Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HAÇLI SEFERLERİ (standart dışı bir anlatım) - 3  (Okunma sayısı 3822 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 15, 2010, 10:44:08 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



­  ­  ­
Haçlı ordusu, zorlu çatışmalarla geçen uzun bir yıl sonunda, 7 Haziran 1099 günü Kudüs önüne vardı. Kudüs elbette Haçlıları konukseverlikle karşılayıp kenti onlara teslim edecek değildi. Önlemini çoktan almış, içine kapanmıştı. Kuşatılacaktı ama ordunun bunun için gerekli mancınıkları, kuşatma kuleleri olmadığı gibi, bunları inşa etmek için gerekli araç gereci de yoktu. Bütün bunların deniz yolu ile gelen İngiliz ve Ceneviz gemileriyle sağlanması öngörülmüştü. Kudüs, Orta Çağ dünyasının en iyi korunan kentlerinden biriydi. Surları Roma İmparatoru Hadrianus tarafından atılmış sağlam temeller üzerine oturtulmuştu. Önce Bizanslılar, sonra Emevîler ile Fatımîler surları genişletmiş ve onarmıştı. Kent surlarının yanında, doğuda Kedron uçurumunun dik yamaçları, güneyde Gehenna vadisi ile batı surları boyunca uzanan bir diğer vadi savunmayı kolaylaştırmaktaydı. Özetle, Haçlı ordusu kalabalıktı ama bu Kudüs’ü almak için yeterli değildi.

Bu kadarla kalsa iyi!

Haçlıların kent kapılarına dayanmasından bir süre önce Kudüs’ün Fatimî Valisi İftiharüddevle, kentin çevresindeki tüm su kaynaklarını zehirletmişti. Kentte ise gıda maddeleri depolamış, bütün sarnıçları doldurtmuştu. Bur diğer deyişle kuşatma kentin içindekiler için değil, dışarıdakiler için zor olacaktı.

Kentteki tüm Hıristiyanlar, biriktirilmiş kaynakların sadece kenti savunanlara ayrılmasına olanak vermek amacıyla önceden kent dışına çıkartılmıştı. Bunlardan biri de, Amalfi hastanesinin baş keşişi Gérard idi. Haçlı ordusu komutanlarına kentin durumu ve savunma hatları ile ilgili çok değerli bilgiler vermişti.

Neye yarardı ki?

Haçlı ordusu, bu sorunların ötesinde bir de hiç alışık olmadığı doğa koşulları, özellikle sıcakla savaşmak zorundaydı. Zırhının altındaki kalın giysisi ile ufacık bir gölge parçası bile bulamadan tam teçhizat güneşin altında beklemek zorunda kalan askerler için dayanılamaz bir durumdu bu. Hiç kimse, Avrupa’nın sık ormanlık alanlarına alışmış bu insanlara kuşatma için gerekli aletlerin yapımı için Kudüs’ün çevresinde ağaç olmadığını, her türlü araç gerecin sahilden taşınıp getirilmesi gerektiğini, kendileri ve hayvanları için gerekli olan suyu sağlamak için en azından yirmi kilometre yol kat edeceklerini söylememişti.

Bu zor koşullar altında tam altı hafta geçtikten sonra, Mısır’da büyük bir ordunun toplanarak Kudüs üzerine harekete geçmek üzere olduğu haberi geldi. Haçlı ordusunu umutsuzluk ve panik havası sardı. Bu sırada Peter Desiderus adlı bir papaz gece gördüğü bir düşü orduya anlatarak, Haçlıların o güne kadar çektiği tüm zorluk ve sıkıntılara karşın, başarılı olmalarının yolunun gösterildiğini ileri sürdü. Ona göre; zafere ulaşmak için her şeyden önce kendi aralarındaki tüm küskünlükleri, tartışmaları, düşmanlıkları bir yana bırakmaları gerekmekteydi. Nitekim Haçlı ordusu dört ayrı gruptan oluşmuştu ve Avrupa’dan yola çıktıklarından beri birbirleriyle didişip durmaktaydı. Şimdi herkes üç gün boyunca dua edecek ve oruç tutacak, üçüncü gün kutsal kentin çevresinde yalınayak dolaşacaklardı. Eğer bunlar yapılırsa, Tanrı onlara izleyen dokuz gün içinde zafer verecekti.

Buna inandırılan tüm ordu, üç gün oruç tutup dua ettikten sonra çıplak ayakla kent surları çevresindeki beş kilometre kadar bir yürüyüşü, ayakları yana yaralana dualar arasında tamamladı. Bu arada ulaşan malzemelerle saldırıda kullanılacak mancınık ve kulelerinin yapımı da bitirilmişti.

Bir kalenin alınmasında en önemli işlevsel gücü oluşturan kuşatma kuleleri, 13 Temmuz’da saldırı konumuna getirildi. Bunların surlara yaklaştırılması, surlardan atılan kaya ve Rum ateşi altında çok büyük kayıplar verilerek gerçekleştirilebildi.

Komutanlardan Raymond de Toulouse, surlara ilk yaklaşan kişi oldu; ancak askerlerini surların üstüne aşırmayı başaramadı. Godfrey de Bouillon ise, kulesini 14 Temmuz günü sabaha karşı kalenin kuzey surlarına yanaştırmayı başardı ve saldırı köprüsünü surların tam üstüne indirdi. Boğaz boğaza saatlerce süren bir çatışmanın sonunda, akşama doğru Godfrey de Bouillon’un askerleri sur üstünde kendilerine bir yer edindi. Artık surlara merdivenlerin dayanmasına ve askerlerin bu yoldan tırmanmasına olanak sağlanmıştı. Askerler sur üstünde toplanıp, kapının açılması için saldırıya geçti. Bu o kadar zor olmadı. Haçlı ordusunun önemli bir bölümü çil yavrusu gibi kentin içine doluştu. O düş doğru çıkmıştı; Kudüs, dokuzuncu gün ele geçirildi.

Kentin ortasında “Davut Kulesi” denilen bir hisar vardı. Oraya çekilip sığınan Vali İftiharüddevle, kendisine ve yanındakilere Kudüs’ten serbest çıkış izni verilmesi karşılığında kenti ve hazinesini, öteki yandan girip içeriye doğru ilerleyen Raymond de Toulouse’a teslim etti.

Bu arada, günlerce çektikleri sıkıntıların acısını çıkarmak isteyen Haçlı askerleri, büyük ve kanlı bir katliama girişmişti. Canını kurtarabilen Müslümanlar, yalnızca Vali İftiharüddevle ile muhafızları oldu. Haçlılar, en dar sokaklara bile girerek tüm evleri, dükkânları, camileri yağmaladı; yıkıp yaktı.. Erkek, kadın, çocuk demeden yaklaşık 70 bin kişi kılıçtan geçirildi. Kudüs sokakları kan gölüne dönüştü. Her yer kıpkırmızıydı.

Tarihçi Foucher de Chartres, “Gesta Francorum Jerusalem Expugnantiu” (Kudüs’e Saldıran Frankların Yaptıkları) adlı yapıtında Kudüs’ün alınmasından sonra yaşananları şöyle anlatır: “Kimi Sarasenler, Araplar, Etiyopyalılar Davut Kalesi’ne, diğerleri Tanrımızın ve Süleyman  Tapınağı’nın içine sığındı. Tapınakların avlu ve revaklarında büyük bir dövüş oldu ama bizim gladyatörlerimizden kaçamadılar. Birçoğu Süleyman Tapınağı’nın çatısına kaçtı ve oklarla vurularak yere ölü olarak düştü. Bu tapınakta neredeyse on bin kişi öldü. Gerçekten orada olabilseydiniz, ayaklarımızın bileğimize kadar ölenlerin kanıyla boyandığınız görecektiniz. Fakat başka ne anlatabilirim ki? Hiç biri hayatta bırakılmadı; ne kadın ne çocuk.”

Güney Fransa ordusunu yöneten Toulouse Kontu’nun rahibi Raymond d’Aguiliers ise, “Historia Francorum Qui Ceperint Jerusalem” (Kudüs’ü Ele Geçiren Frankların Tarihi) adlı kitabında şunları belirtir: “Uşak ve yoksul kimi piyadelerimiz Sarasenlerin bir hilesini keşfetmişlerdi. Ölü Sarasenlerin karınlarında ve bağırsaklarında altın olduğunu, yutmuş olduklarını öğrenmişlerdi. Bu yüzden birkaç gün geçtikten sonra ölü vücutlardan büyük bir yığını yaktılar ki bu değerli madene daha kolay ulaşabilsinler.”

Bu yağma ve katliamdan kurtulmak isteyen Yahudiler ise, Müslüman olmadıklarını göstermek amacıyla sinagoga sığınmıştı. Onların sonu daha da acı oldu. Haçlılar, sinagogu ateşe vererek hepsini canlı canlı yaktı.

Tarihçi Foucher de Chartres bir de şunu ekler: “… Katliam bittikten sonra haçlılar evlere girdiler ve burada ne buldularsa aldılar. Ancak, bu öylesine duyarlı bir şekilde gerçekleştirildi ki, bir eve ilk giren başka bir kişi tarafından yaralanmadı, ister zengin ister yoksul olsun. Bu ev bir saray bile olsa, orada ne bulursa kendi malıydı. Bu sayede yoksul kişiler zengin oldu.”

Haçlılar, Müslümanlara ait tüm kutsal yerleri de yakıp yıktı ama El Aksa Camii’ni Süleyman’ın sarayı olduğunu sandıkları için, onu yıkmak yerine tepesindeki hilâli çıkarıp yerine haç takmak ve adını da “Templum Domini” (Tanrı’nın Tapınağı) biçiminde değiştirmekle yetindiler.

Böylece, bu büyük sefer amacına ulaştı. Binlerce bağnaz ve gözü dönmüş insanın uğruna dünyayı alt üst ettiği “İsa’nın mezarı”, sonunda Haçlıların eline geçmişti. Hayırseverlik ve bağışlayıcılık dini olduğunu öne süren, düşmanını bile sevmek gerektiğini söyleyen, alçak gönüllülüğü öğütleyen bir adamın güya izinden gidenlerin bu insanlık dışı eylemleri, Hıristiyan şövalyelerin acımasızlıkta Roma lejyonerlerinden hiç de aşağı kalmadığının bir göstergesi oldu.





Bundan sonra Kudüs’ün ele geçirilmesinin ardından orada neler olduğunu anlatmaya sıra gelir. Ancak o anlatım, bu konu başlığının dışında kalır. Zaten sanırım, daha önce bir başka başlık altında  ilk Kudas kralı olan Godfrey de Bouillon’un bu sefere aslında niçin çıktığını, neden kendisinin “Kudüs fatihi” olarak nitelenmesine karşın bu seferdeki rakibi Raymond de Toulouse Davut’un Kulesi olarak anılan o merkeze çöreklenirken, hiç sesini çıkarmayıp Siyon Tepesi’ne yerleşmeyi yeğlediğini de anlatmıştım.

Böylece Birinci Haçlı Seferi’ni kendimce özetlemiş oldum. Bundan sonra sıra diğer Haçlı seferlerine geliyor ama bu arada bana birkaç gün izin… Daha sonra devam edeciğim kısmet olursa.




ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mayıs 15, 2010, 03:07:40 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Çöl Bilgesi


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
7869 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2007, 02:06:01 öö
Gönderen: shemuel
10 Yanıt
12440 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2012, 03:59:09 ös
Gönderen: Hacamat
4 Yanıt
5191 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 04:27:14 ös
Gönderen: Prenses Isabella
10 Yanıt
9834 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 03:22:56 ös
Gönderen: Prenses Isabella
Bir Masonun Düşü

Başlatan kudüs prensi Insan

0 Yanıt
3434 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2010, 12:39:46 ös
Gönderen: kudüs prensi
1 Yanıt
5540 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 08:44:06 ös
Gönderen: Texan
0 Yanıt
3573 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 14, 2010, 08:28:04 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4916 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2010, 04:59:56 ös
Gönderen: ADAM
29 Yanıt
25917 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2020, 04:29:52 öö
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
1923 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2013, 10:43:26 ös
Gönderen: Etimolog