Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Kayıkta Üç Kaçık - 5  (Okunma sayısı 4301 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 04, 2010, 11:48:59 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



«Eveeet! Şu halde başlayabiliriz.» dedi Ahi. «Yenal, Sen şimdi içeriden bir kağıt ve kalem getir bakalım.»

«Peki.» diyerek kalktım. Odam üst kattaydı. Daha kolay olacağı için, âdetim olmasa da babamın zemin kattaki çalışma odasına girdim. Küçük bir not kağıdı ile bir tükenmez kalem alıp döndüm.

Ahi’nin gözlerinde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. «Yahu sen ne yapıyorsun?... Bir sürü şey listeleyeceğiz. Bu kağıt yeter mi? Şöyle bloknot gibi bir şey yok mu?»

«Peki bakarım.»

Bir kez daha gittim babamın odasına. Bloknot gibi bir şey görünmüyordu ortalıkta. Zaten olsaydı ve alsam belki kızardı babam; neme gerek. Masasının çekmecesini çektim istemeye istemeye. Tamam orada kullanılmamış parşömen kağıtları vardı. Birkaç tane çekip aldım. Artık buna bir şey demezdi herhalde.

Ahi, gene mutlu olmamıştı.

«Peki ama buna bir altlık falan gerek.»

La havle ve la kuvvet... «Peki. Bakarım.»

Altlık gibi bir şey yoktu. Kocaman bir ciltli kitap çekip aldım raftan ben de.

«Bununla idare edebilir misin?»

«Tamam, gel otur.» dedi de, demesi yetmedi.

«Bak şimdi, bu kalem olmaz. Kurşun kalem kullanalım. Belki bazı şeyleri değiştiririz. karalama yapmayalım.»

Ona da peki... Kurşun kalem... Babamın ne masasında ne de orada başka bir yerde vardı kurşun kalem.

Seslendim.

«Burada kurşun kalem yok. Yukarı çıkıp bakacağım.»

«Peki ama çabuk ol. Bekliyoruz.»

«Tam merdivene doğru yürüyordum ki, Ahi’nin sesini duydum arkamdan yetişen.

«Kurşun kalemin ucu açılmış olsun. Hatta iki tane getir varsa. Bir de silgi unutma sakın. Yumuşak olsun.»

Ahi işte... Sanırsınız ki her işi o yapıyor. Nitekim ona göre de öyledir bu. Ağırlığını ise başkalarının omuzlarına yüklemeyi alışkanlık edinmiştir.

Odamdan kurşun kalem ile silgi almak için merdivenleri tırmanırken, birden aklım çocukluk günlerime kayıverdi. Bir şey hatırladım. Konumuzla ilgisi yok. Hem anlatması biraz uzun sürecek ama katlanırsınız artık.

Katlanın, çünkü bana çok komik geliyor bu. Bakalım siz ne düşüneceksiniz?

    

Eskiden bizim bir komşumuz vardı: Burhan amca ile karısı Hayrünnisa teyze.

Üç çocukları vardı: Sedat, Aysel ve Selçuk.

Sedat benden iki yaş kadar büyüktü. Ben Aysel ile yaşıttım ama o kız olduğu için Sedat ile arkadaşlık eder oynardık daha çok. Selçuk ise benden birkaç yaş küçüktü.

Sık sık evlerine gider gelirdim.

Sonra onlar başka bir yere taşındı. Evi bir müteahhide verip, yerine dört katlı koca bir apartman yaptırdılar. Yazık olmuştu bahçedeki o güzelim meyve ağaçlarına. Belki de ilk apartmandı o bizim muhitte. Sonra onu başkaları izledi yıllar içinde. Nitekim şimdi bizim de o güzelim evimizin yerinde bir beton yığını var.

Neyse…

Şimdi o Burhan amca var ya... Sanırım onun adının iki orta harfini yanlış yere koymuşlardı. Adam hemen her gün evin içinde bir buhran yaratırdı çünkü.

Saymakla, anlatmakla bitmez çıkardığı olaylar.

Bir gün onların evindeyim. Sedat ile oynuyoruz. Burhan amca, nereden aldı ya da bulduysa kocaman bir sulu boya tablo getirmiş eve. Bir de ağır çerçevesi var.

Tutturdu bu salonun duvarına asılacak diye.

Hayrünnisa teyze resmi pek beğenmediyse de kocasının isteğini kıramayıp, karşı çıkmadı asılmasına ama «Birisini çağırır, astırırız.» diye olmayacak bir lâf çıkıverdi ağzından.

Burhan amca kıyameti kopardı. Dedim ya, buhran.

Vay efendim, ne demekmiş? Ötesi bir resim asmak için birisini mi çağıracaklarmış. Sanki o beceremez miymiş? Şimdi hemen, iki dakikada asıverir, bitermiş.

Ceketini çıkardı. Aysel’e seslendi. «Kızım git aşağıdan bodrumdan benim tamirat kutusundan bir çivi al gel.»

Aysel tam bodruma iniyordu ki, bu kez «Selçuk, koş ablanın arkasından.» diye seslendi, «Ona de ki, buraya en az on santim boyunda çivi gerek. Bu tablo ağır. Taşımaz.»

Haydi Selçuk da bodruma.

Sıra kimde? Sedat’ta.

«Sedat, benim çekicim nerede?»

«Ben ne bileyim baba? Tamirat kutusundadır herhalde.»

«Tamam, koş o zaman. Aysel çekici de getirsin.»

Sedat da çekicin peşine koşunca, ortada emir verilecek bir tek ben kalmıştım.

«Yenal, evladım. Sedat’ın odasına çık. Orada, kapının arkasında şöyle uzun bir cetvel olacak. Onu kap getir. İki yandan ölçelim de eğri olmasın.»

Tam ben de emri almış giderken, Burhan amcanın yine seslendiğini duydum. «Hayrünnisa... Hanım... Bizim merdiven neredeydi? Yok, dur hatırladım. Bahçede. Hem zaten o büyük gelir buraya. İyisi mi sen bana mutfaktaki tabureyi getir; bakalım onunla uzanabilir miyim?»

Hayrünnisa teyze tabureyi getirene kadar biz emirlere uygun olarak görevlerimizi tamamlamıştık.

Fakat Burhan amca getirdiklerimizi beğenmemişti.

«Sedat oğlum, şu kız kardeşine söyle, ölçü öğrensin. Ne dedim ben?... On santimlik çivi olacak. Bu ne böyle?... Hemen in aşağı; şöyle irice bir çivi getir oradan.»

Sedat bir kez daha bodruma inerken benim getirdiğim cetveli aldı eline. Duvara bir baktı. Şöyle kafadan bir ölçtü. Sonra «Bu cetvel olmaz. Kısa.» dedi. Hayrünnisa teyzeye döndü. «Yahu hanım, senin şu dikiş kutusunda bir mezure vardı değil mi?»

Hayrünnisa teyzenin ona «Evet var. Ne olacak?» gibi sözler etmesine gerek yoktu. Tombalak vücuduyla merdivenleri tırmanmaya başladı mezureyi getirmek için.

O mezurenin peşine düşmüşken, Sedat elinde bir seri çivi ile çıkagelmişti. Çeşitli boylardan seçmişti ki, hangisini isterse onu kullansın babası.

Burhan amca içlerinden birini seçip, «Tamam, bu olur.» dedi «Ötekileri götürebilirsin.»

Yani şimdi ötekiler de kalsa ne olur? Üstelik o tamirat kutusu dediği her neyse taşınıp buraya getirilse ne olur?

Kim bilir… Burhan amcanın ne düşündüğü sorulmaz. Sadece dediği yapılır.

Sedat yine bodruma inerken, Burhan amca Aysel’e bir çıkıştı ki bildiğiniz gibi değil.

«Kızım senin hiç kafan çalışmıyor mu? Hiç bu çivi bu küçücük çekiçle çakılır mı?»

«Herhalde çakılmaz baba.»

«O halde?»

«Daha büyük çekiç gerek.»

«Aferin! Neden getirmedin o zaman?»

Aysel’in şimdi babasına «Benim getirdiğim ilk çiviye uygundu bu çekiç.» gibi bir lâf etmesi gerekirdi ama ses etmeden o da bodrumun yolunu tuttu bir kez daha.

Hayrünnisa teyze oflaya puflaya merdivenden iniyordu; elinde dikiş mezuresi. Bu sırada Burhan amca, Selçuk ile bana talimat geçmişti; resmi asacağı yerin altında kalan küçük büfeyi yana çekmemiz için.

Merdivenden inerken bunu işiten Hayrünnisa teyze, telâşla seslendi: «Aman durun. Orada kristal bardaklar var.»

Burhan amca «Yani sen de ömürsün Hayrünnisa.» dedi karısına. «Ben sana ne dedim?... Resmi buraya asacağız. Altında senin bardakların varmış. Onu şimdi söylüyorsun. Önce bardakların oradan kaldırılması gerektiğini de ben mi düşüneceğim yani?»

Hayrünnisa teyze mezureyi fırlatır gibi kocasına atıp, bodrumdan dönmüş olan Aysel’e işaret etti. Ana kız, büfeyi boşaltmaya giriştiler.

Sedat kocaman bir çekiç getirmişti. Balyoz gibi bir şey. «Aferin! İşte bu olur.» dedi Burhan amca. Ben kuşkuluydum.

Büfedeki kırılacak eşya boşaltılınca yana çektik.

Savaş alanı açılmıştı.

Komutan, saldırı hazırlığı için emrini verdi: «Selçuk... Yerleştir şu tabureyi şuraya bakayım. Hayır, oraya değil. Şöyle biraz şu yana. Tamam. İyi!»

Burhan amca tabureye çıkmaya yeltendi ama sallanıyordu. Bir ayağı kısaydı galiba. Belki de yerde bir eğrilik vardı; bilemem.

Aysel yardım etti babasına çıkabilsin diye.

Komik bir manzara oluşmuştu!

Duvarın dibinde oynak bir tabure; üzerinde yüzü duvara yapışık bir durumda, arkası bize dönük Burhan amca.

«Yani şimdi benim bu durumda nasıl resim asmamı bekliyorsunuz, bir türlü anlamıyorum.» diye şikayet etti, «İndirin beni buradan.»

Aysel ile Hayrünnisa teyze inmesine yardım ettiler ama az kalsın yere kapaklanacaktı o koca vücuduyla.

«Tabureyi öyle duvarın tam dibine değil, daha geriye koymalıydın.» diye çıkıştı Selçuğa. O da sesini çıkarmadan biraz geri çekti çaresiz. Durup baktı «Oldu mu?» der gibi.

Burhan amca, «Hadi bakalım.» diyerek yine davrandı tabureye tırmanmaya; Hayrunnisa teyze ile Aysel her iki yanında, biri elinden sıkıca tutarken diğeri omuz verdi.

Çıktı çıkmasına da, tabure gene oynak. Burhan amca sallanıyor bir o yana bir bu yana.

«Biriniz şunun altına bir şey sıkıştırın.» diye seslendi. «Düşüreceksiniz beni buradan.»

«Ne sıkıştıralım baba?» diye sordu Sedat safça.

«Onu da ben mi düşüneceğim yahu?... Bu evde her şeyi benim düşünmem gerekiyor zaten. Bul işte bir şey; tahta veya mukavva gibi. Çabuk ol.»

Sedat oradan kaptığı gazeteyi katlayıp taburenin kısa gelen ayaklarından birinin altına sokuşturdu. Burhan amca şöyle bir denedi sallantı kesildi mi diye.

«Tamam oldu. Şimdi biriniz bana bir kalem uzatın.»

«Kalem mi?» diye âdeta itiraz etti Sedat. «Kalem ne işe yarayacak ki?»

Burhan amca, olduğu yerde düşmemeye çalışarak yarım yana dönüp Sedat’ın yüzüne baktı tepeden. Ben şimdi bar bar bağıracağını sanmıştım ama öyle yapmadı bu kez. Yumuşak bir sesle, «Oğlum, çivi çakmadan önce yerini işaretlemek icabetmez mi?» dedi.

«Peki ama kalem bulmak için yukarıya çıkmam gerek benim şimdi. Sen orada bekle. Hiç kımıldama.»

«Hayır, bekleyemem. Ben cambaz mıyım yahu burada böyle durup bekleyeceğim. Aysel... Hayrünnisa... Yardım edin bana, ineceğim. Zaten hiçbir şeyi ne zaman tam olarak yapabildiniz ki?»

Zar zor indi.

«Ceketimde kalem var.» dedi. «Nah şurada.»

Nah orada da, orası neresi?

Ceketini nereye bırakmış olduğunu unutmuştu. Ceket yoktu ortada. «Bulun şu ceketimi.» diye seslendi ortaya.

Herkes ceketi aramaya koyuldu.

Neden sonra anlaşıldı ki, çıkardığında koltuğun üzerine atmış; kayıp arkasına düşmüş.

Sinirle ceketinin cebinden kalemini çıkardı. Şimdi elinde kalemle bir kez daha çıkacaktı tabureye.

Sedat, «Baba bak bu iyi olmadı. Yine sallanıyor. Düşersin. Bekle ben bahçeden merdiveni getireyim.» dedi.

«Elbette getireceksin.» diye yanıtladı onu Burhan amca. «Zaten her şeyi ille de benim söylemem gerekiyor.»

Sedat bahçeden merdiveni getirmeye giderken, Burhan amca da karısına talimat verdi: «Bu tabureyi kaldır artık.»

Tabure kalktı ama Sedat eli boş döndü.

«Baba o merdiven çok uzun. Buraya daha kısası gerek.»

«Ben bunu baştan söylememiş miydim? Kimse beni dinlemiyor ki...» Bana döndü. «Yenal, oğlum, hadi bir koşu sizin eve git. Sizde bir küçük merdiven varsa, al getir.»

«Yoksa?»

«Yoksa, başka bir çaresini bulacağız. Hadi fırla. Bekliyoruz.»

Fırladım.

Bizde üç basamaklı bir merdiven vardı. Epey de ağır sayılırdı ama emir büyük yerden gelmişti. Çaresiz yüklenip getirdim merdiveni.

«Hah, tamam.» dedi Burhan amca. «Bakın ben size bir şey söyleyeyim mi? Aranızda işe yarar tek bir kişi var. O da bu çocuk işte.»

Pohpohlanmıştım. Koltuklarım kabardı.

Merdiveni duvarın önüne yerleştirmeyi ise bize bıraktı elbette. Karşısına geçip hizaladı. «Şöyle biraz daha sola. Tamam.»

Merdivene çıktı ama elbette çıktığında kalemini almayı unutmuştu. Uzatmalarını istedi.

Tam duvara işareti koyacaktı ki, bir şey hatırladı. «Hiç biriniz bana demiyor ki önce burasının ölçüsünü almak gerek. Sedat şu çerçevenin yüksekliğini bir ölç. Sonra da bana ver o mezureyi.

Sedat ölçüp rapor etti: «63 santim baba.»

«Tamam, şimdi de duvarı ölçeceğiz.»

Tavana kadar uzanıp aşağı doğru bir ölçü aldı ama bu kez çerçevenin yüksekliğini unutmuştu. Bir kez daha sordu Sedat’a. İnanmadı. Baştan ölçtürdü. Sonra mezure ile yine tavandan aşağı bir hesap.

Bütün bu işlemler arasında bu ölçülerin ne işe yaradığını bir türlü anlayamamıştım. Ne fark ederdi ki sanki?

Yerini belirleyip işareti koyarken kalem elinden düştü. Bu kez azarlayabileceği kimse yoktu. Kendi hatasıydı.

Aysel hemen atılıp yetiştirdi ona kalemi.

Sonunda duvara bir işaret konabilmişti. Kalemi Aysel’e, mezureyi Hayrünnisa teyzeye uzattıktan sonra, şimdi bir eline çiviyi, ötekine çekici vermelerini istedi.

Selçuk çiviyi, Sedat çekici uzattı.

İşte çiviyi çakmaya hazırdı artık.

Hayır!

Çivi sağ elindeydi, çekiç solda.

«Yahu bana bakın, siz babanızın solak olmadığını bilmiyor musunuz?» diye haşladı her ikisini de.

«Solak değilse…» diye geçirdim ben içimden…

Çivi ile çekiç el değiştirdi.

İşte şimdi hazırdı artık.

Fakat bu arada duvara koyduğu işareti kaybetmişti.

Haydaaa!... Yeniden başlandı. Çekiç ve çivi geri alındı. Mezure ile kalem verildi. Yeniden ölçüldü. Yeniden işaret kondu duvara.

Kalem ile mezure alındı; çivi ile çekiç verildi.

Burhan amca çiviyi duvara, işaretin üzerine dayadı. Çekiçle olanca hızıyla bir darbe vurdu.

«Allah kahretsin!» diye bağırdı.

Ben çekici parmağına indirdiğini sanmıştım ama hayır, galiba duvar çok sert gelmiş, çivi elinden uçup gitmişti.

«Haydi bakalım. Şimdi de çivi gitti.» diye söylendi keyifsizlikle. «Bulun şunu.»

Hep birlikte yerde düşen çiviyi aramaya başladık. Kim bilir nereye sıçramıştı ki bulamıyorduk. Ta ki Sedat akıl edip, «Niçin arıyoruz sanki?» diyerek bodruma inip, bir avuç yeni çivi getirene dek.

Bu kez çekicin çivinin üzerine inmesiyle birlikte çivinin eğrilmesi bir olmuştu.

«Bu çivide iş yok.» diye geri verdi Sedat’a

İkinci çivi...

O da eğrildi.

Üçüncü, dördüncü derken, bütün çivileri bitirdi.

Bana sorarsanız, Burhan amca duvara çivi çakmanın yöntemini bilmiyordu; öyle sert değil, usul usul vurmalıydı ama bunu ona söyleyemezdiniz; çünkü ona göre kabahat ya çivilerde ya da duvardaydı.

Sedat yine bodruma inip birkaç çivi daha getirdi. Hayret etmiştim; ne kadar da çok çivi varmış bu evde diye.

Birbiri ardınca eğrilen çiviler, duvarın boyasını sıyırıp sıvayı dökmüş, işaret falan kalmamış, orada âdeta kocaman bir oyuk oluşmuştu.

Bu arada birkaç kez yorulduğu için merdivenden inip yine çıkmıştı Burhan amca.

Tam aynı fasıl yine başlayacaktı ki, çekicini kaybetti.

«Allah aşkına nerede bu çekiç?» diye bağırdı. «Yahu, orada tam altı kişisiniz, suratıma bakıp duruyorsunuz. Size diyorum. Hangi cehenneme gitti bu çekiç?»

Neden altı kişiyiz? Hayrünnisa teyze bir, Sedat iki, Aysel üç, Selçuk dört, bir de ben beş. Altıncı kim? Şimdi Burhan amcaya bir de bunu sorsam “Bende kafa mı bıraktınız?”  diye azar işiteceğim.

Çekici Selçuk buldu. Yana çektiğimiz büfenin arkasına gitmişti. Burhan amca bu kez elinde çekiciyle merdivene çıktığında çivisi yoktu. Bereket Sedat hemen yetiştirdi ona yeni bir çivi de, bağırmasına fırsat kalmadı.

Böylece kaç çiviyi eğdi hatırlamıyorum ama sonunda biri çakılmıştı.

Burhan amca âdeta savaş kazanmış bir komutan edasıyla merdivenden inerken, Hayrünnisa teyzenin gözleri duvara takılı kalmıştı.

«Ne?» dedi Burhan amca sertçe.

«Duvar... Yani biraz zedelenmiş gibi de...»

«Ben bilmiyor muyum sanki. Tabi zedelenecekti. Resim asacağız oraya. Altında kalacak.»

Şimdi sıra resmin asılmasına gelmişti de, resim nereye gitmişti acaba?

Aysel, ortadaki masanın öte yanında bulduğu çerçeveyi oflaya puflaya kaldırıp getirirken, Hayrünnisa teyzenin yüzü allak bullaktı. Belli ki hiç de hoşlanmamıştı ne o tablodan, ne o tablonun oraya asılmasından ne de asılış tarzından.

«Umarım bunun bir asma ipi vardır, yoksa bana bir de ip bulmanız gerekecek.» diye söylendi Burhan amca.

Tamam, asmak için ipi vardı. Olmasaydı, çerçeveye ipi nasıl takacaktı acaba?

Yine merdivene çıktı. Tabloyu uzatmamızı istedi.

Sedat eliyle işaret etti hepimize, “Durun, ben vereyim.” der gibi. Ne de olsa ağırdı tablo. O en büyüğümüzdü. Şöyle bir tarttı; yüklendi. Dikkatle uzattı babasına.

Burhan amca da ipi çiviye geçirdi selâmetle.

Geçirdi de, çok komik bir manzara çıktı ortaya. Burhan amca da merdivenden indiğinde kahkahalarla güldü buna.

Tablonun ipi o kadar uzundu ki, çivi çakarken duvarda yarattığı koca oyuk lök gibi ortada kalmıştı.

«Neden bu tabloların ipini bu kadar uzun takarlar, bunu bir türlü anlamış değilim.» diye söylendi. Yine tırmandı merdivene. Tabloyu çıkarıp Sedat’a uzattı ve indi.

O sırada ben düşünüyordum, «Acaba oraya çaktığı çivi yerine iyice oturdu mu? Tabloyu taşıyacak mı?» diye.

Şimdi ipi kısaltması gerekiyordu ama nasıl?

«Hayrünnisa, bana bir makas getir.» diye seslendi.

Tombalak kadın, dikiş kutusundan makas alıp getirmek için o merdivenleri bir kez daha çıkıp inmeyi göze alamadı. O da Aysel’e buyurdu, gidip alsın getirsin diye.

Aysel, makası getirip de babasına verdiğinde, cart diye kesiverdi ortasından ipi Burhan Bey.

Kesmişti kesmesine de, şimdi iki ucu bir araya getirip, kısaltarak düğüm attığında çözülüveriyordu.

Artık sabrı taşmıştı Hayrünnisa teyzenin. Her ne kadar o resmi beğenmediyse de asılmasına razı olmuştu çünkü hiç olmazsa duvardaki hasar kapanacaktı.

«Ver bana şunu.» diyerek, aldı Burhan amcanın elinden. Bir güzel düğümledi ipi gererek. Öyle ki duvarda oluşmuş rezillik resmin arkasında kalsın. Bu da kadın işiydi işte!...

Burhan amca da, «Zaten ben de öyle yapacaktım.» dedi demesine de, kimseye yutturamazdı bunu artık.

Yine çıktı merdivene. Sedat yine uzattı ona çerçeveyi.

Fakat şimdi çerçevenin arkasındaki ip gergin olduğu için bir türlü geçiremiyordu çiviye. Sıkıntıdan sapır sapır terliyordu merdivenin tepesinde.

İşte asıl ne olduysa, o zaman oldu.

Şom ağızlı olduğumu düşündüm, açıkça söylememiş olsam da. Çiviyle birlikte uçtu yere tablo.

Önce bir gümbürtü ve sonra bir şangırtı koptu.

Tablonun camı kırılmıştı.

«Tamam, tamam, dert etmeyin.» diye seslendi Burhan amca merdivenin tepesinden. «Önce bir yerleştirelim bunu yerine. Sonra camını yenileriz.»

Sedat, çivinin de uçup gittiğini görmemişti anlaşılan. Kırık camlı çerçeveyi yine babasına uzatırken, uyardı onu. «Baba dikkat et, elin kesilmesin.»

«Ancak sizlerden biri yapar öyle bir dikkatsizliği.» dedi. Bir yandan da ipi geçirmek için çiviyi arıyordu. «Nerede bu çivi yahu?»

Tabloyu aşağıya doğru indirip bakınca gördü ki orada çivi falan yok.

«Ne yaptınız bu çiviyi?» diye bağırdı. Kızarak elinde, daha doğrusu kucağında tablo ile merdivenden inmek isterken, farkında olmadan camın kırıldığı yerden tutmuştu.

«Ufff!... «Kafamı dağıttınız. Bakın elim kesildi.»

Suç yine bizdeydi.

«Şimdi bu kan da durmaz. Hayrünnisa, hanım, koş bir tentürdiyot getir.»

Seğirtti Hayrünnisa teyze.

«Sedat, ayıkla şunun camlarını. Önceden yapmalıydın bunu. Hep ben mi söyleyeceğim ne yapacağınızı.»

Sedat, kırılan camın çerçeve yanındakileri dikkatlice çıkarmaya çalışırken elinde tendürdiyot şişesiyle gelmişti Hayrünnisa teyze. Fakat o kadar. Eksikti elbet.

«Hanım nerede pamuk? Nerede sargı bezi. Yahu her şeyi tek tek söylemem mi gerekiyor ille de?»

Pamuk ile sargı bezi de geldi. «Ah, uf, yandı, üflesene.» sözleri arasında parmağına pansuman yapılıp sarıldı. Meğer canı da ne tatlıymış!

«Şimdi şu çiviyi bulun bakayım.»

Selçuk hemen uzattı babasına.

«Ne de çabuk buldun. Aferin!»

Aslında Selçuğun verdiği çivi Burhan amcanın daha önce kaybettiğiydi ama farkına varmadı bunun.

Aynı fasıl bir daha… Bereket oradaki oyuğun ortasında artık bir delik vardı da rahat girmişti çivi.

Fakat oynuyordu. Sağlam değildi.

Burhan amca çok sinirlendi buna.

Şöyle bir gerilip elindeki ağır çekiçle öyle bir vurdu ki çiviye; bu kez sadece çivi değil, çekiç de gömüldü duvarın içine.

Ancak öyle hırsla ve sert bir tavırla vurmuştu ki, hızını alamayıp burnunu duvara çarpmıştı.

0Acıyla haykırırken, bir felaket daha oldu. Bu arada elinden düşürdüğü çekiç, Aysel’in ayağına inmişti. Bir haykırdı ki, hiç sormayın.

Bu kez hep birlikte onun derdine koştuk; Hayrünnisa teyzenin iki gözü bir anda iki çeşme. Sedat şaşkın, Selçuk da ağlamaklı. Neyse ki önemli bir şeyi yoktu. Burhan amcaya göre ise bir şey yoktu; sadece biraz şişecekti çaresiz.

Burhan amca yine çıktı merdivene, bu kez duvarın içine gömülmüş olan çiviyi biraz dışarı çekebilmek için. Neyse ki bu işi parmaklarıyla becerdi de, birtakım aletler peşinde koşmaktan kurtuldu bizimkiler.

Sonunda…

Sonunda o resim camı kırık olarak oraya asıldı.

Komutan, ikinci zaferini kazanmış olarak döndü.

Birkaç adım geriye giderek şaheserine baktı…

«Eğri oldu. Hepiniz orada rahatça durup duruyorsunuz sadece. Hiçbiriniz söylemiyor bana bunun eğri olduğunu. Şimdi yine çıkıp düzeltmem gerekecek. Çok yordunuz beni, çok.»

Tam yeniden çıkmaya davranıyordu ki, Hayrünnisa teyze işe el koydu. «Bey, bırak şimdilik öyle kalsın. Sonra nasıl olsa yeni bir cam taktırman gerekecek. O zaman düzeltirsin.»

«Bak işte oldu… Bir de diyordun ki, adam çağıralım şu küçücük iş için.»




« Son Düzenleme: Ağustos 04, 2010, 11:56:17 öö Gönderen: ADAM »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 16, 2011, 01:10:07 ös
Yanıtla #1


Şimdi o Burhan amca var ya... Sanırım onun adının iki orta harfini yanlış yere koymuşlardı. Adam hemen her gün evin içinde bir buhran yaratırdı çünkü.


Özellikle bu cümleye çok güldüm ben :)

Teşekürler Sn. Adam.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Şubat 16, 2011, 02:39:18 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 320

aha burada da buhran :) hayrunnisa da bir gönderme mi acaba :)
Girdik susanlar arasına yattık uyuduk
Çığlığımız sınırları aştıydı nasıl olsa.


Şubat 16, 2011, 07:25:15 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

:) Hoş bir paylaşım  teşekkürler Sayın Adam


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
4724 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 20, 2010, 03:04:27 ös
Gönderen: popperist
1 Yanıt
3246 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 28, 2015, 11:57:54 ös
Gönderen: Melina
0 Yanıt
2740 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2010, 03:00:04 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2966 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2010, 06:51:48 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2708 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 30, 2010, 05:08:09 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2343 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 05, 2010, 05:41:14 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2928 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 08, 2010, 09:40:42 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2374 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 16, 2010, 10:47:13 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3936 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 12, 2016, 04:15:04 ös
Gönderen: Herakles