Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: S A V A Ş Ç I  (Okunma sayısı 1920 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 05, 2010, 03:54:53 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Bir Savaşçı... Savaş... Savaşmak

Savaşmak var sıvışmak var dostlarım... Günümüz teknolojisinde, anımız şartlarında ilk çağrışımlarla çıkıyoruz yola ve savaşmaktan uzak sıvışmalar yaşıyoruz hayatımızda. Savaşmak ne demek? Savaş ne demek? Savmak ne demek?

İstenilmeyen bir durumun savılması için yapılan mücadeledir savaşmak... Bu işi yapana savaşçı denir.

İstenilmeyen durumlar nelerdir?

Kişiden kişiye değişebileceği gibi evrensel olanları da vardır ancak yine de bireysel bir tutumdur. Tüm dünya savaşırken bir konu için sen koltuğunda oturmuş akşam hangi diziyi seyretsem savaşında olabilirsin. Olabilir! Mümkündür! Çünkü savaşçı özgürdür. Ne için kim için savaşacağını bilir ve önce kendisi için verir savaşını. Bilir ki savaşçı olmazsa savaş kaybedilmiş demektir.

Anamızın karnında, (bilimsel tabirle döllenmiş yumurtanın rahim sürecinde) savaşmak yerine varolmayı yaşadık hepimiz. Doğum anı geldiğinde ise çıkmamak için verdik ilk savaşımızı... Ikınmalar ve yoğun baskılar sonuncunda dayanamayıp boyun eğdik yaşama ve çıkardık başımızla gövdemizi, düştük bu dünyaya. Kimimiz bir ebenin ya da doktorun ellerinde kimimiz bir tarlanın içine. Bilmediğimiz bir şeyi, havayı soluduk ciğerlerimize ve başladı yaşam denen hikaye. İlk silahımız sesimiz oldu hayatta kalabilme savaşında, ağladık acıktığımızda altımızın ıslaklığı bizi rahatsız ettiğinde ve yerine geldi isteklerimiz yapabildiklerince. Can sıkıntımızı ellerimiz ayaklarımızla oynayarak geçirdik, hareketlerimizi geliştirdik, adımlarımız izledi mücadelemizi, ayakta kalmak ve yürümek için. Kendimizleydi mücadelemiz.

Bize verilen bu bedeni her santimiyle kullanabilmek için savaştık ki özgürlüğümüze kavuşabilelim. Bir ağaca çıkarken yükseği, toprakla oynarken evreni, denizde yüzebildiğimizde derini öğrendik. Özgürlüğümüz hareketlerimize bilgimiz ise özgürlüğümüze bağlı olarak gelişti. Yapma!  Gitme!  Dokunma!  Çıkma!  Düşme! Elleme! Bunlara uymaya başladığımızda bizi özgürlüğümüzden uzaklaştırdılar ve erken ehlileşmemize sebep oldular çünkü onlara da öyle yapılmıştı. Mücadelemizin şekli işte ilk o zaman değişmeye başladı. Ne kadar daha yükseğe çıkabilirim? Ne kadar daha hızlı koşabilirim? Nasıl daha iyi düşebilirim? Gibi bilumum konu yerine; Ben yapamıyorum ama o nasıl yapıyor? Benim onu yapmama izin vermiyorlar ona neden veriyorlar?Benim ondan yok onun neden var? Kim vermiş bana neden vermiyor?

Ne yaparsam bana da verirler? Gibi sosyalleşme  becerilerimizi geliştirmeye başladık.

Günler geçtikçe hoplamalardan zıplamalardan koşmalardan uzaklara  okul sıralarına yapışıp kalmaya,

Koridorlarda piyasa yapmaya, pc başlarında birbirimizin hakkını vermeye, kafelerde sigaralar tüttürmeye,

Fırsatlar ve yerler yaratarak biralar içmeye düştük. Düştük diyorum çünkü onca hareketin yerini alan bu alışkanlıklar zihinsel ve fiziksel düşüşün başlangıcı oldu. Yapma etme diyenlere inat onların yaptıklarından ilham alır olduk. Bize verilen özgürlük paketinin içinden çıkanlardı yaptıklarımız. Düşüp kafamızı yarma ihtimalini içeren davranışlar yerine marketten gidip bira almak bir özgürlüktü. Gerçi marketten gidip bira alınıp içilerek yarılan kafa ise öküzlüktü o ayrı.

Gittikçe uzaklaşır olduk içimizden artık az kalmıştı sosyalleşme adı altında kurban edilmelere...  Adam gibi adam olma adı altında kadınlar ve adamlar köleleştiriliyor savaşçıya bildiği bilerek geldiği her şey unutturuluyor, yeni ve geçici bilgilerle içi dolduruluyor ve bir daha savaşamayacak konuma getirilmek adına çalışılıyordu. Bu hep böyleydi insanoğlu-insankızı yani insan evladı göçebe yaşamını bırakıp yerleşik düzene geçtiğinden beri. Sistemleşen her olgu bir girdaba dönüyor ve alabildiğince çok insanı içine alarak dönmeye devam ediyor.

Savaşçı olunmaz doğulur, yoksa doğum işlemi gerçekleşmez zaten. Yani şu anda dünyada bulunan her kişi bir savaşçıdır. Ehlileştirilen ve sistemin içinde döndürülmeye başlayan her savaşçı kendinden uzaklaştırıldığı için savaşını mücadelesini kendisi içinmiş gibi gösterilen bir büyük yanılsamayla koca bir hiçliğe yapmaktadır.

Akşam hangi diziye yahut hangi yarışmaya öncelik vereceğini, evin huzurunu ortak seçilen bir programla sağlayabileceğini, hafta sonu nerede nasıl eğleneceğini, bunun için ne giymek istediğini ancak eve almak istediği yeni sehpanın aklındaki kıyafetten daha cazip olduğu gerçeğini de aklından çıkarmadığını, hesap kesim tarihinin bu aralıkta nereye geldiğini, geçenlerde arkadaşını ziyarete giderken harcadığı benzin parasının ona bu eksterede koyup koymayacağını, babalar gününde babasını nasıl memnun edebileceğini, sevgi göstergesi bir öpücüğün yanında muhakkak bir küçük hediyenin olması gerektiğini, ofisteki bazı hıyarların ne zaman adam olacağını, patronla arasının ne zaman naber ahbap düzeyine geleceğini bunun prime nasıl yansıyacağını, memleketin bu halinin nereye gideceğini, din adamı olarak yetiştirilmiş olsa da herkesin müspet bilim okumaya hakkı olduğunu, otuz yaş civarı evlenmesi gerektiğini en az bir çocuğu olmasının iyi olacağını, askere gidene kadar stres çekeceğini askerden sonra anılarını anlatacağı  ' Abi Türkiye’nin gerçeğiyle karşılaştım harbiden askerlik acayip birşey her çeşit insan görüyorsun. Olm okuma yazma bilmeyen, hayatında tuvalet görmemiş adamlar var ve bir çobanla tanıştım inanamazsın bana öyle şeyler anlattı öyle şeyler söyledi ki Harvard mezunu zannedersin. ‘Olm askerde mantık diye bir şey yok taşa selam duruyorsun.'  diyebileceği insanlar bulma arzusunu, torun torbaya kavuşma, dedeliğin nineliğin tadına varma düşüncesini... Tüm bunları kendisi için zannederken aslında önceden yazılmış senaryolara yeni başrol oyuncuları olduklarını GÖREMEMEKTEDİRLER.

Bir savaşçı kendini unutmaz!

Kendini unutursa savaşı kaybetmiş demektir.

Elini kolunu, gözünü burnunu ağzını kulağını başını boynunu, gövdesini organlarını, adımını bacağını, kanını damarını, kalbini böbreğini, nefesini unutmuş bir  yalancıktan savaşçı modeli gelişiyor günümüzde hatta geliştirildi, piyasaya sürüldü bile.

Zihinsel yaşamlar, bilgisayarlar, animasyonlu aksiyonlu filmler, sentetik yiyecekler, giyecekler, her hastalığa haplar, her arzuya göre kimyasallar.. Uyuşturucular, uyarıcılar, tinsel tensel sektörler içinde kendi kendini besleyen koca bir makinanın belki de canavarın belkide yaşayan bir organizmanın (nasıl isterseniz öyle canlandırınız kafanızda dostlarım!) İçinde kendini unutmamak için savaşmaktır bir savaşçının savaşı.

Özünü unutmamaktır. İç sesini duymaktır, onu anlamaktır. Bedenine iyi bakmaktır. Doğal olmaktır. Sentetikten kopmaktır. Gerekiyorsa önce bahar temizliği yapmak ardından gereken özeni göstermek kendini temiz tutmaktır. Bunca kaosun karmaşanın içinde saflığa, basitliğe, temizliğe gitmektir.

Tek doğru yoktur ancak aklın yolu birdir. Dağılmadan bir doğru yoldan yapılan mücadele muhakkak başarı getirecektir. Elde edilen başarı bütünlükte refahı getirir.

'Yurtta sulh, cihanda sulh ' bir büyük savaşçının sözüdür ve bu savaşçı eğer kendisini unutmuş olsaydı, özünü, hürlüğünü, bizlere bu günkü özgürlüğümüz kalır mıydı? Özgürlükten ne anladığınıza ve özgürlük kelimesinin içinizde midenize yakın yerlerinizde ve ensenizde size ne hissettirdiğine bir bakın.

Bir savaşçı özgürdür. Kendini savaşçı zanneden köleler ise sadece zavallı kurbanlardır. Karanlığın gözü daima tüm özgürlerin üzerindedir ve şöyle der karanlık:

“Bir açığını yakalarsam! “
Ben"O"yum,"O"ben değil...