Sayın Karahan’ın forumda tartışmaya açtığı ve bizlere hayli ilginç bilgilerin aktarıldığı Ayasofya’nın öyküsü “din değiştiren yapılar” başlıklı bir çalışmamı forum üyesi arkadaşlarla paylaşmama vesile oldu.
Tarih boyunca belli bir inanç dizgesine kutsal mekân olarak hizmet veren bir yapı, aradan belli zaman geçip de o yörede bir başka din egemen olunca ya tümüyle yakılıp-yıkılarak ortadan kaldırılmış ya da -mimari yapısı uygunsa- yeni dinin ibadet yeri olarak değişikliğe uğratılmıştır.
Uygarlık tarihi bu konuda sayısız örneklerle doludur.
Şimdi Antik Çağa, hatta daha da öteye uzanarak bazı örnekleri sıralayalım.
Bir inancın kutsal mekânı olarak tanımlayacağımız ilk yer Kudüs’te Hz. Süleyman zamanında yapılan Birinci Mabet’tir.
Tek Tanrı adına inşa edilmiş ilk mabet olması nedeniyle 3 semavi dince kutsal sayılan bu yapının inşaatının ayrıntıları ve yapının mimarına özgü alegorik öykü masonik literatürde sıklıkla işlenmekte olduğundan bu konuya değinmeyeceğim. Üstelik Süleyman Mabedi’nin yapım öyküsüne ilişkin yazılar ve makaleler masonik sır olmaktan çıkmıştır.
Yapılış öyküsü yerine, yıkılması ve yağma edilmesinin öyküsünü tarihsel kaynaklardan yararlanarak sizlerle paylaşacağım.
Birinci Mabed’in yapılış yılları Kudüs merkezli İsrail devletinin en görkemli yıllarına rastlar. Kral Süleyman zamanı söz konusu devletin yükseliş yıllardır. Onun ölümünden sonra yerine geçen kralların kötü yönetimi yüzünden tüm emekler boşa gider. Krallık, 17 yıl gibi kısa bir süre sonra kuzeyde İsrail (Israel) ve güneyde Yahuda (Judea) krallıkları olmak üzere ikiye ayrılır. (M.Ö. 931)
Kudüs, Süleyman’ın torunu Ebiya’nın krallığında Yahuda (Juda) ve Bünyamin (Benjamin) kabilelerinin elinde kalır ve Yahuda Krallığı’nın başkenti olur. Diğer 10 İsrail kabilesi ise krallığın kuzey topraklarında toplanır ve başlarına Süleyman’ın azatlısı Yeroboam’ı getirirler.
Bu iki krallığın birbiriyle olan ilişkisi, genelde düşmanlık şeklinde gelişir. Birçok hükümdar ve sülâleler değiştiren İsrail Krallığı uzun süre yaşayamaz. Yabancı devletlerin akınları önünde ezilir. Özellikle Omri hanedanı sırasında Asurluların İsrail üzerindeki baskıları iyice artar. İkiye ayrılan Yahudiler, kendi aralarında çekişmeler yaşarken, doğudaki güçlü Asur ve Kaldanîler büyük askerî varlıklarıyla İsrail ve Mısır’ı tehdit etmeye başlar.
Görkemli Süleyman Mabedi’nin alınyazısı çok daha önceleri çizilmiştir. Zira Kral Süleyman’ın ölümünden kısa bir süre sonra, Mısırlılar tarafından yağma edilmiştir ama gene de ibadete açıktır ve yıkıntı durumunda değildir.
Asur Kralı 3. Tiglathpileser, M.Ö. 743 yılında Yahuda’nın kuzeyindeki Galile ile Ürdün’ü ele geçirir, Zevulun ve Naftali kabilelerine ait toprakları alır. Bu iki kabileyi sürgüne gönderir. Onun ardılı Kral 5. Shalmanaser de M.Ö. 722-721 yıllarında Reuven, Gad ve Menase kabilelerini sürgüne gönderir. Sonunda, M.Ö. 722 yılında Kral 2. Sargon ülkenin kuzeyini tümüyle işgal eder ve sona kalan beş kabileyi de sürer; yerlerini Asurlular ile doldurur. İslâmî kaynaklar, bu kabilelerin büyük bir bölümünün Nişabur kentine sürüldüğünü yazar.
Kuzeydeki İsrail Krallığı’nın yıkılmasından sonra, Yahuda Krallığı da Asur İmparatorluğu’na bağlı, ancak kendi bölgesinde özerk bir krallık haline gelir. Bu krallık, Babilliler tarafından yıkılıncaya kadar Mısır ve Babil devletleri arasında bir çekişme öğesi olur. Her iki devlet de Yahuda’yı etkisi altına almaya; Yahuda Krallığı da birine karşı diğeriyle bağlaşma (ittifak) kurma yoluyla varlığını sürdürmeye çalışır. Ancak o da İsrail Krallığı’ndan yaklaşık 200 yıl sonra, M.Ö. 586’da Babil Kralı Nabukadnosor tarafından işgal edilir.
Bu işgal sırasında Kudüs’te Kral Süleyman tarafından yaptırılmış Mabed yerle bir edilir. Yahudilerin birçoğu öldürülür. Arta kalanları sürgüne gönderilir.
Mabedin, çok tanrıcı bir inanç dizgesi açısından kullanılma olanağı olmadığı için yıkıldığı, kimi kültür tarihçilerince öne sürülmektedir.
Mabedin yıkılmasıyla birlikte Kudüs ve çevresinde yaşayan onbinlerce Yahudi, Babil’e sürgüne gönderilir. Tarihsel kaynaklar bu sürgün döneminin 70 yıl olduğunu yazıyor.
Bu geçen 200 yıllık dönemde Asur ve Babil krallıklarının yerinde artık Persler egemedir. Pers kralı Keyhüsrev, Yahudilerin ülkelerine dönmelerine izin verince Prens Zorobabel’in önderliğinde Babil’den ana yurtlarına dönen Yahudiler, M.Ö. 515 yılında Kudüs’te “2. Bet-Amikdaş” adını verdikleri İkinci Mabedi yaparlar.
Yahudi tarihçilerine kalırsa, bu Mabed’in yapımı, Pers Kralı’nın Yahudi asıllı karısı Ester’den doğan oğlu Kral 2. Darius’un katkısıyla başarılmıştır.
İkinci Mabed de Tanrı’ya adanır ve tapıma açılır ama hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Önceki Mabedin yoğun ruhanîliği, sürekli gerçekleşen mucizeler artık yoktur. Peygamberlik de öyle. On Buyruk tabletlerini içeren o özel, sedir ağacından yapılmış ve altın kaplı Ahit Sandığı kaybolmuştur. Şimdi bu Mabet’te de bir kutsal iç bölüm (Kodeş a Kodeşim) vardır ama boştur. Musa’nın asası, kutsal gıda kabı, Harun’un bastonu, Yâkub’un yastık yaptığı taş gibi tüm kutsal emanetler kayıptır.
Zaman zaman doğudan gelen akınlara maruz kalsa da yaklaşık yüz yıl kadar Kudüs’te görece huzurlu bir ortam oluşmuştur. Ama bu huzurlu ortamın bozulması an meselesidir.