Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TAPINAK ŞÖVALYELERİ GELİYOR - 3  (Okunma sayısı 5645 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 09, 2009, 07:47:38 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Önceki bölümün sonunda, Tapınak Şövalyeleri’ne gelmeden önce konuyu anlayabilmek için kronolojik bakımdan biraz daha geriden başlamak gerektiğini söylemiştim.

İşte bu bölümde de ona devam edeceğim. Üstelik beş yüzyıl kadar geri giderek ta 6. yüzyıl başlarına uzanacağım.





Batı Roma İmparatorluğu parçalandıktan sonra hemen hemen tüm Avrupa’ya yerleşen feodal toplum düzeni, halkı kesinlikle iki temel sınıfa ayırmıştı:
1. Asıl büyük kitle olmakla birlikte “köle” sayılan serfler;
2. Özgür insanlar yani soylular, şövalyeler ve din adamları.

Halkın hiçbir konuda ve hiçbir biçimde örgütlenmemesi için gereken her önlem alınmıştı. Roma İmparatorluğu döneminde kurulup genelde “collegia” (kolejler) olarak anılmış çeşitli meslek ve zanaat örgütleri ortadan kaldırılmıştı. Çünkü derebeylerine göre bu örgütler tarihte kendilerine tanınmış olan özerkliği kötüye kullanmış, zamanla devletin başına dert olmuştu. Feodal beyler, böyle bir hataya bir kez daha düşülmesinden özenle sakınmıştı.

Ancak, din ve askerlik dışında kalan güncel ve dünyevî işleri yapacak kişilere de -özellikle zanaatkârlara- gereksinme vardı. Bu amaçla, doğrudan Kilise’ye bağlı olmak üzere manastırlar kurulmasına başlandı.

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne bakarsanız, bir manastırı kendi içine kapanık ve tüm günlerini dua etmekle geçiren keşişlerin doldurduğu kasvetli bir bina olarak düşünebilirsiniz. Nitekim bunun karşılığı “keşişhane” olarak da veriliyor. Ancak Orta Çağ’da Avrupa’da bir manastırda yapılan işler, sırf dinsel nitelikli değildi. Manastırlar, aynı zamanda hemen her meslek ve sanatın öğretilip uygulanmasının sağlandığı yerlerdi.

529 yılında, sonradan Saint-Benedictus adını alan İtalyan asıllı bir keşiş, Napoli kentindeki bir manastırda tarihteki ilk Katolik tarikatını oluşturdu. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de manastırlar oluşturarak zamanla yaygınlaşan bu tarikatın üyelerine Benediktinler dendi. Bu tarikatın üyeleri mutlaka bir kara cübbe giyerdi.

Orta Çağ’ın ilerleyen dönemlerinde başka tarikatlar da kuruldu. Dominikenler, Fransiskenler, Hermitler, Ogüstiniyenler, Karmelitler, Premontriyenler gibi... Bunlardan bazısı doğrudan ana tarikatın bir koluydu. Bazısı ise Benediktinlere bir tepki olmak üzere doğmuştu. Bu tepkinin en belli başlı nedeni, tarikatın temel kurallarından sapılması, yozlaşmaların baş göstermesi, yer yer “skandal” olarak nitelenebilecek olayların bile görülmesiydi.

Bu tarikatların arasında yer alan Karmelitler 1070 yılında Sicilya’dan çıkıp Fransa’nın kuzeyindeki Ardennes adlı bölgede Orval Manastırı’nı kurmuştu. Pierre l’Ermite de orada Godfrey de Bouillon’un tarikata inisyasyonunu sağlamıştı.

Godfrey de Bouillon haçlı ordusuyla birlikte Kudüs’e doğru yola çıkarken, Fransa’nın Burgundiya bölgesinde Benediktin Tarikatı’na bağlı olup Cluniyenler adını taşıyan bir kolun Molesme adlı bir kasabada kurulu manastırındaki kimi keşişler burasını terk etti. Soylu bir aileden gelme olan Robert de Champagne’in peşine takılıp, Citeaux kasabasına göçerek orada yeni bir manastır kurdular. Böylece Benediktinlerden doğma bir tarikat daha oluştu. Bu yeni tarikatın üyeleri “Sistersiyenler” (Cisterciennes) adını aldı. Bu ad, yeni manastırın kurulduğu yerin Lâtince’de “Cistercium” olarak anılmasından ileri geliyordu. Sistersiyen keşişleri, Benediktinler ile zıtlaşırcasına beyaz cübbe giyerdi.

1113 yılında tarihte adı genellikle Saint-Bernard de Clairvaux olarak geçen aslında bir soylu aileden gelme kişinin katılımıyla Sistersiyenlerin geleceğinde büyük bir değişim başgösterdi. Saint-Bernard, çoğu akrabalarından oluşan yaklaşık 30 kişinin birden manastıra katılmasını sağladı. 1115 yılında, Champagne kontunun desteğiyle Troyes kenti yakınlarındaki “Clairvaux” olarak anılan yerde tarikatın en ünlü ve en büyük manastırını kurdu.

İtalya’nın kuzeybatısında, San Remo yakınlarında “Seborga” adlı orta halli bir köyde yakın geçmişimizde keşfedilmiş olan çok eskiden kalma birtakım el yazmalarından birinde şöyle bir anlatım görülüyor:

“1117 yılında Saint-Bernard, Clairvaux manastırından Gondamar ile Rosal adlı iki keşişi Sistersiyen Tarikatı yemininden azat ederek, bundan böyle asker olmak üzere Hugues de Payen’in yanına kattı.”

Aynı belgede, o yıl Hugues de Payen’in sekiz kişiyle birlikte köye geldiği, Rosal ile Gondamar’ın da aralarında olduğu, Saint-Bernard’ın dileği üzerine köyün rahibi Edouard’ın Hugues de Payen’i vaftiz ettiği, ona “Tapınak Şövalyelerinin Büyük Üstadı” niteliğini verdiği de yazılıdır.

Bu vaftiz işlemi niçin böyle hayli sapa bir yerdeki küçük bir köyün rahibine yaptırılmıştı?... Belki de zamanı gelmeden hiç kimse duymasın ve bilmesin diye…

Birkaç yıl sonra, Saint-Bernard’ın Katolik Kilisesi üzerinde olağanüstü bir etki sahibi olmaya başladığı görülür. Bunun nedeni birçok yeni manastır kurmaktaki başarısı değil, daha önce hiç kimsenin aklına gelmemiş bir sistemi gerçekleştirmesidir: Sistersiyen Tarikatı’nı papanın da beğenip onayladığı “Charta Caritatis” (Sevgi Beratı) adıyla anılan bir anayasaya bağlamıştı.

Yüzyıllar boyunca alışılagelmiş olduğu üzere, bir manastır kendi başına, diğer manastırlarla hiçbir ilişkisi olmadan çalışırdı. Bu geleneksel uygulama belki de özellikle, öylesi gerekli görüldüğü için oluşturulmuştu. Çünkü bu sayede Katolik Kilisesi, her manastırı doğrudan kendi kontrolü altında tutabiliyordu. Fakat bu merkezî yönetim nedeniyle de ulaşım güçlüklerinden ötürü manastırlarda ne gibi çalışmalar yapıldığını denetlemekte çok zorlanıyordu. Sistersiyen Tarikatı’nın hızla gelişmesini sağlayan etkenlerden biri, manastırların birbirlerinden kopuk bırakılmayıp, aksine hem birbirlerine hem de bir merkezî yönetime bağlanmalarının sağlanmasıydı. Clairvaux manastırı, tarikatın tüm manastırları adına topluca papaya karşı sorumluluk üstlenmişti.

Tarikatın anayasası, her keşişin, her yıl içinde en az bir başka manastırı ziyaret etmesini gerektiriyordu. Böylece, öteden beri olduğunun tersine, keşişlerin kendi manastırlarına kapanıp kalması dönemi sona ermiş oldu. Bu uygulamanın doğal sonucu olarak, Avrupa’nın birçok ülkesini kapsamak üzere bir tür “uluslararası manastırlar ağı” oluştu. Hepsinin başında Saint-Bernard de Clairvaux vardı.

Bunları da belirttikten sonra şimdi Seborga adlı küçük İtalyan köyündeki vaftizin ardından Tapınak Şövalyeleri’nin gelişine geçelim.

Nereye geliyorlar?... Elbette Kudüs’e.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
8 Yanıt
6944 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 20, 2009, 11:05:33 ös
Gönderen: Veritas
1 Yanıt
4417 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2009, 03:12:33 ös
Gönderen: Waldow
0 Yanıt
3429 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 10, 2009, 07:51:58 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3332 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 12, 2009, 07:40:00 öö
Gönderen: ADAM
4 Yanıt
4757 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 13, 2009, 04:57:14 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2923 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 14, 2009, 08:28:16 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2803 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2009, 08:22:43 öö
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
12015 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 04, 2009, 07:04:17 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3341 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2009, 09:58:50 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2625 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 06, 2009, 07:34:42 öö
Gönderen: ADAM