Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Antlaşmalar  (Okunma sayısı 11260 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 26, 2007, 07:52:00 öö
Yanıtla #10

Paris Barış Konferansı
 
Birinci Dünya Savaşından sonra, Paris’te barış görüşmelerinin yapıldığı konferans. Paris Barış Konferansı, İtilaf Devletlerinin, Bulgaristan’la Selânik, Osmanlı Devletiyle Mondros, Avusturya-Macaristan’la Villa Giusti ve Almanya’yla Rethondes mütarekelerini imzalamalarından ve çarpışmaların resmen durmasından sonra, 18 Ocak 1918’de toplandı. Ancak, konferans toplanmadan önce, 12 Ocak 1919’da Fransa, İngiltere, ABD ve İtalya hükümet başkanları ile dışişleri bakanları bir araya gelerek bir ön görüşme yaptılar. Bu görüşmede, Japonya’nın tam yetkili iki temsilcisinin katılımıyla bir yüksek konseyin kurulması ve önemli konularda bu konseyin yetkili kılınması kararlaştırıldı. Konferans başladı. Daha sonra Japon temsilcileri, görüşülen meselelerin kendi ülkelerini ilgilendirmediğini, küçük devletler temsilcileri de, kendilerine söz hakkı tanınmadığını ileri sürerek konferanstan çekildiler. Böylece Yüksek Konsey, dört batılı devlet başkanından meydana gelen Dörtler Konseyi hâline geldi. Dışişleri bakanları ise, Beşler Konseyi adıyla toplanarak, İkinci dereceden konuları ele aldılar.

Milletler Cemiyetinin temel ilkelerini karara bağlayan, Almanya ile Versailles (Versay), Avusturya ile Saint-Germain (Sen Cermen), Bulgaristan ile Neuilly antlaşmalarını imzalayan dört büyükler, 22 Nisan 1920’de Osmanlı Devleti'ni de Paris Barış Konferansına çağırdılar.

Eski Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında, Dâhiliye Nâzırı Reşit (Rey) Bey, Maârif Nâzırı Fahrettin (Rum Beyoğlu) Bey ve Nâfia Nâzırı Operatör Cemil (Topuzlu) Paşadan meydana gelen Osmanlı heyetine, Paris Barış Antlaşmasının ön şartları bildirildi (10 Mayıs 1920). Buna göre:

Trakya ve Ege bölgesi (Kırkağaç, Akhisar, İzmir, Ödemiş, Tire, Söke, Afyonkarahisar, Kütahya, Balıkesir) Yunanistan’a; başta Antalya olmak üzere Akdeniz bölgesi İtalya’ya; Kahramanmaraş’ı da içine alan Güneydoğu Anadolu Bölgesi Fransa’ya bırakılacak; Doğu Anadolu’da, sınırlarını ABD Başkanı Wilson’ın tespit edeceği bir Ermeni Devleti kurulacaktı. Ayrıca, İstanbul merkez olmak üzere İzmit, Bursa ve Çanakkale’yi de içine alan Boğazlar bölgesinde, Türkiye’nin de katılacağı bağımsız bir idare kurulacak ve kendine has bir bayrağı olacak, bu idarenin maddî işlerini İngiltere, Fransa ve İtalya’nın üyesi bulunduğu bir komisyon yürütecekti. Türk üyeler ancak danışma niteliğindeki görüşmelerde oy kullanabilecek, Devletin bütçesini de bu komisyon düzenleyecekti. Yabancı okul ve yüksekokul mezunu gayrimüslimler veya azınlıklar, Osmanlı ülkesinde her işi serbestçe yapabilecekler, bu uygulama İtilâf devletlerinin denetiminde bulunacaktı. Osmanlı Devleti, silahlı kuvvetlerini sayıca azaltacak, İtilaf devletlerinin izni olmadan tahkimat yapamayacak, 1600 grostonun üzerindeki gemilerinin hepsini, İtilaf devletlerinin emrine verecekti. Yürürlükte kalacak olan Kapitülasyonlardan, İtilaf devletleri başta olmak üzere Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Portekiz ve Ermenistan da faydalanacaktı.

Bildirilen şartları çok ağır bulan ve hafifletilmesini isteyen Türk heyeti, bu isteğin kabul edilmemesi üzerine, şartları reddederek, 11 Temmuz 1920’de İstanbul’a döndü. Paris Barış Konferansında hazırlanan antlaşma şartları imzalanmadıysa da, daha sonra aynı şartları ihtiva eden Sevr Antlaşması, Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığındaki Hâdî Paşa, Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Reşit Hâlis Beyden meydana gelen bir heyet tarafından imzalandı. Ancak, Padişah Vahideddin Han, bu antlaşmayı onaylamadığı gibi, Millî Kurtuluş Mücadelesini başlatmak üzere, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Anadolu'ya gönderdi. Böylece Sevr Antlaşması, gerek padişah, gerekse Anadolu’daki kurtuluş hareketi temsilcileri tarafından kabul edilmediği için, geçersiz sayıldı. Paris Barış Konferansı da, yetkilerini yeni kurulan Milletler Cemiyetine devrederek, 24 Aralık 1920’de dağıldı
 
 


Nisan 26, 2007, 07:52:54 öö
Yanıtla #11

Paris Antlaşması
 
Kırım Harbi'nden sonra, 30 Mart 1856 tarihinde, Osmanlı Devleti ile, Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya, Rusya ve Sardunya (İtalya) arasında, Fransa’nın başkenti Paris’te imzalanan sulh antlaşması.

On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, dünyada iki büyük İslâm devleti vardı. Birisi Osmanlı Devleti, ikincisi Hindistan’daki Gürgâniye (Timuroğulları / Babürlüler) Devletiydi. Her iki devletin sultanları, İslâm dînine bağlıydılar, hattâ İslamiyet'in bekçisiydiler. İslamiyet'i yeryüzünden kaldırmak ve kendi sömürge siyasetini devam ettirmek isteyen İngiltere, güçlü İslâm devletlerinin bulunmasını istemiyordu. Bu sebeple İslamiyet'in bekçileri durumunda olan bu iki devleti yıkmak için planlar hazırladı.

Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar veren İngiltere, böylece, Hindistan’daki Müslümanları başsız bırakmayı ve Hindistan’ın hazinelerine, ticaretine hakim olmayı planladı. Bunu da zaman içinde başardı.

İngiliz idarecileri, planlarına mâni olacağından korktukları Osmanlı Devletini de devre dışı bırakmaya çalıştılar. Osmanlılarla Rusları savaştırmaya gayret ettiler. Avusturya ve Prusya, Osmanlı-Rus Savaşının önlenmesini istedilerse de, İngilizler çeşitli vaadlerle elde ettikleri Mustafa Reşid Paşa'yı, harbe teşvik ettiler. Yardım edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece Osmanlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. Mustafa Reşid Paşa, Bâbıâlî’de 163 kişiyi toplayarak Rusya’ya karşı harp açılmasına karar verdirdi. Bu kararı, bir hileyle, genç padişah Sultan Abdülmecid Han'a da tasdik ettirdi. Böylece 1853 senesinde, Rusya’ya karşı harp ilan edildi. İngilizler, Rus Çarı Birinci Nikola’nın, Kudüs’te Katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların, Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da harbe soktular. İngiltere ve Sardunya (İtalya) da Osmanlı Devletinin yanında harbe katıldılar.

Kırım Harbi, Rusya’nın mağlûbiyetiyle sona erdi. 1 Şubat 1856’da, Viyana protokolü ve yapılacak sulhun ana hatları kabul edildi. Savaş resmen sona erdi. Protokolde belirtilen esaslar çerçevesinde, 25 Şubat 1856’da, Paris’te, Barış Konferansı açıldı. Bir ay 4 gün süren ve 30 Mart 1856 târihinde imzalanan Paris Antlaşmasına İngiltere, Fransa, Osmanlı Devleti, Rusya, Avusturya, Prusya ve Sardunya devletleri katıldı. Konferansa Fransız delegesi Walewski başkanlık etti. Osmanlı Devletini Sadrâzam Âlî Paşa ile Mustafa Reşid Paşanın oğlu Paris büyükelçisi Mehmed Cemil Bey temsil ettiler.

Osmanlı Devleti, Kırım Harbinde galip devletler arasında bulunduğu halde, Paris Antlaşmasıyla siyasî yönden kayba uğradı.

34 madde olarak imzalanan Paris Antlaşması, şu hususları ihtiva ediyordu:

Antlaşmanın tasdikinden itibaren müttefik devletleriyle Rusya arasındaki sulh, devamlı kalacak. Taraflar aldıkları yerleri iade edecekler. Osmanlılar ve diğer müttefik devletler, Rusya’ya Sivastopol, Balaklava, Kamış, Gözleve, Kerç, Yenikale, Kılburnu’nu; Rusya ise Anadolu Cephesinde işgal ettiği Kars’ı ve çevresinde işgal ettiği diğer yerleri Osmanlı Devletine iade edecekler. Taraflar, harp suçlularına umumî af ilan edecekler, esirler karşılıklı değiştirilecek. Osmanlı Devleti, Avrupa hukukundan faydalanacak, Osmanlı Devletinin istiklâli ve toprak bütünlüğü korunacak. Bâbıâlî’nin, 18 Şubat 1856 tarihinde, batılı devletlerin teşvik ve baskılarıyla ilan ettiği, Osmanlı Devleti tebaası olan gayrimüslim vatandaşlara yeni haklar ve imtiyazlar sağlayan Islahat Fermanı, antlaşmaya taraf olan devletlerce tescil edilecek. Bu devletler, padişah ve tebaası arasına girmeyecekler, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmayacaklar. Boğazlarla ilgili 1841 Londra Antlaşması aynen yürütülecek, Karadeniz tarafsız duruma getirilecek, bütün devletlerin ticaret gemilerine açık, fakat savaş gemilerine devamlı kapalı olacak. Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz’de donanma bulunduramayacağı gibi, tersaneleri yıkıp, yenilerini yapamayacaklar. Tuna Nehrinde ulaşım serbest olacak. Rusya tarafından terk edilecek olan Tuna Nehri deltasının bir bölümü, Boğdan’a verilecek. Tuna’daki gemi işletmeciliği, Avrupa devletlerinin muhafazasında olacak. Kırım, Rusya’da kalmak şartıyla Besarabya’nın bir kısmı, Osmanlı himayesindeki Boğdan beyliğine verilecek, Rusya, Tuna Nehri ağzından uzaklaştırılacak; Eflâk ve Boğdan beylikleri, Osmanlı himayesinde olmakla birlikte sahip oldukları imtiyaz ve haklar genişletilecek, kanunlarını kendileri yapacaklar, millî bir ordu bulundurabilecekler. Bu verilen imtiyaz ve haklar, antlaşmada imzası bulunan devletlerin ortak garantisi altında olacak, hiçbir devlet bu beyliklerin iç işlerine karışmayacaktı.

Sırbistan Prensliği, Osmanlı hakimiyetinde kalmak şartıyla tarafların kefaletinde imtiyazlı olacak. Devletlerin onayı alınmadan Osmanlı Devleti, Sırbistan’a hiçbir şekilde asker sokamayacak, ancak, eskiden olduğu gibi birkaç Sırbistan kalesinde Osmanlı askeri bulunabilecek.

Bu antlaşmaya bağlı olarak, antlaşmaya katılan devletler arasında, 1841’de imzâlanan Londra Antlaşmasını yenileyen Paris Boğazlar Sözleşmesi, Osmanlı Devletiyle Rusya arasında Karadeniz’le ilgili Paris Antlaşması imzâlandı. Daha sonra da yine Paris Antlaşmasına bağlı olarak, Osmanlı Devletiyle Rusya arasında 5 Aralık 1857’de Rusya ile sınır antlaşması imzâlandı.

Paris Barış Antlaşmasıyla, Kırım Harbine son verilmek suretiyle, Osmanlı Devletinin daha fazla yıpranması önlendiyse de, Osmanlı hakimiyeti altındaki Eflâk ve Boğdan ile Sırbistan’a muhtariyet verilmek suretiyle, Osmanlı Devletinin hükümranlık hakları zedelendi ve devletin bölgedeki nüfuzu azaldı. Osmanlı Devleti, doğrudan toprak kaybına uğramadı, fakat siyasî ve ekonomik zarara yol açan dış borçlanma sebebiyle, Avrupa’ya bağımlılığın kapısı açıldı. Antlaşmada, Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmamaları belirtilmiş olmasına rağmen, daha sonraki zamanlarda bu antlaşmaya dayanarak devletin iç işlerine karıştılar.

Karadeniz’in tarafsızlığının sağlanmasıyla ve Eflak-Boğdan ve Sırbistan topraklarındaki idarelerin, konferansa katılan devletlerin ortak garantisi altına alınmasıyla, bu bölgedeki Rus nüfuzu da ortadan kaldırıldı. Rusya’nın güneyinde bir tampon bölge meydana getirildi. Bu suretle, Rusya’nın güneye inme ve Akdeniz’e açılma politikası önlendi. Bu ise, Rusya’nın Asya’da genişleme politikasına önem vermesine sebep oldu. Osmanlı Devleti, kongreye, galip devletler arasında katıldığı halde, Karadeniz’le ilgili hususlarda, mağlup devlet olan Rusya ile aynı statüye tâbi tutuldu.

Osmanlı Devletinin, devletler hukukundan faydalanması ve bununla Avrupa devletler ailesinden sayılması kabul edildi. Ancak, bu husus, görünüşten ileri geçemedi. Çünkü Osmanlı Devletinin Avrupa devleti sayılması ve devletler hukukundan faydalanabilmesinin pratikte bir önemi yoktu. Avrupa devletleri, kendi aralarında bile bu prensiplere pek saygı göstermiyorlardı. Bu sebeple, bundan sağlanacak garantilerin kâğıt üzerinde kalması kesindi.

Gayrimüslimler lehine yeni hak ve imtiyazlar sağlayan ve Âlî Paşa tarafından ilan edilen Islahat Fermanının, Paris Barış Antlaşmasında yer alması, Osmanlı Devleti aleyhine yeni bazı hususları ortaya çıkarttı. Avrupa devletleri, her ne kadar bu maddeyle Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmamayı garanti ettilerse de, aslında bu fermanın uygulanmasından doğacak meselelerle Osmanlı Devletinin iç işlerine aynı zamanda ve ortaklaşa müdahale edebilecekleri yeni bir kapıyı açmış oldular. Gayrimüslimlere ve Avrupa devletlerine verilen ticari imtiyazlar hüviyetindeki kapitülasyonların kaldırılmayıp, sürdürülmesi de bu müdahaleyi kolaylaştırdı.

Bu sebeplerle Paris Antlaşması, uygulama imkânlarından mahrum şartları ile, Osmanlı Devletinin geleceği için bir garanti olmaktan uzaktı. Bu ise, barışın uzun ömürlü olmamasına sebep olacaktı.

Paris Antlaşması, Kırım Savaşına katılan diğer devletlere doğrudan çıkar sağlayan bir durum meydana getirmedi. Ancak, dolaylı olarak her devlet, kendisine göre bazı çıkarlar elde etti.

İngiltere, Rusya’nın Karadeniz’deki donanma ve tersanelerinin yok edilmesi ve bu denizde donanma bulundurmasını önlemekle, sömürgeleri ve yakın doğu ticareti için büyük bir tehlikeyi, bir müddet için de olsa kaldırmış oldu.

Fransa, Rusya’nın özellikle mukaddes yerler meselesini bahane ederek, Boğazlar ve Akdeniz’e inerek kendi nüfuz sahasına göz diktiğini gördüğünden savaşa girmişti. Paris Antlaşmasıyla bu tehlike önlendi. Ayrıca Kırım Savaşı ve bu müddet içinde yapılan ittifaklar ile önceden kendisine karşı kurulmuş ittifak grubunu parçaladı. Antlaşmanın Paris’te imzalanması ise, Fransa’nın Avrupa siyasetindeki nüfuzunun yükselmesini sağladı.

Sardunya (İtalya) da, Paris Konferansına katılmakla, İtalyan birliğini kurma düşüncesini, devletlerarası bir kuruluşta tanıtma ve savunma imkânına kavuştu. Böylece İtalyan birliği meselesini, Avrupa politikasının konuları arasına sokturma fırsatını elde etti.

Netice olarak, Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Antlaşmasıyla, Avrupa’da yeni bir siyasî denge kurulmuş oldu. Bütün bunlara rağmen, Paris Antlaşmasının getirdiği barış, çeşitli sebeplerle uzun ömürlü olmadı. Nitekim antlaşmanın hemen arkasından, Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri, yeni iç ve dış meselelerle karşı karşıya geldiler.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:54:01 öö
Yanıtla #12

Mondros Mütarekesi
 
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti'yle İtilaf Devletleri arasında imzalanan mütareke (30 Ekim 1918).

Eylül 1918’e gelindiğinde, savaşın Türkiye ve müttefikleri için kaybedildiği kesin olarak anlaşılmıştı. Nitekim Bulgaristan, 29 Eylülde ve Almanya da 4 Ekim'de ABD’ye başvurarak barış istediler. Bu durumda Osmanlı Devletinin de yapacağı başka bir şey kalmamıştı. Güneyde İngiliz kuvvetleri, Anadolu sınırına dayanmış, batıda Bulgaristan’ın çekilmesiyle Makedonya cephesi çökmüş ve İstanbul, doğrudan İtilaf Devletlerinin tehdidi altına girmişti. Bu şartlar altında Türkiye de, 5 Ekimde, mütareke için ABD Başkanı Wilson’a başvurdu. Türkleri, tarihlerinin en büyük felâketine götüren Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki Hükümeti, istifâ etti (8 Ekim). 14 Ekimde İzzed Paşa başkanlığında yeni bir hükümetin kurulmasından sonra, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletlerini temsil eden İngiliz Amiral Calthorpe arasındaki barış görüşmeleri, Limni Adasının Mondros Limanında başladı (27 Ekim 1918). Görüşmelerde Türkiye’yi, Bahriye Nâzırı Rauf (Orbay) Bey başkanlığında Hâriciye Nezâreti Müsteşarı Reşat Hikmet ve Miralay Sadullah Bey temsil etti.

Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Calthorpe, önceden hazırlamış oldukları bir metni, Osmanlı delegelerine okudu. Calthorpe, Osmanlı Hükümetinin bu metni imzalamaktan başka çaresinin bulunmadığını, aksi takdirde İtilaf Devletlerinin askerî harekâtı sürdürerek, daha ağır barış şartları ileri sürebileceğini söyledi. Türk delegelerinin çabalarına rağmen, mütareke şartları, İngilizlerin istediği şekilde gerçekleşti ve 30 Ekim 1918’de imzalandı. Yirmi beş maddelik bu mütareke ile Türkiye, her bakımdan etkisiz bir hâle getirildi. Mütarekenin en ağır şartları şunlardı:

1. Karadeniz’e geçişi sağlamak için Boğazlar açılacak ve geçiş güvenliğini sağlamak üzere Çanakkale ve İstanbul     boğazlarındaki istihkâmlar, müttefiklerce işgal edilecektir.

2. Osmanlı sınırındaki bütün mayın tarlaları taranacak ve bunların kaldırılmasına yardım edilecektir.

3. Askerî kuvvetin, sınırların korunması ve asayişin sağlanması için gerekenden fazlası terhis edilecek ve bunların     teçhizatı, İtilâf Devletlerine teslim edilecektir.

4. Güvenlik görevlisi küçük gemiler dışında, bütün Osmanlı donanması teslim edilecek ve donanma Osmanlı     limanlarından dışarıya çıkmayacaktır.

7. İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda, başka stratejik nokta ve     bölgeleri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

10. Hükümet haberleşmeleri dışındaki bütün telsiz, telgraf ve kablo istasyonları da İtilaf Devletlerince      denetlenecektir.

16. Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı orduları, en yakın İtilaf kuvvetlerine teslim      edilecektir.

24. Vilayât-ı Sitte’de (altı vilayet: Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbekir, Sivas, Bitlis) karışıklık çıkarsa, Müttefikler bu      illerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdir.

Mondros Mütarekesinin uygulanışı, şartlarından daha sert bir biçimde cereyan etti. İtilaf Devletleri, mütarekenin 7. maddesine dayanarak, keyfi hareketlerle Osmanlı Devletini parçaladılar. Antlaşma şartlarını, çoğu zaman kendi istekleri doğrultusunda yorumlayarak hareket ettiler. Bu durumda, Türk milleti, istiklal ve bağımsızlığını korumak üzere harekete geçti.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:55:00 öö
Yanıtla #13

Lozan Antlaşması
 
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, milletlerarası planda resmen tanındığı antlaşma.

24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya, Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalandı.

Osmanlı Devleti'ni yıkıp, topraklarının paylaşılması için çıkartılan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda başlatılan Türk İstiklâl Harbinden sonra, işgalci devletler ile 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesi (ateşkesi) imzalanmıştı. İşgalci devletler ile kesin bir antlaşma yapılması için, Türkiye, 4 Ekim 1922 tarihindeki notasıyla, görüşmelerin İzmir’de başlatılmasını istedi. İşgalci devletler, İzmir’de Yunan mezalim ve tahribatını görmezlikten gelmek için, İsviçre’nin Lausanne şehrini tercih etti. Konferansın 13 Kasım 1922’de başlayacağını ilan edip, Türkiye’de iki hükümet olduğu telakkisiyle, görüşmelere katılması için Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve İstanbul’daki Osmanlı Sultanı Altıncı Mehmed Hana (Sultan Vahideddin Han) müracaat ettiler. TBMM, bu duruma son vermek için, 1 Kasım 1922 günü çıkarılan iki maddelik bir kanunla, Saltanat ve Osmanlı Hükümetinin, 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilâf devletlerince resmen işgalinden itibaren kaldırıldığını kabul ve ilan etti. 600 yıldan fazla hükümran olan Osmanlı Hânedânına son verilerek, Lozan Konferansına TBMM hükümeti, tek başına katıldı.

13 Kasım 1922’de başlayacağı ilan edilen konferans, 20 Kasım'da başlatıldı. Lozan Konferansında TBMM’ni, Hâriciye Vekili (Dışişleri Bakanı) ve Edirne Mebusu İsmet Paşa (İnönü) başmurahhaslığında, Sıhhiye Vekili (Sağlık Bakanı) ve Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur, Trabzon Mebusu Hasan Bey (Saka) murahhaslar, yirmi dört müşavir, sekiz kâtip, bir mütercim, gazeteciler ve askerlerden meydana gelen heyetle temsil etti. İngiltere heyetini İstanbul fevkalâde komiseri Sir Horas Rumbolt ve Musul Petrol İşletmesi Şirketinin idare heyeti başkanı Lord Curzon; Fransa adına Şark Fevkalade Komiseri General Pelle; İtalya’yı İstanbul Fevkalade Komiseri Marki Camille Garoni ve Sezar Montanya; Japonya’yı Roma Büyükelçisi Baron Hayaşi, Baron Uçiyai; Yunanistan’ı Elefteryos K. Venizelos ve Demeter Kaklamanos; Romanya’yı Konstantin Dimondy, Konstantin Konseska; Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını Dr. Milotin Yuvanoviç; Bulgaristan’ı Bogdan Morfot, Dimitri Stanciof, M.Stambulhu, M.Kinstantoderof; Rusya adına M.Çiçerin, M.Rekefski ve M. Medivani; Portekiz’i M. M. Pereyre; Belçika’yı M. Beletzer ve Amerikan müşahitlerinden M. Caylnd, M. Gru ve Amiral Bristol temsil edip, katıldılar. Konferansa, ev sahibi olarak, İsviçre Cumhurbaşkanı Hab, başkanlık yaptı. 21 Kasım 1922’de, konferansta görüşülecek meseleler için komisyonlar kuruldu. Askerî ve Arazi Komisyonu Başkanlığına Lord Curzon; Azınlıklar ve Yabancılar Komisyonu Başkanlığına Marki Garroni; Malî ve İktisadî Komisyon Başkanlığına Fransa temsilcisi M. Barriere seçildiler.

TBMM’nin Lozan Konferansındaki programı, 28 Ocak 1920 günü, son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin kabul ettiği Misak-ı Millî (Millî And) hükümleriydi. Bu hükümler şunları ihtiva ediyordu: 1) Musul, Kerkük ve Süleymaniye ile, 2) Batı Trakya’nın Anavatan’a katılması; 3) Kapitülasyonların kaldırılması; 4) Azınlıklara üstün haklar verilmemesi; 5) Boğazlar ile İstanbul’un emniyetinin sağlanıp, bütünüyle hakimiyetimizde kalması.

Görüşmeler, ilk hafta dostça geçti. İkinci hafta, devlet borçları, kapitülasyon, Musul vilayeti ve İstanbul’un boşaltılması meselelerinde, anlaşmazlık çıktı. TBMM heyetine, İngiltere Murahhası Lord Curzon ve Yunanistan Murahhası Elefteriyos Venizelos, çok zorluk çıkardılar. 4 Şubat 1923 tarihinde görüşmeler kesilerek, heyetler geri döndüler.

20 Kasım 1922 - 4 Şubat 1923 tarihleri arasında devam eden Birinci Lozan Konferansında, 30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında “Esirlerin Değiştirilmesi” hakkında mukavele imzalandı.

Birinci Lozan Konferansında; 1) Edirne’nin İstasyon Mahallesi Karaağaç, Yunanlılara bırakıldı. 2) Karadeniz’den Akdeniz’e kadar Türkiye ile Bulgaristan ve Yunan hudutları, askersiz hâle konuldu. 3) Türkiye-Irak hududunun tespiti, Milletler Cemiyeti kararına bırakıldı. 4) Türkiye’ye verilen İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada ile, Yunanistan’da kalan Limni, Midilli, Nikarkarya, Sakız, Sisam adalarının askersizleşmesi kararı verildi. 5) Rodos ve Oniki Ada’nın İtalya’ya bırakılması kabul edildi. 6) İstanbul ve Çanakkale boğazlarının iki yakasından on beşer kilometre derinliğindeki bölgelerin askersiz olması; Trakya’daki 8000 kişilik Türk jandarma sayısının 5000’e indirilmesi kararlaştırıldı. 7) İstanbul’da 12.000 asker bulunduracak olan Türkiye’nin; Boğazlar Komisyonuna başkanlık etmesi ve boğazlardan geçişin serbest bırakılması kararlaştırıldı. 8) Kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. 9) Azınlıklara verilen hakları, Türkiye’nin, Milletler Cemiyeti kefaletinde tanıması kararlaştırıldı. 10) Borçlar meselesinde Türkiye’nin, hissesine düşen onbeş milyon altın lirayı, otuz yedi yıl içinde ödemesine karar verildi. 11) Yunanistan’dan hiçbir harp tazminatı istenmemesi, karara bağlandı.

4 Şubat 1923’te kesilen görüşmeler, İngiltere ve Fransa’daki asker ailelerinin tesiriyle meydana gelen umumî efkârın (kamuoyunun) arzusu üzerine, TBMM murahhasları Lozan’a davet edilerek, yeniden başlatıldı. 23 Nisan 1923’te başlayan ve 23 Temmuz’a kadar üç ay süren İkinci Lozan Konferansında; TBMM murahhasları aynı kalmasına rağmen müşavir heyetinde değişmeler oldu. İngiltere ve İtalya başmurahhasları değişip, ABD de, bir murahhas gönderdi.

İkinci Lozan Konferansı; 1) Arazî ve siyasî, 2) Malî ve yabancıların oturma hakları, 3) İktisadî işlere ait olmak üzere, üç komisyon biçiminde çalışarak, maddelerin görüşülmesini sıraya koydu. Uzun müzakereler ve arada yine görüşmelerin kesilmesine yol açan, çetin münakaşalar oldu. İngiltere’nin ısrarıyla, yine bir “Ermenistan kurulması” hususu öne sürülerek; Doğu Anadolu’da veya Suriye hududunda (Adana ile Maraş ve Gaziantep’te) dünyanın çeşitli yerlerine dağılıp yurtsuz kalan Ermeniler için “Yurt” verilmesinde, Fransızlar da talepte bulundu. Türk karasularına yakın ufak ve kayalık Meis Adasının Türkiye’ye ait olduğu ısrar edilmişse de, İtalyanlar, burayı işgallerinde tutmakta diretmişlerdir. Bir de Tuna Irmağı yatağındaki, 5000 Türk-İslâm nüfuslu Adakale, Romanya’nın ısrarı üzerine onlara bırakıldı. TBMM'nin, ısrar edip, murahhaslara talimat verdiği Yunanistan’dan tamirat adı ile harp tazminatı alınması isteği de, şiddetle reddedilerek, “Yoksul Yunanlılar”ın bunu veremeyeceğine karar alınmış, ancak Karaağaç İstasyonu Türkiye’ye geri verilmiştir.

Lozan Antlaşması, Lozan Üniversitesi salonunda, 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika devletleri ve Boğazlara ait mukavelenâme bölümünü Sovyet Rusya murahhası, İstanbul’da imza etmiş, bütün müzakerelere katıldığı hâlde Yugoslavya heyeti, borçlar meselesinde, ülkelerine düşen hisseye itiraz ettiğinden anlaşmayı imzalamamıştır. Lozan Antlaşmasının TBMM’de görüşülüp, kabul edilmesi için partisiz Birinci dönem Mebuslar Meclisi yerine, ikinci dönemde Halk Fırkasının adayları seçilerek, 11 Ağustos'ta tek parti mensubu mebuslar Ankara’da toplanarak, 21 Ağustos’ta antlaşmanın kabulü için çıkarılacak kanun taslağının görüşmeleri başladı. Lozan Antlaşmasının tasdiki için çıkarılacak kanun görüşülürken, mevcut 227 mebustan 213’ü kabul ve 14 mebus red oyu vermiştir. İtirazlarına sebep de, Mersin mebusu, Türklerin Yüreğir boyu hânedânına mensup Niyazi Ramazanoğlu’nun, İskenderun ile Antakya’yı, Halep ile Rakka’nın dışarıda bırakılarak, yüz binlerce Türkmen’in Fransa boyunduruğunda bulundurulmasını tenkit etmesi idi. Bursa mebuslarından Necati Bey de, Boğazlar ve Batı Trakya meselelerinden şikâyetle itirazlarda bulundu. Eski Maarif vekillerinden Vasıf Çınar, Tekirdağ mebusu Faik Öztrak, Şükrü Kaya, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Beyler ve red oyu veren on dört milletvekili; İstanbul’da Rum Patrikhanesi'nin imtiyazlı durumunu, gayrimüslimlere vatandaşlığın da üstünde olan dokunulmaz haklar tanınmasını, Yunanistan’dan hiç tazminat alınmayıp, Türkiye’ye ait Edirne-Karaağaç İstasyon Mahallesiyle yetinilmesini tenkit ediyorlardı. Malatya mebusu İsmet Paşa, 23 Ağustos 1923 günü sabah ve öğleden sonraki iki oturumda, Lozan Antlaşması görüşmelerinde karşılaşılan büyük güçlükleri ve getirdiği iyilikleri anlatan izahlarda bulundu. 23 Ağustos gecesi, geç vakitte yapılan oylamada Lozan Antlaşması, TBMM tarafından ekseriyetle kabul edildi. TBMM, söz konusu antlaşmayı, çıkarılan, 340, 341, 342, 343 numaralı kanunlarla tasdik etti. Bu antlaşma, 19 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girdi.

Yeni Türk Devleti temsilcileri, Lozan’a giderken son Osmanlı Mebuslar Meclisinin aldığı Misak-ı Millî kararlarını kabul ettirmek ve gerçekleştirmekle vazifeliydiler. Ancak, bunlardan hemen hemen hiç biri Türkiye lehine halledilmediği gibi, verilen tavizlerden de gereği gibi faydalanılamadı. Bunlardan önemli olanları:

1. Musul meselesi: İngilizler, Musul’un arazisinden ziyade petrollerine tâlip bulunuyorlardı. Ancak, İnönü’nün, öncelikle toprağa hakim olması gerekirken, petrollerde ısrar etmesi, İngiltere’nin reddine ve meselenin hallinin Milletler Cemiyetine bırakılmasına yol açtı. Milletler Cemiyeti ise, Musul’u Irak’a teslim ederken, Türkiye’ye Musul petrollerinden, yirmi beş sene müddetle ve sadece yüzde on gibi cüz'i bir hisse verdi. Ancak Türkiye, ileriki senelerde bu hisseyi de almaya muvaffak olamadı. Irak ise, başlangıçta petrollerin gelirini İngiltere’ye bırakmakla birlikte, kısa bir süre sonra, bu hakların tamamına el koydu.

2. Batı Trakya ve Ekalliyetler (azınlıklar) Meselesi: Sevr Antlaşması ile, Türkiye toprakları işgal altına alındığında, ilk önce istiklal mücadelesini başlatan ve bir hükümet kurmağa muvaffak olan, Batı Trakya Türklüğü idi. Ancak onların Yunan hakimiyetinden kurtulmak için giriştikleri kanlı mücadele dikkate alınmadan, Batı Trakya, Lozan’da feda edildi. Bu arada İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler dışında, Türkiye’deki bütün Rumlarla Yunanistan’daki bütün Türkler değiştirilecekti. (Bkz. Ahali Mübadelesi) “Ekalliyetlerin himâyesi” bölümünde yer alan bu haklardan, Yunanistan azami ölçüde istifade ederken, Türklerin hiç işine yaramadı. Batı Trakya Türklüğü, unutulmaya ve Yunanlıların insafına terk edildi. Neticede, aradan geçen 70 yıl içerisinde, Batı Trakya’da Türkler, çoğunluktan azınlık durumuna düşürüldüler.

3. Batum Meselesi: Misak-ı Millîye göre, Batum’un geleceği, halkın oyuna müracaatla belirlenecekti. Batum, Birinci Dünya Harbi sonunda imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması'yla da Anavatan’a kavuşmuştu. Ancak, Moskova Antlaşmasıyla cüz'i bir yardım karşılığı Ruslara bırakılan Batum için, Lozan’da en küçük bir girişimde dahi bulunulmadı.

4. Kıbrıs ve 12 Adalar meselesi: Ayastefanos Antlaşması'nın ağır hükümlerini atlatabilmek maksadıyla, İkinci Abdülhamid Han, vaktiyle, geçici olarak Kıbrıs’ın idaresini İngilizlere bırakmıştı. Birinci Dünya Savaşının başlarında İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak ettiğini bildirdi. Türkiye’nin tanımadığı bu ilhak kararı, Lozan Konferansına kadar problem olarak kaldı. Lozan Muahedesinin 20 ve 21. maddeleriyle, Türk murahhasları, bu ilhakı kabul ve tasdik ettiler.

Yine Ege Denizindeki, Türkiye’ye yakın 12 adanın İtalyanlara terki de, aynı şekilde meydana geldi. Daha sonra İkinci Dünya Harbinde Almanların işgaline uğrayan bu adalar, Türkiye’ye teklif edilecek, fakat, o zaman Türkiye’nin başında bulunan İnönü tarafından reddedildikten sonra, Yunanlıların hakimiyetine verilecektir.

Neticede, Lozan'ın bir zafer olmadığı ve hezimet olduğu, her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:56:11 öö
Yanıtla #14

Londra Konferansları ve Antlaşmaları
 
Osmanlı Devletinin son yüz senelik döneminde Londra’da değişik tarihlerde yapılan konferans ve antlaşmalar. Osmanlı Devleti, bunlardan bir kısmına katılmadığı halde, dolaylı olarak kendisini ilgilendirmiştir. İngiltere, uzun vadeli siyasî faaliyetleri neticesinde, dünyanın çeşitli bölgelerinde pek çok sömürgeler kurmuştur. Böylece 19. asrın başlarından itibaren dünya siyasetinde önemli derecede söz sahibi olmaya başladı. Bu bakımdan, 19 ile 20. yüzyıllarda yapılan birçok konferans ve antlaşmalar Londra’da yapıldı.

Londra Antlaşması (6 Temmuz 1827): Mora’daki Yunan ayaklanmasını desteklemek, Yunanistan’da bağımsız bir idare kurulmasını sağlamak gayesiyle İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan antlaşma. 1827’de batılı devletlerin tahriki ile, Yunanlılar, Mora’da büyük bir isyan başlattılar. Osmanlı Devleti, isyanı bastırmak için Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'dan yardım istedi. Yardım gerçekleşip isyan tamamen bastırılmak üzere idi. Bu durum, Mehmed Ali Paşanın Akdeniz’de güçlenmesi ile neticelenecekti. İngiltere, kendi aleyhine böyle bir durumun gelişmesini engellemek için derhal harekete geçti. “Mısır kuvvetleri zulmediyor, buna son vereceğiz” diyerek, Petersburg’da Çar hükümeti ile 1826’da bir görüşme yaptı. Bu görüşme sonunda bir protokol imzalandı. Bu protokol, Yunanistan’ın Osmanlı’dan koparılması ve bağımsız bir Yunan Devleti kurulması için ilk adımdı. Aldıkları karara göre, Yunanistan, Osmanlı Devletine sadece vergi ile bağlı yeni bir devlet olacaktı. Türkler ise Yunanistan’dan tamamen çıkartılacaktı. İngiltere ve Rusya, bu protokolü Avusturya, Fransa ve Prusya’ya bildirdi. Avusturya ve Prusya karşı çıktılar ise de, Fransa kabul etti. Bundan sonra Londra’da İngiltere, Rusya ve Fransa arasında görüşmeler başladı. Varılan antlaşma neticesinde (6 Temmuz 1827) Osmanlı Devleti, Petersburg protokolünü benimseyip, müstakil bir Yunan Devletinin kurulmasını kabul ederse, Mora’da isyan çıkaran asiler ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılacak, kabul etmediği takdirde, protokolü imzalayan müttefik devletler, isyancılara yardım edecekler ve isteklerini kabul ettirmek için Osmanlı Devletine baskı yapacaklardı. Bu isteklerini bir nota ile Osmanlı Devletine bildirdiler. Bu hareket, Osmanlı Devletinin iç işlerine bir müdahale olduğundan reddedildi ise de, iş, Osmanlı-Mısır donanmasının yakıldığı Navarin Baskını (20 Ekim 1827) ile neticelendi. Fransızlar, Mora’yı işgal ettiler. Bir taraftan da Osmanlı-Rus Harbi çıktı ve Osmanlı Devletinin aleyhine neticelendi.

Londra Antlaşması (3 Şubat 1830): Yeni kurulan Yunan Devletinin sınırlarını tespit etmek üzere İngiltere, Rusya ve Fransa arasında varılan antlaşma. Osmanlı donanmasının Navarin’de yakılması, ordularının 1828-29 Rus Savaşında mağlubiyete uğraması ve nihayet Mehmed Ali Paşa İsyanı ile karşı karşıya kalması neticesinde, Yunanistan’a bağımsızlık yolu açılmış oldu. Yunanistan’ın tam bağımsız bir duruma gelmesi, bilhassa İngiltere için büyük çıkar sağlayacaktı. Bu sebeple İngiltere, Avrupa devletlerine, Yunanistan’ın bağımsızlığı teklifini yaptı. Bunun üzerine, 3 Şubat 1830’da Londra’da toplanan delegeler, yaptıkları antlaşmalar neticesinde Yunanistan’a tam bağımsızlık tanıdılar. Bu durumu Osmanlı Devletine de bildirdiler. Osmanlı Devleti, o zamanki şartlarda bunu kabul etmek durumunda kaldı.

Londra Antlaşması (15 Temmuz 1840): Mısır meselesine bir çözüm getirmek üzere İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya devletleri arasında, Londra’da yapılan antlaşma. Bu antlaşma, o sırada Osmanlı Devletine baş kaldıran Mısır Valisi Mehmed Ali Paşayı, barışa zorlamak maksadı ile yapılmıştı ve daha çok bu devletlerin çıkarlarını ilgilendiriyordu. Antlaşmaya göre Mısır, babadan oğula geçmek üzere, Güney Suriye ve Akka da kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşaya bırakılıyor ve işgal ettiği diğer yerlerden çıkması isteniyordu. Şâyet on gün içerisinde antlaşma şartlarını yerine getirmezse, Mısır zorla elinden alınacaktı. Mehmed Ali Paşa, Fransa’nın desteğine güvenerek bu teklifi reddetti. Hattâ İstanbul üzerine hücum edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı ve müttefikleri harekete geçti.

Mehmed Ali Paşa, savunmada kalmayı tercih etti. Oğlu İbrâhim Paşa, Suriye sınırı ile Suriye kıyılarını savunmak için ordusunu dağınık tutmak zorunda kaldı. Bu arada Lübnan halkı, Mehmed Ali Paşaya karşı ayaklandı. 11 Ağustos 1840’ta İzzet Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı, İngiliz ve Avusturya Harp gemilerinden meydana gelen filo, Beyrut önlerinde Mısır gemilerini yakıp Beyrut’u topa tuttu. Bir ay sonra Beyrut, Sayda ve Sur şehirleri, müttefiklere teslim oldu. Kasım’da da Akka kurtarıldı. Mısır ordusu için önemli bir üs olan Akka alınınca, Mısır ordusu Suriye’yi tamamen boşaltmak zorunda kaldı. Mehmed Ali Paşa, Fransa’ya güvenmenin boş olduğunu anladı. Direnmekten vazgeçti. 25 Kasım 1840’ta Amiral Nopier komutasında bir İngiliz donanması, İskenderiye önlerine geldi. Mehmed Ali Paşaya, antlaşma teklif etti. Suriye’yi istemekten vazgeçmesi ve Osmanlı donanmasını geri vermesi hâlinde, babadan evlâda geçmek şartıyla, Mısır kendisine bırakılacaktı. Bu teklif kabul edilmediği takdirde, İskenderiye bombardıman edilecekti. Mehmed Ali Paşa, Suriye’yi zaten kaybetmişti. Ordusunun komutanı, oğlu İbrahim Paşadan hiç haber alamıyordu. Fransa’nın yardımından da ümidi kesilmişti. Bu sebeplerle İngiliz amiralinin tekliflerini kabul ederek, antlaşma yaptı.

Osmanlı Devleti, bu antlaşmadan memnun olmadı. Harbe devam edip Mehmed Ali Paşanın yerine başka bir valinin tayinini istiyordu. İngiltere’nin ısrarı üzerine kabul etti. Neticede, yedi seneden beri süren Osmanlı-Mısır anlaşmazlığı tamamen halledildi. Mehmed Ali Paşa, Suriye’yi kaybetti. Fakat, Mısır’ı da evlâtlarına intikal etmek üzere kazandı (Bkz. Hidivlik).

Londra Konferansı (17 Ocak 1871): Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya, Fransa arasında imzalanan ve Karadeniz’in tarafsızlığına son veren konferans. Osmanlı Devleti, bu konferansta, Londra’daki elçisi Musurus Paşa tarafından temsil edildi. Uzun süren tartışmalardan sonra, delegeler görüş birliğine vardılar ve 30 Mart 1856’da yapılan Paris Antlaşması'nın sınırlayıcı hükümlerini değiştirdiler. Buna göre Osmanlı Devleti, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını barış zamanında dost ve müttefik devletlerin harp gemilerine açmak hususunda serbest bırakıldı.

Karadeniz, eskiden olduğu gibi, bütün devletlerin ticaret gemilerine açık hâle getirildi.

İlave edilen bir madde ile, Londra Konferansına katılan devletler, 30 Mart 1856 senesinde yapılan Paris Antlaşmasının bu yeni antlaşma ile kaldırılmamış olan hükümlerini ve ilave edilen maddelerini tasdik ve teyid ettiler.

Bu antlaşma neticesinde, Rusya, 1856’daki Paris Antlaşması ile Karadeniz’deki hükümranlık haklarını sınırlayan hükümlerden kurtuldu. Rusya, bu başarısını, Kırım Harbi'nin bir intikamı gibi değerlendirdi. Çünkü Kırım Harbinin neticesinde kabul etmek zorunda kaldığı şartları, diplomatik ve politik yollarla kaldırmış oldu. Osmanlı Devleti ise, Rusya’nın antlaşmadaki isteklerini, Boğazlar için de yapacağı endişesinden kurtulduğu için memnundu. Çünkü 1856 Paris Antlaşmasına göre Osmanlı Devleti, Boğazları, dost ve müttefik devletlerin harp gemilerine barış zamanında açabilecekti. Bu husus, Rusya’nın müdahalesi dışında kaldı.

Londra Konferansı ve Antlaşması (1912-1913): Balkanlarda ortaya çıkan bunalımı halletmek ve mevcut barışı korumak için, 17 Aralık 1912’de Londra’da, devletler arası, büyükelçiler konferansı yapıldı. Bu konferansta iki mesele üzerinde duruldu. Biri Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasındaki sınırı ve barış esaslarını tespit etmek, ikincisi ise Osmanlı Devletinden alınan toprakların Balkan devletleri arasında paylaşılmasından doğan ve bu sebeple büyük devletleri karşı karşıya getiren anlaşmazlığı halletmekti.

Konferansta yapılan görüşmeler sırasında Yunanistan, Ege adalarından; Karadağ İşkodra’dan; Bulgaristan da Edirne’den çekilmek istemiyordu. Osmanlı Devleti ise, Edirne’yi bırakmamakta kararlı idi. Rusya ile Avusturya arasındaki gerginlik de giderilemiyordu. Ayrıca Rusya, Kafkasya’ya asker yığmaya ve Anadolu’yu tehdit etmeye başladı. Almanya, buna mâni oldu. Bu hâdiseler sebebiyle konferans uzun sürdü ve neticesiz kaldı. Bunun üzerine Balkan Savaşı'nın yeniden başlamaması için, büyük devletler, 17 Ocak 1913’te Osmanlı Devletine ortak bir nota verdi. Bu notada, Edirne’nin Balkan devletlerine terkini ve Ege adaları hakkında verilecek kararın kendilerine bırakılmasını istediler. Aksi takdirde çıkacak savaşta, Osmanlı Devletinin güç duruma düşeceğini bildirdiler. Büyük devletler, böylece, Balkan Savaşı başlamadan hemen önce, bu savaş sonrasında Edirne ve Ege adaları bölgesinde durumun değişmeyeceği garantisini bir tarafa bırakarak, Balkan devletlerini desteklediklerini ve sınır değişikliğini kabul ettiklerini açıklamış oldular.

Bu sırada Osmanlı Devletinde yeni hâdiseler vuku buldu. Yenilgi ve gelişen siyasî hâdiseler, Kâmil Paşa hükümetini yıpratmıştı. Bu durumdan istifade eden İttihat ve Terakki Fırkası, 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’ye baskın yaparak iktidarı ele geçirdi. Mahmud Şevket Paşa'nın başkanlığı altında yeni bir hükümet kuruldu. Hükümet, büyük devletlerin verdiği notayı reddetti. Bunun üzerine 3 Şubat 1913’te, Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında savaş başladı. Fakat İttihat ve Teraki hükümeti, bu savaşta başarı sağlayamadığı gibi, düşmana karşı kendi savunmasını yapan İşkodra, Karadağlıların eline geçti. Yanya, Yunanistan; Edirne de Bulgaristan tarafından işgal edildi.

Osmanlı Devleti, bu durum karşısında, büyük devletlerle yeniden barış görüşmelerine başlanmasını istedi. Bu istek üzerine, 30 Mayıs 1913’de Londra Barış Antlaşması imzalandı.

Bu antlaşma neticesinde Osmanlı Devleti, Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını Balkan devletlerine bırakmak durumunda kaldı. Bu topraklar, Balkan devletleri arasında paylaşıldı. Ege adaları hakkındaki karar, büyük devletlere bırakıldı. Bulgaristan ise, Ege adalarına açılmakla büyük devlet hâline geliyordu. Yunanistan da, Selânik şehrini alarak sınırlarını genişletti. Ege Denizine yerleşmek için, önemli derecede imkânlar kazandı. Diğer taraftan Sırbistan da genişlemeye başladı.

30 Mayıs 1913’te yapılan Londra Antlaşmasının bütün bu neticeleri, Balkan devletlerini memnun etmedi. Bölgede yeni hâdiselere sebep oldu
 
 


Nisan 26, 2007, 07:56:58 öö
Yanıtla #15

Küçük Kaynarca Antlaşması
 
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 1768-1774 yılları arasında vuku bulan harbe son veren ve Osmanlı Devletinde önemli toprak kayıplarına yol açan antlaşma. Güney Dobruca’daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalandığından bu adı almıştır.

Osmanlı ordusunun, 1773’te Ruslara karşı kazandığı Ruscuk, Silistre ve Varna zaferlerinin intikamını isteyen Çariçe İkinci Katerina, Tuna ordusunu takviye etmişti. Başkumandan Mareşal Romanzoff, Osmanlı ordusunu, merkezinde muhasara için Şumnu’ya doğru hareket etti. Bu sırada rahatsız olan Vezîr-i âzam ve Serdâr-ı ekrem Muhsinzâde Mehmed Paşa, düşmanı karşılamak üzere Yeniçeri Ağası Yeğen Mehmed Paşa kumandasında bir kuvvet sevk ettiyse de, bu kuvvetler Kozluca’da mağlup oldu. Romanzoff’un, bu başarıdan sonra Şumnu önlerine gelip Varna yolunu kesmek suretiyle, Osmanlı ordusunu iâşe ve mühimmattan mahrum etmesi, askerin dağılmasına yol açtı ve orduda on iki bin kişi kaldı. Yanındaki az sayıdaki kuvvetle mukavemet etmenin bir fayda sağlamayacağını anlayan Serdâr-ı ekrem, mütareke istemek zorunda kaldı. Sadrazam kethüdâsı Resmi Ahmed Efendi, nişancı rütbesi ile birinci, Reîsül-küttab İbrâhim Münib Efendi de ikinci murahhas tayin olunarak, 12 Temmuz 1774’te Şumnu’dan hareketle Balya Boğazına yakın Küçük Kaynarca kasabasına geldiler. Ruslar tarafının murahhası, General Repnin idi. Mareşal Romanzoff, mütareke kabul etmeyerek birinci sulh müzâkeresinde esasları iki tarafça kabul edilmiş olan esaslara göre derhal sulh akdini istediğinden, mecburen teklif kabul olunup, iki günde ve iki celsede antlaşma imzalandı.

Rus başkumandanı, sulh görüşmesi yapabilmek için başlangıçta Kılburun, Kerç ve Yenikalenin Ruslara terkini şart koydu. Osmanlı murahhasları, bütün fırsatların elden çıkması ve kendilerine zaman verilmemesi üzerine, Rus isteklerini çaresiz kabul ettiler. 17 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan ve henüz tahta yeni çıkan Birinci Abdülhamid Han tarafından tasdik edilen, yirmi sekiz maddelik bu antlaşmaya göre:

1. Kırım Hanlığı'yla Kuban ve Bucak Tatarları siyâsî bakımdan müstakil olup, ancak dînî işlerinde Hilâfet makamına tâbi olacaklardır.

2. Kılburun, Kerç, Yenikale ve Azak Kalesiyle Dinyeper (Özi) ve Buğ (Aksu) nehirleri arasındaki arazi, Rusya’ya terk edilmiş ve Aksu hudut kabul edilmiştir.

3. Ruslar tarafından işgal edilen Besarabya, Eflak, Boğdan ve Gürcistan ülkeleriyle Akdeniz adaları Osmanlılara iade olunacaktır.

4. Rus ordusu, Bulgaristan’da Tuna’nın sağ sahilinden, bir ay içinde sol sahiline çekilecektir.

5. Bâbıâlî, İmparatorlukta Hıristiyan diniyle kiliselerini, daimî surette himaye edecektir.

6. Rus sefirlerinin, Eflâk ve Boğdan vaziyetleri hakkındaki müracaatları dikkate alınacaktır. (Bu madde mucibince memleketin işlerinde Rus müdahalesine devamlı açık kapı bırakılmış oluyordu.)

7. Rus ticaret gemileri, Karadeniz’le Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olacak ve istedikleri zaman boğazlardan geçebilecekler ve Osmanlı limanlarında kalabileceklerdi. Ayrıca Ruslar, Osmanlı şehir ve kasabalarında münasip görecekleri yerlerde konsolosluklar ihdas edebileceklerdi.

8. İngilizlerle Fransızlara verilen kapitülasyonlar, Rusya’ya da aynen tanınacaktır.

9. Osmanlı Devleti, savaş tazminatı olarak, üç senede ve üç taksitte, Rusya’ya on beş bin kese akça verecektir.

Osmanlı Devleti, arazi itibariyle fazla kayba uğramamakla beraber, Rusların Eflak ve Boğdan’a karışmaları, istedikleri yerlerde konsolosluk açabilmeleri ve Ortodoksların hâmisi sıfatını takınmaları gibi maddeler sebebiyle, zayıf anlarında, devamlı olarak bu devletin saldırılarına mâruz kalmıştır.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:58:06 öö
Yanıtla #16

Kasr-ı Şirin (Kasrışirin) Antlaşması  
 
Türkiye-İran hududunu tespit eden Osmanlı-Safevî Antlaşması. Osmanlı Sultanı Dördüncü Murad Hanın 24 Aralık 1638’de Safevîler’den Bağdat’ı geri almasıyla, İran sulh istedi. Osmanlı Devleti'ni Veziriâzam ve Serdâr-ı Ekrem Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Safevîleri de Sarı Han başkanlığındaki İran heyeti temsil ediyordu. 14 Mayıs'ta başlayan müzakereler neticesinde, 17 Mayıs 1639’da antlaşmaya varıldı. Osmanlı Sultanı ve İran Şahı tarafından tasdik edilen Kasr-ı Şirin Antlaşmasına göre:

1) Bağdat, Basra, Kerkük ve Doğu Anadolu, Osmanlı Devletinde kalacaktı.

2) Revan, Safevî Devletinin olacaktı.

3) Kotor, Mokur ve Kars taraflarındaki kaleler, iki tarafça da yıkılacaktı.

4) Safevîler, İran’da, Eshâb-ı kirama, İslâm âlimlerine ve eserlerine sövülmesini yasaklayacaklardı.

Kasr-ı Şirin Antlaşmasının maddeleri, hemen hemen bugünkü Türkiye ile İran devletlerinin hududunu tespit mahiyetinde olduğundan önemlidir. Kerkük, Basra, Bağdat ve Revan dışındaki Türkiye-İran hududu, bu antlaşmaya göre bugüne kadar aynen kalmıştır. Kasr-ı Şirin Antlaşması tasdik edildikten sonra, iki taraf da hediyeleşip, karşılıklı heyetler gelip gitmiştir.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:58:57 öö
Yanıtla #17

 Karlofça Antlaşması
 
1683’te Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana’yı kuşatması ile başlayan ve 1699’a kadar önce üç, sonra dört devletle yapılan savaşlar sonunda Almanya, Lehistan (Polonya), Venedik ve daha sonra Rusya ile imzalanan barış antlaşması (Bkz. Viyana Kuşatmaları)

Osmanlı ordusunun, Viyana önünden çekilmesi üzerine Avrupa devletlerinden Avusturya, Lehistan, Venedik ve Malta, kutsal bir ittifak kurarak, Osmanlıları Avrupa’dan atmak gayesiyle, her taraftan Osmanlı ülkesine saldırdılar. Bu ittifaka daha sonra Rusya da katıldı. On altı yıl süren bu harplerde Osmanlı orduları, dört cephede savaşmak mecburiyetinde kaldı. 1695’te tahta çıkan Sultan İkinci Mustafa Han, kaybedilen yerleri geri almak için Avusturya üzerine üç sefer düzenledi. İlk iki seferde önemli başarılar kazandı ise de, üçüncü seferinde Zenta’da Avusturya ordusunun âni hücumuna uğrayan Osmanlı Ordusu, ağır bir yenilgiye uğradı.

1697 Zenta Bozgunu'ndan sonra sadrazamlığa getirilen Amcazâde Hüseyin Paşa, tecrübeli ve iyi görüşlü bir vezir olduğundan, bu şartlar altında dört cephede savaşa devam edip, elden çıkan yerlerin geri alınmasının imkânsız olduğunu görmüş ve barış yapılmasının şart olduğunu anlamıştı. Esasında, İngiliz ve Felemenk elçileri de barış için gayret sarf ediyorlardı. Daha önce, gerek Osmanlı Devleti ve gerekse Avusturya, uzun savaşa son verilmesi için faaliyette bulunmuşlar, ancak sulh gerçekleşmemişti. Padişah Sultan İkinci Mustafa Han, elden çıkan yerlerin hiç olmazsa bir kısmı geri alınmadıkça, barışa yanaşmak istemiyordu. İngiliz ve Felemenk sefirleriyle görüşerek sulh akdine lüzum gören Sadrâzam Amcazâde Hüseyin Paşa, devletin on altı yıldan beri savaştığını, maddî manevî pek büyük kayıplara uğradığını, Anadolu ve Rumeli’de asayişsizliklerin ortaya çıktığını, şimdilik barış yapılarak düşman arasındaki ittifakın bozulmasını beklemenin, devlet için daha faydalı olacağını anlatınca, padişah da sulha taraftâr oldu.

Taraflar, anlaşmaya karar verdikten sonra, antlaşmanın Tuna Irmağı kıyısında, Belgrad’a yakın Karlofça kasabasında imzâlanması kararlaştırıldı.

Karlofça’daki görüşmeler ve tartışmalar dört ay devam ederek otuz altı celse sürdü. Sert ve çetin müzâkereler sonunda, sulh kararını imzâlamağa mezun olmayan Rusya hâriç olmak üzere, üç devletle yirmi beşer sene müddetle ayrı ayrı muâhede ve Rusya ile de üç esne üzerinde mütâreke imzâlandı. Barış görüşmelerine arabulucu olarak katılan İngiliz ve Hollanda hükümetleri, Osmanlı hükümetine konferanstan önce antlaşma esaslarını kabataslak ortaya koyan bir protokol imzalatmayı başardılar, bu sebeple Osmanlı birinci murahhası Râmî Mehmed Efendi'nin başarılı diplomatik faaliyetlerine rağmen, Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti için ağır bir mağlubiyet oldu.

26 Ocak 1699’da Avusturya ile imzalanan yirmi maddelik antlaşmaya göre; Bonat (Temeşvar) eyaleti bütün sancakları ile Osmanlılarda kalıyor, Erdel de dahil olmak üzere Macaristan’ın diğer yerleri, Avusturya’ya terk ediliyordu. Hırvatistan taraflarında her iki devlet ellerindeki yerleri muhafaza ediyorlardı. Bu tarafta Sava Nehri hudut kabul edildi. Tire ve Moroş nehirleri, balık avı vesâire ihtiyaçlar ve nehir gemileriyle yapılacak nakliyat için her iki tarafça serbest bırakıldı. Bu antlaşma ile Erdel (Transilvanya), Osmanlı nüfuzundan çıkarak Avusturya’nın bir eyaleti oldu.

Lehistan’la imzâlanan on bir maddelik antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti, Bucaş Muahedesi ile Lehlilerden aldığı Podolya eyaleti ve Kamaniçe ile Ukrayna’yı geri veriyordu. Bundan başka, Osmanlı hükümeti, Kırım Hanlığı'nın Lehistan’a taarruzunu önlemeği taahhüt ettiği gibi, aynı zamanda Lehlilerin, Kırım hanlarına her sene vermekte oldukları vergi de kaldırılıyordu.

Venedik Cumhuriyeti ile de on altı maddelik bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre: Kuzey Mora’da yarımadanın kapısı olan Korent şehri müstesna olmak üzere Mora Yarımadasıyla Ayamavra Adası ve yanındaki Küçük Ada, Dalmaçya’da Knin, Sin, Gabelas Zadvarya, Vorgaraç, Velika, Çeklot kaleleriyle, daha güneyde Nove ve Rısen (Resne) kaleleri gibi, muharebe esnasında Venedikliler tarafından alınmış olan yerler, ayrıca onlarda kalıyordu. Venedikliler de İnebahtı Körfezinin kuzeyinde elde ettikleri bütün şehir ve kasabaları geri veriyorlardı. İnebahtı liman ve kalesi de bu suretle Osmanlılara iâde ediliyordu.

Azak Kalesini alarak Karadeniz’e çıkmak isteyen Rus Çarı Deli Petro’nun bu emeline, Kerç Boğazının Osmanlılar elinde olması ve bu sırada Osmanlılarla Avusturyalılar arasında sulhun yapılması mani olmuştu. Bu sebeple Çar, Karlofça’ya murahhas (temsilci) göndermiş, ancak murahhas sulha yanaşmayarak, üç sene üzerine bir mütareke yapıp memleketine dönmüştü. Ancak, Çar yalnız başına niyetini gerçekleştiremeyeceğini anladığından, ertesi yıl İstanbul’a bir murahhas gönderdi. Reisülküttab Râmi Mehmed Efendi ile Rus Murahhası Ukrayçov arasında yapılan görüşmelerden sonra (on dört maddelik) antlaşma imzâlandı.

14 temmuz 1700’de Rusya ile imzâlanan yine yirmi beş yıl süreli İstanbul Muahedesine göre; Azak Kalesi ve etrafında ona tabi kale ve hisarlar ile, Koban taraflarından önemli bir bölge Ruslara bırakıldı. Özi Suyu üzerindeki Doğan (Togay), Gâzi Kerman, Şahin Kerman, Nusret Kerman hisarları yıkılmak üzere, o havali Osmanlılara iâde olundu. Ayrıca Rusların daimî suretle İstanbul’da kapı kethüdası ismiyle küçük elçi bulundurmaları ve bunun diğer devletlerin daimî elçileriyle aynı hakka sahip olması kabul edildi.

Karlofça Antlaşması, Osmanlılar aleyhine yapılmış en ağır antlaşmadır. Bu antlaşmayla, Osmanlı Devletinin Orta Avrupa’ya doğru gelişme hareketi kesinlikle durdurulmuş ve Osmanlı Devleti, savunma durumuna düşürülmüştür.

1683 Viyana Bozgunu ile başlayan on altı yıllık harp neticesinde, devletin asırlardan beri elde ettiği yerler elden çıkmış, Macaristan, Erdel, Podolya, Ukrayna, Mora gibi geniş bölgeler, Bosna ve havalisinden mühim yerler düşman eline geçmiştir.

Karlofça Muahedesiyle neticelenen ve dört cephede ve bilhassa Avusturya ve Venedik cephelerinde en kıymetli toprakların terkini gerektiren bu savaşlar, Osmanlı ordusunun bundan böyle yeniden tertip edilerek yeni usullere göre harp etmesini icap ettiriyordu. Karlofça Muahedesi, Osmanlıların askerî kudretinin mühim surette zaafa uğradığını meydana çıkarmış ve asırlarca süren, düşman üzerindeki Türk kudret ve satvetini silmiştir.

Osmanlı Devleti, bu antlaşmanın şartlarını bozmak için çok gayret gösterdi. 1711’de Rusya’yı, 1715’te Venedik’i yenerek, Karlofça Antlaşması ile bu devletlere verdiği toprakları geri aldı. Yalnız, bütün çabalarına rağmen Avusturya’ya verdiklerini geri alamadı. Büyüyen Rus tehlikesine karşı Lehistan’ı destekleme siyaseti güttüğünden, Karlofça ile Lehistan’a bıraktığı yerleri geri almaya teşebbüs etmedi.

 
 


Nisan 26, 2007, 07:59:40 öö
Yanıtla #18

Hünkâr İskelesi Antlaşması
 
8 Temmuz 1833’te Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan antlaşma.

Yunanistan’da ve Arabistan Yarımadasında Osmanlı Devletine büyük hizmetler yapmış olan Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa, kendisine verilen yanlış bir haber üzerine, Osmanlılara karşı oğlu İbrahim Paşa'nın kumandasında, Suriye tarafına asker sevk etmişti. Üç gün süren muharebede Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebiyle galip gelerek Kütahya’ya kadar ilerledi. Fransızlar ve İngilizler, Müslümanları birbirine düşürmek için Mehmed Ali Paşayı, Osmanlılara karşı kışkırtıyorlardı. Osmanlı Devletinin bütünlüğünü sarsacak gibi görünen Mısır meselesini halletmek isteyen Sultan İkinci Mahmud Han, Rusya ile Hünkâr İskelesi Antlaşmasıyla ittifak akdine mecbur kaldı.

8 Temmuz 1833’te imzalanan antlaşma, 6 açık ve biri gizli olmak üzere yedi maddeden meydana geliyor ve 8 sene için geçerli sayılıyordu. Antlaşmanın açık maddelerinde;

1. İki devletin sadece savunma maksadıyla bu antlaşmayı imzaladığı,

2. Herhangi bir savaş vukuunda birbirlerine yardım edecekleri,

3. Yardımı isteyenin diğerinin masraflarını karşılayacağı,

4. Sürenin 8 yılı aşmayacağı,

5. İki ay içinde onaylanacağı,

gibi hususlar bulunuyordu.

Gizli maddede ise; Rusya, Batı ile savaşa girdiği anda, Osmanlıların, boğazları Batılılara kapatacağı hususu vardı.

Fransa ve İngiltere, antlaşmanın imzalandığını öğrenir öğrenemez, antlaşmayı protesto ettiler. Bir İngiliz donanması, İzmir önlerine geldi. Avusturya, Hünkâr İskelesi Antlaşmasının sakıncalarını, Çar hükümetine anlattı. Çar Nikola, antlaşmayı bozmamakla birlikte, şartlarını yerine getirmeyeceğini söyleyerek, ortalığı yatıştırdı. Zaten, mecburiyetlerden doğan antlaşma, tatbik edilmedi.

 
 


Nisan 26, 2007, 08:00:16 öö
Yanıtla #19

Gümrü Antlaşması
 
İstiklâl Savaşında, TBMM Hükümetiyle Ermenistan arasında 2 Aralık 1920’de imzâlanan ve Ermenistan’la Türkiye arasındaki savaşı sona erdiren antlaşma. Bu antlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin imzaladığı ilk milletlerarası antlaşma olması bakımından önemlidir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ekim 1917 Devrimi üzerine, Kafkas Cephesindeki Rus orduları, işgâl ettikleri doğu vilâyetlerinden çekilince Ermeniler, merkezi Erivan’da olan bir Cumhûriyet kurup, yaklaşık 50.000 kişilik bir Ermeni kuvvetiyle Rusların yerini aldılar. Doğu vilayetlerimizde yaşayan Müslüman-Türklere zulüm yaptılar. Şehirleri ve köyleri yakıp yıktılar. Savunmasız ve mâsum insanları hunharca katlettiler. Bu zulmü ve işgali önlemek için harekete geçen Osmanlı ordusu, Erzurum, Trabzon ve Van vilâyetlerini kurtardıktan sonra Osmanlı-Rus sınırını geçerek Güney Kafkasya doğrultusunda ilerledi. Kars’tan sonra Gümrü’ye giren Osmanlı ordusu Ermenileri geri püskürttü. Ermenileri kesin yenilgiye uğrattıktan sonra Ağrı’yı da ele geçirdi. Ermenilerin isteği üzerine 31 Mayıs 1918’de Batum antlaşması imzalandı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında kaybedilen topraklar yeniden Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına girdi.

Birinci Dünya Savaşı sonunda, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütârekesi'nden sonra Osmanlı Devleti, Kafkasya Cephesindeki kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Önce Kafkasya ve Azerbaycan’ı boşaltarak Kars, Ardahan, Batum’a çekildi. Ancak, İngilizler buranın da boşaltılmasında ısrar ettiler. Elviye-i Selâse adı verilen Kars, Ardahan ve Batum da 31 Ocak 1919’da boşaltıldı. Bu arada Kars’ta “Güney-Batı Kafkas Millî Şûrâ Hükümeti” kuruldu. 13 Mart 1919’da Kars’ı işgal eden İngilizler, Millî Şûrâ Hükümetini dağıtarak idâresinde Taşnak Komitelerinin hâkim olduğu şehri, Ermenistan Cumhuriyeti askerlerine teslim ettiler. 20 Nisanda da Gürcistan Cumhuriyeti, Ardahan’ı işgal etti.

İngilizlerin teşvik ve desteğiyle Doğu Anadolu’daki bâzı bölgeleri işgal eden Ermeniler, Müslüman halka akla gelmedik işkence ve zulümleri yaptılar. Şehirleri, köyleri ve kasabaları yağmaladılar. Pek çok kimse şehid oldu. İşgalcilere karşı milis kuvvetleri vâsıtasıyla mücâdele eden Doğu Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir, 26 Nisan 1920’de TBMM Hükümetine başvurarak, askerî bir harekât için izin verilmesini istedi. Fakat, Ankara Hükümeti, İtilaf Devletlerinin San Remo’daki toplantılarını öne sürerek, böyle bir harekâtın siyâsî açıdan doğru olmayacağını belirtti. Ermenilere karşı mücâdelenin Kars, Batum ve Ardahan’daki (elviye-i selâse) milis çetelerinin güçlendirilerek yürütülmesi isteğini de Sovyet Hükümetiyle yeni münâsebet kurulmakta olduğunu ileri sürerek erteledi. Daha sonra TBMM Hükümeti tarafından, Doğu Cephesinde askerî harekâta başlanmasını kararlaştırdı. Kâzım Karabekir Paşanın komuta ettiği Doğu Cephesi kuvvetleri, 28 Eylül 1920’de ileri harekâta başladı. 29 Eylül'de Sarıkamış, 30 Ekim'de Kars geri alındı. Ermenistan Cumhuriyetini barışa zorlamak için Gümrü yönünde ileri harekâtı sürdüren Türk birlikleri, Ermenileri geri atarak Şahnalar’ı ele geçirdi ve Ermeni askerlerini Arpaçay’ın batı sırtlarına kadar sürdü. Türk birliklerinin ilerlemesi üzerine, Ermenistan Cumhuriyeti ateşkes istedi. Kâzım Karabekir Paşanın ateşkes şartları kabul edilmeyince, Doğu Cephesi kuvvetleri, Arpaçay’ı geçerek 7 Kasım 1920’de Gümrü’yü aldı. Gümrü’nün doğusunda bir hattı tutan Ermeni kuvvetleri, yeniden bozguna uğratıldı. Ateşkes şartlarını kabul etmek zorunda kalan Ermenistan Cumhuriyetiyle, 22 Kasımda, Gümrü’de, barış görüşmelerine başlandı.

28 Kasım'da imzalanan ateşkes antlaşması uyarınca, Ermeni kuvvetleri Arpaçay’ın 15 km doğusundan geçen hattın gerisine çekildiler.

Ermenistan Taşnak Hükümeti ile TBMM Hükümeti arasında sürdürülen barış görüşmeleri neticesinde, 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzâlandı. TBMM Hükümetinin imzaladığı ilk milletlerarası antlaşma olan Gümrü Antlaşmasına göre; Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında savaş durumu sona eriyor, Ermeni işgâli altındaki Iğdır, Tuzluca, Kars geri alınıyordu. Sınır; Karasu’nun döküldüğü yerden başlayarak Aras Irmağı, Kekaç kuzeyine kadar Arpaçay-Karahan Deresi, Tiğnis batısı-Büyük Kımlı doğusu-Kızıltaş-Büyük Akbaba Dağı çizgisinden geçiyordu. Ermenistan Cumhûriyetinin güneyindeki Nahcivan, Şahtahtı, Şarur bölgeleri, ileride yapılacak bir plebisitle (halk oylaması ile) idâre biçimi tespit edilmek üzere, Türkiye Cumhuriyeti himâyesinde bir mahallî idâreye bağlanacaktı. (Bu yöre daha sonra Moskova Antlaşmasıyla Âzerbaycan’a verildi)

Antlaşmanın üçüncü maddesinde, Türkiye’nin vaktiyle Osmanlı sınırları içinde bulunup antlaşma uyarınca Türkiye’de kalacak olan ve üzerinde Türkiye ile târihî, etnik ve hukûkî münâsebeti olan toprakların hukûkî durumu konusunda, Ermenistan Cumhuriyeti, istediği takdirde antlaşmanın onayından sonra üç yıl geçince plebisite başvurmayı kabul edeceği belirtiliyordu. Dördüncü maddesinde: Ermenistan Cumhuriyeti; emperyalist devletlerin kışkırtmalarıyla düzen ve güvenliği bozucu hareketlere girişilmesini önlemek için 1500’den fazla asker bulundurmamayı, silahların sayısını sınırlandırmayı kabul ediyordu. Bu konular, Erivan’da bulunacak Türk temsilcisi tarafından denetlenebilecekti.

Antlaşmaya göre; Birinci Dünya Savaşı sırasında düşman ordularına katılan veya işgal altındaki topraklarda kıyıma katılmış olanlar dışındaki göçmenlerin, eski sınırlar içindeki yurtlarına dönmelerine izin veriliyordu. Göçmenler bu haklarını bir yıl içinde kullanabilecekler, bu süre içinde dönmeyenler hiçbir hak iddia edemeyeceklerdi.

Taraflar, Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan karşılıklı zarardan aklanıyorlardı. Antlaşmanın 10. maddesine göre; Erivan Hükümeti, Sevr Antlaşması'nı geçersiz sayacağını, emperyalist ülkelerde bir kışkırtma vâsıtası olan temsilci heyetlerini geri çağırmayı kabul ediyordu. Ayrıca Türk Devleti, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek saldırılara karşı Erivan Hükümetine antlaşmayla sağlanan haklara zarar vermemek şartıyla, Ermenistan içinde geçici olarak askerî tedbirler alabilecekti.

Antlaşmanın 18. maddesine göre, antlaşma hükümleri TBMM ve Ermenistan Taşnak hükümetlerince onaylanacaktı. Fakat antlaşmanın imzâlanmasından bir gün sonra Ermenistan, Kızıl Ordunun denetimine girdiği için Gümrü Antlaşması onaylanamadı. Ancak, Türk ordusu elverişli konumda olduğu için, 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliğiyle imzâlanan Moskova Antlaşmasında Gümrü Antlaşmasının sağladığı durum korundu. Antlaşmanın kararları büyük ölçüde Moskova Antlaşmasında yer aldı. 13 Ekim 1921’de Ermenistan, Âzerbaycan ve Gürcistan Sovyet hükümetleriyle imzalanan Kars Antlaşmasının temelini de Gümrü Antlaşması teşkil etmiştir.