Çok değişik bir yaklaşım...
Kötülükle özgürlüğü eş tutmak...
Var olan en özgür şey Tanrı'dır. Şey diyorum çünkü Tanrı'yı anladım diye bilecek halde değilim. Özgürlük aslında insana Tanrı'nın sunduğu güçtür. Yarata bilme veya var ede bilme gücüdür. Kötülük ise yaratıcılık yeteneğine sahip olmayan insanların, yaratılan Tanrısal güzellikleri yok ede bilme becerisidir. Buda güdü ile gerçekleşir. Kötülük planlama ile olmaz güdüler ile oluşur. Kötü olmak düşünülerek gerçekleşmez, iç güdüsel oluşur... Bu da Tanrı'nın noksan olduğu kalplerde sanırım yeşeren bir güdüsel düşünce olmasından kaynaklıdır. Melekler ise içi Tanrı dolu, güdü yoksunu, planlı varlıklardır.
İnsan olmayı bece bilmiş varlık kötülük yapamaz çünkü; içinde yaratılmışın kıymetlisi olan Tanrı'nın sevgisini taşıyan duygularla dolu olduğunda adı insan olur.. Kötülük sadece ve sadece güdüdür... Eksikliktir... Olmamışlıktır.. Yarımlıktır..
Ben aslında kötülüğü özgürlükle eş tutmadım. Kötülüğün, bir irade olarak özgürlük ortamında gerçekleşeceğini söyledim. Aynı özgürlük ortamında iyilik için de geçerlidir. Ortada tercih yapabilecek bir canlı var mı? Var. Dolayısıyla kötülük ve iyilik de bu yüzden vardır.
Öte yandan salt özgürlüğün insana bir eylem gücü verdiğinden başka bir güç olmadığını düşünüyorum. Yani salt özgürlük, yaratıcılık doğurmaz. O aynı zamanda kötülük de doğurur. İnsanın yaratıcı eylemler ile yıkıcı eylemlerinin oluşma mekanıdır özgürlük.
Kötülüğün temelinde güdüler, yani duygular olduğunda sizinle hemfikirim. Ama onun düşünülmeksizin gerçekleştiğini sanmıyorum.
Açıklayayım. Bence tüm kötülükler, önce bir yoksunluktan doğar. İnsan, bir takım şeylere sahip olmadığını farkeder. Bunu daha çok, başka insanların o şeye sahip olduğunu görerek farkeder. Burada bir şeylerin yoksunluğu vardır. Mesela bu somut bir şey olarak her çeşit mal, para olabilir. Veya bir yeteneğin eksikliği olabilir. Ben çok iyi çalışıyorumdur, iş arkadaşım ise benimle aynı yetenekte değildir, ve "kendi yoksunluğunu" farkeder. Kötülük henüz oluşmamıştır kafasında. Yine mutlu insanlar, mutluluklarına sahip olamayan insanların ilgilerini çekerler ve onlarda da bir yoksunluk farkındalığı oluştururlar.
Kötülük henüz oluşmamıştır. (Buraya dikkat).
İşte, bu yoksunluk, eksiklik farkındalığından sonra, o insan güdülerini (güdü burada devreye girer) tatmin etme ihtiyacı hisseder. "neden ben de buna sahip olmayayım ki?" "neden ben de böyle yaşamayayım ki?" veya "neden ben de bu yeteneğimi geliştirmeyeyim ki?" diye.
Bu durumda insan eksik bir pozisyondadır. Kendi eksikliğini farketmiştir, artık bir kaygısı vardır. Mal kaygısı vardır, şan-şöhret-popülerlik kaygısı vardır, cinsellik kaygısı vardır, tecrübe etme, denemiş olma kaygısı vardır, kısaca hayatta insanı mutlu eden her bir şeye kaygısı vardır.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Bu kaygıları ben hiçbir zaman kötülemiyorum. Normal bir insanın sahip olması gereken hayat kaygılarıdır bunlar. Hatta Psikolog Alfred Adler'e göre, tüm gelişim bu eksiklik farkındalığından doğmaktadır. Alfred Adler buna aşağılık kompleksi diyordu, ve istisnasız tüm insanların hayatlarının her döneminde bu duyguyla güdülenip, başarma hırsı elde ettiklerini söylüyordu. Bence yerden göğe haklıdır. Sinoplu Diyojen (ve tüm tasavvuf çilecileri) ise ne yazık ki benimle hem fikir değil ; onlar tüm bu kaygıları, kötülüğe yönlendirdiği için eleştirir de eleştirirler. İnsanın mutlu olması için yolları bellidir; "tüm kaygılarını bir kenara bırak ve mutlu ol" ne kadar basit değil mi?
Bu, tabii ki kaygısı olmayan insan için mutluluk sağlayabilir. Ama bunu başarmak çok zordur. Ayrıca bu tip bir yaşam ataleti, az çalışmayı, durgunluğu vb. beraberinde getirecektir. Sinoplu Diyojen gibi köpeksi yaşamaya neden olacaktır.
Sinoplu Diyojen ve tarih boyunca bu adamla fikirsel arkadaşlık etmiş insanların bir yanılgısı vardı; kötülük, evet bu kaygılardan, sizin deyiminizle bu güdülerden çıkar. Fakat gelişim de bu kaygılar sonucu ortaya çıkan bir şeydir.
İşte kötülüğün olduğu noktaya geldik.
Yoksunluğunu farkeden, ve artık bir kaygısı olan insan için önüne iki yol çıkar.
Bu iki yoldan birini, özgür iradesiyle seçmek ve tatbik etmek zorundadır. (Ha bunu ister bilinçli bir şekilde yapar, ister bilinçsiz bir şekilde, bu sonuçta kendi eyleminin sorumluluğundan kurtulma lüksünü ona vermez).
Birinci yol, eksikliğini farkettiren şeye ulaşmak için ÇALIŞMAKTIR! Gelişmek için çalışmaktır. Çaba sarfetmektir. Enerji sarfetmektir. O hedef her neyse buna meşru yollardan ulaşmayı istemek ve sonunda başarmaktır.
İkinci yol ise, (işte şeytan burada devreye girer ve kötülük burada başlar) o şeyi çalmaktır. Çaba sarfetmeden o şeye konmak istemektir.
Eğer o şey çalınmakla elde edilecek bir şey değilse (örneğin bir insanın mutluluğuna özenebilir ve onun mutluluğunu çalıp siz mutlu olamazsınız, veya biri çok başarılıysa, onun başarılı olma yeteneğini çalamazsınız) o halde, kendi kaygısından kurtulmak için, o kişiyi alaya alma, gülme, arkasından iş çevirme, işini yokuşa sürme, dedikodusunu yapma, huzurunu bozma veya en kötüsü o adamı öldürmek gibi seçenekler sizi mutlu edecektir.
Şimdi kim tüm bunların plansız olduğunu söyleyebilir? Belki evet, kötülük yapan insan bu kadar düşünmüyor. Ama kötülük yapan insan, kendisine hiç zararı dokunmasa da bir insana düşmanlık etmesinin nedenini kendisi çok çok iyi biliyor. Bu, kendine dahi itiraf etmek istemeyeceği bir şeydir; haset.
Güdülerini meşru yolla tatmin etmek varken, gayrı meşru yolla tatmine kalkışmak kötülüğün bir tanımıdır. "Ben başaramıyorsam, başkasına zarar vereyim" Kötülüğün en büyük prensibidir. Bu öyle bir prensiptir ki, kişi hiçbir maddi veya manevi kazanç sağlamamasına rağmen, bir başkasının mutluluğunun bitmesinden mutlu olur. Bir hırsız en azından çaldığı paradan mutlu olur. Parasını çaldığı kişinin mutlu olup olmaması kendisini çok ilgilendirmez. Ama kötülüğün en uç noktası, kötülük uğruna kötülüktür ki, bu kendisi gayrımeşru da olsa hiçbir fayda sağlamadan, başkasının mutluluğunu hatta bizzat cinayetle varlığını ortadan kaldırmak suretiyle mutlu olmaktır.
Cinayet bunun en son noktasıdır. İlk noktaları ise daima alay ve küçümsemedir. Yazı ve tartışma alanında bu, haksızlığını anladıktan sonra konuyu saptırma, konudan çıkıp bireye hakaret, vb. biliçli eylemlerdir. Daha yetenekliyi gördüğünde olgun bir insanın duyacağı duygu gıpta olmalıdır. Gıpta "ben de onun gibi olmak istiyorum" duygusudur. İçi takdir ve öğrenme hisleriyle dolmalıdır. Gıptada başka insana düşmanlık yoktur, sadece gelişmek arzusu vardır. Fakat kötü birinin duyduğu duygu hasettir. Kendi yeteneğini geliştirme sorumluluğundan kaçar, ve yetenekliyi madden veya manen öldürmeye niyetlenir.
Saygılar.