Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: BENİM HALKIM KURAN'I TERK ETTİ!...  (Okunma sayısı 2994 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 12, 2010, 06:01:37 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Kur’an, peygamberin kıyamet günü Allah’a şöyle şikayette bulunacağını söyler:

“Peygamber diyecek ki: “Ey Rabbim! Benim halkım bu Kur’an’ı terketti.” (Furkan; 25/30)

Ayette geçen “Kur’an-ı mehcur” tabiri terk edilmiş, bir kenara atılmış, bırakılmış, uzaklaşılmış Kur’an demek…

Peygamber rabbine hangi halkı şikayet edecek dersiniz?

Kim bu Kur’an’ı bir kenara atan halk?

***

Elinize aldığınız herhangi bir mushafın üzerinde “Kur’an-ı azim” veya “Kur’an-ı Kerim” yazar.

Büyük, şanlı, asil Kur’an; içinde insanlığın şerefi ve itibarı olan, kemikleşmiş değer ve ilkeleri bulunan, onları ısrarla vurgulayan, insanlığa sürekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerinin (hablun min’ennâs) savunucusu, VİCDANININ sesi (basâiru li’nnâs) olan Kur’an demek…

Ne asil bir isim…

Demek artık şöyle okuyacağız: Kur’an-ı mehcur…

“Geçip giden varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından”, viran olmuş yurtların, metruk binaların, ot basmış evlerin örümcek bağlamış duvarlarında asılı duran, artık bir manası kalmamış, bunun için de dönüp bakmaya gerek olmayan, terkedilmiş, bir kenara atılmış, kendi haline bırakılmış Kur’an demek…

Ne hazin bir isim…

***

“Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye meşhur bir söz var…

Kur’an’ın tarihteki serancamını adeta özetliyor: Nazil oldu… Okundu… Yazıldı…

Peki nerede anlaşıldı? Nerede yaşandı? O niye yok?

Manidar değil mi?

***

Kendinizi bir yoklayın.

En son ne zaman Kur’an’ı okudunuz demiyorum, ne zaman dediğini anlamaya çalıştınız?

Yani Kur’an’ı en son ne zaman terk ettiniz?

Biliyorum bir çoğumuz için trajik bir soru.

Kur’an’ı terk etmek…

Ondan umudunu kesmek…

Gerek duymamak…

Heyecan duymamak…

Okuduğu halde terk etmek…

Yazdığı halde terk etmek…

Konuştuğu halde terk etmek…

Saygı duyduğu halde terk etmek…

***

Bu kitap bir çoğumuz için artık Kur’an-ı azim değil Kur’an-ı mehcur…

Yani büyük, şanlı, asil kitabımız; içinde şerefimiz ve itibarımız olan, kemikleşmiş değer ve ilkelerimizi ısrarla vurgulayan, bize sürekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerimizin (hablun min’ennâs) ve vicdanımızın sesi (basâiru li’nnâs) olan kitap değil; ya çocukluk yıllarımızı, ya mahalle camilerini, ya kandil gecelerini, ya da pişmanlık ve nostaljiyle karışık cemaat ortamlarındaki tefsir derslerini hatırlatan, artık terk ettiğimiz bir kitap…

Peki, Kur’an nasıl terk edilir?

Kimimiz Kur’an’ı “okuyarak” terk ederiz.

Gece gündüz hatim indiririz. Bir ölünün toprağına okuyup geçeriz. Şifa niyetine okur, fal bakar, sağa sola üfürür, şifre arar, güllü yasin hatmeder, teberrüken tilavet ederiz. Hafızlık yarışmalarında birincilikler alırız. Davudi seslerimizle salonları inletiriz. Ne dendiğine hiç bakmayız çünkü önemli değildir. Önemli olan lahuti bir sesin içimizi huzurla doldurmasıdır.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne mezarlarda okunmak, ne fal bakmak için
***

Kimimiz “saygı göstererek” terk ederiz.

İşlemeli kılıflara koyup duvarlara asarız. Belden aşağıya indirmeyiz. Ayağımızı ona uzatarak yatmayız. “Abdestim yok, aybaşıyım” vs. diyerek zinhar el sürmeyiz. Saygımızdan peygamberin ismini bile anmayız. Anınca da kırk çeşit salavat getiririz. Öyle saygılıyızdır ki Kur’an’a, saygımızdan ne dediğini anlamayı bile saygısızlık sayarız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
***

Kimimiz “yazarak” terk ederiz.

Kufi’den rıka’ya, sülüs’ten cülus’a hat sanatının nadide örnekleriyle bezenmiş türkuaz ve altın sarısı yazmalara işleriz. Hat ve tezhip sanatının mükemmel örneklerini sergileriz. İnceden inceye yazar, bir noktası için kırk divid harcarız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için
***

Kimimiz “konuşarak” terk ederiz.

Kur’an üzerine bol bol konuşuruz. Nutuklar atar, hutbeler irad ederiz. Konuşmalarımızı en güzel ayetlerle süsleriz. Besmele, hamdele ve salvele ile başlar, “hur-i iyn” dualarıyla bitiririz. Tefsir dersleri yapar, tapınaklarda vaaz verir, kürsülerde gerdan kıvırmaya bayılırız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için
***

Kimimiz “kenarında dolanıp durarak” terk ederiz.

Emsile, bina, maksut, avamil, beleğat, usul, hadis, fıkıh, kelam vadilerinde dolanır dururuz. 72 ilmi öğrenmek için bina okur döner döner bir daha okuruz. Ömür biter 72 ilim bitmez. Meslek kaygılarından, kariyer hesaplarından ilahi mesajın özünü unutur gideriz. Peygamberin ağzından “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü” ayetini duyar duymaz kılıcını çekip “Bundan böyle kılıcım bu sözün arkasındadır!” diyen sokaktaki adamın sadeliğini, heyecanını, doğrudan muhataplığını hissetmeye kasınıp durmaktan bir türlü sıra gelmez. Halbuki iş bu kadar sade ve basittir.

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için
***

Kimimiz de “açık arayarak” terk ederiz.

Kur’an’da habire açık ararız. Dörde kadar evlenmeyi emrediyormuş, köleliği onaylıyormuş, erkeğe iki kadına bir hak veriyormuş, kadını aşağılıyormuş, zina edeni taşlayın diyormuş, Muhammed çocuk yaşta kızla evlenmiş, hurafeyle doluymuş vs. diyerek terk ederiz. Kur’an’ı sönmüş bir yıldız gibi görürüz. Eski çağların kitabı muamelesi yaparız. Çağa ayak uyduramadığını söyleriz. Çöl kitabı veya Arap dini olarak görürüz. Bütün bunları gösterebilmek için açık üstüne açık ararız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için
***

Oysa bu kitap esas itibarîyle “YAŞAYAN HAYATIN” içinde “okunur”. Yaşayan hayattan koptuğu an terkedilmiş (mehcur) olur. Çünkü onun oluş ve doğuş tabiatında dosdoğru “yaşayan hayatın” içinden gelen (kitabun qayyime) özelliği vardır. Keza hakkında bilgi sahibi olurken bile “metafizik bir gerilim” içinde ve “korku ve titreme” (huşu) halinde olmak icap eder. Aksi halde size kendini açmaz.

Zira bu kitap tapınaklarda değil, varoluş sancısı çeken bir öksüzün mağaradan şehre inmesiyle şehrin sokaklarında, evlerinde, çarşılarında, pazarlarında ve de giderek savaş alanlarında doğmuştur. Bu nedenle onu okurken, içinden, “dışarıda gürül gürül akan hayatın” sesini; diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının yalvarışlarını, kölelerin zincir seslerini, at kişnemelerini, kılıç şakırtılarını, şehit feryatlarını, gazi çığlıklarını duymuyorsanız onu asla okumuş olamazsınız.

“Metinde geçmeyeni duyabilmek” işte bu bunun için vardır.

Çünkü Kuran sadece bir “metin” değildir. Onun meali de metinde görünenin yan tarafına yazılması değildir. Bilakis meal, metinde geçmeyeni duyabilme çabasının adıdır. Zira üzerinde çalıştığınız metin, metinlerden bir metin değildir. Bu metin öyle kolayına ortaya çıkmamıştır. Arkasında yirmi üç yıl boyunca esen bir ruh, dalgalanan bir heyecan ve coşkun bir hareket vardır. Bunlardan nasibiniz yoksa Kuran okumak ha bir kuru emektir…

Peki, nedir Kuran?

Kuran, bilgiden ziyade esasında bir bilinç kaynağıdır. Epistemolojiden ziyade ontolojiye dâhildir. Yani bilgi kaynağı olmaktan ziyade, bilgiye ulaşacak olan insanoğluna hitaptır. İnsanı çevresine tepki vermeye çağırır. Onda “Allah şuuru” (takva) uyandırarak hayat yolculuğunda “birlikte yürümeye” davet eder. Bu şuur uyandıktan sonra bilgiye insan kendisi ulaşacaktır.

Bilgi ise bütün varlığa saçılmıştır; tarih, tabiat ve hayat... Bilgi bütünüyle tek bir kişiye veya bölgeye inhisar edilmemiştir. İnsana düşen bunları aramak, esaslı bir hakikat arayışına girmek, tarihin, tabiatın ve hayatın neresinde ise bulup ortaya çıkarmak, Çin’de de olsa gidip almaktır.

Kuran sınırlı sayıda bilgi verdiği yerde bile esas itibarîyle ŞUUR oluşturmak istemektedir. Kuran’ın yazılı bir metin olarak, tekrarlı, kesintili, vurgulu ve dalgalı akışında bunu görmek mümkündür. Esasında Kuran, deruni dile ve cânu gönüle yönelmiş bir hitabettir.

Kuran, insanlığa hiç duyulmamış YEPYENİ şeyleri getirmez. Bilakis bilindiği halde uygulanmayan, o çok bilenen fakat oralı olunmayan, çeşitli sebeplerle savsaklanan, her insanda fıtraten var olan insanlık vicdanını (basâirun li’n-nâs) uyandırmak ister (45/20). Uyanan vicdanın hayata yansımasını bekler; iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, sevgi, saygı, söz, namus, adalet, erdem, vefa, dostluk, kardeşlik, cömertlik, yiğitlik, mertlik gibi temel insanlık değerleri (hablu’n-nâs) üzerinde ısrarla durur (3/112) ve sürekli olarak bunları talep eder. Bunları aynı zamanda Allah’ın ipi/yolu/değerleri (hablullah) olarak vazeder (3/112).

Kuran bize hakikat arayışında yoldaş olmak ister. Yardım eder, aptalca bir yanlışlığa düşmememiz için bizi uyarır. “Allah” kavramının peşine düşürerek, her şeyden bağımsızlaşmamızı sağlar. Böylece bizi her tür batıl bağımlılıktan kurtararak özgürleştirir. Bu anlamda Kuran işaret parmağı gibidir. Bilfiil, bizzat ve “hemen şimdi” işaret ettiği yöne gitmemizi ister, işaret parmağının kendisi ile uğraşıp durmamızı değil… (Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir, Önsöz’den, İnşa yayınları, İst. 2007).

***

Bu Kitab’tır: her insana için dışın öğreten
Gökte, yerde, tende, canda bir Yaratan sezdirten
Bu Kitab’tır: Her kişiye benlik veren, yol açan.
İnsanlığın sergisine armağanlar astırtan
Bu çerağdır: Obalara, konaklara nur saçan
Bir köylünün işlerini tarihlere basdırtan
Bu Kitab’tır: Yürekleri iyilikle besleyen
“El bağına girme” diyen, dost yarasın bağlatan.
Bu anadır: Her öksüze “Yavrum” diye sesleyen
Nice canları kardaş eden birbirüçün ağlatan
Bu Kitaptır; akıllara her bir şeyi sordurtan
“Düşün sonra inan” diyen, doğru yollar gösteren
Bu bilgidir: Ululuğun yapıların kurdurtan
Çıplak dağlar yeşilleten, viran köyler şenleten
Ey kardaşlar! Şu küçücük armağanım atmayın;
Bir goncadır; Muhammed’in gül yaprağından derildi
Sakın, bunu yapma çiçek demetine katmayın
Bu şey size özünüzü açmak için verildi.
(M. Emin Yurdakul, Kur’an-ı Kerim)

İşte bu da Kur’an-ı azim’dir…

Onu terk eden kendini terkemiştir.

İhsan Eliaçık ALINTI



Peki niye terk ettik,yoksa hiç vuslat olmadık mı?...

Kim sebep oldu,terk etmemize veya hiç ona başvurmamamıza?...

Kimin işine geliyor inandığı kitabı sorgulamayan,anlamaya çalışmayan koca bir topluluk?...

Taraf olmamak,günahtan,sorumluluktan kurtulmakmıdır?...

Nezamana kadar susup,onaylayacağız bunca zırvayı?...

Unutmayalım ki,BİTARAF olanlar BERTARAF olmayı göze almalıdırlar.



Saygılarımla


Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ağustos 13, 2010, 04:31:31 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

ve tibet (as) dedi ki: "iyi de be kardeşim, adam gibi yazmamışsınız ki kuranı, onlarca çelişki, mantıksız ayetler! bende terkettim valla" ! amin.
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
3135 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2007, 01:08:00 öö
Gönderen: nietzsche
8 Yanıt
6315 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 07, 2009, 09:22:03 ös
Gönderen: Prenses Isabella
16 Yanıt
10152 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 21, 2008, 07:09:52 ös
Gönderen: blossom
0 Yanıt
3964 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 02, 2013, 01:34:43 öö
Gönderen: sad
2 Yanıt
3454 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 08, 2015, 06:51:50 öö
Gönderen: Robert Langdon
11 Yanıt
6276 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 07, 2013, 10:45:03 ös
Gönderen: Samuray
0 Yanıt
3815 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 13, 2013, 08:20:49 ös
Gönderen: Samuray
38 Yanıt
19829 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2014, 05:04:44 ös
Gönderen: asimov
1 Yanıt
1720 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 02, 2015, 01:15:45 öö
Gönderen: ruzber