İber Yarımadası’na ilk ayak basan Arap-Berberî erkeklerinin hemen tümü buraya bekâr olarak gelmişti. Burasını kendilerine yeni yurt edindiklerine göre; elbette yerli halktan eş bulup aile edineceklerdi.
Tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi buradaki kadınlar da baskı altındaydı ve erkeklerce aşağı görülürdü. Hatta Orta Çağ Avrupası’nda kadınlar şeytanla ilişkili sayılırdı. Bu bakımdan, Hıristiyan toplumundan farklı düşünen Müslümanlarla evlenmek, onlar için imrenilecek bir durumdu.
Müslüman erkeklerin önceleri Hıristiyan olan kadınlarla evliliklerinden ortaya çıkan ikinci kuşak, Müvelled “doğurtulmuş” denilen toplumsal katmanı oluşturdu. Batı yazınında İspanyolca “Muladies” diye bir sözck görebilirsiniz. İşte o bu Arapça sözcükten dönüştürmedir.
Zamanla Endülüs Emevi sarayı bir tür “Müvelled evi” biçimine dönüştü. İlk dönemlerde valilerle başlayan, sonra emir ve halifelerle süren, İspanyol, Portekiz ve Fransız asıllı kızlarla evlenmeler, Müslüman fatihlerle yerel yönetimler ve halkların birbirleriyle kaynaşmasında önemli bir öğe oldu.
Bunların ilk örneği, İberya’nın fethi sırasında Vizigot Kralı Rodrigue’in ölmesiyle dul kalan eşi Egilona ile Vali Abdülaziz bin Musa’nın evlenmesidir. Arapların “Ümmü’l Âsım” adını verdiği Egilona, kocası üzerinde öylesine etkili olmuştu ki, bu evlilik 716 yılında Abdülaziz’in katledilmesine kadar varan entrikalara yol açmıştı.
Diğer bir örnek Aquitaine Dükü Otto’nun kızı olan l’Ampegie ile Osman bin Ebu Nes’a arasındaki evliliktir. Osman, eşinin etkisinde kalarak Otto ile Müslümanların aleyhine olacak bir antlaşma yaptığı için, 731 yılında kendisiyle savaşa tutuşan Abdurrahman el-Gâfıkî tarafından öldürülmüştü.
Ancak şunu bilmek gerek: Endülüs Emevilerinin emir ve halifelerinin hemen tümü İspanyol, Berberî ya da Slav kökenli cariyelerden doğmaydı. (Bunun benzerini çok daha sonra Osmanlı’da da görürüz.) Bu tür evlilikler nedeniyle Endülüs’te sarı saçlı mavi gözlü halifeler görülmüştü. Örneğin, Halife 2. Abdurrahman’ın eşi, Tarûb adlı Hıristiyan asıllı bir cariyeydi. 3. Abdurrahman’ın annesi, Araplarca “Müzenne” diye adlandırılan Navarreli Maria idi. Onun oğlu Hakîm’in eşi Aurora Basklardandı; Araplar ona “Subh” adını vermişti ve gerek kocasının sağlığında gerekse ölümünden sonra oğlu Hişam’ın halife olmasıyla, devlet yönetiminde çok büyük bir etkisi vardı. (Çok daha iyi bildiğimiz Osmanlı tarihinde bunun birçok benzerini görürüz.)
Halife el-Mansûr Navarre Kıralı 2. Sancho’nun bir kızıyla evlenmiş ve ondan Şencûl adıyla da anılan oğlu Abdurrahman el-Me’mûn dünyaya gelmişti.
Müslüman erkeklerin Hıristiyan kadınlarla evlenmesi, Endülüs’ün sınır bölgelerinde yerleşik olan emirler arasında daha da sık görülürdü. Müvelled Kasîoğulları, Tavîloğulları ve Sarakusta emirleri ile Navarre ve Castilla kralları arasında karşılıklı kız alıp vermelerin pek çok örneği yaşandı. Daha da ileri gidelim: Kimi Navarre kralları ile kimi Kasîoğulları emirleri anne tarafından kardeşti. Kardeş çocukları yani kuzenler saymakla bitmez.
Akraba olan bu gruplar, -ister Müslüman ister Hıristiyan olsun- savaşlarda düşman karşısında aralarında birleşme yolunu tuttu. Ancak, bu ilişkiler bir yandan da casusluk amacıyla kullanıldı ve siyasî çıkarlara alet edildi. Zaten bu yüzden Endülüs uygarlığı döneminde İberaya’daki çatışmalar sürekli saf değiştirme olaylarıyla doludur.
Endülüs tarihi boyunca yapılan savaşlarda ele geçirilen, cizye ya da hediye olarak hükümdarlara sunulan Hıristiyan kız ve kadınlar, Müslüman yöneticiler ile zenginlerin saray ve konaklarında ya cariye ya da eş olarak da sürekli yer buldu. Endülüs hükümdarları cizye aldıkları Hıristiyan krallardan, cizye ile birlikte daha çok Galyalı kızların getirilmesini de istiyordu. 3. Abdurrahman gibi kimileri de, buna bir de o kızların mavi gözlü, kızıl saçlı, beyaz tenli olması gerektiğini eklerdi.
Kuşkusuz bu durum sadece Endülüs’e özgü değildi. Aynı tarihlerde diğer İslâm ülkelerinde, özellikle Abbasîler’de de bunun benzerleri görülürdü. Abbasî Devleti’nde yöneticilerin yabancı kökenli cariye kızlarla evlenmesi yaygın bir gelenek halini almıştı. Aynı şekilde, ülkenin ileri gelenleri arasında da köle-cariye edinme pek yaygındı..
İşte o yıllarda ve daha sonra bu evliliklerin hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar için kültürel bakımdan önemli sonuçları görüldü. Artık Endülüslü çocukların pek çoğu hem Arapça hem kendi ana dilleri sayılan İspanyolcayı da konuşuyordu.
Hıristiyan kadınlar, kendi düşünce, gelenek ve kültürlerinin Müslümanların seçkin kesimi arasında yayılmasını da sağladı. Böylece çeşitli yönlerden gelen gelenek ve görenekler kaynaşarak, Endülüs toplumunu gerek Batılı Hıristiyan gerekse Doğu İslâm toplumlarından farklı, kendine özgü bir “Endülüs yaşam kültürü”nü yarattı.
Bu konuyu şimdilik buraya kadar yazdım. İzleyecek bölümde devam edeceğim.