Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 1  (Okunma sayısı 5901 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 23, 2010, 01:26:50 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


BU YAZI DİZİSİ BİRÇOK KAYNAKTAN ESİNLENMEYLE DÜZENLENMİŞTİR.

BİR BAKIMA TARİHSEL NİTELİKLİ BİR KURGUDUR.

HERHANGİ BİR KİTAPTAN AKTARMA OLMAYIP, ÖZGÜN BİR ÇALIŞMADIR.

YER VE KİŞİ ADLARI GERÇEK OLMAYABİLİR.

BU NOT, İZLEYECEK OLAN TÜM BÖLÜMLER İÇİN GEÇERLİDİR.




Merhaba!

Önce size kendimi tanıtayım.

Benim adım Yoapert... Dediklerine göre bu “Tanrı’nın sevdiği” anlamına gelirmiş. Hangi dilde olduğunu bilemem. Benim ülkemin çevresinde birçok yöresel dil vardı; aslında hepsi birbirine benzer ve yer yer karışırdı da.

Kimisi adının sözlük anlamını hayli önemser. Bunu gördüm. Yaşam öykümü anlatırken bir ara örneğini de vereceğim. Benim açımdan pek önemli değil. Kaldı ki adı öyle belli bir anlam taşımayan insanlar da var; onlar ne yapsın?

Demek Tanrı beni seviyormuş… İyi, öyle olsun!

Hangi tanrıymış bu?... Sormadım.

Benim yaşadığım dönemde gerek bizim ülkemizde gerekse çevre ülkelerde o kadar çok tanrı vardı ki… Babam bana bu adı koyarken hangisini öngörmüştü acaba? Ben sormayınca aramızda bu konu hiç açılmadı. Zaten ben de adımın böyle bir anlama geldiğini çok daha sonra öğrendim.

Hangi ülkeden mi söz ediyorum?

Haklısınız, onu daha başta söylemeliydim. Neyse, çok geç kalmış da sayılmam.

Ben doğma büyüme Fenikeliyim. Ancak sonradan uzun süre az güneydeki Yahudiye ülkesinde, öncelikle Kudüs’te kaldım. Orada iş tuttum; ister istemez yerleştim bile. Bir bakıma o ülkenin yurttaşı gibi olup çıktım. Orada ise bana “Yohaben” diyenler de oldu; öylesi onların dilinde belirgin bir anlam taşıdığından olsa gerek. Yohaben, İbranî dilinde “Tanrı’nın oğlu” anlamına gelir. Oysa benim öyle bir iddiam yoktu. Bana sorarsanız sadece asıl adımdan bir dönüştürmeydi bu. Aldırmadım; dert etmedim.

Kimim ben?... Ailem kimlerdendi? Ne iş yapardım? Size yaşam öykümü anlatacağıma göre öncelikle beni tanıyabilmelisiniz. Bu bakımdan asıl bunlardan söz etmeliyim.

Zaman bakımından aslında sonra gelmeli ama işimden başlayayım.

Ben bir bakıma sıradan bir inşaat ustasıyım. Daha doğrusu öyleydim. Sıradan bir inşaat ustasıydım ama hiç de öyle kalmadım; kalamadım. Bırakmadılar. Bu da orada, o yıllarca kaldığım Kudüs’te oldu.

Orada “tek tanrı” adına bir tapınak inşa edildiği, benim de Tanrı’nın oğlu anlamına gelen bir adla çağrıldığım için mi?... Yok canım, onunla ilgisi yok. Sadece olaylar öyle gelişti.

Şimdi düşünüyorum da; keşke sıradan bir inşaat ustası olarak kalabilseydim. Keşke diğer sıradan insanlar gibi tutulaydım. Öyle olmayınca bilseniz başıma neler geldi neler!... Anlatacağım.

Peki, bu “inşaat ustalığı” nasıl bir şey?... Demek istediğim, elbette inşaat ustalığının ne olduğunu biliyorsunuzdur ama benim yaşantı dönemimde bir kişi nasıl inşaat ustası oluyordu, onu biliyor musunuz acaba? Bunu da kısaca, hiç olmazsa özetle anlatmalıyım. Onun için de ta gençliğime uzanmam gerek.

Ancak önce biraz da ailemden söz edeyim.

Biz Fenike’nin ünlü kıyı kentlerinden Sidon’un kırsal bölgesinde yaşıyorduk. Yoksul sayılırdık. Hepsi hepsi bir tarlamız vardı. Tarım ile uğraşır, ekip biçer, kıt kanaat geçinirdik. Dört kardeştik; ikisi erkek ikisi kız. Ben an küçükleriydim. Ben doğduğumda, annemin de babamın da yaşı hayli ileri sayılırdı; bu yüzden en büyüğümüz olan ağabeyim çekip çevirirdi tarladaki tüm işleri. Benim ise çiftçiliğe hiç hevesim yoktu; ailenin geçimi ona bağlı olsa da. Aklım fikrim taş yontup bunları yan yana ve üst üste yerleştirerek sonunda bir bina olacak duvarlar yapmaktaydı. Tüm aile tarlada çalışırken ben iri taşlar toplar, onları babamın eski çapası ve kırık bir balta gibi gereçlerle yontup şekillendirir, yan yana ve üst üste dizerdim. Bir gün çatıyı örtmeyi de hayal ederdim ama o tek başıma ve bu olanaklarla yapabileceğim iş değildi. Ağabeyim tarlada hiçbir işe yaramadığımdan ötürü yakınıp dururdu. Nitekim bu yüzden kendimi bilecek yaşa geldiğimde babam beni alıp kente götürmüş, orada birileriyle görüşerek inşaatçılık mesleğini yürüten bir kuruma teslim etmişti. Böylece ailemden kopmuştum.

İşte o kuruma girdikten sonra bir daha bizimkileri göremedim. Ablalarımın bir bir evlenip gittiğini, annem ile babamın art arda öldüğünü, ağabeyimin de evlendikten sonra tarlamızı satıp rençberlik etmek üzere bir başka yere göçtüğünü, bütün bunlar olup bittikten çok sonra öğrendim.

Zaten bence benim asıl yaşam öyküm Sidon’da, inşaatçılık mesleğinin en eski kurumlarından biri olan Diyonisos Zanaatçıları’na katılışım ile birlikte başlar. Size anlatacaklarım da ondan sonrasıdır.

Diyonisos Zanaatçıları adlı kurum, bildiğim kadarıyla, ben doğmadan birkaç kuşak önce oluşturulmuştu. Merkezleri daha çok Sur, Biblos, Sidon ve Tripoli gibi kıyı kentlerindeydi. Kimisi bu kurumun Ege Denizi yakalarında etkin olduğunu ileri sürer. Yanlış değil ama asal kökeni bizim ülke: Fenike.

Bir bakıma bu kurum, ezoterik bir çalışma sistemi izleyen ve öğretisi bakımından gizemci bir nitelik taşıyan Diyonisos kültü ile de bağlantılıydı. Ancak benim inşaat ustalığı konusunda sözünü ettiğim örgütlenme ve düzen, halkın yaygın dini dışındaki birtakım inanç sistemleriyle, öğretilerle, felsefeyle falan doğrudan ilgili değildi. Pratikti; üretimi somut ve günceldi. En azından işin öteki yönü pek ilgimi çekmiyordu. Benim niyetim şu inşaatçılık mesleğini öğrenmek, bunda elimden geldiğince ilerlemek, yeteneğim elveriyorsa ve becerebilirsem sonunda iyi bir mimar olmak ve böylece ülkeme de hizmet etmekti.

Ancak bu arada sadece işimiz ve mesleğimiz ile bağlantılı değil, daha birçok konuda eğitim gördüm. Gerek teknik gerek bilimsel olduğu kadar düşünsel nitelikli bilgiler de edindim. Belki bu bağlamda o ezoterik ve gizemci nitelikli öğretilerden aktarmalar da vardı; bilemem.

Ben istemesem de bana verdiler o bilgileri. Zararı yoktu; yararı vardı. Kim bilir, belki de itiraf etmeye çekindiğim bir içsel dileğim ve zaten almaya açık olduğum için.

Sanmayın ki babam beni oraya götürüp «Eti senin kemiği benim” gibisinden bir ilgiliye teslim ettikten sonra hemencecik aralarına aldılar. Yok öyle yağma!… Biz her isteyeni, salt istiyor diye almazdık aramıza.

Önce babama aldırış etmeyip, bana defalarca sordular sahiden de bu işe girmek istiyor muyum diye? Olumlu yanıt vermiştim. Bunun çok zor olacağını söylediler; uyardılar, caydırmaya çalıştılar. Hayır, deneyecektim.

Bunun üzerine beni bir sürü sınamadan geçirdiler, olur muyum olmaz mıyım diye. Ağır ve yorucu işlerde çalıştırdılar. Karanlık bir mağarada korkunç görüntü ve seslerle ürkütmeye uğraştılar. Günlerce aç ve susuz bıraktılar. Bulanık bir havuza daldırdılar; ateşe bile attılar. Canlı canlı toprağa gömüp üstümü örttüler. Zamana karşı koşturdular. Önüme birtakım cisimler koyup bunları olması gerektiği gibi sıralamamı istediler. Bilmediğim bir şeyi arayıp bulmam için bilmediğim bir yerlere gönderdiler. Daha birçok şey…

Bütün bunlarla gücümü, dayanıklılığımı, direncimi, buyrultumu, zekâmı ölçtüler. Aklımı kullanmayı becerip beceremediğime baktılar. Asıl niyetimi yani bu işe girmeye gerçekten gönüllü, girersem gelişmeye elverişli bir karakterim olup olmadığını incelediler.

O sırada ben bu uygulamaları böyle amaçla yaptıklarını fark edememiştim. Ne olduğu anlayamamıştım. Bir akıntıya kapılmış, sürüklenip gidiyordum. Hatta pişman bile olmuştum inşaatçılığa heves ettiğime. Bu işe girebilmek için bunlara ne gerek vardı? Ancak hiçbir şey dememiş, karşı çıkmamış, sabırlı davranmıştım.

Sonradan anladım ve öğrendim tüm bunların niçin yapıldığını.

Hem yararlı hem gerekliydi. Öyle her önerilen ya da her isteyen Diyonisos Zanaatçısı olamazdı.

Nitekim yıllar sonra, aynılarını ben de başka adaylara uyguladım. Pek azı başardı; çoğu şu ya da bu aşamada ya kaçtı ya da yıkıldı.

Ben işte o başaranlardan olmuştum.

Tüm sınavları geçtikten sonra bana dileğimin kabul edildiğini ve artık bir Diyonisos çırağı olarak gerek eğitim görmeye gerekse çalışmaya başlayabileceğimi bildirdiler.

Bu, uzun süre zifiri karanlıkta kaldıktan sonra birdenbire aydınlığa çıkmak, ışığı görmek gibi bir şeydi. Tüm yaşamım boyunca tatmış olduğum en büyük mutluluktu.

Başladım.



« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 02:46:06 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 17, 2010, 12:41:40 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 879
  • Cinsiyet: Bay

Okurken sanki bir film izliyormuş hissine kapıldım. Sanırım bu yazı dizisini okurken pek bir keyif alacağım :)


Ocak 09, 2013, 04:34:51 ös
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 599
  • Cinsiyet: Bay

Başladım...

Aldığım 4 not var '1' den,

1- Yoapert
2- Yohaben
3- Diyonises Zanaatçıları
4- Diyonisos Kültü


Devam ediyorum.. Sıradakindeyim.
Ölü Gibi Sessiz...Mezar Gibi Ketum...



חמישים אחוזים חמישים אחוזים בולגרי של יהודים....!!! O:


Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Yanıtla #3

Süleyman Mabedi'ne dair tek arkeolojik buluntu, "Yuaş tableti"'dir.

Tabletin gerçekliği hakkında uzmanlarca ortak bir nokta ya varılamamış ve tablet bir çok spekülasyon'a neden olmuştur.

Konu adli makamlara yansımış ve tabletin gercek olduğu üzerine bir karar alınmıştır.

Sen Özelsin


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
6862 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2013, 08:12:38 ös
Gönderen: NOSAM33
6 Yanıt
4712 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2016, 11:05:16 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
3205 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2010, 06:24:51 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
5114 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2013, 11:18:59 ös
Gönderen: Etimolog
0 Yanıt
2962 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2010, 02:11:05 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2551 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2010, 03:40:47 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
4246 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2016, 02:54:24 öö
Gönderen: resurrected
0 Yanıt
2576 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 20, 2010, 11:38:49 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2684 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2010, 11:14:59 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2587 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2010, 10:54:02 öö
Gönderen: ADAM