bulunduğu Balkanlarda ağır toprak kaybına uğramış, Bulgaristan’dan geri aldığı Edirne ile Doğu Trakya’da kalabilmiştir...




Mayıs 05, 2007, 02:36:37 öö
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

Savaşın böylesine acı biçimde kaybedilmesinde elbette birden fazla etken sözkonusudur. Bunları nacizane şu şekilde sıralamak mümkündür;

Siyasal ve Genel Sebepler:
1) Memleketin siyasal tablosunun dağınık ve gerçekçi olmaması,
2) Büyük Kabine olarak adlandırılan kabinenin savaşı çok kötü yönetmesi ve bir kriz idaresi yürütememesi,
3) Hükümetin Sırpların Almanya'dan satın aldığı seri ateşli topların Selanik üzerinden Sırbistan'a sokulmasına göz yumması,
4) Hariciye Nazırlığı görevini yürüten Asım Bey'in Rus dışişleri bakanıyla yapılan görüşmenin ardından kabine toplantısında Balkanlardan imanı kadar emin olduğunu ifade edecek kadar gözü kapalı durumda bulunması,
5) Asım Bey'in halefi ermeni Gabriel Noradunkyan Efendi'nin aynı gafil siyaseti sürdürmesi,
6) Rumeli'deki deneyimli birliklerin neredeyse tamamının terhis edilerek memleketlerine yollanması,
7) Balkanlıların ittifaklarını bozacak girişimlerde bulunulmaması.

Askeri Sebepler:
1- Ordunun en deneyimli kısmının terhis edilerek savaş bölgesinden gönderilmesi,
2- Harbiye Nazırı Nazım Paşa'nın Orduya hakim olamaması ve sürekli yanlış ve hatalı emirler vermesi,
3- Askeri ikmal teşkilatının eksikliği,
4- Ordunun özellikle Makedonya'yı koruyacak esnek hareketliliği gösterememesi,
5- Birden fazla düşmanla farklı istikametlerde çarpışılmak zorunda kalınması,
6- Askeri disiplin ve inisiyatif gücünün en üst kademelerden en alt kademelere kadar yok olması,
7- Belli bir direnç potansiyeline sahip genç kurmayların büyük bölümünün Trablusgarp'ta bulunması!.. vs... olarak sıralanabilir!..


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
6 Yanıt
8050 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 24, 2014, 07:48:56 ös
Gönderen: 38