Masonlar.org - Harici Forumu

Mason ve Masonluk Nedir? => Kardeslerimiz => Konuyu başlatan: MASON - Eylül 25, 2006, 11:14:42 öö

Başlık: Zeki Alasya
Gönderen: MASON - Eylül 25, 2006, 11:14:42 öö
Kardesimiz Zeki Alasyanin ITO`da bursiyerlerimize yaptigi konusmanin ozeti:

" Istanbul `dan Soz Edecegim "

Hani şu içinde yaşadığımız, gazetelerin 2030 yılında Dünya’nın 20. Avrupa’nın birinci büyük kenti olacağını yazdıkları bu muhteşem, bu güzel, bu talihsiz, bu zavallı kentten sözedeceğim.

Mesleğim gereği yıllar yılı insanları güldürdüm durdum. Ola ki bu şartlanmadan, ne zaman ve nerede insanlarla konuşsam gülerler. Anlattıklarım gülünç olmasa da gülerler... Sanırım bu gece sizler de “Şimdi Zeki Alas ya komik bir şeyler anlatacak, bizler de güleceğiz”, diye düşünüyor olabilirsiniz. Ne yazık ki düş kırıklığına uğratacağım hepinizi. Söyleyeceklerim güldürmeyecek sizi. Hatta belki de biraz üzecek.

1943’te İstanbul’da doğdum ben.Altmışiki yıldır bu şehirde yaşıyorum. Dört bir yanını gezdim Dünya’nın, en iyi bu şehri biliyorum. Birbirinden güzel onlarca büyük kent gördüm, en çok bu şehri seviyorum... Bu yüzden dertliyim, üzüntülüyüm ve bu olağanüstü kentin, yeni bir yüzyılın başındaki, 2005 yılındaüki halini içime sindiremiyorum.
Şair yüzyıllar önce,

“Bu şehr-i Stanbul ki bir misl-ü bahadır, Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır, Bir gevheri yekpare iki bahr arasında.
Hurşidi cihantab ile tartılsa sezadır...
Altında mı, üstünde midir cennet-i ala,
Elhak, bu ne su, bu ne hoş ab-ı havadır...”

demiş...

Peki, acaba ne olmuş ta, bir tek taşına, bir bütün Acemistan’ı feda edebildikleri bu sihirli belde bu hale düşmüş... Suçlu kim, ya da kimler... Kimlerin zamanında yitmiş, gitmiş bu kent böyle? Kim verecek bu cinayetin hesabını... Bu tip soruların cevabını vermek öyle pek kolay değil... Bir dönemi, ya da birilerini suçlayarak çıkamayız işin içinden... Yüzyıllar süren hataların, yanlışlıkların, nemelazımcılığın sonucu bu...

Oldum olası, “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”, sözünü sevmedim... Yaşadığımız anı ve geleceği anlamamanın zavallılığı yatar bu sözde... Geçmişe öykünmek yerine geleceğe umutlu olmayı yeğledim hep.

İstanbul, hep birilerinin kıskandığı, elde etmek istediği şehir oldu... Sayısız kere kuşatıldı, işgal edildi. Yakıldı, yıkıldı. Sahipleri
İstanbul’u imar etmek yerine savunmayı ön planda tuttular. Dört bir yanını surlarla çevirdiler işe yaramadı... Fatih, 1453’te fethettiği zaman, Konstantiniyye, Bizans’ın perişan ekonomisinin nüfus kağıdı gibiydi... Yıllardır tamir görmemiş, çoğu yıkılmaya yüz tutmuş muhteşem eserler ve bu eserleri çevreleyen karmaşık, tozlu daracık yollar ve plansız, düzensiz binlerce ev; eğer ev denilebilirse!..

Şimdi, “İyi de o zaman Dünya’da hangi kent doğru dürüst, planlı, programlı idi?”, diye sorabilirsiniz. Üstelik böyle sormakta haklı da olabilirsiniz... Ancak amacımız 1453’teki durumu tespit yanlızca.. Kaldı ki kişisel merakım nedeniyle birkaç batı kentinin 500 yıl kadar önrceki durumunu anlatan kitaplar karıştırdım. Sayıca az da olsa; planlı, düzenli kentlere rastladım. Roma, İstanbul kadar esski bir kent olmasına rağmen, bu konuda ilginç bir örnek... Londra’da, Paris’te...

Neyse kardeşlerim, biz dönelim 1453’e... O dönemde Osmanlı İmparatorluğu güçlü ve zengin... Padişah, kentin Türk nüfusunu artırmak için İmparatorluğun çeşitli yörelerinden on binleri getirip, İstanbul’a yerleştiriyor.

Evler yapıyoruz tahtadan... Tahta yeterli bir malzeme sayılıyor... “Ben oturayım, benden sonraki kuşaklar da otursun”, gibi bir düşüncemiz yok çünkü... Tahta yetiyor da artıyor bile.. Zamanın tahribatı da önemli değil.. Yıkılır, gene yaparız diye düşünüyoruz... Tahta kolay alev alan bir malzama. Yangınlar çıkıyor, binlerce ev yanıyor her defasında; “Yansın, gene yaparız”, diyoruz... İstanbul yana yıkıla geçiyor yıllar...

Bu arada Rönesans’ın sanatta, kültürde olduğu gibi şehircilikte de yenilikçi etkileri görülüyor. Avrupa kentlerinde... Uygarlık yolunda dev adımlar atan Avrupalı’nın yaşama standardı her geçen gün yükseliyor. Büyük merkezler adeta yeniden şekilleniyor, pislikler yıkılıp temizleniyor... Yeni ve geniş caddeler açılıyor... Parklar için geniş alanlar ayrılıyor. Batılılar, alt yapı denen olayın farkına bu dönemde varıyorlar. Uzun vadeli planlar uygulamaya konu luyor... Londra, Paris, Roma, Madrid, Moskova, Berlin... Saymaya gerek yok, hemen hepsi yeniden doğuyor sanki...

Biz bu arada durmadan savaşıyoruz. Ha, tabi bu arada ahşap ev yapımına devam ediyoruz... Yanıyor yapıyoruz, yıkılıyor yapıyoruz.. Ve dostlar, şaşırıyorum, biri de kalkıp, “Bu ahşap ev olayı pek akılcı değil, taş evler yapalım da, yanmasın, yıkılmasın,” demiyor...

Bu konuda bazılarının, “İstanbul deprem kuşağında, tarihi boyunca birkaç kez fena sallanmış, taş taş üstünde kalmamış, bu yüzden tahta evler yapmışlar, çünkü tahta evler depreme dayanıklı”, iddiaları da pek inandırıcı, ya da akılcı gelmiyor bana.. Esas neden tahtanın ucuz bir malzeme olması ve kenti çevreleyen ormanlarda bol ve kolay bulunması. Yüzlerinizde bir şaşkınlık görür gibiyim... “Şehri çevreleyen hangi ormanlar?” dediğinizi duyar gibiyim.

Sonra birinci Dünya savaşı... Ve... İstanbul’um bir kez daha işgal edilme talihsizliği yaşıyor... Bereket bu kez yakıp yıkmıyorlar... Yıkmıyorlar da, yıkmaktan beter ediyorlar...

1919’dan 1923’e kadar, sokaklarını fütursuzca çiğneyen işgal kuvvetlerine, diş bileyerek katlanıp, sabırla bekledi koca kent. Sabırla bekledi kurtulacağı günü.

Sonunda geldi zafer... Mustafa Kemal, binlerce yıllık kentin, belki de tarihindeki tek şansıydı. Yeni modern Türk Devleti, laik, çağdaş bir Cumhuriyet’le taçlandı 29 Ekim 1923’te.

İstanbul, 29 Ekim 1923’te. 1900’den pek farklı değil... Pardon, biraz farklı... 1908’de bir büyük yangın daha çıkmış, binlerce ev yanmış... Yani şehir, 1900’deki halinden daha kötü... Bir de artık başkent değil, belki bu yüzden biraz boynu bükük, kırgın... Gene de buruk bir sevinçle alkışlıyor Cumhuriyeti. Hiç değilse özgür bir kent artık. Başkent olmasa da, genç Cumhuriyet’in en büyük şehri. Kültür merkezi...

1923 yılı önemli bir dönüm noktası İstanbul’un tarihinde... 82 yıl geçmiş o günden bu güne dek... Ben inanıyorum ki; İstanbul’un son 82 yılında doğru şeyler yapılsaydı bu güzel kent için, kuruluşundan 1923’e kadar yapılan bütün yanlışlara rağmen, İstanbul’umuz çok farklı bir durumda olurdu bugün... Ama ne yazık ki doğru şeyler yapılamıyor... Anadolu harap, yapmak zorundayız... Bu karmaşada İstanbul’u düşünen kim?

Cumhuriyet’in ilk kuşağı, -En azından çoğu- ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarından önde sayan insanlar. On yıl içinde bir yandan 600 yıllık bir İmparatorluğun ve savaşın faturasını ödüyoruz, bir yan dan da peşpeşe mucizeler yaratıyoruz...

“Çıktık açık alınla on yılda on savaştan, / On yılda onbeş milyon genç yaratık her yaştan, / Başta bütün dünya’nın saydığı Başkumandan / Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan”, diye haykırıyoruz 1933’te coşkuyla...

Bu arada -belki inanması zor- İstanbul’da da birşeyler yapılıyor... Parklar, meydanlar düzenleniyor, yeni yeni yollar açılıyor... Ne yazık kı iyi niyetlilerin çoğu bilgisiz, bilgililerin bir kısmı ise kötü niyetli... Acımasızca yıkıyorlar onca yangını kazasız belasız atlatabilmiş, güzelim ahşap evleri, konakları. Yerine şekilsiz beton kibrit kutuları dikiyorlar... Üstelik, giderek artan nüfusa yetmesi için üst üste yapıyorlar bu sözüm ona evleri... Hiç kimse de, “Yahu, bütün halkı buraya yerleştirmek şart mı”, diye sormuyor...

Batılıların, “Old city” ya da “Alt stadt” dedikleri ve gözleri gibi baktıkları yerler vardır büyük kentlerinde. Şehri ziyarete gelen turistler öncelikle bu bölgeleri gezer ve kentin tarihi ve kültürü hakkında en inanılır bilgilere bu yörelerde ulaşırlar. Turizmden kazanılan milyar dolarların kumbarasıdır o yerler. İşte biz, dünyada belki de sadece Roma’da ve İstanbul’da bulunan genişlikteki o olağanüstü bölgeyi inanılmaz bir vahşet ve bilgisizlikle mahvettik. Paha biçilmez eserler yıkıldı, yağmalandı.

Benzeri bir yağma da Beyoğlu tarafında yaşandı... Orada da yıkabildiklerini büyük bir acımasızlıkla yıkıp, yerine çirkin binaları oturttular... İstanbul’da ilk stadın açılış tarihi 1948... Cumhuriyet’in kuruluşundan 25 yıl sonra... İlk açıkhava tiyatrosu ve ilk kapalı spor salonu da o tarihte yapılıyor... Söz bunlardan açılmışken aklıma geldi, söylemeden edemeyeceğim... Olmayacak şeyleri, olmayacak yerlere yapmakta ustayız, biliyor musunuz?.. Özene bezene stad yapıyoruz, nereye... Dolmabahçe sarayı, Dolmabahçe Camii, Taşkışla üçgenine... Sıradan bir şehircilik uzmanı saçını başını yolabilir bu becerimizi duysa. Ayrıca bir gazhane var orada ve stadımızın üç yanı tribün, bir yanı gazhanenin duvarı... Gazhane çalıştığında, ki çok zaman çalıştırdı, rüzgar ters eserse maçların yarıda kaldığını hatırlarım... Göz gözü görmezdi dumandan...

Ah keşke tek örnek bu olsa... Süleymaniye Camii’nin hemen önüne Botanik Enstitüsü yapıldı... Haliçten görülmez oldu güzelim başyapıtı Sinan’ın... Kuruçeşme’deki kömür depolarını kaldırmak kaç yılımızı aldı, bir düşünün... Bahçesine stad yaptığımız güzelim Çırağan Sarayını, hem de Boğaz kıyısında, bir harabe olarak bıraktık yüz yıla yakın bir zaman... Tepebaşı’nın, Haliç’e bakan en güzel yerinde iki tiyatro binamız vardı. Dram ve Komedi Tiyatroları. Ben arkadaşınız kaç kez oyun seyretmiştim o iki güzel binada. Yandı, yıkıldı... Yeniden inşa etmek yerine, günümüzde, TRT’nin kullandığı rezilce çirkin bir kümbet diktiler oraya...

Neyse, bırakalım bu rezaletleri de İstanbul’umuzun özet yakın tarihine devam edelim... Otuzlu yılların sonların ülke zor ve karanlık günler yaşıyor.. 1938 de büyük Kurtarıcıyı kaybediyoruz... 1939 da İkinci Dünya savaşı başlıyor... Çilekeş kent bir savaş daha yaşıyor... Gene savunma ön planda tabii... Savaş yeni zenginler, yeni rant hesapları ve yeni dengeler yaratıyor ve saydıklarımın hemen hepsi, İstanbul’un aleyhine oluyor... Şehir olması gereken yönde değil, arazi sahiplerinin çıkarları yönünde genişliyor... Bu arada Cumhuriyet’in idealist ilk kuşaklarının yerini kişisel çıkarları ön planda yeni bir kuşak alınca, yağma yayılarak büyüyor... Gene o dönemde bilgisizliğimize, vurdum duymazlığımıza, çıkarcılığımıza yeni bir olumsuzluğumuz ekleniyor... Oy kaygısı... Tek partili düzenden çok partili düzene geçme hazırlığı yapıyoruz çünkü... Politikacılarımızın ve yöneticilerimizin bu oy kaygısı sanırım İstanbul’un sonunu hazırlayan en can alıcı etken oluyor...

1950’de tek parti dönemi bitiyor ve Demokrat Parti’nin 10 yıllık dönemine giriyor İstanbul...

Kitaplar yazılabilir bu konuda, yazılmıştır da... Artıları, eksileriyle önemli bir dönemdir bu on yıl İstanbul’un tarihinde.. Artıları mı fazladır, eksileri mi tartışılabilir... Politika yapmıyoruz burada... Ancak bir gerçek var ki, iyi niyetle bilgisizliğin, çalışkanlıkla plansızlığın at başı gittiği bir dönemdir bu dönem... Yollar, bulvarlar açıldı 50’li yıllarda...

Gerekliydi, ellerine sağlık... Ama gene 50’li yıllarda başlayan İstanbul’un son ve büyük işgaline dur diyemedik... Bu defa işgalciler toplarıyla, tüfekleriyle değil, çantaları, denkleri ve sepetleriyle geldiler... Korkunç bir arazi savaşı başladı... Ne merkezi yönetim, ne yerel yönetim dur dedi bu işgale... Gecekondu kabusu çöktü güzel şehrimin üstüne... Oy uğruna kentin en güzel yerleri adeta peşkeş çekildi, yeşil alanlar acımasızca talan edildi... “Yakında seçim var, sesimizi çıkarmayalım”, diye her şeye göz yumuldu... Bu talan, bu haksız bölüşüm, bu çılgın kapkaç 1960’dan sonra da sürdü ve ne yazık ki hala sürüyor...

Bir ülkede % 2 civarında nüfus artışı varsa, insanlar inanılmaz bir yoğunlukta büyük kentlere göçüyorsa, bir ülkede enflasyon 20 yılı aşkın bir süre % 100’lere yakın sürmüş ve gelir dağılımı bu denli bozulmuşsa ve bir ülkede politikacılar ve yöneticiler kişisel çıkarlarını, ülke çıkarlarından önde tutuyorsa ve de o ülkede İstanbul gibi güzel ama sorunlu, muhteşem ama talihsiz bir koca kent varsa, vay o kentin haline... Vay İstanbul’umun haline...
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: quadriga - Temmuz 02, 2009, 01:51:42 öö
Muhteşem... İstanbul'un acı hali ancak bu kadar güzel ve duygulu aktarılabilirdi. Keşke sadece bu kadar olsa... Yedikule Zindanlarını kent çöplüğüne çeviren, Caanım köşklerin yanıp veya çöküp yokolmasına izin veren, Bizans Sarayı'nın kalıntıları üzerine otel diken, Selmiye, Haydarpaşa Garı ve eski lisesi üçgeninin ortasına iğrenç bir şekilde, yer kalmamışçasına kalp hastanesi diken, suriçine apartmanlar diken yani İstanbul'u boynubüyük bırakan köhne, duyarsız zihniyete lanet olsun.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Nueva - Temmuz 07, 2009, 09:32:58 ös
Değerli Üyeler,

Sayın Alasya'ya tüm kalbimle katılıyorum ve sadece bütün bunlara daha ne kadar süreyle tahammül göstermek durumunda olduğumuzu merak ediyorum.

Bu kent , bir başka ulusun elinde olsa idi , bu köklerden sanat,kalite,medeniyet,saygınlık fışkıran çok estetik ve olağanüstü bir metropol yaratırdı o ulus. Ayasofya'yı da bizlere kısa turda kişi başı 55  Avro'ya gezdirirlerdi. Şehir estetiği sıfırlandı , heykeller toplatılıyor , sergiler sansürleniyor , kafa yapısındaki düşüklük şehir yapısında ver kültürel dokuda somutluk kazanıyor , 10 metrede bir estetiksiz  camiler dikilip , Boğaz'a hakim mekanların sesi kısılmaya çalışılıyor , sokak kapısından bina kapısının önüne uzanan o korkunç "ayakkabı kuyrukları"nın sahipleri , bu şehri medeniyetten,zerafetten , kültürden , mimariden , özel ve yüksek olan herşeyden uzaklaştırıp yağmalıyorlar. Parsel parsel .....Taksim Metrosu'nun girişi , medeniyetin beşiğini  değil, ıslak çorapları , yürünemeyecek bir arabik bulvarı çağrıştırıyor...Mekanlara bakınca opera binası mı,adalet sarayı mı , hastane mi,okul mu ....literatüre sığmayan bir ucubelik şehrin mazgallarından fışkırıyor.
 
"Biz de geliriz , sonuçta demokraaaaaasiii var." diyen ve sözden anlamayan , kendini de idrakten aciz bu dehşet verici güruhun önünde , İstanbul kızgın,suskun , köklerinden kanıyor , layık görüldüğü muameleden dolayı artık hiç konuşmuyor ..

Demokrasi var ama bütün bu yassılaşma ,köylüleştirme ,  basitlik , zevksizlik sonsuza dek sürmek zorunda değil. "Metropol Koruma Kanunları" çıkartılmalı acilen .İstanbul çok çok özel bir kent.Kent estetiğine zarar veren, kent yaşamına dahil olamayan ve olması da olanak dahilinde bulunmayan bu yığışımlar için bir gelecek planlaması hayata geçirilmelidir bir an bile kaybetmeden.  

Önce bir "akil" kurul , mimarlar,mühendisler , sosyologlar,psikologlar,şehir planlamacıları , cerrahlar,finansçılar ,akademisyenler ,fütüristler ,tarihçiler, fotoğrafçılar , marketing guruları (bu çalışma yapılsa tüm masonlar gönüllü destek verirler diye düşünüyorum ) , asırlar boyu şehre hakim olmuş tüm arterler , siyasi-sosyo-kültürel-mimari tüm yapının çok detaylı bir envanterini çıkartıp İstanbul'un bu güruhtan uğradığı tahribatını da ortadan kaldırıp geleceğini dizayn edebilirler .Sektörel ve kültürel fizibilite yapıldıktan sonra istenirse , Avrupa'lı uzmanlardan da görüş alınabilir.  

Şehrin kaba bir hesapla yarısının boşaltılması ve bir seferberlik hali ile yeniden çağdaş,aydınlık ve kentsoylu dokunuşuyla şekillendirilmesi gerekiyor.Bu boşaltma işlemi aşırı bir efor istemiyor , büyük şehirdeki mekanizma belli ölçütlere göre dizayn edilirse hane hane uğraşılmıyor , geldikleri gibi yani kitleler halinde sepetleriyle birlikte şehirden ayrılıyorlar. Bakınız Paris örneği. Sorbonne'a okumaya geldiniz, okulu orada kalabilmek için "kasten" uzattığınız tespit edildiğinde anında "memlekete" gönderiliyorsunuz. Parisli, şehrini,operasını,kentsoylusunu , heykelini ,travestisini , metrosunu yozlaştırtmıyor.Köy etkisini , yassılaşmayı büyük şehirde barındırtmıyor. Sistemi buna göre tasarladığı için 300 yıldır şehir planı değişmiyor. Parisli , "doku" nun ve "konsept"in bozulmasına izin vermiyor. Orada da demokrasi var ama demokrasi "aşındırma , bozma , kötü temsil etme" hakkını vermiyor ve parisli bunu çok iyi biliyor.

İstanbul'da da önce şehir boşaltılıp sonrasında 5'er günlük turist vizeleri hayata geçirilebilir. Üniversite okumak üzere gelenlerin ise , okul biter bitmez , Avrupa'daki gibi "şehir dışı" edilmeleri şarttır. İş kurma/çalışma izni İstanbul özelinde ağır ve karşılanması güç kriterlere bağlanmalı ki, "Burada okul okudum amcamın oğluyla telefon bayiii açacaaazz" edebiyatı sonsuza dek şehrin gündeminden çıksın. Bu şehirde barınabilme sadece maddesel değil , kültürel kriterlere de bağlı olmalı. Sadece mimari değil, "kültürel" dokunun da özenle , duyuş ve düşünüşle yeniden tel tel dokunması gerekiyor .. İstanbul'un uzak geçmişi olağanüstü, yakın geçmişi korkunç ve mühim olan ise geleceğidir. Bu konuda acilen yardıma ihtiyacımız var..

Saygılarımla

    
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: quadriga - Temmuz 08, 2009, 12:51:37 öö
Sizin yazınız da İstanbul'un acı halini anlatan güzel bir özet olmuş Saygıdeğer Nueva. Malesef bu şehre ne Baron Haussmann gibileri geldi ne de böylesine yüce bir şehri hak eden ve onun gerçek anlamda tadına varabilecek bir halk. Tüm içtenliğimle teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: poyraz06 - Temmuz 08, 2009, 01:58:50 öö
Dediklerinize aynen katiliyorum Sn.Nueva ancak bizim halkimiz nedense iyi olmayi kendine yakistiramiyor. Oyle ki "Onlarr gibii cok sey bilip dinsiz olacaaaama, az sey bilirim dinimde olurum" diyen insan sayisi cok fazla. Yesil alan gordugunde hemen arabayi park edip piknik yapan ve bununla da gurur duyan insanlar var. Istanbul icin dedikleriniz yapilirsa ayaklanma cikar. Adamlar gelismisligi, guzelligi dinsizlik olarak goruyor
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Nueva - Temmuz 08, 2009, 08:19:49 ös
Sayın Quadriga ve Sayın Poyraz 06 ,

Ben de sizlere teşekkür ederim. Sayın Alasya'nın çok isabetle vurguladığı noktalar beni sadece İstanbullu bir Türk Kızı olduğm için değil , işim ve eğitimim nedeniyle de çok yakından ilgilendiriyor.  Stratejik marka ve imaj yönetimi üzerine sadece İstanbul özelinde çok detaylı bir çalışmayı bizzat hazırladım ve bir de televizyon gazetecisi olduğum için bu çalışmamı önce TÜSİAD Yönetimi'nden 4 yöneticiye 2 saat simülasyonlarla sundum. 

Sayın poyraz06'nın dikkat çektiği tüm yaşam alanlarını da kapsayan bir çalışma idi bu. Çok haklı tespitlerde bulunmuş. Çünkü anılan ve aciliyetle temizlenmesi gereken  unsurların hepsi İstanbul'un konsept ve markasının ilgi ve etkinlik alanına giriyor. Aşağıda çalışmayı ana hatlarıyla yazdım sadece . 360 derece 'lik marka yönetimi dediğimiz çalışma , tüm "doku" yu kapsıyor.  Tüm unsurlar aynı konseptle bütünleşiyor ve sonunda kenti helikopterle gezdiğinizde ortaya müthiş ahenkli bir panorama çıkıyor . Ama benim çalışmamda tüm Avrupa metropolleri incelenmiş olmakla beraber , herşey İstanbul özelinde hazırlanmıştı .Öyle ki , simülasyonu izleyen "Ben bunu Viyana'da, Londra'da v.b. görmüştüm." diyemiyor. Çok masraflı ama buna masraf denemez , bu ulusal bir yükümlülük ve kültürel miras aktarımı için gelecek nesillere bunu borçluyuz bana göre.

Hatta çalışmaya biraz fazlaca detaylı denebilir. (İçinde mimari-sosyal-kültürel-eğitsel-sanatsal-manevi -ekolojik-profesyonel  v.b. tüm alanlarıyla köklerinden geleni unutmamış ama gelecek asırlara hakim , ceket iliklettiren büyüleyici bir İstanbul) ......Kentimi ve ülkemi çok sevdiğim için burada biraz duygusal yazmaya başlamış olabilirim :) TÜSİAD 'daki 4 yönetici çalışmayı çok beğendi ama bunun için önce hükümetin meşru biçimde eldeğiştirmesi , işbaşına geçen  hükümetin ve akil bir kurulun destek vermesi gerekmekte. Bu sadece bir tek örnektir. İnanın aşağıdaki yazıda kabaca yazdıklarım yapılabilir. Herşey bir görü , vizyon ve tasarım meselesi.

Gerisi için , şu anda ön planda olmayan çok ama çok yetenekli insanlarımız var bu ülkede. Sadece Batılı ve "anlayan" bir "kordiplomatik" olmadığı için rezalet ayyuka çıkmakta ......

İnanıyorum ki , bugünler geçecek . Birgün , ben artık yaşlı başlı bir kadıncağıza dönüştüğüm zaman bile olsa bu tasarım razıyım.  Yeter ki , tarihe , kentim ve ülkem boynu bükük , zevksizce ve alay konusu bir şekilde değil , bir kalite ile , bir duyuş ile , bir estetikle , sanatçısıyla , heykeltraşıyla , cerrahıyla ,sosyoloğuyla iz bırakarak ve hayranlık uyandırarak geçsin ...

Dünya İstanbul'u izlesin , gelmek istesin, gelince etkilensin , Türk'ü doğru tanısın ..Çünkü dünya Türkiye denince otomatikman İstanbul diyor , İstanbul doğru dizayn edilirse , Türk imajı görgüsüzükten  zevksizlikten  arabiklikten kurtulabilir ,  bu topraklar büyük ve muhteşem olmayı hep bildi , sadece ona kim olduğunu hatırlatacak çağdaş ve zevk sahibi ,bilgili insanlarına çok ihtiyacı var şu ara .  Daha fazla duygusallaşmadan yazıyı burada sonlandırayım en iyisi :)

Saygılarımla     

Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: poyraz06 - Temmuz 08, 2009, 11:32:24 ös
Ben de umarim ki butun bunlar olur :) Ileride belki iyi bir yerde olursam bu olaya destek bile cikarim :)
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: moonlight - Aralık 28, 2010, 04:22:57 öö
Yeni istanbul bu şekilde daha nereye kadar dayanır bilinmez.Kırsal kesimde yaşayan biri olarak artık metropol sevdası bitti bende .Şehrini seven sahip çıkar .Çıkmalıdır da.Bir mesaj verilmiş görmeyen gözlere açılsın diye.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Isis - Aralık 28, 2010, 09:28:30 ös
Sn Nueva'nin Yeni Istanbul'a dair prezentasyonunu ben de izlemek isterdim. Proje guzel tabiki ancak projeye destek verecek yakin zamanda  bir iktidar gelmez diye dusunmekteyim.

Ancak soyle bir hakikat var. Her dogan bir gun olur. Bu gerek arzi veya arsi afetlerle olsun, gerek cesitli sosyolojik hadiselerle zuhur etsin bir gun herkesin topraga kavusacagindan zerre suphemiz yoksa ve buna bagli olarak yillardir konusulan hatta  dun Daily Mail gazetesinde de cikan "2025'te Istanbul' da cok buyuk bir deprem olacak" iddiasi sayet tecelli bulursa, Istanbul'un sehir planlamasini hayata gecirme firsati dogmus olacaktir ki, butun yerel yoneticiler, mimarlar, insaat muhendisleri, makine muhendisleri, cevre muhendisleri, jeoloji muhendisleri, corafyacilar, tarihciler, sanat tarihcileri, din adamlari, cesitli dernek ve kuruluslarin baskanlari vs.'nin is birligi icinde calisip buyuk oranda bir basariya imza atacak olursalar....

Iste benim yeni Istanbul'la ilgili tek umidim budur.

Ve evet, bunun icin yani yeni bir Istanbul icin, Istanbul'da hali hazirdaki bize emanet varligi gozden cikarmaya hazirim.


Ne gariptir, 1453. mesajimi Istanbul'a dair yaziyorum...



Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: cardiffmonster - Aralık 29, 2010, 09:34:36 ös
Sn nueva nın bahsettiğine benzer bir çalışma gözüme çarpmıştı, o mudur değilmidir emin değilim.

Ancak, eleştirel yaklaşımına bir yorum yapmadan özüne değinmek isterim. Kentlerde marka/imaj konseptleri aslında üzerinde çok ciddi şekilde durulması gereken şeyler olmasına rağmen gerçekleşmesi için çok radikal kararlar ve ve uygulamalar ister. Açıkcası, batı ülkelerindeki başkentlerde bile maalesef bölgesel olarak zorla uygulanabiliyor.

Artı bu olay, kent planlaması dediğinizde sadece marka/imaj görüntü konsepti ile değerlendirilemez. Sonuç itibari ile yerel yönetimlerin 'n' tane başlığı ile birleştirdiğinizde iş uygulamaya geçtiğinde bambaşka bir zemine geçer. Buna siyasal bir pencereden bakmak *bana göre* hiç ama hiç sağlıklı değil.

Aynı zamanda da muhtemel doğal afetlere dair de sağlıklı değil. Hem etik olarak *bana göre* hemde realist olarak. Çünki doğal afet anında yapılacak olan şey acil/ivedi ile insanların nasıl olursa olsun barınma vs gibi temel ihtiyaçlarıdır odaklanılan ve odaklanılması gereken.

Seul ve Singapurda aslında, herhangibir afet olmadan baştan aşağı yenileme çalışmaları başarılı olarak gerçekleştirilmiş. Üstelik biri en işlek caddeleriin olduğu bir bölgede (Ankara-Kızılay, İstanbul-Taksim benzeri) sadece -sakınım planı- olarak baştan aşagı trafige kapatılarak park haline getiriliyor ve tabii ki de tüm yüksek binalar yıkılıyor.

benze şeyler cok farklı tarzda kentsel dönüşüm vs adlarda işliyor, eleştirisini bilmem,  benim açımdan iktisat teorilerinin misali mevcut durumda *en iyi ikinci iyi* olarak bakmaya çalışıyorum... İsteyen istediği gibi yorumlar/tahlil eder

Sanatsal/ kültürel olarak bakıldığında kimi konu başlığı bir değer ifade etmeyebilir, ANcak, uygulama ile teori birbirini pek tutmaz ve uygulamada da herşey kısıtlanır., zaruri olarak..

Halihazırda *göç* gibi bir sorun varken ve şimdiye kadar ki birikimle defalarca çığ  gibi kentlere çökmüşken, açıkcası, yapılabilecek düzenlemelerin oldukça sınırlı kalacağını düşünüyorum...

Ha derseniz ki, 'bu adamlar zaten köylü, yaramaz adamlar kentlerde işi yok' o başka bir tartışma mecrası....

saygı ile
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: hakan_34_06 - Temmuz 25, 2012, 09:38:23 öö
Keşke plan yapmayı ve bu planları uygulamayı öğrenebilsek. En azından gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakabilirdik sanırım.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: ERDEM ATALAY - Kasım 02, 2012, 09:46:36 öö
bravo zeki alasya
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: NOSAM33 - Kasım 02, 2012, 11:55:22 öö
Alıntı
Bir ülkede % 2 civarında nüfus artışı varsa, insanlar inanılmaz bir yoğunlukta büyük kentlere göçüyorsa, bir ülkede enflasyon 20 yılı aşkın bir süre % 100’lere yakın sürmüş ve gelir dağılımı bu denli bozulmuşsa ve bir ülkede politikacılar ve yöneticiler kişisel çıkarlarını, ülke çıkarlarından önde tutuyorsa ve de o ülkede ......

Sayın Alasya Beyefendinin İstanbul yaklaşımındaki  tespitini yerinde ve haklı buluyorum; ayrıca yukarıda alıntı da bahsedilen gerçeklerin Özellikle bir Mason tarafından da dile getirilmesi ziyadesiyle beni ve halkının refahını isteyen , İnsanın İnsan yerine konarak yaşama hakkı olduğunu dile getirmesinden dolayı Sayın Alasya' yı kutluyorum. inanın biraz dikkat ve Özveriyle bu Ülkemiz dünyanın önde gelen devletlerinden biri olur .Şu anki gibi kağıt üstündekinden farklı yerlerde olur.Lafla büyük devlet vb. safsatasıyla oyalanmayan bir devlet ve halk hayal ediyorum.
 Saygılar
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: emreg - Ağustos 07, 2014, 06:26:45 ös
Sayın mason ; birebir tanışıyor musunuz ? Birde üyeler  birbirleriyle görüşüyorlar mı sürekli
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: karahan - Ağustos 10, 2014, 02:08:59 ös
Sn.Zeki alasya sanatçı duyarlılığı ile konuşmuş ,lakin ben ben öyle demeyeceğim insan duyarlılığı bana daha etkili geliyor .Sanatçı duyarlılığı zırvadır çünkü.İnsan duyarlılığı ile biten istanbulu anlatmış 45 yıldır bu kentte yaşarım eskisi eskiden daha güzeldi ama yine çirkindi ,kaotikti,plansızdı.Düşünebiliyormusunuz istanbulun en güzel yerlerinde kuruçeşme ile ortaköy arasında sahilde kömür depoları vardı 80 lere kadar.Çocukluğum o sahilde geçti bir yandan güzel bakarken ben hep çirkinliğide görürdüm bugünkü su adanın hemen önünde kum depoları vardı.Kabul edelimki bu kent hor kullanılmış ve kullanılıyor,kabul edelimki senin ülke olarak tek marka kentin istanbul ve herkes canınını kurtarmak için kendini bu kente atıyor ve bu hiç durmuyor.Kabul edelim artık bu kenti bu hale getirenler hep bizim içimizden çıktı yani bizdik o aslında.Kabul etmek lazımki bu kentte zeki alasyada başkan olsa idi sonuç yine bu olurdu.Eleştire eleştire iyi eleştirmen olduk ama her eleştiriden sonuca gitmeyi beceremedik.Çamlıcadan köprü yolua girdiğinde kocaman bir heyahula kent görünümünü el birliği ile yarattık bu çocuk hepimizin kazada olsa olmuş el ele büyüteceğiz bu çocuğu neticede p......ç değil bizim çocuğumuz.Duyarlı olmak lazım evet bir dönem ben burada bir paylaşım başlatmıştım eski istanbul resimleri ile alakalı eskiye özlemim eskiye baktıkça depreşir benim hep.Neyse arkadaşlar ölünün ardından iyi konuşmak lazım.El fatiha istanbul.

karahan
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Mut - Ekim 20, 2014, 12:04:32 öö
İstanbul'da yaşamama rağmen gerçekten içler acısı bir durum İstanbul için Zeki Alasya çok güzel bir noktaya değinmiş.Çok beğendim yazısını.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: mbulut - Ekim 20, 2014, 11:18:25 ös
Zeki Alasya oyuncu ve kişiliğiyle beğendiğim bir insan.Tespitini ve eleştirisini kendisine yakışır şekilde güzelce anlatmış.

Sadece İstanbul değil,ülkemizin birçok yeri ekonomik ve siyasi çıkarlar uğruna talan edilmiş,yağmalanmış.Bir düşmandan daha çok kendimize zarar vermişiz.

Bundan 4-5 sene önce arkadaşımın yurtdışından gelen misafiriyle Kayseri’nin manzarasını izleyebileceğimiz bir mekanda sohbet ederken ,yurtdışından gelen misafirin  Kayseri hakkındaki görüşleri beni oldukça şaşırtmıştı.Kendisi  şehir planlama konusunda uzmandı.Sohbet esnasında bir anda Kayseri’yi göstererek ‘’Siz buraya ne yaptınız?’’ demişti.Sorunun şaşkınlığını üzerimizden atamadık neden böyle söyledi acaba dediğimizde verdiği cevap; ‘’Burası çok düz bir zemine sahip,ayrıca su konusunda da bir sıkıntı yok gibi ve bu sebeple tarıma uygun bir arazi.Ama siz binalarla doldurmuşsunuz,burada üreteceğiniz sebze,meyve ile ülkenizin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilirsiniz’’dedi.Bizde haksızca savunmaya geçerek, iklimin buna uygun olmadığını belirtmeye çalıştık. ‘İklim yüzünden hiçbir şey üretemiyor musunuz…’’ dedi.Aslında üretilebilecek sebze,meyveler vardı ve gerçekten dediği gibi sadece bu sebze meyveler üretilecek olsaydı ülkenin ihtiyacını karşıladığı gibi ihraç da edilebilirdi.Kayseri gerçektende belirttiği gibi tarım şehri olabilirdi.

Ülkemizi kötülemek için söylemiyorum ,sadece bir eleştiri olarak yaşadığımız yerlerin pek kıymetini bilmiyoruz.Birçok ülke kendini bu konularda geliştirmiş ve değerini bilerek zarar vermemeye,korumaya çalışmıştır.

Her ilimizde olduğu gibi Kayseri’de bulunan birçok tarihi yerde dükkan,pasaj olarak kullanılmakta,kıymeti bilinmemektedir.Sayısız örneklerle bunu çoğaltabilirim..Anlatmış olduğum anım aslında şehir planlamacılığıyla ilgiliydi.Sayın Zeki Alasya’nın ise vurgulamak istediği daha çok tarihi yerlere verilen zararlardı.Kendisinin yorumlarını beğenmekle birlikte burada suçun yöneticilerde olduğu kadar,halkımızın da bu konularda duyarsız kaldığını belirtmek isterim.

Alttaki paylaşacağım videoyu izlediğinizde beni daha iyi anlayacaksınız.Video içerisinde insanların göstermiş olduğu tepkiyi tasvip etmiyorum fakat neden aynı tepkiyi o güzel,tarihi Kayseri kalesi dükkanlar ile doldurulurken vermiyorlardı?

https://www.youtube.com/watch?v=YaUHKruRZEw (https://www.youtube.com/watch?v=YaUHKruRZEw)

Ümit ediyorum bu soruna artık bir ‘DUR’ denir ve daha fazla zarar vermeden,kıymetini bilerek yaşamaya devam ederiz.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: animi et spiritus - Ekim 27, 2014, 08:56:09 ös
Bu arada Rönesans’ın sanatta, kültürde olduğu gibi şehircilikte de yenilikçi etkileri görülüyor. Avrupa kentlerinde... Uygarlık yolunda dev adımlar atan Avrupalı’nın yaşama standardı her geçen gün yükseliyor. Büyük merkezler adeta yeniden şekilleniyor, pislikler yıkılıp temizleniyor... Yeni ve geniş caddeler açılıyor... Parklar için geniş alanlar ayrılıyor. Batılılar, alt yapı denen olayın farkına bu dönemde varıyorlar. Uzun vadeli planlar uygulamaya konu luyor... Londra, Paris, Roma, Madrid, Moskova, Berlin... Saymaya gerek yok, hemen hepsi yeniden doğuyor sanki...

Biz bu arada durmadan savaşıyoruz. Ha, tabi bu arada ahşap ev yapımına devam ediyoruz... Yanıyor yapıyoruz, yıkılıyor yapıyoruz.. Ve dostlar, şaşırıyorum, biri de kalkıp, “Bu ahşap ev olayı pek akılcı değil, taş evler yapalım da, yanmasın, yıkılmasın,” demiyor...

Sayın Zeki Alasya'nın konuşmasında sanırım en vurucu kısım burası. En azından benim için böyle. Belki de yıllardır bunu anlatmak için kendimi helak ettiğimdendir.

Evet, aynen Sayın Alasya'nın belirttiği gibi, Avrupa, Antik Yunan eserlerini çevirip hatmederken, Baharat Yolu'nda kaşifleriyle cirit atarken, matbaalarında, kilise baskısından ölümü göze alarak kitap basarken biz ne yapıyorduk?

Hep çevremdeki insanlara, Türkiye'nin bu halinden birilerini mesul tutup suçlayacaksanız, matbaa haramdır fetvasını veren kadıyı bulup, hesabını sorun, diyorum.

İşte o aradaki bir kaç yy.lık farkı kapatamıyoruz, ne yazık!
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: mbulut - Ekim 28, 2014, 08:41:38 öö
Sn.animi et spiritus görüşünüze bir nebze olsun katılmak mümkün fakat geçmişte yapılan hataların arkasına sığınarak, suçluları göstermek yerine herkes en azından kendi üstüne düşeni yapsa daha güzel olmaz mı?

Bugün tarihi Silifke kalesinin dibine meyhane açılıyor, etrafı pisliğe terkediliyorsa,Niğde kalesi balici ve tinercilerin yuvası olmasına göz yumuluyorsa,Kayseri kalesinin içi pazar yerine çevriliyor buna sessiz kalınıyorsa suçlu aramak yerine suça ortak olmamak en iyisi.

Seçilen yetkililer gerekeni yapmıyor diye onları seçen eller boş durmamalı.Yeri geldiğinde yerdeki pisliği almalı, balici ve tinercilerin zarar verdiğini görüyor ise yetkili birimlere haber vermeli,kalenin içerisi pazar yerine çevriliyor ise alışveriş yapmamalı. .

Bu örnekler çoğaltılabilir, fakat mevcut sorunu ortadan kaldırmaya ne kadar yeterli olabilir.Biz kendi üstümüze düşeni yapalım aradığımız suçlular ile ortak olmayalım en azından.Rahmetli Üzeyir Garih'in dediği gibi "dün tarih oldu,yarın bir sır, bugünün kıymetini bilelim."

Bugünün kıymetini bilenlerden olmamız dileğiyle. .
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: animi et spiritus - Ekim 28, 2014, 09:15:22 öö
Sayın mbulut, Yanlış anlaşılma kaygımdan dolayı, yazdıklarınıza cevap verme gereği hissettim. Ben yazdığım iletide, Sayın Alasya'nın yaptığı konuşmadan en etkilendiğim kısmı belirterek, bugünkü memleket fotoğrafının nedenlerine vurgu yapmak istedim.

Niyetim orada takılıp kalmak tabi ki değil. Sorunların çözümü yönünde herhangi bir ileti görmediğim için, ifademi maruz görün, o topa girmedim.

Tekrar etmekte fayda görüyorum, Sayın Alasya'nın vurguladığı gibi, Avrupa medeniyeti , rönesans ile aydınlanma çağına koşar adım giderken, biz ne yapıyorduk tespitindeki haklılığını işaret etmek istedim.

Bir hatam olduysa affola.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: mbulut - Ekim 28, 2014, 09:52:00 öö
Sayın mbulut, Yanlış anlaşılma kaygımdan dolayı, yazdıklarınıza cevap verme gereği hissettim. Ben yazdığım iletide, Sayın Alasya'nın yaptığı konuşmadan en etkilendiğim kısmı belirterek, bugünkü memleket fotoğrafının nedenlerine vurgu yapmak istedim.

Niyetim orada takılıp kalmak tabi ki değil. Sorunların çözümü yönünde herhangi bir ileti görmediğim için, ifademi maruz görün, o topa girmedim.

Tekrar etmekte fayda görüyorum, Sayın Alasya'nın vurguladığı gibi, Avrupa medeniyeti , rönesans ile aydınlanma çağına koşar adım giderken, biz ne yapıyorduk tespitindeki haklılığını işaret etmek istedim.

Bir hatam olduysa affola.

Saygılarımla.

Hatanız olarak görmem mümkün degil.Sn.Zeki Alasya'nın konuşmasındaki etkilendiğiniz yeri belirterek yorumda da bulunmuşsunuz.Bu konuyu okuyan birçok üye ve harici olduğunu düşünerek toplumsal bir mesaj veya bir öneri olarak düşüncelerimi belirttim.Söylediğiniz gibi bu sorunların çözümü farklı bir başlıkta, etkili bir şekilde değerlendirilmesi daha doğru olur ve bu konuda biz ne yapıyoruz derken,yani ben insanların umursamaz ve tembelliğinden bahsederken bu konu hakkında  bir başlık açıp, detaylıca irdelenmesini sağlarsam tembellik yapmamış olurum.:)

Yazmış olduğunuz yorumdan yola çıkarak konuyu farklı yönden (çözümüne yönelik) ele almam sizin yaptığınızı yanlış olarak göstermez, benim size karşı yaptığım bir yanlış olabilir en fazla..Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Selim - Ekim 28, 2014, 12:02:53 ös
29 Mayıs 1453 sabah şafak sökmeden başlayan saldırı gün ağardığında yoğunlaşmış, öğlen olmadan önce Constantin Türklerin eline geçmiştir. Tüm bilinen dünyada savaşın galibinin hakkı olan ilke; eğer şehir teslim olmamış ve savaşmayı tercih etmiş ise galibin askerlerinin ele geçirdikleri şehri 3 gün yağmalama hakkı var.

Constantinopolis düşmüş, öğleden sonra muzaffer komutan şehre girer, gördüğü manzara karşısında gözleri dolar ve askerlerine "bu şehir için mi savaştık, bundan sonra yıkmak ve öldürmek yok" emrini verir. Ancak askerin 3 günlük yağma hakkını engelleyemez, çünkü muzaffer komutan da olsa padişahta olsa yağma hakkını durduramaz.

Avrupa rönesanssa doğru koşarken rönesansı yaşayan Türkler tarafından ele geçirilmiştir. Constantinople pozitif felsefeyi dini felsefeden önde tutan islam inancına sahip halk tarafından ele geçirilmiştir.


Devlet i Ali nin muhteşem dönemlerinde batının hayranlıkla baktığı şehir, o şehir ki dünyanın merkezi olarak görülür. Devlet i Ali nin yıpranması ile beraber yıpranan şehirdir. Prensesin parasızlıktan yıpranması gibi yıpranır, ancak özü, ruhu, duruşu "ben prensesim" der bakmasını bilene. Ancak der ki "güzelliğim için, ayağa tekrar kalkabilmem için, altın boynuz gerdanlığımı takmam için, güzel elbiseler giyip süslenmem için sahip olanımın da ayağa kalkıp dik durmasını, bilimle, akılla, pozitif felsefe ile düşünmesini bekliyorum. Bakabilen için ben herzaman prensesim."





Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: ozkann - Mayıs 08, 2015, 11:21:10 öö
Nur içinde yatsın.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: animi et spiritus - Mayıs 08, 2015, 11:43:52 öö
Az önce internette gezinirken ölüm haberine denk geldim. Son zamanlarda kaybettiğimiz değerli sanatçılar kervanına katılıp, Sonsuz Doğu  (Ebedî Maşrık)'ya yol almıştır.

Çocukluğumuzun, gençliğimizin en güzel yıllarında izler bırakan insanlar göçüp gidiyorlar... Işıklar içinde uyusunlar.

Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: propulsion - Mayıs 08, 2015, 11:48:03 öö
Büyük bir aktör, önemli bir sanatçıydı.

Duyduğumdan beri şaşkınım.

Çok üzüldüm.

Işıklar içinde yatsın.

Kabri ışık dolsun.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: İNSAN - Mayıs 08, 2015, 12:51:33 ös
Nur içinde yatsın.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Metatron - Mayıs 08, 2015, 04:49:29 ös
Hoşçakal İyi İnsan....

https://www.youtube.com/watch?v=O8UrOBe1S_E (https://www.youtube.com/watch?v=O8UrOBe1S_E)
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: karahan - Mayıs 08, 2015, 06:16:47 ös
Güzel insan demek şimdi gidiyorsun ha!
ışığını alda öyle git.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: lucifer - Mayıs 08, 2015, 06:40:55 ös
Zeki ALASYA

Ölümünü duyduğumdan beri hala kendime gelebilmis değilim radyoda haberin sonunu dinledim.
Metin Akpınar yarimi kaybettim dedi. İnşallah "o" degildir dedim hemen internetten haberlere baktim.

Sanki hayatta hersey bir anda "karardı". Ve uzun zaman sonra bu derin uzuntu ve aci onun adına onu anabilmem iimdeki paylasimi yapabilmek istedim ve onun icin onemli bir yeri oldugunu dusundugum mason kardeslerinin uye oldugu bu foruma dusuncelerimi yazmak istedim.
Güle Güle guzel insan. Güle güle büyük usta...
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Arcanum - Mayıs 08, 2015, 10:03:06 ös
Nur içinde yatsın. Kıymetli bir insandı.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Waldow - Mayıs 09, 2015, 11:22:44 öö
ırmak zileli'nin çok güzel bir sözünüz var, “doğru şeyler yapmışsanız, ölmüş gibi olmuyorsunuz.” sorusunu zeki alasya yanıtlamış:

evet, bir ışık taşınıyor. taşınan bu ışık ebedi. ama onu taşıyan eller ölümlü. bir nöbet. ben taşıyorum bir süre, sonra ben ölüyorum size devrediyorum, siz taşıyorsunuz. taşınan ışık ölümsüz ama taşıyan eller ölümlü. o taşıma sırasında doğru şeyler yaparsanız ve sizden sonraya kalırsa bunlar kuşaklar boyu, artık siz de ölümsüzsünüz. ben hiç mesela çok üzüldüğüm halde, barış’ın (manço), kemal’ın (sunal) ölmüş olduğuna inanmıyorum. arabada gidiyorum, açıyorum radyomu barış söylüyor. zeki müren söylüyor. televizyonu açıyorum kemal’in oynadığı bir filmi izliyorum. nasıl ölmüş ya? maddi varlığı, et yığını olmayabilir. önemlisi o mu? bunlar daha önemli değil mi? buradan hareketle biliyorum ki ben de artık ölmez oldum.

Işıklar içinde yatsın.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: mbulut - Mayıs 11, 2015, 10:52:58 öö
http://www.sozcu.com.tr/mobil/home/yazardetay?post_id=827980&system=yilmaz-ozdil (http://www.sozcu.com.tr/mobil/home/yazardetay?post_id=827980&system=yilmaz-ozdil)


Nur içinde yatsın.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: Selim - Mayıs 14, 2015, 11:52:05 öö
Mekanı cennet, toprağı bol olsun.

Gelip eser bırakarak gidene selam olsun.

Doğudan yükselen ışık aydınlık nuru olsun.


Nur içinde yatsın.
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: - Mayıs 14, 2015, 11:00:55 ös
Selam kardeşlerim İstanbullu olarak boğazda hep çay içerken gördüğüm  Atam ın çay fincanları nerde!! Bunları da istiyoruz! Işıklarla uyusun...
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: a.ytmist - Haziran 18, 2016, 10:42:32 ös

Neyse kardeşlerim, biz dönelim 1453’e... O dönemde Osmanlı İmparatorluğu güçlü ve zengin... Padişah, kentin Türk nüfusunu artırmak için İmparatorluğun çeşitli yörelerinden on binleri getirip, İstanbul’a yerleştiriyor.

Evler yapıyoruz tahtadan... Tahta yeterli bir malzeme sayılıyor... “Ben oturayım, benden sonraki kuşaklar da otursun”, gibi bir düşüncemiz yok çünkü... Tahta yetiyor da artıyor bile.. Zamanın tahribatı da önemli değil.. Yıkılır, gene yaparız diye düşünüyoruz... Tahta kolay alev alan bir malzama. Yangınlar çıkıyor, binlerce ev yanıyor her defasında; “Yansın, gene yaparız”, diyoruz... İstanbul yana yıkıla geçiyor yıllar...

Bu arada Rönesans’ın sanatta, kültürde olduğu gibi şehircilikte de yenilikçi etkileri görülüyor. Avrupa kentlerinde... Uygarlık yolunda dev adımlar atan Avrupalı’nın yaşama standardı her geçen gün yükseliyor. Büyük merkezler adeta yeniden şekilleniyor, pislikler yıkılıp temizleniyor... Yeni ve geniş caddeler açılıyor... Parklar için geniş alanlar ayrılıyor. Batılılar, alt yapı denen olayın farkına bu dönemde varıyorlar. Uzun vadeli planlar uygulamaya konu luyor... Londra, Paris, Roma, Madrid, Moskova, Berlin... Saymaya gerek yok, hemen hepsi yeniden doğuyor sanki...

Biz bu arada durmadan savaşıyoruz. Ha, tabi bu arada ahşap ev yapımına devam ediyoruz... Yanıyor yapıyoruz, yıkılıyor yapıyoruz.. Ve dostlar, şaşırıyorum, biri de kalkıp, “Bu ahşap ev olayı pek akılcı değil, taş evler yapalım da, yanmasın, yıkılmasın,” demiyor...

Bu konuda bazılarının, “İstanbul deprem kuşağında, tarihi boyunca birkaç kez fena sallanmış, taş taş üstünde kalmamış, bu yüzden tahta evler yapmışlar, çünkü tahta evler depreme dayanıklı”, iddiaları da pek inandırıcı, ya da akılcı gelmiyor bana.. Esas neden tahtanın ucuz bir malzeme olması ve kenti çevreleyen ormanlarda bol ve kolay bulunması. Yüzlerinizde bir şaşkınlık görür gibiyim... “Şehri çevreleyen hangi ormanlar?” dediğinizi duyar gibiyim.

Değerli Kardeşlerim;

Zeki Alasya'nın Konstantin hakkındaki endişelerini paylaşıyorum. Ancak alıntıladığım kısmın ihtiva ettiği derin bilgisizliği ve şifasız cehaleti aklın baş edilemez kayıtlarla sınırlanması ve bunun sonucunda kozmozu ve varlığı derinden kuşatmaya kadir olan nüfuz edici özden noksanlığına bağlıyorum.

İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Ne yazık ki bu duyar kaygılı metni Zeki Alaysa'nın beş asırdır İstanbul'a misafir olmuş Osmanlı Toplumunu ve Kültünü nesnel olmayan kaygılarla telaffuz ettiğini görüyorum. İstanbul'u anlamak ve onu incitmemek için yeterli bir araştırma ve gözlem yapılmadığı kanaatindeyim.
Zeki Alasya'nın İstanbul hassasiyeti takdire şayandır. Kendisi Türk tiyatro ve sinemasında önemli bir köşe taşıdır ve gönül tahtımızda elbet bir paye de onundur ancak objektif ve daha değerli nesnelerle telaffuz edilmiş bir metni bir Mason biradere daha layık görüyorum.

Buradaki eleştirim bütünün bir parçası olanı kötülemek için değil Nietzsche'nin "En iyi yericiler en iyi yücelticilerdir." sözündeki prensiple aklın öze nüfuz eden kavrama yetisiyle var olanı doğru okumak ve eksiğiyle artısıyla ortaya koymak maksadıyladır.

Masonlar.org harici formundaki ilk yorumumu hayatımın ilklerinden olan İstanbul'a atfetmek benim için çok manidardır. Çünkü doğru "Oku"masına bilen için İnsan nasıl ki evrenin bir fıhristi ve özetiyse, İstanbul'da İnsanın ve Tarihin bir fıhristi ve özetidir.

İstanbul'u korumak ve ve yozlaşmanın önünü almaktan bahsediyoruz ama evrensel bilgiden ve özfarkındalıktan uzak bir kavrayışla hayata devam ediyoruz. İstanbul'u bir nesil, bağrında onlarca etnisite barındıran bir millet, global etki ağı olan bir sistem, bir ihtiras ve belki hepimizin ortak olduğu Evrensel İrade bu yıkılışa mahkum bırakmıştır.

Evet yıkmak kolaydır fakat yaratmak zor ve masraflıdır. Kentler insanların bir yaratımıdır. Gizlerini derinlerinde barındıran kadim imparatorlukların, hanedanlıkların bize emanet ettiği antik yapılar insan dediğimiz cevherin bir üretimidir. Bugün İstanbul doğu ve batıyı, İman ve Bilgiyi aynı anda aynı yerde en iyi gözlemleyebildiğimiz bir kent olarak kimilerimizin Altın çağının, 21.yüzyılımızın, artık soluk alı vermesi bir ihtiyarınkinden farksız yerküremizin derin bir dışa vurumu ve kendini teşhirinden başka nedir?

İstanbul'u parçası olduğu evrensel kıtalar ağından ayrı olarak düşünebileceğimizi zannetmiyorum. Ve eğer ölçeği genişletip farkındalığımızı artırırsak İstanbul'daki yıkımın İnsan'ın yıkımı olduğunun, Afrika'daki açlığın, Amerika'daki ben merkezciliğin bundan farklı bir yanının olmadığını görürüz.

Sistemin çarklarında en az yarayla kurtulmak için çabaladığımız bu çağda, cehaletin içinde bilgisizliğin açtığı dertlerle konuşmalarını zehirli bir sirke çeviren avamdan kaçıp anlamın derin okyanusuna kendimi attığım bu platformda, bilincini beşeri duygulardan arındıramamış bir yığınla karşılaşmış olmak benim için şaşırtıcı olmamakla birlikte üzücü.

Sevgili üyeler, Kentler İnsanın ilhamının ve tekamülünün bir yaratım tablosudur. Ve bu tablonun öznesi kendisinden bağımsız düşünemeyeceğimiz sanatçı yani insanlardır. İnsanı yani onun en temel anlamalandırıcısı olan beyni çağımızın nasıl bir yıkıma sürüklediği açık ve parlak zihinlere aşikardır.
Babil'i ilham edinenlerin Sultan Ahmet'de dikilitaşın önünde bomba patlatmayı da ilham etmesi üzücü ve bu tanrıların savaşı arasında hakikati arayanların en büyük nefretidir.

"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” demiş Şeyh Edebali, ki Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'ye öğütüdür!

İstanbul'u nezaket ve zarafetle inşa etmiş Osmanlı toplumunu daha iyi bir idrak ve daha ilahi ışıktan ilham almış kalplerin vicdanına sunuyorum.

"Nullius in Verba" yani otoriteyi, kabul edilmiş görüşü, kalıpları sorgula ve kendin gör, kendin deneyimle. Bu deyim "İngiltere Kraliyet Bilimler Akademi'sinin mottosudur ve bence hepimiz için ideal bir prensiptir.

Tarihi kayıtlayıp, sınırlar içerisinde belli bir düşüncenin ürününe çevirmek ve bu ürünle gururlanıp kendi bilincine hakaret evrensel özden haberdar olan kimsenin anlayışı olamaz.

İstanbul'u inşa etmek, İnsan'ı ve onun ihtiraslarını, imanını, bilgisini ve yaratımını inşa etmektir. Bu inşa Babil'den, Süleyman'ın Mabedi'nden noksan bir inşa değildir. İnsan'ı yani bilincimizi yontarak her birimiz kendi İstanbul'umuzu inşa ederiz.

Sevgiyle ve ihtirasla inşa edelim.
Saygılarımla a.ytmist(anbul)
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: night manager - Ocak 03, 2020, 11:17:16 ös
Herkese saygılar
Büyük usta Zeki Alasya ne güzel konuşmuş.dogru da söylemiş ama kimin umurunda zeki Alasya zaten mason.. o zaman amacı kötüdür düşüncesi doğru da olsa bir kesime yakın degildir rant peşinde koşan arsa kapatmak için uğraşan bir kişi değildir.
Ben İstanbul da yaşamıyorum sadece her insanın bildiği kadar İstanbulu bilip tanıyorum ama şu bir gerçek ki  mimari güzellik İstanbul'un tarihi dokusu  maalesef  ranta kurban gidiyor bu bina buraya yapılır mı dediğiniz binalar yapılıyor sonuçta cepler doluyor.. ama umarım zeki alasyalar eksik olmaz bir gün rant kaybeder güzellik kazanır Allah rahmet eylesin
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: NOSAM33 - Ocak 04, 2020, 12:22:45 öö
Alıntı
toprağı bol olsun.

Gayri müslümler için kullanılır Selim bey ... :)
Saygılar
Başlık: Ynt: Zeki Alasya
Gönderen: onurcelik - Aralık 07, 2022, 05:46:17 ös
harika insan nasılda özetlemiş