Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: DİN DEĞİŞTİREN YAPILAR 1  (Okunma sayısı 3974 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 19, 2011, 04:33:01 ös
  • Ziyaretçi

Sayın Karahan’ın forumda tartışmaya açtığı ve bizlere hayli ilginç bilgilerin aktarıldığı Ayasofya’nın öyküsü “din değiştiren yapılar” başlıklı bir çalışmamı forum üyesi arkadaşlarla paylaşmama vesile oldu.

Tarih boyunca belli bir inanç dizgesine kutsal mekân olarak hizmet veren bir yapı, aradan belli zaman geçip de o yörede bir başka din egemen olunca ya tümüyle yakılıp-yıkılarak ortadan kaldırılmış ya da -mimari yapısı uygunsa- yeni dinin ibadet yeri olarak değişikliğe uğratılmıştır.

Uygarlık tarihi bu konuda sayısız örneklerle doludur.

Şimdi Antik Çağa, hatta daha da öteye uzanarak bazı örnekleri sıralayalım.

Bir inancın kutsal mekânı olarak tanımlayacağımız ilk yer Kudüs’te Hz. Süleyman zamanında yapılan Birinci Mabet’tir.

Tek Tanrı adına inşa edilmiş ilk mabet olması nedeniyle 3 semavi dince kutsal sayılan bu yapının inşaatının ayrıntıları ve yapının mimarına özgü alegorik öykü masonik literatürde sıklıkla işlenmekte olduğundan bu konuya değinmeyeceğim. Üstelik Süleyman Mabedi’nin yapım öyküsüne ilişkin yazılar ve makaleler masonik sır olmaktan çıkmıştır.

Yapılış öyküsü yerine, yıkılması ve yağma edilmesinin öyküsünü tarihsel kaynaklardan yararlanarak sizlerle paylaşacağım.

Birinci Mabed’in yapılış yılları Kudüs merkezli İsrail devletinin en görkemli yıllarına rastlar. Kral Süleyman zamanı söz konusu devletin yükseliş yıllardır. Onun ölümünden sonra yerine geçen kralların kötü yönetimi yüzünden tüm emekler boşa gider. Krallık, 17 yıl gibi kısa bir süre sonra kuzeyde İsrail (Israel) ve güneyde Yahuda (Judea) krallıkları olmak üzere ikiye ayrılır. (M.Ö. 931)

Kudüs, Süleyman’ın torunu Ebiya’nın krallığında Yahuda (Juda) ve Bünyamin (Benjamin) kabilelerinin elinde kalır ve Yahuda Krallığı’nın başkenti olur. Diğer 10 İsrail kabilesi ise krallığın kuzey topraklarında toplanır ve başlarına Süleyman’ın azatlısı Yeroboam’ı getirirler.

Bu iki krallığın birbiriyle olan ilişkisi, genelde düşmanlık şeklinde gelişir. Birçok hükümdar ve sülâleler değiştiren İsrail Krallığı uzun süre yaşayamaz. Yabancı devletlerin akınları önünde ezilir. Özellikle Omri hanedanı sırasında Asurluların İsrail üzerindeki baskıları iyice artar. İkiye ayrılan Yahudiler, kendi aralarında çekişmeler yaşarken, doğudaki güçlü Asur ve Kaldanîler büyük askerî varlıklarıyla İsrail ve Mısır’ı tehdit etmeye başlar.

Görkemli Süleyman Mabedi’nin alınyazısı çok daha önceleri çizilmiştir. Zira Kral Süleyman’ın ölümünden kısa bir süre sonra, Mısırlılar tarafından yağma edilmiştir ama gene de ibadete açıktır ve yıkıntı durumunda değildir.

Asur Kralı 3. Tiglathpileser, M.Ö. 743 yılında Yahuda’nın kuzeyindeki Galile ile Ürdün’ü ele geçirir, Zevulun ve Naftali kabilelerine ait toprakları alır. Bu iki kabileyi sürgüne gönderir. Onun ardılı Kral 5. Shalmanaser de M.Ö. 722-721 yıllarında Reuven, Gad ve Menase kabilelerini sürgüne gönderir. Sonunda, M.Ö. 722 yılında Kral 2. Sargon ülkenin kuzeyini tümüyle işgal eder ve sona kalan beş kabileyi de sürer; yerlerini Asurlular ile doldurur. İslâmî kaynaklar, bu kabilelerin büyük bir bölümünün Nişabur kentine sürüldüğünü yazar.

Kuzeydeki İsrail Krallığı’nın yıkılmasından sonra, Yahuda Krallığı da Asur İmparatorluğu’na bağlı, ancak kendi bölgesinde özerk bir krallık haline gelir. Bu krallık, Babilliler tarafından yıkılıncaya kadar Mısır ve Babil devletleri arasında bir çekişme öğesi olur. Her iki devlet de Yahuda’yı etkisi altına almaya; Yahuda Krallığı da birine karşı diğeriyle bağlaşma (ittifak) kurma yoluyla varlığını sürdürmeye çalışır. Ancak o da İsrail Krallığı’ndan yaklaşık 200 yıl sonra, M.Ö. 586’da Babil Kralı Nabukadnosor tarafından işgal edilir.

Bu işgal sırasında Kudüs’te Kral Süleyman tarafından yaptırılmış Mabed yerle bir edilir. Yahudilerin birçoğu öldürülür. Arta kalanları sürgüne gönderilir.
 
Mabedin, çok tanrıcı bir inanç dizgesi açısından kullanılma olanağı olmadığı için yıkıldığı, kimi kültür tarihçilerince öne sürülmektedir.
   
Mabedin yıkılmasıyla birlikte Kudüs ve çevresinde yaşayan onbinlerce Yahudi, Babil’e sürgüne gönderilir. Tarihsel kaynaklar bu sürgün döneminin 70 yıl olduğunu yazıyor.
   
Bu geçen 200 yıllık dönemde Asur ve Babil krallıklarının yerinde artık Persler egemedir. Pers kralı Keyhüsrev, Yahudilerin ülkelerine dönmelerine izin verince Prens Zorobabel’in önderliğinde Babil’den ana yurtlarına dönen Yahudiler, M.Ö. 515 yılında Kudüs’te  “2. Bet-Amikdaş” adını verdikleri İkinci Mabedi yaparlar.
   
Yahudi tarihçilerine kalırsa, bu Mabed’in yapımı, Pers Kralı’nın Yahudi asıllı karısı Ester’den doğan oğlu Kral 2. Darius’un katkısıyla başarılmıştır.
   
İkinci Mabed de Tanrı’ya adanır ve tapıma açılır ama hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Önceki Mabedin yoğun ruhanîliği, sürekli gerçekleşen mucizeler artık yoktur. Peygamberlik de öyle. On Buyruk tabletlerini içeren o özel, sedir ağacından yapılmış ve altın kaplı Ahit Sandığı kaybolmuştur. Şimdi bu Mabet’te de bir kutsal iç bölüm (Kodeş a Kodeşim) vardır ama boştur. Musa’nın asası, kutsal gıda kabı, Harun’un bastonu, Yâkub’un yastık yaptığı taş gibi tüm kutsal emanetler kayıptır.
   
Zaman zaman doğudan gelen akınlara maruz kalsa da yaklaşık  yüz yıl kadar Kudüs’te  görece huzurlu bir  ortam oluşmuştur. Ama bu huzurlu ortamın bozulması an meselesidir.
   
   


Ağustos 19, 2011, 05:33:09 ös
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın DEDE forumun en yeni üyelerinden biri.

Hoş geldi, safa geldi. Üstelik belli ki bize safalar getirdi.

Bu olayları ben anlatmaya kalksam, hani forumda çok anlatıcı olarak niteleniyorum ya, bu kadar güzelirni başaramazdım.

Ancak bu anlatımın sonrası gelmeden önce ufaktan görüş ve eleştirilerimi ortaya koymaktan da geri kalmayacağım. Sayın DEDE'nin anlatım tarzından daha gelir gelmez eleştiriye uğramasından ötürü üzüleceğini sanmıyorum.

Birincisine eleştiri değil de burada değinilmesi yararlı olan bir bilgi diyelim. Her ne kadar Tevrat'ta Kral Süleyman zamanında Kudüs'te yapılmış olan bu tapınak iki ayrı kitapta uzun uzun anlatılırsa ve her ne kadar bir de günümüzde Masonluk bu tapınağı bir simgesel değer olarak ritüellerine almışsa da, günümüzün arkeologları M.Ö. 10. yüzyıl ortalarında Kudüs'te böyle bir yapının inşa edilmiş olduğunu doğrulamıyor; ne Moriah ne Sion Tepesi'nde... Böyle bir şey olmadığını da söyleyemiyorlar çünkü henüz yaşı ölçülememiş o tüneller var yeraltında ama teyit yok işte. Kim bilir, belki de o tapınak Tevrat'ta pek bir abartılmıştı, aslında öyle koskoca bir külliye değil sadece basit bir binaydı önüne dikilmiş olan iki sütun ile İsrailoğulları'nın daha önce çölde göçebe iken yaptıkları ve sonradan tabernakl denilmiş portatif ahşap yapının taştan yerleşik karşılığı...

Bu binanın özelliğini de masonlar abartmış ritüellerinde. Bu tapınağın öyle tüm dinler ve inançlar için bir ortak tapınak olduğu alan yok şayet yapılmışsa. Ortada bir sorun var Benjamin ve Judah kavimleri arasında. Bu sorunun bir boyutu siyasi bir boyutu dinsel. Tapınak bu iki kavim arasında bir barış sağlanmasını öngörüyor. Bunu Tevrat'ın satır aralarından çıkarmak gerekiyor.

Babilliler niçin yıkmış ve yakmış bu tapınağı öylesine evrensel ise?... Unutmayalım, Antik Çağ ve öncesinde puta tapar ülkelerin tutumlarından biri ele geçirdikleri ülkenin putunu da kendi ülkelerine getirmeleri, böylece güçlerini dinsel bakımdan da geliştirmektir.

Peki, varsaysak ki Süleyman Tapınağı yapılmış… Oradan taşınacak ne var put nitelikli? Olsa olsa Ahit Sandığı’nın üzerine yerleştirilmiş Kerubiler. Ancak o sandığın ele geçirilmiş olup olmadığı belli değil. Bundan hiçbir kaynakta söz edilmiyor.  Ayrıca sözü edilen çok önemli değerler var: Manevi falan değil maddi. Tapınaüğı yıkıp yakacaksın ki bunları bulup götüresin…

Zaten tarih boyunca tapınakların yıkılıp yakılmasının bir nedeni de budur. Öyle dinsel çelişki falan değil. Duvarların içinde, taşların arasında, zeminin altında neler saklı? Asıl önemsenmiş olan onun bulunması. Din konusu bahane…

…………

Bir de eleştiri demiştim değil mi?.... O da İkinci Tapınak ile bağlantılı anlatımıyla bağ3lantılı Sayın DEDE’nin.

Ben derim ki… Her şey kabulüm ama şu olamayan nesneler arasından  Hz. Yakup’un başının altına yastık ettiği söylenen taşı çıkaralım. Çünkü o taş hiçbir zaman kutsal emanetlerin kapsamına girmemiştir. Anlatılan efsane ve mucizeler arasında bir yeri vardır kuşkusuz ama kutsal emanet değil bence… Yanılıyorsam düzeltilsin lütfen.

Ben, kendi hesabıma bu yazı dizisinin sonrasını bekliyorum dört gözle.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ağustos 19, 2011, 08:52:12 ös
Yanıtla #2
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 243

Sayin DEDE'ye yazisi icin tesekkur ediyorum. Bekledigim gibi sitemiz degerli bir yazar daha kazanmis oldu. Bu yazi dizisinin devamini beklerken su asamada sadece birkac ufak fikir beyani yapmak isterim.

Ben de kendisiyle Hz.Suleyman Mabedi'nin yikilmasi ve yeniden yapilmasi konusundaki tarihsel yaklasimi paylasanlardanim.

Sayin ADAM da Mabed'in yeraltindaki tunellerine deginmis. Onlarin da York Riti vasitasiyla yogun olarak Masonik efsanelerin konusu oldugunun altini cizmek isterim.

Bir de, Sayin ADAM gibi benim de bildigim kadariyla, kutsal emanetlere arasinda Yakup'un tasi yoktu. Tapinagin bahsedilen en kutsal kismindaki Ahit Sandiginda, On Emir tabletleri (bazilarina gore sadece 2 tane tablet), Harun'un bastonu, kutsal gida (manna) kabi ile Musa ve Harun'a ait diger birtakim esya ve yazilar bulunmaktaydi.

Tabii, bence bu biraz isin detayi. Zaten yagmaci barbarlar, Yakup'un tasini gorseler de, onu anlayip da yanlarina alacaklarini sanmiyorum.

Sevgi ve Saygilarimla,
Eureka
« Son Düzenleme: Ağustos 19, 2011, 09:09:00 ös Gönderen: Eureka »
The mason square doth clear the air of folly and deception
The rule is straight, the angle clear, for greatness has direction


Ağustos 22, 2011, 11:23:17 öö
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

Sayın ADAM ve Sayın Eureca'nın "Din Değiştiren Yapılar" adlı çalışmayla ilgili olarak yaptıkları katkı ve eleştirilere ancak teşekkür edilir.

Her iki üyenin de belirttikleri gibi arkeolojik araştırmalar, Süleyman Mabedi'nin  -Yahu-diler tarafından verilen adıyla 1. Bet Amikdaş'ın- var olup olmadığına ilişkin kesin bilgiye ulaşılamadığını gösteriyor. Bunun nedeni ise çok basit. Süleyman Mabedi'nin kalınıtları üzerinde -varsayımsal kalınıtıları demek daha doğru- Kudüs kenti M.S, 638 yılında Müslümanlarca fethedildiğinde Mescid-i Aksa adı verilen önceleri çok küçük, sonraki yıllarda eklentilerle büyütülmüş bir mescid inşa edilmiş.

Söz konusu mescidin varlığı kapsamlı bir arkeolojik araştırmayı engelliyor.  Bunun da bir nedeni var. Aşırı dindar bir başka deyişle bağnaz Yahudiler tarafından bu mescidi yoketmek amacıyla çeşitli bombalama girişimleri yaşandı.

Yahudi tarihçiler ya da bazı İslami kaynaklar böyle bir Mabedin varlığı konusunda başvurulacak kaynaklar olduğu sürece gerçek bir bilimsel sonuca ulaşmak zor.

Süleyman Mabedi ile ilgili olarak, burada benim için önemli olan Masonların böyle bir mabed varmış gibi davranarak birçok ritüelik ögelerini ve derecelerini bu varsayımsal mabed üzerine inşa etmiş olmaları. Yaptığım araştırmalar ve araştırdığım masonik kaynaklar 3. dereceden başlayarak ta 14. dereceye kadar Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Ritinde -belki başka ritlerde de vardır- Süleyman mabedi, Kral Sleyman, Sur Kralı Hiram ve Hiram Abif adlı mimar üzerine kurgulanmış öyküler yer almakta. Anlaşılan Yahudi inançlıları, Yahudi tarihçileri ve Masonlar bu konuyu çok ciddiye almışlar.

Her  ne kadar kimi mason araştırmacılar Süleyman mabedi çevresinde gelişen olayların alegorik öyküler olduğunu ve bu öykülerin tarihsel gerçekliğinin değil, vermek istediği ahlak ve erdem öğütlemelerinin önemli  olduğunu öne sürseler de Süleyman Mabedi'nin ve hatta İkinci Mabedin yani Zorobabel önderliğinde yıllar sonra yapılan Mabedin Masonlukta çok önemli yeri olduğu kesindir.

Hazırlayıp sunmaya çalıştığım yazı dizisi içinde Süleyman Mabedinin öyküsü bir bölüm olarak yer alıyor. Yoksa Süleyman Mabedi'nin Masonluktaki yeri ve önemi konusu beni çok aşar...

Sayın ADAM'ın şöyle bir sorusu var: Bu tapınak madem ki bu denli evrensel idi o zaman Babilliler onu neden yıkmış?

Bence haklı bir soru. Babillilerin asıl amacı zapt ettikleri ülkeleri yağmalayıp, haraca bağlayıp ve zenginlikleri talan etmek. Bu nedenle Mabed içinde Mısır yağmasından sonra ne kalmışsa -altın gümüş eşyalar- alıp götürmüşler. Bu arada kutsal sayılan bazı eşyaların da yağmalandığını Yahudi kaynaklar söylüyor. Aytrıntılı bilgi için Gözlem Yayınevince yayımlanan ve Yusuf Besalel adli Yahudi bir araştırmacının hazırladığı 3 ciltlik Yahudi Ansiklopedisine ve Prof. Paul Johnson'ın Yahudi Tarihi adlı eserine ve www. sevivon.com adlı siteye başvurulabilir. Yukarda verdiğim kaynaklar Yakub'un yastık taşını da kutsal emanetler arasında sayıyor. Bana kalırsa bir yanlışlık var bu savda. Bir defa Babilliler bu taşın kutsal olup olmadığını nerden biliyorlar. Üstelik yağmalanacak altın ve gümüşler dururken taşı kim ne yapsın?

Benim taş üzerinde biraz durmamın bir başka sebebi var. O da bu taşın Masonluk için  önemi. Ama bu önemi ben değil de bir başka yetkin üyemiz açıklarsa daha doğru olur.

Süleyman Mabedi'nin evrenselliği konusu da biraz şaibeli. Bu evrensellik eğer üç semavi din söz konusu ise biraz ciddiye alınabilir ama o dönemlerin putperest inançlıları için sadece içindeki zenginlik "evrensel."

Mabede evrensel yaftasını yapıştıranlar da yalnızca masonlar. Oysa Yahudi kaynaklar Mabedin yalnızca Yahudi inancını taşıyan kişiler için yapıldığını söylüyor. Masonlar ise ona evrensellik atfediyorlar. Eğer Mabed yalnız Yahudiler için yapıldıysa  Baal inançlısı
Mimar Hiram Abif'in naaşı nasıl olur da Kadoş A Kadoşim adlı kutsalların kutsalı olan yere defnedildi? Hem de törenle...(Yanlış mı biliyorum yoksa..)

Sayın ADAM'ın bu sorunun ardından yaptığı Antik Çağ ve öncesine ilişkin bir saptamasına pek katılamıyorum. O da şu: Puta tapar ülkeler ele geçirdikleri ülkelerin putlarını da kendi putları arasına koyarlardı.

Bu olgu Antik Çağda yalnızca Roma için geçerli. Zira Roma büyük bir imparatorluk olma yolunda gelişme gösteriyordu. Bu nedenle ele geçirdikleri ülkelerin tanrılarına Panteonlarında yer veriyorlardı. Bir çeşit dinsel sömürü  "takıyye" anlayabildiğim kadarıyla...
Babil ve Asurların hatta Perslerin hiç böyle bir tezgahlarına rastlamadım..

Sevgili ADAM ve Eureca

Yazı dizisinin devamında da katkı ve eleştirilerinizi bekliyorum...


Ağustos 22, 2011, 12:28:57 ös
Yanıtla #4
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Elbette Sayın DEDE bu yazı dizisine devam etmeli... Çok değerli bilgiler bunlar. Başka hiçbir yerde bulabileceğimizi de sanmıyorum.

Karşımda resmen ciddi sbir araştırmacı görüyorum. Onun ile tartışmak benim için de zevk olacak. Bu tartışmalardan diğer forum üyeleri ve izleyicilerinin de yararlanacağından eminim.

Şu savaş sonrası yenen ülkenin, yenilen ülkenin putunu alarak kendi ülkesine götürdüğü konusunda henüz ısrarlı oluşumu yitirmiş değilim. Bu bağlamda zihnimde kalmış olan bu bilgi kırpıntısının asıl birikimden kaynağını bulmalıyım. Bulursam, bu konuya dönerim. Ancak elbette bu kesinlikle bir yan başlık. Sayın DEDE'nin asal başlık konusuyla bağlantısı yok.

Ancak madem Sayın DEDE konuya Süleyman Tapınağı ile devam etmek ister, (ben mabet sözcüğü yerine tapınak benimsiyorum biliyorsunuz) o zaman kendisine bu forumda benim yazmış olduğum şu "Bir Tapınak Yapldı" başlıklı kurgu dizime göz atmasını öneririm. Kurgu olmasına kurgudur da kaynakçaya dayalıdır; o bakımdan değerlendirilebilir belki.

Bu açıklamalar üzerine daha önce katkıdıa bulunmuş olan sayıns Eureka'nın da diyecekleri vardır belki. Hem sadece onun mu? Çok güzel bir ortam yakaladık dostlar! Buyurmaz mısınız?



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
3359 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 23, 2011, 12:43:26 ös
Gönderen: DEDE
3 Yanıt
3801 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 25, 2011, 05:37:43 ös
Gönderen: ADAM