Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bilim ve Felsefenin Ulaştığı En Derin Hakikat (Dolanıklık)  (Okunma sayısı 9813 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 05, 2016, 12:27:15 ös
Yanıtla #10
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 879
  • Cinsiyet: Bay

Videoyu izleyince aklıma  Hallâc-ı Mansûr'un ''Ene'l-Hakk'' deyişi geldi.

Gerçi bu sözünden dolayı öldürüldü.

Nasıl mı?

Hallâc'ın cezalandırılması yönündeki taleplerin artması üzerine Vezir Hâmid b. Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü. Fakat Vezir Hâmid’in ısrarlı takibi ve baskısı karşısında Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf el-Ezdî idamına hükmetti. Hanefi kadısı İbn Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilince

Hallâc, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırıldı.

''Gerçek İslam bu değil''

Söylemezsek olmazdı.


Ocak 05, 2016, 02:21:11 ös
Yanıtla #11
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 402
  • Cinsiyet: Bay

Kuantum Dolanıklık (Entanglement) Üzerine

Browser ve operating system ayarlarımdan dolayı videoyu izleyemedim ama bu başlık üzerine birkaç şey söylemek isterim. Sayın Fay Frin’İn dediği gibi bu konu kuantum fiziğinin ta kendisidir. Kuantum Dolanıklık, 1935 yılında Einstein, Podolsky ve Rosen tarafından yayınlanan bir makaleyle bilim dünyasına kazandırılan kuantum mekaniksel bir ilkedir.

En anlaşılabilir haliyle kuantum dolanıklık iki veya daha fazla sayıdaki atomaltı taneciğin birbirlerinden uzakta olmasına bağlı olmaksızın birbirleriyle eşzamanlı olarak etkileşebileceğini başka bir deyişle haberleşebileceğini ifade eder.

1935 yılında ortaya atılan bu teorik öngörü 2008 yılında teorik öngörü daha sonra gelişmiş pek çok laboratuvarda şüphe götürmez şekilde deneysel olarak ispatlanmıştır.

Artık bu konu bilimsel bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. 2008 yılındaki çalışmada Salart ve arkadaşları İsviçre Telekom fiber hatlarını kullanarak Cenevre civarında ve aralarında yaklaşık 18 kilometre mesafe bulunan ve aynı kaynaktan gelen fotonların Kuantum Dolanıklık hızlarını ölçmüşlerdir ( Makale Testing the speed of ‘spooky action at a distance, Daniel Salart, Augustin Baas, Cyril Branciard, Nicolas Gisin & Hugo Zbinden, Vol 454, 14 August 2008, doi:10.1038/nature07121).

Basit bir anlatımla; bilesik kuantum sistemlerin holistik (bütünlükçü) bir özelliği olan dolanıklık altsistemler arasında yerel-olmayan (non local) korelasyonları inceler. Bu korelasyon ve etkileşim sayesinde kuantum bilişim yani kuantum bilgisayarları kuramında önemli bie merhale aşılmış olmaktadır.

Bu sayede kuantum teleportasyon, kodlama ve kuantum kriptografi gibi birçok kuantum süreçlerinin daha hızlı başarılması kaçınılmazdır artık. Elbette bu konunun son kullanıcı açısından kullanılır hale gelmesi biraz zaman ihtiyacı olduğu gibi anlşılması/algılanması da güçtür. 

Bileşik sistem tanımlaması birbirlerinden ayırtedilebilir ve ayrılabilir altsistemlerden (iki veya daha fazla) oluuşan sistemleri tanımlamak için kullanılır.

Bilesik sistemin bütünlükçü (bütünleştirici) bir özelligi olan dolanıklık kavramı; bir bilesik sistemin, tek tek alt sistemlerinin durumlarından yararlanılarak yazılamayan durumlarının oldugunu vurgular. İşte bu dolanıklık durumunda altsistemler arasında klasik olmayan (yani kuantum teorisi ile açıklanmaya muhtaç) korelasyonlar vardır. Bu korelasyonlar (yani etkileşimler sayesinde) klasik süreçlerde olmayan amaçları gerçekleştirmek için kullanılabilecek kontrol edilebilir  kaynaklar oluştururlar.

Yukarıda da söylendiği gibi kuantum dolanıklık kavramının ortaya çıkısına öncülük eden çalışma  Einstein-Podolski-Rosen 1935  makalesidir. Mesela iki farklı sistemden oluşmuş bir bilesik sistemin sahip oldugu kuantum durumlarında, altsistemlerin durumları arasında korelasyon varsa iki sistemin dolanıktır.

Dolanık durumlar daha çok elektronlar ve fotonlarla elde edilmeleri yanında atomlar, çekirdekler ve diger iyonlar da bu amaçla kullanılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, aynı orbitali paylasan elektronlar dolanıktır.

Atomaltı süreçler ile ilgili olan dolanıklık mevzuunda  yanlış anlaşılmaması gereken noktayı da bahsetmeden geçmemek lazım. Exacere edilerek bir örnek vermek gerekirse Ankara’daki bir atomaltı parçacık İzmir’deki atom altı parçacıkla haberleşmeye/iletişime geçer/geçecek gibi bir algı oluşmamalıdır.
« Son Düzenleme: Ocak 05, 2016, 02:34:42 ös Gönderen: propulsion »
Nosce te Ipsum


Ocak 05, 2016, 04:46:47 ös
Yanıtla #12
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

Waldow adlı üye, bugünlerde benim paylaşımlarımın altına özenli saçmalıkta şeyler yazmakta. Kuantum fiziği konusunun altında dinle ilgili birtakım şeyler paylaşmak anca size yakışır zaten. Dininizi, imanınızı, gerçek İslamınızı gidip kendi içinizde yaşasanız da rahatsızlık vermeseniz ne güzel olacak. Hayır anlamadığım şey, kuantum fiziğinin altında bu yazının ne işi var Waldow ? Sayın diyemem kusura bakmayın, saygı duymuyorum size. Yobaz kafalara saygı duymak, karakterime bir hakaret olacaktır. Yani siz hiçbir şey söylemeseniz de olur.


Saygıdeğer propulsion, paylaşımınız için çok teşekkür ederim. Ben bu bilgisayar ayarlarından pek anlamıyorum. Youtube'dan izleyebiliyorsanız eğer, sizin için link: https://www.youtube.com/watch?v=UvKiCmFYeBw

EPR kısaltması, üç bilim adamının Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen soyadlarının baş harflerini içeriyor. Podolsky ve Rosen, Einstein’ın çalışma arkadaşlarıdır. Bu üçlü, Physical Review'de Fiziksel Gerçekliğin Kuantum Mekaniksel Açıklaması Tamamlanmış Olarak Düşünülebilir mi? (1935) başlıklı kısa bir makale yayımladılar.[Physical Review 41, 777 (15 May 1935)].
 
Yazarlar, kuantum mekaniğinin eksik (tamamlanmamış) olduğunu, çünkü fiziksel gerçekliğin, deneysel olarak ulaşılabilir belirli determinist unsurlarına ulaşamadığını ileri sürdüler. Nesnelerin fiziksel özelliklerinin, ölçmeden bağımsız olarak kesin, belirli niceliklere sahip olduklarını düşünüyorlardı. Onlara göre her parçacığın ölçsek de ölçmesek de belirli bir konumu ya da belirli bir hızı vardı, bunu belirleyememek kuantum mekaniğinin bir yerlerde eksik/tamamlanmamış  olduğunu gösteriyordu. ‘EPR Paradoksu’, ‘EPR Makalesi’ ve ‘EPR Deneyi’ gibi adlarla da anılan bu makalenin ana düşüncesini, şu ifadeler özetlemektedir:

'Bir sistem, herhangi bir şekilde rahatsız edilmiyorsa, onun bir fiziksel niceliğinin değerini kesin bir şekilde öngörebiliriz, o zaman burada bu fiziksel niceliğe uygun bir fiziksel gerçeklik öğesi objektif olarak var demektir.'

Makalede özgün bir deney önerisi yoktur; ancak bir kaynaktan çıkan iki parçacığın fiziksel nicelikleri tartışılır. Deney önerisini daha sonra, 1951’de David Bohm (1917-1992) getirmiştir. Bu makale, bir kaynaktan çıkan iki parçacığın özelliklerinin birbirine bağlılığı, bu bağlılığın “yerellik” (locality) ve özel göreliliği ihlal edip etmediği, parçacık özelliklerinin önceden belirlenmiş olup olmadığı konularının tartışıldığı, hem bilimsel hem de felsefi bir doküman halini almıştır.

EPR Makalesi, kuantum mekaniğine yönelik bir mantıksal itirazdır ve bu itiraz, yalnız teoride değil, deneylerle çürütülmüştür. Fakat, bu itiraz, hem kuantum mekaniğinin kurucularından olan Einstein tarafından yapılmış son büyük itiraz olması hem de kuantum mekaniğinin anlaşılmasını sağlaması nedeniyle önemini korumuştur.

Einstein, kuantum mekaniğinin olasılık yorumunu ve belirsizlik ilkesini kabul etmeye asla yanaşmadı. Bir grup fizikçi onun safına katıldı. Bu konulara yönelik itirazlarını “Tanrı evreni yönetirken zar atmaz” diyerek dile getirdi. Kuantum teorisini savunma işi ise Niels Bohr’un başını çektiği Heisenberg, Pauli, Dirac, Born’un içinde bulunduğu diğer gruba kalmıştı.

Kuantum kuramı bir sistemin hızının ve enerjisinin sonsuz artırılamayacağını, atom ve atomaltı parçacıkların hem dalga hem parçacık özelliği gösterdiğini, parçacıkların konum ve memontumlarını aynı anda tam bir kesinlikle ölçemeyeceğimizi, bir parçacığın aynı anda iki yarıktan geçebilen özellikte olduğunu (dalga özelliği) göstermiştir.

Parçacık-dalga tartışması başladı. Bir şey nasıl olup da hem dalga, hem parçacık özelliği gösterebiliyordu? Parçacık, belirli boyutu, belirli bir yeri, kesikliliği  işaret ederken; dalga, daha yayılmış bir konumu, bir sürekliliği işaret ediyordu. Bu hengame içinde bir yandan teori, öte yandan da deney gelişiyordu. Teorideki başlıca gelişme Schrödinger’in 1926’da keşfettiği ünlü dalga denklemi ile Heisenberg’in bir yıl sonra keşfettiği belirsizlik ilkesidir. Deneysel gelişme ise 1927 yılında Davisson, Germer ve -onlardan bağımsız olarak-Thomson’ın elektron kırınımını gözlemeleridir.

Kuantum mekaniği, yapısı gereği bir olasılık teorisidir. Bu olasılıkçı yorum, hem Einstein’ı hem de Schrödinger’i rahatsız etmişti. Yalnız onlar değil Max Planck ve  Broglie de sonuçtan mutsuzdu. Schrödinger, sonuçta kuramdan (gelişmesine katkıda bulunduğuna pişman olduğunu söyleyecek kadar!) soğudu. O ve Einstein, o yıllardan itibaren kuantum mekaniğinin mantıksızlığını açığa çıkaracak örnekler bulmaya çalıştılar. Einstein, 1930’da Kutudaki Saat deneyi ile bir itiraz yükseltmiş; ama Niels Bohr (1885-19622, Fizik Nobel 1922), kısa sürede deneydeki hatayı bulup sorunu çözmüştü.

Einstein’ın EPR makalesini yayımladığı 1935 yılında Schrödinger de ünlü “Schrödinger’in Kedisi” diye anılan düşünce deneyini ortaya attı. Einstein savaşı başlatmıştı, Bohr da her defasında onun mantığındaki yanlışı yakalayıp duruyordu. Leon Lederman’ın (1985 Fizik Nobel), Tanrı Parçacığı’nda (1993) dediği gibi “ Einstein kötü çocuktu; bu çatışmaların çomak sokucusu. Din sınıfındaki baş belası bir çoçuk gibi. (“Eğer Tanrı’nın gücü her şeye yetiyorsa kendisinin de kaldıramayacağı kadar ağır bir  kaya yaratabilir mi?”) Kuantum kuramındaki paradoksları ortaya atar dururdu. Bohr, Einstein’ın karşı çıkışlarını önleyen papazdı.”

Yine Lederman’ın anlattığına göre Einstein ve Bohr, tartışmalarını sürdürdükleri orman yürüyüşlerinden birinde kocaman bir ayıyla karşılaşmışlar. Bohr, hemen sırt çantasındaki pahalı koşu ayakkabılarını çıkarıp aceleyle giyinmeye başlamış. Einstein, hayretle sormuş: “ Ne yapıyorsun Niels? Bir ayıdan daha hızlı koşabileceğini mi sanıyorsun?”

Bohr, Einstein’a “Ah. Ayıdan daha hızlı koşmam gerekmiyor sevgili Albert” “yalnızca senden daha hızlı koşmam gerekiyor.” demiş. Bu iki büyük adam yaklaşık 30 yıl tartıştılar; ama yalnızca bilim adamlarında görülen muhteşem bir hoşgörü ve sevgiyle birbirlerini sevip saydılar.
Deterministik doğa anlayışına karşı olasılık yorumunu fazlaca “kesinsiz” bulan Einstein, “Tanrı zar atmaz” sözünü bu amaçla kullanmıştır. “Kuantum mekaniği çok saygıdeğer” diye yazmıştı Max Born’a “Ama içimden bir ses bana bunun gerçek Yakup olmadığını söylüyor. Teori çok fazla hasıla veriyor; ama İhtiyar Kişi’nin sırlarına bizi çok fazla yaklaştırmıyor. Her halükârda, onun zar atmadığı kanısındayım.”


Kaynak: http://atominsan.net/bilim-ve-yasam/epr-paradoksu.html






Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


Ocak 05, 2016, 04:56:56 ös
Yanıtla #13
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

EPR Düşünsel Deneyi

Einstein, kuantum kuramının olasılıkçı yorumuna ve belirsizlik ilkesine duyduğu kuşkuyu ömrü boyunca sürdürdü. Son aktif çıkışını iki arkadaşıyla birlikte 1935'te yaptı. Boris Podolsky (1896-1966) ve Nathan Rosen’le (1909-1995) birlikte kuantum mekaniğinin belirsizlik ilkesine yönelik bir saldırıydı bu. Bu yaylım ateşte olasılık genliklerinin nesnel gerçeği tanımlamaktan uzak olduğu ve dolayısıyla kuantum kuramının tam ya da tamamlanmış bir kuram olmadığı öne sürülüyordu. Kuantum mekaniğinin eksik olduğunu, çünkü fiziksel gerçekliğin, kendi iddialarına göre, deneysel olarak ulaşılabilir belli determinist unsurlarına ulaşamadığını ileri sürüyorlardı.

 (i) Fiziksel nesneler, ölçümden bağımsız olarak, önceden belirli fiziksel gerçekliklere sahiptir. Örneğin bir elektronun spini, hızı, momentumu ve yeri ölçülmeden önce ona doğanın taktığı kimlik kartında yazılıdır.
 (ii) Birbirine bağlı harekete başlayan parçacıklar arasında ilişkinin sürüyor olması, yani ‘uzaktan hayalet etkisi’, özel göreliliği ihlal etmektedir; ayrıca bu ilişki, fiziğin “yerellik (lokality) özelliğine aykırıdır.

Bu makalede özgün bir deney anlatımı yoktur. Deney önerisini 1951'de İngiltere doğumlu fizikçi David Bohm (1917-1992) ileri sürmüştür. Yine de EPR Deneyi diye anılan bu deneyde,  başlangıçta birleşik olan ve sonra ayrılan iki parçacığın birbiriyle "ilişkisi" tartışılır.  Einstein,  başlangıçtaki birleşik olan iki parçacıktan birini ölçerek belirsizlik ilkesinin hakkından gelmek istiyordu. Bir helyum atomundaki zıt spinli  iki elektron ya da nötr piyondan oluşan bir elektron- bir pozitron çifti böylesi bir parçacık çiftine örnektir. Elektron-pozitron çiftini örnek alalım. Zıt yönlerde hareket eden elektron ve pozitrondan diyelim ki elektronun spinini saat yelkovanı yönünde ölçersek, yolu yok pozitronun o andaki spini saat yelkovanının tersi yöndedir!

Bu, açısal momentumun korunumu gereği böyledir (Daha teknik bir dille konuşursak elektron ve pozitron, spini 1/2 olan parçacıklardır.  Sıfır spinli piyondan doğdukları için elektronu +1/2 spinli bulursak, pozitronu kesinlikle -1/2 spinli bulacağız demektir). Daha baştan bulacağımız sonucun zıt spinli olacağını biliyoruz. Buraya kadar bir sorun yok. Devam edelim, böyle bir zıt spinlilik ilişkisi, iki parçacık birbirinden çok uzak olsa da sürer mi? Kuantum kuramına göre sürer. Einstein, nasıl yani bizim yerel olarak işleyen fizik ilkeleri yerle bir mi oluyor?  Sizin şu elektron ve pozitronunuz, ışık hızından daha hızlı bir yolla birbirleriyle iletişim mi kuruyor? diye sorar arka planda! Bohr’un buna son yanıtı, insanın önüne gelmekte olan parçacığın spinini önceden bilemeyeceğini, karar verebilmek için her iki olayı da ölçen gözlemciyi içermek zorunda olduğunu söylemek oldu. Yani bir kere ölçme eylemini gerçekleştirmeliyiz. Ayrıca birçok ölçüm yapmamız gerekir. Ayrıca diyelim ki ben Dünya’daki ölçümlerin bir listesini tutuyorum, birisinin de Mars’taki ölçümlerin listesini tutması gerekir ki, sonuç listelerini karşılaştırabilelim.

İş deneye gelip dayanıyor! Şimdi de bu iki parçacık arasındaki "ilişki"ye bakalım; yani birinin, ötekinin spinini "belirlemesi", bunlar birbirinden çok uzaklarda iken de sürer mi? Kuantum kuramı, böyle bir ilişki olasılığını sıfır görmez iken, yerel nedensellik bunun olamayacağını ileri sürer. İşi, EPR lehine biraz daha abartarak söylemek gerekirse elektron ile pozitron ışık yıllarıyla anlatılan bir uzaklıkta olsa bile aralarında bir "ilişki" olduğu ortaya çıkıyor! Böyle bir ilişki her şeyden önce özel görelilik kuramıyla çelişiyor. Çünkü eğer elektron ve pozitron ışık yıllarıyla birbirinden uzak ise birbirinden nasıl haber alıyor? Haber alıyor demek, ışıktan hızlı bilgi iletiliyor demektir!


Einstein-Podolsky-Rosen makalesinin amacı, kuantum mekaniğinin, öngörüde bulunmak ve verileri açıklamaktaki inkar edilemez başarısına rağmen, mikroevrenin fiziği ile ilgili son söz olamayacağını göstermekti.

Stratejileri basitti: Her parçacığın belli bir zamanda belirli bir hızı ve konumu olduğunu göstermek ve buradan da belirsizlik ilkesinin, kuantum mekaniğine özgü yaklaşımdaki temel bir sınırlılığı açığa çıkardığı sonucuna varmak istiyorlardı. Eğer her parçacığın belirli bir konumu ve hızı varsa, fakat kuantum mekaniği gerçekliğin bu özelliklerini gösteremiyorsa, kuantum mekaniği evrenin yalnızca bir kısmını betimleyebiliyor demekti.

Her ne kadar kuantum belirsizliği, ölçmeyle bozma açıklamasının gösterdiğinden daha derin ise de EPR, bütün belirsizlik kaynaklarını ortadan kaldırıyormuş gibi görünen zekice ve ikna edici bir deney (düşünsel) öneriyordu. Bir parçacığın hem hızını hem de konumunu, parçacığı hiç etkilemeden, dolaylı bir yoldan ölçmenin bir yolu var mıydı? Radyoaktif bir atomun bozunduğunu ve zıt yönlerde, zıt spinlere sahip iki parçacık saldığını düşünelim. İki parçacığın spini hakkında belirli bir ilişki olduğunu bilmemize karşın, gözlemci önüne gelen parçacığın spinini (ya da hızını) öngöremez, önceden bilemez. Sadece tek bir parçacığa bakan bir gözlemci, onun sağa mı yoksa sola mı döneceğini öngöremez. Ancak gözlemci, ölçüm yapar da parçacığın sağa döndüğünü ölçerse, diğer parçacığın sola döneceğini öngörebilir.

Çift yarık deneyini anımsıyor musunuz? Kuantum nesneleri, aynı anda çift yarıktan geçerek kendi kendisiyle girişim yapabiliyordu. Bu bir elektronun, bir fotonun, bir atomun bölünmesi değil, dalga özelliği göstermesiyle ilgili; ama esrarengiz. Dalga-parçacık ikiliğini hayal etmenin belki de en iyi yolu, Amerikalı fizikçi Richard Feynman’ın (1918-1988, Fizik Nobel 1963) ortaya koyduğu ‘çoklu geçmiş’ düşüncesidir. Buna göre bir noktadan bir başka noktaya giden parçacık, yalnızca tek bir geçmişe ya da tek bir yola sahip değildir. Tersine bu iki nokta arasındaki mümkün olan tüm yollardan gidebilir. Her yolun bir genliği ve konumu vardır; bu yolların toplamından parçacığın bir noktaya varma olasılığı hesaplanır. Feynman Diyagramları ya da Feynman Yol İntegralleri bu olasılıkları hesaplamanın aracıdır.

EPR, bir parçacığın belirli bir anda hem hızını hem de konumunu belirleyemeyeceğini gayet iyi biliyordu. Ama EPR’nin kullandığı mantık, biz ölçsek de ölçmesek de  her bir parçacığın kesin bir konumu ve kesin bir hızı olduğu varsayımını kullanıyordu. Onlara göre bu bir gerçeklik sorunudur; bir kuram bu gerçeklikleri betimleyemediği sürece tam bir kuram olma iddiasında bulunamaz. Öte yandan vardıkları sonuca göre, kuantum mekaniği “lokal gerçeklik” (kendi ibareleri değil) konusuna duyarsızdı, özel göreliliğe aykırı bir  durum söz konusuydu. İki parçacık arasında eğer böyle bir iletişim varsa, kuantum mekaniğinin belirlenemezliğini dışta bırakan, daha derinlerde bir teori vardı: 'Gizli değişkenler teorisi.'




NOT: Faydalandığım kaynaktaki yazının tamamını paylaşmadım, okuduğumu özetledim.  Konunun ilerleyişi gerçekleşirse eğer, devam ederiz.

Kaynak: http://atominsan.net/bilim-ve-yasam/epr-paradoksu.html
« Son Düzenleme: Ocak 05, 2016, 05:09:51 ös Gönderen: Fay Frin »
Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


Ocak 05, 2016, 05:11:58 ös
Yanıtla #14
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 879
  • Cinsiyet: Bay

Sn. Fay Frin,

Sizinle şahsi polemiğe girmeyi istemiyorum.

Ancak bazı şeyleri de açıklamam gerekiyor. Öncelikle bir insanla ilgili tek bir mesaja bakarak ön yargıya varmanız yanlış olur. Belki haklısınız paylaştığım hikaye size göre bu konu başlığına uymamış olabilir. Ancak Hallac-ı Mansurun kim olduğunu ve hayatını biliyor olsaydınız (Din ile ilgili hikayeleri, olayları bilmek sizi yobaz yapmaz) aslında bu konu ile bir bağlantısı olduğunu anlardınız. Yazdığım yazıyı ve içerdiği mesajı tam idrak edemediğinizi görüyorum.

Bu saldırgan tavrınızdan vazgeçmenizi öneririm zira çok itici. Karşınızdaki kişiye saygı duymasanız bile bunu ifade edişiniz nazikçe olabilir.

Hiçbir zaman marjinal uçlarda bulunmamanızı tavsiye ederim. Çünkü bu empatiyi yok eder. Nasıl ki ''yobaz'' olarak tabir ettiğiniz radikal dindarlar gülünç duruma düşüyorsa, bunun tam karşısında yer alan cahil ''modern''ler de aynı durumdadır.

Bunun için size okuyun derim. Ama ayrım gözetmeksizin her fikri her düşünceyi okuyun ve akıl süzgecinden geçirin.

Saygılarımla.

Not: Bu mesajımın üzerine hala hakaretvari şekilde yorum yazarsanız cevap vermeyeceğimi biliniz.


Ocak 05, 2016, 05:17:46 ös
Yanıtla #15
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

Gülünç duruma düşen sizsiniz. Saldırıyı yapan ve ben cevap verdiğimde kaçan da sizsiniz. Cevap vermemeniz inanın daha iyi olur. Geçenlerde gördüm de bir paylaşımımın altına yazdıklarınızla resmen benimle dalga geçmişsiniz. Siz önce saygıyı öğrenin, saygı gösterin, sonra saygı bekleyin. Konumuz tasavvuf değil, kuantum fiziği. Bu konuyla ilgili bilginiz varsa buyrun yazın, he eğer yoksa, o zaman saçmalamayın. Hale bak ya, sanki ben başlatmışım gibi bir de ben suçlu çıktım.
Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


Ocak 05, 2016, 09:45:36 ös
Yanıtla #16

atalarımız ne demiş; yağ mumu istersen yağ mumu,bal mumu istersen de bal mumu.madem körlerin ve sağırların birbirini ağırlaması isteniyor ben de bu tanrı misafirlerine-misafirine aşağıdaki ince espriyi yapıyorum. ::) 8)
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/13342/kuantum-ne-demektir-kuantum-dusunce-teknigini-islama-gore-nasil-aciklayabiliriz.html

Değerli kardeşimiz;

Karamsar bir adam, iyimser bir başka adam ve bir fizikçi, bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakmışlar. Karamsar adam, "Ne kadar büyük bir boşluk bu.” demiş. İyimser olanı ise,"Ne kadar da çok yıldız var." diye ona karşılık vermiş. Fizikçiye gelince, o ân bir şey söyleyebildiğini zannetmiyorum. Çünkü bilim dünyası son yarım asırdır ne gördüklerinden ne de göremediklerinden pek emin olamıyor.

İnsanoğlu bir zamanlar havanın boş olduğunu zannediyordu. Her saniye ciğerlerini dolduruyor olmakla birlikte, insanlar için odalarının içinin oksijen, azot, argon, neon, helyum, hidrojen, su buharı, karbondioksit, metan, azot oksit, ozon gibi molekül ve atomlarla kaynıyor olmasını kabullenmeleri, pek kolay olmamıştır sanırım.

Son yıllarda modern fizikte baş gösteren gelişmeler, madde ve parçacık anlayışını değiştirdiği gibi 'boşluk' kavramına da yeni boyutlar getirdi. Günümüz fizik bilimi, 'boşluk’ kavramını yepyeni bir kimliğe büründürdü. Boşluk, hikmet kaynağından özüne yüklenmiş mânâ ile adeta canlandı; evrenin "yaşama ortamı, hayat nefesi ya da enerjisi" şeklinde tanımlamalar aldı.

Kuantum alanı, biçimsiz ve şekilsizdir, bütün biçimlerin tarlasıdır. Bir bakıma evrenin hamuru gibi bir şey. Parçacık dediğimiz sert ve katı madde, bu alanın bölgesel yoğunlaşmasından ibarettir. Kuantum alanı, aynı zamanda faaliyet ve nakil alanı ve ince ilişkiler ağının bir ortamı. Şimdi bu tariflerin, boşluğun "esir maddesi" ile dolu olduğu anlayışı ile ne kadar örtüştüğüne dikkat edelim.

Albert Einstein maddeyi, alanın aşırı derecede yoğunlaştığı uzay bölgelerinden oluşan bir şey olarak tarif ediyordu. Söz konusu yeni fizik anlayışına göre, hem madde hem maddenin bulunduğu alan aynı şeydi.

Kuantuma göre, okyanus gibi uzay boşluğu içindeki varlık denen kara parçaları, altta karalar vasıtasıyla birbirine bağlantılıdır. Kuantum alanı kavramına göre uzay kararlı bir dalga bütünü ve birliği olup, bu etkileşimler "dalgalar" şeklinde gerçekleşmektedir.

Kuantum alanının, icrasına vesile olduğu faaliyetler ve üzerine yüklenen sorumluluklar, bu alanın "esir" ortamına tekabül edip etmediği sorusunu gündeme getirmiştir. Dikkatlerin üzerinde toplandığı nokta ise, bu alanla gelişen anlam derinliğinin, öteden beri var olan esir ortamı anlayışıyla paralellik arz etmesidir. Su ve havada icrasına vesile olan faaliyetler, ortamı dolduran taneciklerle ilgilidir. Yani hava yoksa ses de yayılmaz. O halde uzay, onu boş olmaktan kurtaracak, henüz tam ölçülemeyen, belirlenemeyen taneciklerle doludur.

Boşluklar Boş Değil

Beş duyumuzla algılayabildiğimiz şekliyle Dünyada boşluk, "çerisinde hiçbir şey olmayan yer," de demekti. Oysa içinde yaşadığımız evren, başlangıcı olan bir şey olduğundan, onun içindeki "her yer", sonradan "var" olan tek bir yerdi. Dolayısıyla "içinde hiçbir şey olmayan" bir yerin, bu evrende olması mümkün değildi. Özetle, var edilmiş olan bir yerin, her yerinde mutlaka bir şeyler olmalıydı. Tıpkı denizin içinde kuru bir yer olmadığı gibi, yoktan var edilen bu varlık denizinin içinde de yokluk mânâsında kuru bir boşluk olmamalıydı.

İşte kuantum bilimi, evreni yekpare bir bütün olarak tanımlarken, evrende mutlak mânâda bir 'boşluk’ olmadığını söylerken, bir bakıma bu gerçeğin altını çiziyordu. Başka bir deyişle, içinde 'yokluk’ mânâsında 'boş' bir alan barındırmayan evren, 'var' edilmiş bir evrendi.

Kuantum Alanı ve Esir

Yüzyıllardır süren, "Madde atomlardan mı, yoksa bazı temel sürekliliklerden mi oluşur?" tartışması, modern fiziğin geliştirdiği kuantum alanı kavramı ile hiç beklenmedik biçimde cevap bulmuştu. Çünkü alan, uzayın her yerinde mevcut olan sürekli bir yapıydı. Boş zannedilen alanın, parçacık yönü ile sürekli olmayan; yani, tanecikli bir yapı ortaya koyabildiği görüldü. Çünkü bildiğimiz elektromanyetik bir alan, serbest alan olarak belirebilir (hareket eden dalga-fotonlar) ya da yüklü parçacıklar arasındaki kuvvet alanı olarak ortaya çıkabilir. İkinci durumda kuvvet, etkileşen parçacıklar arasında gerçekleşen bir foton alışverişi şeklinde kendini göstermektedir, iki elektron arasında bildiğimiz elektrik itmesi ise, yine söz konusu foton alışverişi sebebiyledir.

Bu ilginç gelişme ve keşifler boşluktan, nesnel ya da madde ötesi varlıkların doğması anlamına geliyor; alan dediğimiz cisimlerin çevresini, varlığın menşei ve yeşerme ortamı ve hatta faaliyet alanı konumuna yükseltiyordu.

Kuantum elektrodinamiğinin en can alıcı özelliği, iki değişik ve zıt kavramı, elektromanyetik alan kavramı ile elektromanyetik dalgaların tanecik-parça belirişleri olan foton kavramını birleştirmiş olmasıdır. Fotonlar, aynı zamanda birer elektromanyetik dalga oldukları ve bu dalgalar da titreşen alanlardan meydana geldikleri için, fotonlar, aynı zamanda birer elektromanyetik alanın belirişi halindedir, işte kuantum alanı diye ortaya çıkan yeni kavram, kuant ya da foton denen, biçim alabilen bir alanın meydana gelmesidir. Bunun anlamı, bütün atomaltı parçacıkların ve onların etkileşimlerinin, farklı bir alana denk düşmesi ve alandan meydana gelmesidir

Bu alanları meydana getiren nedir? Halen kayıp %80'lik kütle, bu uzay boşluğunun gizli kütlesi midir? Boşluğu doldurduğu bilinen, ama kolayca yakalanamayan, bu yüzden de özellikleri henüz incelenemeyen nötrino gibi gölgemsi maddeler, boşluğun maddesi ya da esirin tanecikleri olabilir mi?

Biz bu tartışmaları bir yana bırakarak "vakum" olarak adlandırılan boşluğun "boş" ve "etkisiz" olmadığı üzerine ulaşılan sonuçlara dikkat çekelim.

Vakumun Anlamı

Vakumun ne olduğu ve özellikleri, halen kuantum fiziğinin en ciddi sorunları arasındadır. Vakumun ne olduğunun anlaşılması, esir ile ilgili sorulara da ışık tutması beklenir. Bütün parçacıkların ve kuvvetlerin alanlarla temsil edildiği Kuantum Alan Teorisi'ne göre vakum, bu alanlar kuantlaştığında karşımıza çıkan sıfır basamağıdır. Sıfır basamağı en temel seviye olmasına rağmen cüz'i miktarda da olsa bir enerji içerir. Sıfır nokta enerjisi (ZPE) adı verilen bu enerji, tüm dalga boyları üzerinden toplandığında sonsuz bir enerjiye tekabül etmektedir. Elbette bizim gözleyebileceğimiz, enerjideki dalgalanmalardır. Nitekim bu sıfır nokta dalgalanmaları (ZPF), vakumda birbirine çok yakın iki metal levha arasında ölçülebilir bir çekme kuvveti oluşturmaktadır (Casimir Etkisi). Vakumu, alanların sıfır seviyesi olarak düşündüğümüzde, vakum bir bakıma esirin titreşimsiz ve durgun haline tekabül edecektir.

Yüzyıllardan beri mutlak boşluk anlamında kullanılan "vakum" kelimesinin bugünkü fizikte yüklendiği anlamı eleştiren bilim tarihçisi Whittaker, kitabına "Esir ve Elektrik Teorilerinin Tarihi" başlığını niçin seçtiğini konusunda şu ilginç açıklamaları yapıyor:

"Başlık hakkında birkaç kelâm edilebilir; niçin esir ve elektrik? Herkesin bildiği üzere, esir, on dokuzuncu yüzyıl fiziğinde büyük rol oynadı. Ancak yirminci yüzyılın başında, temel fikir olarak Dünyanın esire göre hareketini ölçme girişimlerinin başarısızlığa uğraması ve bu tür çabaların her zaman başarısızlığa mahkûm olacağı prensibinin kabul görmesi üzerine, "esir" kelimesi gözden düştü. Gezegenler arası uzayı tamamen boşluk olarak düşünmek ve elektromanyetik dalgaların yayılımından başka hiçbir özelliğe sahip olmayan "vakum" kavramıyla ifade etmek, genel kanaat haline geldi. Fakat kuantum elektrodinamiğinin gelişimiyle, vakum elektromanyetik alanın "sıfır nokta" salınımlarının, elektrik yükü ve akımının "sıfır nokta" dalgalanmalarının ve birden farklı bir "dielektrik" sabitine karşılık gelen bir "polarizasyon"un oturağı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu kadar zengin fızîkî özelliklere sahip bir nesnenin vakum diye adlandırılması, tamamen anlamsızdır, esir kelimesine haklı olarak dönülebilir." (Salih Âdem, Süpersicimler ve Esir, Sızıntı, 275. sayı Aralık 2001)

Esir konusundaki kafa karışıklığına dikkat çeken 2004 Nobel ödülü sahibi Frank Wilzcek, Einstein'ın, esiri fizikten silmek şöyle dursun, bilakis esiri yüceltip fizikçilerin araştırma ve çalışmalarında çok mühim bir konuma yükselttiğinden söz eder. Bugünkü teorik fiziğin büyük bir kısmının, bilhassa Süpersicim Teorisi'nin, adı konmamış bir şekilde esirin mahiyetinin ve özelliklerinin incelenmesi olduğu söylenebilir. Eğer öyleyse kadim anlayışa göre beşinci element olan esir maddesi, diğer elementlerin de anası ve atası ve varlığın aslî unsuru olarak, yakın gelecekte kendinden en çok bahsedilen element olabilir.

Süpersicim Teorisi ve Esir

Kâinattaki tüm parçacıkları ve etkileşimleri bir çatı altında toplayacak Her Şeyin Teorisi, Einstein'dan beri tüm fizikçilerin en büyük hayali olmuştur. Maddeyi, vakumu ve evrenin başlangıcını daha iyi anlayabilmemiz, bu problemin çözülmesine bağlı görünüyordu çünkü. Bu dev problemin çözülmesi yolunda en büyük umut vadeden yaklaşımın Süpersicim Teorisi olduğu biliniyor.

Süpersicim Teorisi'ne göre bütün parçacıklar ve kuvvet taşıyıcıları (elektronlar, kuarklar, fotonlar, gravitonlar vs.) Planck uzunluğu 10-33 (on üzeri eksi eksi otuz üç) cm mertebesinde boyutlara sahip sicimlerden oluşmaktadır. Uçları açık veya kapalı (halka şeklinde) olabilen bu sicimlerin farklı titreşim şekilleri, farklı parçacıklara tekabül etmektedir. Bu teorinin en cazip yönü, dört temel kuvveti ve onlarca temel parçacığı basit bir sicimin titreşimleri ve hareketleri cinsinden ifade edebilme kolaylığıdır,

Süpersicim Teorisi'nin en sıra dışı özelliği, sicimlerin titreşim ve salınımlarını ifade edebilmek için tam on boyuta ihtiyaç duyulmasıdır. Bir zaman ve dokuz uzay boyutunda hareket eden bu sicimler, dört boyutlu uzay zamanımızda noktasal parçacıkları ve bu parçacıklar arasındaki etkileşimleri oluşturmaktadır. Gözlemleyebildiğimiz dört boyutun dışında kalan boyutların, kendi üzerine kıvrıldığı ve çok ufak kaldıkları için fark edilmedikleri düşünülmektedir.

Genel İzafiyet Teorisi, çekim alanlarının, uzay zamanın temelini oluşturduğunu ortaya koyduğu için, çekim de dâhil olmak üzere tüm kuvvet alanlarını içine alan sicimler, aynı zamanda "uzay zaman"ı da meydana getirmektedir, Günümüzde hareketleri belli bir uzay zaman çatısı altında yaklaşımlarla formül edilmeye çalışılan sicimlerin gerçek teorisi bulunabilirse, uzay zamanın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı, dolayısıyla uzayın dokusu, esirin yapı ve mahiyeti hakkında daha doyurucu ve sağlam bilgilere ulaşabileceğiz.

Süpersicim Teorisi sadece esir konusunda değil, kâinatın yaratılışının sırlarıyla da ilgili ip uçları vermektedir. Mevcut fizik teorilerine göre kâinat, "Yalancı Vakum" durumundan "Gerçek Vakum" durumuna bir kuantum sıçramasıyla yaratıldı. Astrofizikçiler, yaptıkları hesaplamalarla, kâinatın toplam enerjisinin yaklaşık olarak sıfır olduğunu gösterirler. Gerçekten de kütle ve hareket enerjilerinden meydana gelen pozitif enerji, çekim gücünün oluşturduğu negatif enerji ile hemen hemen aynı büyüklüğü gösterir. Bu ilginç keşif, muazzam genişlikteki kâinatın "yoktan" var edildiğini gözler önüne serer. Vakumun bahsettiğimiz tanımını hatırlayacak olursak, kâinatın esirdeki bir tür dalgalanma ile başladığını düşündürmektedir.

Gerçekten de Bediüzzaman esirin yaratılışının her şeyden önce gerçekleştiğini ve daha sonra esirden atomaltı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını, Kur'an'ın ilgili ayetinin yorumu olarak ele alır: "Arşı su üzerindeyken..." (Hud, 11/7) ayeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir.(bk. İşarat-ül İ'caz, Bakara 2/29. ayetin tefsiri). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nüfuz kabiliyeti, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri ile su maddesi olsa gerek. Öyleyse bizler, ruh ve enerji bedenimizle hayat enerjisini oradan aldığımız esir deryası içinde yüzen, ama deryadan haberi olmayan balık misalindeyiz.

Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirinde, Hud süresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar, arşın her şeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir." diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat çekmektedir. (bk. Hud Suresi 7. ayetin tefsiri)

Bediüzzaman ve Esir

Esir kavramının bilim tarihi içerisinde geçirdiği dönüşümler bilimin insanî boyutları hakkında fikir vermekle beraber, zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçeklik anlayışına ulaşma ihtiyacı da vardır. Dolayısıyla ilahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması da önem taşımaktadır.

Bediüzzaman esir ile ilgili açıklamalarında, ulvî âlemde yani fizik ötesi kanunlara göre çalışan metafizik âlemlerin yedi tabakaya ayrıldığını belirtir. Açıklamalarında her tabakanın kendine has kanunları bulunduğunu, böylece yedi farklı uzay-mekânın farklı işleyiş mekanizmaları olduğunu, esirin bu âlemlerin ortamı ve alanı olduğunu ifade eder:

    "Madem Âlem-i Ulvide muhtelif teşkilat var, muhtelif vaziyetlerde görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşeleri olan semavat, muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafıza gibi manevî vücutlar var... Elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyattan başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar her bir âlemin birer seması vardır."

Esirin her bir âlemin dokusunu teşkil etmesi ve yedi âlemin ayrı ayrı hüküm kaidelerine göre yapılanmaya maruz kalması şu ifadelerle belirtilir:

    "Esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki; buhar, su, buz, gibi havaî, maî, camid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de; Madde-i Esiriyye'den dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mani-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olamaz." (bk. Nursi, Lemalar, On İkinci Lem'a)

Bediüzzaman "Gök ve yer ve içindekiler O'nu tesbih eder." ve "...sonra iradesini semaya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti; O her şeyi bilir." (Bakara, 2/29) mealindeki ayeti bu açıdan ele alır. Ayeti tefsir ederken, “Sema, dalgaları karar kılmış bir denizdir.” Tirmizî, Tefsîru Sûre 57/1; Müsned, 2/370) Hadis-i şerifinden de ilhamla, esir üzerine dikkate değer enfes yorumlar yapar. (bk. İşarat-ül İ'caz, a.y.)

Bunları Süpersicim Teorisi ışığında ele aldığımızda, bizi dikkat çekici bir noktaya getirmektedir ki varlığın sırrı konusunda zihnimize yeni mertebeler kazandırmaktadır: Süpersicim Teorisi'nde dört boyutlu evrenimizin, kâinatın 10 boyutunun, 4 + 6 şeklinde ayrışması sonucu ortaya çıktığı kabul edilir. Süpersicim Teorisi'nin, tutarlı olabilmek için ihtiyaç duyduğu 10 boyut, acaba semavatın yedi tabaka halinde yaratılması hakikatine de işaret olabilir mi? Kâinat 10 boyutlu bir gerçeklikse, 4 boyutlu evrenimizin (en, boy, uzunluk ve zaman) şehadet âlemi denilen fizik dünya, birinci kat semayı teşkil edecektir. Geri kalan 6 boyut ise ikinciden yedinciye tam altı kat semaya -bilim dili ile parelel evrenler, dinî literatürle gayb ve ahiret âlemleri- karşılık gelmiş olabilir.

Âlemin sırlarını Kur'an'ın ışığında açıklayan Bediüzzaman, esir denen uzay boşluğunun sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun "nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz" edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğunu anlatmaktadır. Elbette ki esir ortamındaki faaliyetler, su ve topraktakinden farklı olacaktır. Çünkü esir, Cenab-ı Hakk'ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye girmeyenlerin, ruhani ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanı olduğunu düşünebiliriz. Diğer taraftan, hava unsurunun manevî cephesi olan esir, bir hüve olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar olmaktadır. Bu sebeple, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madde olarak esir, madde âlemini mânâ âlemlerine bağlayan, hem bu âleme hem de öbür âlemlere benzeyen, ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır.

Alemde sergilenen ilâhî lütuf, güzellik ve hayırlara karşı dua, tesbih, hamd ve ibadetle mukabele eden varlıkların her biri, aynı zamanda ilâhî isimlerin güzelliklerini, kozmik sırları de sergileyen ve haykıran birer ilanname ve dellaldırlar. "O dellalların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve onların kelimelerini her tarafa neşir ve arş-ı azamın canibine sevk etmek için esir unsurunun (sicimler gibi) emirber neferler, küçücük diller ve kulaklar gibi, o güzel kelimeleri dergâh-ı ulûhiyete takdim etmek için, o pek harika acib vaziyeti hava ve esire verilmiştir ki hava âleminin maddî cephesi atmosfere tekabül ederken, manevi cephesi (ışınları, elektromanyetik dalgaları ve hatta duaları nakleden) esire karşılık geldiği kanaatindeyiz.

Tabi ki bu harika faaliyetlerde gerek esiri oluşturan tanecikler olsun gerekse hava tanecikleri olsun, basit bir sebepten öteye gidemezler. Bu icraatların sahibi, kâinatı esir vasıtasıyla bir bütün halinde yapıp, en uzağı en yakın hale getiren, bununla evren çapında birliğini açıkça gösteren, boyutların ve uzayların gerçek sahibi olan Âlemlerin Rabbidir. Aksi takdirde esirin "zerreden çok derecede daha küçük olan zerrelerine; her şeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücud bulan fiilleri, eserleri isnad etmek" demek olacağından, böyle bir fikir "esirin zerreleri adedince yanlıştır." (bk. Osman Çakmak, Kâinat Kitap Atomlar Harf, Altın Burç Yayınları; Osman Çakmak, Boşluğun Anlamı ve Esir Maddesi, Sızıntı, 287. sayı Aralık 2002)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
kalite çöplükte aranmaz.


Ocak 05, 2016, 10:01:43 ös
Yanıtla #17
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

Espriyi anca kendiniz yapar, kendiniz gülersiniz. İnce bir espriyi ancak zeki insanlar yapabilir, bazı insanlarınsa bunun için uğraşmaması daha doğru olacaktır.  ;)


He bu arada radikal dinciliğinizi bu kadar gözüme sokmanıza gerek yok, bunu anlayacak kabiliyetteyim. O kadar komiksiniz ki bilimsel bir kaynaktan yararlanarak kuantum ile ilgili bilgi vermektense, 'sorularla islamiyet' adlı bir siteden yararlanıyorsunuz. İşte gördüğümüz gibi bilimsel konularda bilgisi olmayan insanlar daima siyasetten ve dinden bahseder. Aynı siz ve sizin gibilerin yaptığı gibi. Şimdi kendinizi haklı çıkarmak için diyeceksiniz ki 'ama kuantumla ilgili bilgi paylaşmıştım.' Hahahahha buna gülüyorum sadece. Sizin amacınız kuantumdan bahsetmek değil, din propagandası yapmak bu çok belli.

Geri kalan yazılanlar için ise size güzel bir cevap vereceğim : 'NO COMMENT'   :)
Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


Ocak 05, 2016, 10:21:49 ös
Yanıtla #18

siz yağ mumu istediniz.bazen sevmesek de bazı siteleri bazı kişilere bilgi kaynağı olarak sunarız.hak.
kalite çöplükte aranmaz.


Ocak 05, 2016, 10:34:36 ös
Yanıtla #19
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

Siz tam anlamıyorsunuz sanırım ! Kuantum fiziği konusu başlığı altındasınız ve İslamiyetle ilgili bir siteyi kaynak gösteriyorsunuz. Ne alaka yahu ! Bilgi de ne bilgisi ama o önemli. Bilimsel bilgi olması önemli çünkü tasavvuf konusundan bahsetmiyoruz, fizikten bahsediyoruz. Yaptığınız harekete diyecek söz kalmadı. Sizin sunacağınız sitelere ihtiyacım yok. Neden biliyor musunuz ? Saçma sapan sitelerden edineceğim yalan yanlış bilgiler yerine araştırmak istediğim konuyla ilgili doğru, bilimsel bilgiyi bana sunabilecek bir kitap okumayı tercih ederim. He konu hak ise eğer, radikal dinci kafanızla ömür boyu içinde boğulmak zorunda kalacağınız cehalet, bence de sizin hak ettiğiniz, bunu görebiliyorum.


Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
6705 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 31, 2006, 03:12:45 ös
Gönderen: MASON
5 Yanıt
17157 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 19, 2020, 10:37:24 ös
Gönderen: Mithranın Oğlu
4 Yanıt
9463 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 07, 2015, 10:49:25 ös
Gönderen: burakc
2 Yanıt
3032 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 09, 2009, 12:02:51 ös
Gönderen: degas
5 Yanıt
4250 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2010, 12:13:20 ös
Gönderen: maximia
1 Yanıt
4677 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2011, 06:09:30 ös
Gönderen: ceycet
10 Yanıt
5225 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 15, 2015, 12:56:30 ös
Gönderen: egeran
2 Yanıt
3503 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 19, 2015, 03:40:33 ös
Gönderen: Risus
4 Yanıt
4225 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 30, 2015, 07:21:08 ös
Gönderen: propulsion
6 Yanıt
3792 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 18, 2015, 10:40:33 ös
Gönderen: propulsion