Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KARA ATENA ---ESKİ YUNANİSTAN UYDURMACASI NASIL İMAL EDİLDİ  (Okunma sayısı 5578 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 17, 2012, 06:51:53 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sömürgecilik, yaşadığımız dünyanın maddi zemini oluşturuyor. 1500lerde
başlayan sömürgecilik kendi siyasi, ekonomik, askeri yapılanmalarını oluştururken
aynı zamanda, fikirsel ve ideolojik yapılanmalarıyla bunları tamamlıyor.

Yapılan ideolojik çalışmaların ise ikili bir işlevi var. Batı Dünyası bu
çalışmaların ışığında kendi politikalarını ve tarihini oluştururken, bunları aynı
zamanda dünyanın geri kalanına da dayatıyor. Bu noktadan itibaren sömürgeciliğe
maruz kalan Batı dışı coğrafya da, kendisini sömürgeleştirenlerin gözüyle dünyayı
yorumlamak zorunda kalıyor. Bu, aynı zamanda Üçüncü Dünyanın kendi tarihini
sömürgecilerden öğrenmesi anlamına da geliyor.

Bu durum ise doğal olarak, Batı dışı coğrafyanın tamamen esir alınmasına yol açıyor.
Sonuçta Batının yarattığı terminolojiyle ve Batının bakış açısıyla verilecek
mücadele, zorunlu olarak sömürgeciliğin bilinçli olarak oluşturduğu zeminde
gelişiyor.

Üçüncü Dünyanın Batıya karşı vereceği mücadelenin ilk olarak bu zeminden kurtulması
gerekli. Bunun içinse Batının yarattığı kavramların, terminolojinin ve tarihin
baştan reddedilmesi şart. Ezilenlerin kendi tarihlerini ve terminolojilerini
yaratmaları nesnel bir zorunluluk olarak kaşımıza çıkıyor.

Burada Batının yarattığı ve değiştirilmez bir gerçeklikmiş gibi sunduğu herşeye
karşı fikirsel bir saldırı zorunlu. Bunların başında ise dünya uygarlığının ve
dolayısıyla Avrupanın beşiğinin Yunan medeniyeti olduğu tabusu geliyor.

Batı, Yunan medeniyeti ve bunu yaratan “beyaz adam” mitiyle, kendisi
dışındakilere üstünlüğünü dayatıyor. İlk olarak Batının yarattığı Yunan medeniyetini
ve sonra da beyaz adamın yani Batılının üstünlüğünü sorgulamak şart. Mazlum
milletler, bu mitler yıkılabildiği oranda kendi tarihlerini ve medeniyetlerini
ortaya çıkarabilecekler. Bu ise Avrupamerkezciliğin yıkılması anlamına gelecek.

Martin Bernalin “Kara Atena” isimli çalışması bu konuyu
inceliyor. Kitap, Yunan medeniyetinin uydurma olduğu sonucuna varıyor.
Avrupanın üstünlüğünün kanıtı olarak sunulan bu medeniyetin, esas olarak
Mısır ve Fenike kökenli olduğu kanıtlarıyla ortaya konuluyor. Bu gerçekleri kapatmak
içinse beyaz adamın üstünlüğünü iddia eden ırkçı teorilerin oluşturulduğu kitapta
örnekleniyor.

Kitap ilk olarak Yunan tarihini inceleyen modelleri tartışmaya açıyor. Bernal,
burada iki modeli inceliyor. Birinci model Eskiçağ Modeli. İkinci model ise Ari
Model. Bernal, kitabın ilk bölümünde Eskiçağ Modelini inceliyor. Bu modelin önemi
Yunan tarihini Mısır ve Fenike kolonileştirmeleriyle birlikte tanımlaması. Bernal,
bu modelin zamanla unutturulduğunu ve buna karşı ikinci bir modelin oluşturulduğunu
belirtiyor. Zaten kitabı önemli yapan da Ari Modelin oluşturulurken yapılan tarihi
çarpıtmalar ve bu modelin oluşturulma sebeplerini incelemesi.

İlk Adım: Kolonileştermelerin Reddi

Yaşadığımız dünyanın temel paradigmasını Avrupamerkezcilik oluşturuyor. İlericiliğin
tek bir kaynağı var, o da Batı. Batının tüm değerlerini kendi iç dinamikleriyle
oluşturduğu temel varsayım olarak kabul ediliyor.

Bernal, Yunanların, Mısırlılar ve Fenikeliler tarafından kolonileştirildiklerini
açıklıyor. Bu durumda Yunan medeniyetinin köklerinde bunların izlerinin olması
kaçınılmaz oluyor. Kendini Ari fetihlerine dayandıran Batılıların daha önceden
fethedilmiş olmaları da gurur kırıcı bir durum yaratıyor. Bernal, bu durumun pek çok
Yunan araştırmacı tarafından unutturulmaya çalışıldığını belirtiyor.

Ancak kolonileştirmelerin Yunanlar için daha olumsuz tarafı medeniyetlerinin Avrupa
değil, Doğu kökenli olması. Bu durumda Yunan tarihi 18. yüzyılda oluşturulurken, ilk
iş olarak bu kolonileştirmeler reddediliyor. Mısır ve Fenike kolonicileri yerine,
kuzeyden gelen Ariler bir nevi uyduruluyor. Bernale göre Yunan tarihi
yazılırken ilk olarak bu yapılıyor.

Yunan Tarıhının Kahramanlari Bıle Kolonıleştırmelerı İnkar Etmıyor

Yunan tarihi yeniden oluşturulurken, özellikle 1800lerde, iki isim ön plana
çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Yunan şair Homerostur. Homerosun
“İlyada Destanı” çoğu araştırmacı için Yunan edebiyatının ilk eseridir.
Coşkulu bir anlatım tarzına sahip olan destan, bir bakıma Yunan kahramanlıklarını
anlatmaktadır. Ari Modeli savunan araştırmacıların ortak noktası İlyadayı
referans almalarıdır. Destandaki kahramanlık ve coşku öğeleri Yunanların ataları
olduğu varsaydıkları Aryanlara atfedilmiştir. Böylece Arilere dayanan bir Yunan
tarihi oluşturulmaya çalışılmıştır.

Ancak Bernal, kitabın ilk bölümünde Homeros destanlarından yola çıkarak Mısır ve
Fenike kolonileştirmelerini kanıtlıyor.

Homeros Yunan mitoloji kahramanlarından Phonixin adının sık sık Fenikeli
anlamında kullanıldığını belirtiyor (Kara Atena sf. 146).

Homeros diğer destanı olan Odysseiada ise Egeye yerleşmiş
Fenikelilerden bahsetmiştir.

Heredotosta Kolonileştirmeler

Yunan tarihinin babası olarak kabul edilen Heredotos ise, bu konuda çok daha fazla
kanıt sunmaktadır. Heredotos kolonileştermeleri hiçbir zaman sorgulamamıştır. Hatta
bir adım daha atarak, Yunanistana alfabenin Fenikeliler tarafından
getirildiğini açıklamıştır. “Tarih” adlı yapıtında Heredotos şöyle
demektedir:

“(…) Bu sözünü ettiğim Fenikeliler, Kadmosun yol arkadaşları, bu
ülkeye yerleştikten sonra Yunanistana pek çok bilgi getirmişler ve özellikle
yazıyı sokmuşlardır ki, ben Yunanların bunu daha önce tanıdıklarını
sanmıyorum.” (Kara Atena sf. 164)

Heredotos, bütün Tanrı adlarının da Fenikeden geldiğini belirtmiştir.
Heredotosa göre önemli olan Yunanistanın kimler tarafından
kolonileştirildiği değildir. Daha çok kolonileştirmelerin sonuçlarıyla ilgilenir.

Heredotosun alfabenin ve Tanrılara tapınmanın Fenikelilerden öğrenildiğini
varsayması önemlidir. Bu durumda yaşananlar basit bir kolonileştirme olmaktan
çıkmaktadır. Fenikeliler, Yunanlardan daha ileri bir konuma çıkmaktadır. Yunan
medeniyetinin Fenike kökenli olduğu anlamına da gelmektedir. Sonuçta Yunanlar daha
alfabe kullanamaz durumdayken, Fenikeliler alfabelerini oluşturmuşlardır. Bununla
birlikte kendi alfabelerini Yunanlara da öğreterek, onları medenileştirmişlerdir.

Aynı durum, din alanında da yaşanmıştır. Fenikeliler Yunanlara Tanrı adlarını ve
tapınma şekillerini öğretmişlerdir. Yaşanılan dönemin Antikçağ olduğu göz önünde
bulundurulursa dilin ve dinin toplum yaşantısında oynadığı rol daha da öne
çıkacaktır. Yunan medeniyetini oluşturan temel öğeler dikkate alındığında, Antikçağ
doğrudan Fenike ve Mısır kökenli çıkmaktadır.

Daha sonra Batının işine gelmeyeceği için, bu durumun üstü kapatılacaktır.

Yunan Filozoflarında Mısır Etkisi

Bernal ayrıca, Panhelenizmi ortaya çıkaran Isokratesin de Mısırlılara hayran
olduğunu ortaya koymuştur. Artan Pers tehlikesine karşı Atinalıların ve
Ispartalıların birleşmesini savunan Isokrates aynı zamanda, Ispartalıları Mısır
anayasasını yeterince iyi uygulayamadıkları için eleştirmektedir. (Kara Atena sf.
172).

Mısırdan etkilenen bir diğer filozof ise Platondur. Platon,
“Cumhuriyet”te Mısır kast sistemine benzer bir sistem önermiştir. (Kara
Atena sf. 174). Bernal, çağdaşlarının Platonu, “Cumhuriyet”i
Mısırlılardan kopya etmekle suçladıklarını da belirtmiştir.
“Cumhuriyet”te Mısırdakine benzer bir şekilde, seçkin ve
eğitilmiş bir kesimin yönetimi esas alınmıştır. Platonun önerdiği merkezi
yapı çok eskiden beri, Mısırlılar tarafından uygulanmaktadır.

Bernal bu durumu “İkisi de Yunanistanın gerçek Helenik köklerine ne
kadar çok indiyse, Mısıra o kadar yaklaşmışlardır.” şeklinde
belirtmiştir. (Kara Atena sh.176)

Kolonileştirmelerin Yunan Medeniyetindeki Örnekleri

Bu kolonileştirmelerin sonucu Yunan dehasının yarattığı iddia edilen mitolojik,
bilimsel ve edebi alanda kendini göstermektedir.

Bunun en açık olduğu alan mitolojidir. Kitabın ismi bile buradan gelmektedir.

Athena Yunanların savaş, dokuma ve bilgelik Tanrıçasıdır. Bernal, Athena isminin
Mısır kökenli olduğunu ve Mısır Bilgelik Tanrıçası olan Ntden geldiğini iddia
etmektedir. (Kara Atena sf. 107).

Aynı zamanda, Athena-Atina ilişkisinde görüldüğü gibi, Tanrıların oturdukları şehir
ile adlandırılmaları geleneği de, Mısır kökenlidir. Bernal, ayrıca Athenanın
Yunanlar tarafından yapılan ilk tasvirini de incelemektedir. Bu tasvirde,
Athenanın elleri ve ayakları boyalıdır. Bernal, bunu Mısır geleneklerine
bağlamaktadır. Mısırda erkeklerin ellerini kırmızı ve kahverengi;
kadınlarınkini ise sarı veya beyaz olarak tasvir eden uygulamalar göründüğünü
belirtmektedir. (Kara Atena sf. 108)

Buna ek olarak MÖ 7. yüzyıldan kalan bir vazo parçasında Yunan mitolojik
kahramanlarından Europa, Doğulu giysiler içinde gösterilmiştir. (Kara Atena sf.
145).

Yunan mitolojisi ve mimarisi incelenmeye devam edildiğinde bu örnekler
çoğalmaktadır. Mısırda egemen olan boğa kültü, Giritte de egemendir.
(Kara Atena sf. 120). Bunun yanında, bazı Yunan şehirlerini Mısır ve
Fenikeden gelen kolonicilerin oluşturduğu iddia edilmektedir. Bernal, buna
örnek olarak Thebai şehrini örnek göstermektedir. Bu şehri, Fenikeden gelen
Kadmos, Zethos ve Ampihon adlı kolonicilerin kurduğu, bunların mezarlarının da,
Mısırdaki gibi güneşle ilişkili piramit şeklinde olduğunu kanıt olarak
göstermektedir. (Kara Atena sf. 69).

Benzerlikler bunlarla da sınırlı değildir. İo, Zeus ve Hera öyküsü Kitabı
Mukaddeste yer alan Hacer adında bir Sami öyküsüne benzemektedir. (Kara Atena
sf. 153) Bunun yanında, Mısır Anatanrıçası İsise Atinanın yerlileri
bile MÖ 5. yüzyıldan itibaren tapmaktadır.

Alıntılar sadece mitoloji alanıyla sınırlı değildir. Yunan sözcük dağarcığının
neredeyse dörtte biri Mısır, Sami ve Fenike kökenlerle açıklanabilmektedir. Daha
Yunan dilinin Girite ve Egeye yerleşmesinden önce kullanılan hece dili
olan “Lineer A” zamanında, Mısır ve Sami kökenli sözcükler nüfuz
etmişlerdir. Hatta ileride Yunan kimliğinin oluşumunda kullanılacak Homerosta
Yunan ve Grek kelimelerine rastlanmamaktadır.

Yunanlar Kendi Alfabelerinden Önce Fenikelilerin Alfabelerini Kullanıyor

Panhelenizmin güçlenmesiyle birlikte yavaş yavaş Mısır kolonileştirmelerinin izleri
silinmeye başlanmıştır. Özellikle Kadmos ve Danaosun kolonileştirmeleri ile
ilgili gelenekler tartışmaya açılmıştır. Bu konuda Yunan şairlerinden Homeros ve
Hesiodosun verdiği tarihler üzerine tartışmalar açılmıştır. Bu şairlerin
yaşadığı tarihler daha yakına çekilmeye çalışılmıştır. Homeros, MÖ 800 ile 700
arasına, Hesiodos ise bundan daha sonraki bir tarihe yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Bunun nedeni, iki ismi de MÖ 776da ilk defa düzenlenen Olimpiyat oyunlarının
öncesine yerleştirme kaygısıdır. Çünkü Olimpiyatlar site devletleri şeklinde yaşayan
Yunanların bir araya gelerek kaynaştığı tek organizasyondur. Tüm Yunanları
birleştirme fikri esas olarak Olimpiyatlarda seslendirilmeye çalışılmıştır. Yunan
kültürünün MÖ 2100-1000 tarihleri arasında oluşturulduğu kabul edilmektedir. Yunan
dili ise MÖ 1600-1700 arasında oluşmaya başlamıştır. Bu aradaki sürede, Yunanların
Fenike kökenli bir alfabeyi kullandıkları ve zamanla bunu değiştirerek kendi ulusal
alfabelerini oluşturdukları akla yatkındır.

Yunanlar ise, alfabenin MÖ 800lerde getirildiği kabul etmeye yakındırlar. Bu
sayede, Olimpiyatlarla yazılı metinler üstüste getirilmeye çalışılmıştır. Ancak
Homeros ve Hesiodosun bu tarihlerden önce yaşama ihtimalleri, Yunanların
kendi alfabelerini oluşturmadan daha önce, başka bir alfabe kullandıkları anlamına
gelebilecekti. Bu yüzden bu tarihler önceye alınarak alfabe ve destanlar,
Olimpiyatlara uygun hale getirilmeye çalışılmıştır.

Genel olarak alımların MÖ 1100-800 arasında olduğu kabul edilmektedir. Ancak
Bernale göre, Fenike alfabesinin Yunanistana getirilme tarihi MÖ
1400lere kadar gitmektedir. Ayrıca ilk Yunan metinlerinde Mısır ve Sami
kökenli birçok sözcüğün olması bu tezleri güçlendirmektedir. Yunanistanda MÖ
XI. ve X. yüzyıllarda Fenike varlığını kanıtlayan arkeolojik bulguların varlığı da
bu tezleri güçlendirmektedir. Fenike yayılmasının MÖ 1000-850 yılları arsında en üst
noktaya ulaştığı da göz önünde bulundurulmalıdır. (Kara Atena sf. 148)

Yunan tezlerine göre Fenikelilerin gelişi en erken MÖ IX. yüzyıl olarak ileri
sürüldüğü için, Homeros bu tarihten önce yaşamış olması Yunanlar için kabul
edilemezdi. (Kara Atena sh.148).

Geri Batılı, Uygar Doğulu

Yunanların Mısır ve Fenikeden etkilenmelerinin kitapta bu kadar açık olarak
ortaya konması, günümüzde savunulan uygarlık şablonuna uymamaktadır. Uygarlığın ilk
olarak Yunanlar tarafından oluşturulduğu savı ortadan kalkmaktadır. En basitinden,
Yunanlar o zaman kullandıkları alfabeyi bile Fenikelilerden öğrenmişlerdir. Bunun
yanında Yunan mitolojisinin büyük bölümü de Mısır kaynaklıdır. Bu durumda
Batılıların iddia ettikleri gibi uygarlığın merkezinin Avrupa olduğu düşüncesi
ortadan kalkmaktadır.

Uygarlığın ilk olarak Doğuda başladığı ortaya çıkmaktadır. Mısır ve Fenikeliler,
Yunanları fethetmiş ve onları uygarlaştırmıştır. Yunan düşünce hayatını oluşturan
temel unsurları bunlar olmuştur.

Bu, Avrupamerkezciliğin yıkılması demektir. Uygarlık aslında Doğu merkezlidir.
Batılılar Doğunun yarattığı uygarlığı onlardan almışlardır.

Ancak, sömürgeciliğin gelişmesiyle Batı, Doğu karşısında öne geçmiştir. Bunu fırsat
bilen Batı, kendi uygarlığını açıklamak için yeni modeller geliştirmiştir.
Sömürgeciliği meşrulaştırmak için Batının uygarlığın merkezi olduğunu kanıtlayacak
modellere ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için, bir yandan Batı uygarlığının oluşumundaki
Doğu etkisi saklanmış, diğer yandan da Doğunun geri olduğunu kanıtlayacak modeller
oluşturulmuştur.

Ama yapılmak istenen, sadece Batının Doğudan daha ileri olduğunu kanıtlamak
değildir. Bunun da ötesinde geri olan Doğunun, Batının müdahaleleri sayesinde
ilerleyeceğini ortaya koymaktır.

Batının kendi uygarlık mitini oluşturması ise biraz zaman alacaktır. Uygarlık
alanında özgün yapıtları olmayan Batı, ilk önce kendi uygarlığındaki Doğu izlerini
silecektir.

Sadece Batının Yunan uygarlığını yaratma yöntemini izlemek bile, Batı medeniyetinin
zorlamalarla oluşturulduğunu ortaya koymaktadır. Batı, kendi uygarlığı adına öne
süreceği Yunan uygarlığının Mısır ve Fenike temelini tarihsel çarpıtmalarla ortadan
kaldırdıktan sonra, Mısır uygarlığını küçük gösterecek çalışmalar yapmıştır. Kendi
medeniyetini güçlü göstermek için başka medeniyetlere saldırmanın tek örneğini
Batılılar vermiştir. Sadece bu metod bile Yunan mucizesinin zorlamayla oluşturduğunu
göstermektedir.

Mısır uygarlığı küçük düşürülürken, buna paralel olarak Yunanlar övülmeye
başlanmıştır. Bernal, burada dört koldan birden çalışmaların yapıldığını
belirtmektedir.

Yunan-Hıristiyan İttifakı

Bunlardan bir tanesi Hıristiyan tepkiciliğin devreye girmesidir. Hıristiyanlık,
1500lerden itibaren sömürgeciliği meşrulaştıran bir görünümdedir. İlkel ve
putperest Doğululara karşı sömürgeci müdahaleler Hıristiyanlık tarafından
kutsanmıştır. Bu yüzden Doğuya karşı Hıristiyanlığın duyduğu tepki, Yunanlar için
Mısıra karşı da gösterilecektir.

Ayrıca, Mısır felsefesi, Hıristiyanlığın felsefesine göre daha ilerici olduğu için,
Hıristiyanlığa karşı çıkışlarda kendini göstermiştir. Bernal gnostizm,
neo-Platonculuk gibi Hıristiyanlığa karşı çıkan akımlarda Mısır etkisine işaret
etmektedir.

Hıristiyanlık esas olarak hayat bulduğu coğrafyanın Doğuya karşı üstünlüğünü
kanıtlamak için devreye girecektir. Yunanların ilk önce Mısırlılara, sonra da tüm
Doğuya karşı üstünlüklerini kanıtlamak için teologlar çalışmalar yapacaktır. Bernal
16. ve 17. yüzyılda Protestan okullarında ve üniversitelerinde Yunan araştırmalarına
dikkati çekmektedir. Önde gelen teologlar Yunanları öven tarih çalışmaları
hazırlamışlardır. (Kara Atena sf. 281-289)

Bu andan itibaren Yunanlar farklı dinlerdeki Doğululara karşı Hıristiyanlığın
savunucusu konumuna gelmişlerdir.

İlerleme Paradigması

Mısıra ve diğer uygarlıklara karşı verilecek mücadelede Yunan ve Batı
uygarlıkları daima geriden gelmek zorunda kalıyordu. Bu durumda Yunan veya Batı
üstünlüğü sağlanamıyordu. 18. yüzyılda “ilerleme” tezleri ortaya
atılmasıyla bu sorun çözülmeye çalışılmıştır.

İlerleme paradigmasına göre, yeni olan uygarlıklar daha öncekilere göre daha ileride
yer alıyorlardı. Dünyada uygarlıklar arasında çizgisel bir ilerleme gözlenmekteydi.
İleri olan uygarlık, zamanla tutuculaşıyordu. Daha geriden gelen uygarlıklar ise, bu
uygarlıkları geçiyordu. Bu sayede ilk önceleri büyük bir sorun yaratan Mısır
uygarlığının Yunan uygarlığına göre öncelliği aşılıyordu. Bununla birlikte geriden
gelen ve pek çok şeyi Mısırdan alan Yunanlar birdenbire ileri bir konuma
geçiyorlardı. Bu anlayış, daha da gelişerek tüm Doğu medeniyetlerine karşı
gösterilecektir

Buradan hareketle bu uygarlıkların o an için tutucu oldukları da kabul ediliyordu.
Bu uygarlıklar mevcut yönetimlerinden ötürü gericileşmişlerdi. Bu anlayış ileride bu
yönetimleri yıkarak geri durumda olan uygarlıkları canlandırmayı meşrulaştırmak için
kullanılacaktır.

İlerleme paradigması, aynı zamanda Yunanların dinamik oluğunu da doğal olarak
savunuyordu. Sadece Yunanlar değil, tüm Batı, kendisini ve diğer uygarlıkları
ilerletecek dinamizme sahiptiler. Dinamizm sayesinde Yunanlar geride olmalarına
rağmen Mısır ve diğer Doğu uygarlıklarının önüne geçebilmekteydi. Burada dinamizmin
nesnel bir temeli bulunmamaktadır. Kaynağı belirsiz dinamizmin içini doldurmak için,
ilerlemeciliğin yanında ırkçılık da ön plana çıkmaya başlayacaktır.

Ancak bu durumda, daha sonra gelecek medeniyetlerin Yunanları ve Batılıları geçmesi
kaçınılmaz olmaktaydı. Bu durumu aşmak içinse gerektiği zaman ilerleme fikri
unutulacak, ya da Yunanların zamanın çok ötesinde olduğuna dair tezler sürülecektir.

Tüm teorisini ilerleme üzerine kuran Marks bile, teorisini Yunanlar için
değiştiriyordu. Marks, “Grundrisse”de “Sanatta kimi parıltılı
dönemlerin toplumun genel gelişim durumuyla ve dolayısıyla toplumsal düzenin maddi
durumuyla (…) bütünüyle orantısız olduğu bilinir. Örneğin, çağdaşlara kıyasla Eski
Yunanlar ya da Shakespeare (…)” diyerek Yunanistanın kendisinden
sonraki dönem için de üstün olduğunu savunmuştur. Yunanlar kendi zamanlarının
üzerinde eserler bırakmışlardır. (Kara Atena sf. 410). Bu, ilerleme paradigmasına
zıttır. Yunanlar kendinden önce gelenlerden daha üstün olsa bile, onlardan sonra
gelenler tarafından geçilmesi gereklidir. Ancak Marks Yunanların çağların çok
üstünde olduklarını iddia etmekte bir sakınca görmemişti.

İlerleme görüşüne göre Yunan uygarlığının Mısır kökenli olması, Yunanlar için bir
handikap oluşturmamaktadır. Nasıl olsa Yunanlar sonradan geldikleri için daha
ileridedir. Ancak Marks, Platonun fikirlerini Mısırlılardan aldığını
söylemesine karşın, Yunan mitolojisinin ve sanatının Mısır kökenli olduğunu
reddetmiştir. (Kara Atena sf. 411).

İlerleme fikri, tarih incelemelerinde bir metod haline geldikten sonra “geri
Batı-ileri Doğu” şeklindeki denklem bir anda “ileri ve dinamik Batı-geri
ve durağan Doğu” olarak değişmiştir.

Geri olan Doğuyu da Batının uygarlaştırması için açık kapı bırakılmış oluyordu.
Bunun en güzel örneği Mısıra karşı tavırda kendini göstermektedir.
1800lere kadar Mısıra belli bir hayranlık duyulmuştur. Bernalin
aktardığına göre, 1400-1700 yılları arasında Mısırla ilgili, Avrupada,
Batılı seyyahlarca hazırlanmış 250nin üzerinde kitap yayınlanmaştır. Hatta
Bernale göre, Batı Avrupalılar Yunanistan seyehatlerinden çok, Mısır
seyahatlerine ilgi göstermektedir. (Kara Atena sf. 241). Ancak zamanla Mısıra
karşı ilgi azalır. Bir süre sonra Mısır durağan kabul edilir. 1798deki
Napoleonun Mısır seferinin sloganı “Mısırı Uyandırmak”tır.
(Kara Atena sf. 278).

Aynı yaklaşım, Çine ve Hindistana karşı da gösterilecektir.

Romantik Helenizm Ve Irkçılık

Yunan miti yaratılırken Avrupadaki romantizm akımı da etkili olmuştur.
Romantiklere göre halkların değişmez özleri vardır. Önemli olan bunlara geri
dönebilmektir. Romantikler daha çok dil, halk türküleri, destanlar gibi ürünlerden
yola çıkarak halkların kendi özlerine geri dönebileceklirini savunmuşlardır. (Kara
Atena sf. 301). Özellikle destansı anlatımıyla Homerostan yola çıkarak kıta
çapında bir Yunan hayranlığı kendini gösterecektir. Ama esas önemli olan ırk
kavramının ortaya çıkarılarak, bunun üzerine bir teori inşaa dilmesidir.

Batılıyı Ancak Irksal Yaklaşım Üstün Gösterebiliyor

Batı ile Doğu arasındaki çatışma, farklı coğrafyaların değil, farklı uygarlıkların
çatışmasıdır. Hatta, farklı iki dünyanın çatışması demek daha doğru olacaktır. Bu
iki dünyanın birbirine karşı kullandığı silahlar da farklıdır. Doğunun Batı
karşışındaki temel üstünlüğü, merkezi devletler temelinde örgütlenmiş ulus biçiminde
yapılardan oluşmasıydı. Bu ulusal-merkezi yapı köklü bir medeniyet de yaratıyordu.
Doğuda uygarlığı yaratan, insanları bir arada tutan bu tarihsel, dilsel ve dinsel
birikimdi.

Batı ise, bu sürede kendi sınırları içinde Ortaçağ karanlığını yaşamaktaydı.
Dogmatik bir skolastizm bu coğrafyayı esir almıştı. Batı, kendi sınırları dışında
ise sömürgecilikle ayakta durmaktaydı. Bu durumda talana ve yok etmeye dayalı bir
toplumsal altyapı ve bunun üzerindeki federatif, dinsel yapılar; Doğudaki gibi bir
medeniyet yaratamamıştı.

Bunun dışında, Mısır-Yunan ilişkisinde de gördüğümüz gibi, bir tabi olma ilişkisi
doğabiliyordu. Batının uygarlık alanında geri kalması farklı bir yol izlemesini
mecbur kılmıştır. Bu noktada Doğu uygarlığıyla baş edemeyen Batı, ırk kavramı
çerçevesinde fikirlerini oluşturuyordu. Bu noktada gerek Yunan, gerekse Batılı
kimliği ırk temelinde oluşturulmuştur.

Antikçağdan Aydınlanma Dönemine Kadar, Irkçılık Devam Ediyor

Avrupada ilerlemeciliğin güçlenmesiyle birlikte ırkçılık için uygun bir zemin
oluşmuştu. Bunun yanında iki yaklaşımın da hayat bulmasını sağlayacak bir
emperyalist egemenlik, dünyanın belli bölgelerinde kurulmuştu. İlerlemecilik yeni
kabul edilebilecek bir olgu iken ırkçılık daha da eskidir.

Avrupada ırkçılığın ilk çıkışı olarak Aristotelesi gösterebiliriz.
Köleciliği savunan Aristoteles bunu meşrulaştırmak için mensup olduğu Yunan
milletini diğer milletlerden daha üstün göstermektedir. Aristoteles bunu şu şekilde
açıklıyordu:

“Soğuk bölgelerde ve Avrupada yaşayan ırklar, cesaret ve tutku doludur,
ama nedense beceri ve beyin gücünden yoksundur; bu nedenle, genellikle
bağımsızlıklanrını korumakla birlikte, siyasal bütünlükten ve başkalarını yönetme
yeteneğinden yoksundurlar. Öte yandan, Asya ırkları hem beyin gücüne hem de beceriye
sahiptir, ama cesaret ve irade gücünden yoksundur. Coğrafi bakımdan tam orta yerde
bir konum işgal eden Helen ırkı her iki tarafın da en iyi yönlerini almıştır. O
nedenle, özgür, siyasal kurumlara sahip ve basit bir örgütlenmesi olan başkalarını
yönetme yeteneğinde olmaya devam etmişlerdir.” (Kara Atena sf. 296).

Aristoteles ırksal üstünlüğü iklim koşullarına bağlamıştır ve diğer halkları yönetme
hakkını doğal görmüştür. Irklar, en üstte beyaz adamın, altında sarı ırkın ve en
altta siyah ırkın yer aldığı bir tabloda üçe ayrılmıştır.

Irkçiliğin öncülerınden Gobıneau sıyah irki şöyle tanimliyordu:

“Siyah tür, en aşağıdadır ve merdivenin dibinde bulunur. En ilkel biçimindeki
hayvanca karakteri, ana rahmine düştüğü andan itibaren onun karakteri üzerinde
etkili olur. Hep en sınırlı entellektüel alanlarda kalır. (…) Düşünme yeteneği
orta düzeyde olmasına karşılık, isteklerinde ve dolayısıyla iradelerinde çoğunlukla
korkunç bir yoğunluk vardır. Duyumlarının çoğu, öteki iki ırk için bilinmeyecek bir
güçte gelişmiştir. En başta da tat ve koku. Onun aşağılığının en çarpıcı belirtisi,
işte tam da bu hırslı duyumlarında bulunmaktadır.”

Sarı ırk içinse şöyle demiştir:

“Çok az fiziksel güçleri vardır ve uyuşukluğa eğilimlidirler. (…) istekleri
aptalca, iradeleri güçsüz ve dik kafalıdırlar. (…) Her şeyde bayağılığa
eğilimlidirler. Fazla yüce ve derin olmayan şeyleri kolayca anlayabilirler. (…)
Sarı insanlar, sözcüğün en dar anlamıyla pratik insanlardır. Teorileri düşlemezler,
onlardan zevk almazlar.”

Cuvier ise siyah ırkı şu sözlerle aşağılamaktadır:

“Zenci ırkı (…) siyah deri rengi, kıcırcık ya da yün gibi saç, basık
kafatası ve yayvan bir burun ile dikkati çeker. Yüzün alt kısımlarının dışa doğru
çıkık ve dudakların kalın olması, zencileri gözle görülür bir şekilde maymun soyuna
yaklaştırmaktadır. Onların meydana getirdiği sürüler daima tam bir barbarlık
aşamasında olmuştur.” (Kara Atena sf. 342, 343)

Aynı anlayış, çok sonraları John Locke tarafından başka bir şekilde öne
sürülecektir. Locke için Hıristiyan ve üstün Avrupalıların, geri Afrikalılara ve
Amerikalılara karşı savaşı meşru ve haklıdır. Çünkü bunlar mülklerini değil, boş
arazilerini savunuyorlardı. Dönemin bir başka ismi olan David Hume da aynı yaklaşımı
gösterecektir. (Kara Atena sf. 297). Fransada ise Montesquieu aynı şekilde
ılıman iklimin Avrupayı üstün kıldığını savunmuştur. Montesquieu buradan
Afrika ve Asya düşmanı görüşlere varmıştır. Köleciliğin ve sömürgeci saldırganlığın
meşrulaşması için gerekli ideolojik söylemler de bu şekilde sağlanıyordu.

Irk Çalışmalarını Destekleyen Öğeler

Irk çalışmalarında, anatomi ve antropoloji gibi disiplinler kullanılmıştır. Hatta
antropoloji bunun için oluşturulmuş bir bilim dalıdır. Bir anatomi uzmanı olan
Elliot Smith, anatomi ve antropolojiden yararlanarak yayılma tezlerini
geliştirmiştir. Batı uygarlığının Mısır kökenini gizlemenin yanında, Mısırlıların
geniş kafatasına sahip Sami olmayan Asyalı fatihler tarafından
sömürgeleştirildiklerini iddia etmiştir. Smith, bu teorileri oluştururken
Rockefeller tarafından desteklenmiştir. Dünya kapitalizminin en önemli isimlerinden
olan Rockefeller kurduğu vakıflarla antropolojiye ve “Mısırbilim”e büyük
kaynaklar aktarmıştır. Irkçı ve Avrupamerkezci “bilimsel” teoriler bu
kaynakların sonucunda oluşturulmuştur. (Kara Atena sf. 382)

Irk Araştırmaları İçin Üniversite Kuruluyor

Bunun en açık örneğini 1734 yılında İngiltere tarafından Almanyada kurulan
Göttingen Üniversitesinde görmekteyiz. Kuruluşundaki İngilterenin
rolünden ötürü üniversite, Locke ve Hume gibi ırkçı düşünürlerin fikirlerini
geliştirmiştir. Üniversitenin kurucularından Heumann, Avrupamerkezciliği savunuyordu
ve Mısırlıların, kültürlü olmalarına rağmen, pek çok araştırma alanında felsefi
olmadıklarını öne sürüyordu. Heumann, felsefeyi akla dayalı gerçeklerin
araştırılması olarak nitelendirerek, Yunanların felsefesinin olduğunu, buna karşın
Mısırlıların sanatları ve bazı araştırmaları olduğunu ileri sürecektir. (Kara Atena
sf. 313). Bu belirsiz felsefe tanımı sayesinde, Yunan felsefesinin eleştirilmesinin
önüne geçilmiştir. Aynı zamanda Heumann, Montesquieudan daha önce iklim
determinizmini savunmuştur.

Naziler tarafından ırk teorisinin kurucusu olarak selamlanacak olan antropolog
Meiners, tarihsel incelemelerde, “kaynak eleştirisi” adlı bir yöntem
geliştirmiştir. Bu yöntem, tarihçinin farklı klasik kaynakların değerini yazarına ya
da toplumsal bağlamına göre belirlemesini ve yorumlarını büyük ölçüde güvenilir
kaynaklara dayandırmasını öngörüyordu. Meiners, tarihçinin, yaşadığı çağı yansıtan
kimi olayların etkisinde kalarak, yanlış yorumlar geliştirebileceğini belirtiyordu.
Bu yüzden, tarihsel bilginin güvenilirliği ortadan kalkmaktadır. Bunlar, Yunan
tarihinde Mısır etkisini inkar edemeyen Eskiçağ Modeliyle mücadelede kullanılacaktı.
Bu tarih anlayışı sayesinde Batı, tarihte kendi işine gelmeyen ne kadar nokta varsa
hepsini güvenilir olmadığı gerekçesiyle inkar etme imkanını yakalamıştır.

1775 yılında doğa tarihçisi Blumanbach tarafından ırk hiyerarşisi yayınlanmıştır.
“Kafkas Irkı” terimini ilk kullanan kişi olan Blumanbacha göre,
en yetenekli ırk bu idi. Diğer ırklar bu ırkın bozulması sonucu oluşmuştu.

Bu noktada, en ateşli çaba Almanlardan gelecektir. Bernale göre, bunda en
önemli etken, Almanların 1700lerde bir kimlik bunalımı yaşamalarıdır. (Kara
Atena sf. 300). Hint-Avrupa dil ailesinin bulunmasıyla, Almanlar kendi dillerinin
Sanskiritçeyle ilgisini kurmak için çalışmalar yapacaklardır. Üniversitelerde
Sanskiritçe kürsüleri birbiri ardına kurulacaktır. Almanlar Sanskiritçeyle Almanca
arasındaki bağlantıyı ifade etmek için “Indogermanish” terimini
oluşturacaklardır.

Alman romantiklerinden olan ve ırkçılık üzerine çalışmaları bulunan Herdere
göre, düşünce sözcüklerden önce gelmiyordu. Dilin amacı aklı aktarmak değil,
duyguları ifade etmekti. Dile bu şekilde yaklaşıldığında şiirsellik ön plana
çıkmaktaydı. Daha önce Mısır ve Çin dillerine duyulan hayranlık, destansı
özelliklerinden dolayı, Almanca ve Yunancaya doğru yönelmeliydi. Goethe de dahil
olma üzere pek çok Alman ideolog, o dönemlerde Yunanca öğrenmeye çalışmıştır.
Almanlar bir süre sonra, kendilerinin Arilerin Kafkaslardan en son çıkan ve
dolayısıyla en saf kesimleri olduklarını iddia edeceklerdir. Yunanistan üzerindeki
Mısır etkisini ortadan kaldırmak için Eskiçağ Modeline en büyük saldırı da yine bir
Alman olan Müllerden gelecektir.

Irk konusunda, kimlik oluşturmaya çalışan Almanların ön plana çıkması, bu
çalışmaların, o dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için yapıldığının da bir
göstergesidir. Gerek ırk teorisi, gerek geliştirilen yeni metodlar, gerekse Yunan
dili üzerine savunulan görüşler bilimsellikten öte, tamamen Batının o dönemdeki
ihtiyacından çıkmıştır.

Irk Çalışmaları Dil Çalışmalarıyla Destekleniyor

Irk çalışmalarının yansıması, dil üzerine çalışmalarda da kendini göstermiştir.
Çekimsiz dillerden çekimli dillere doğru bir dil hiyerarşisi oluşturulmuştur.
Dilbilimci Schleicher ayrışkan Çinceden bitişken Turan dillerine ve oradan da
çekimli Hint-Avrupa dillerine doğru gelişen bir şema oluşturmuştur. Baron
Bunsene göre de, Çince en geri dildi. Ondan sonra Turan dilleri ve Mısır
dilleri gelmekteydi. Gerçek tarih ise Samiler ve Indo-Germenler arasındaki
diyalektik ilişkiden ibaretti. (Kara Atena sf. 340)

Ari Modelin Oluşturulması

İlk önceleri, Yunan tarihi Mısır ve Fenike kolonileştirmelerini inkar edeyen
modellerle açıklanırken, artık bunu tersine çevirebilecek duruma gelinmişti. Yunan
medeniyetini ve Batı üstünlüğünü iddia edebilmek için gerek tarih metodu, gerek ırk
kavramı, gerekse bunlara uygun ideolojik ortam oluşturulmuştu.

Tam bu sırada, Hint dilleriyle Latince ve Yunanca arasındaki benzerlik bulundu.
Buradan hareketle Hint-Avrupa dilleri ailesi oluşturuldu. Artık Hint-Avrupa dili
konuşan Arilerin fetihleriyle kurulmuş bir Yunan mucizesi ve buna dayanan üstün
Avrupa savunulabilirdi.

Yunanistanda yaşayan ilk halk olan Plesaglar, Helen kökenli değildi. Bundan
sonra gelen İyonlar ve Dorlarda da, Mısır-Fenike etkisi açık bir şekilde
görülmekteydi. İyon kelimesi bile, kök olarak Yunanca değildi. Mısır, Pers ve Batı
Sami dillerinde kökü vardır. Hatta, Mısır dilinde İyon kelimesi Yunan anlamında
kullanılmıştır. Aru fetihleriyle ilişkilendirilmeye çalışılan Dorlar ise,
kendilerini Heraklesoğullarının soyuna dayandırmaya çalışarak Mısır kökenini
savunmuşlardır.

Bu durumda, Yunanların köklerini dayandırabileceği tüm kaynaklar yetersizdi. Gerek
Plesaglar, gerek İyonlar, gerekse Dorlarla yapılacak tarih tezleri ister istemez
Mısır, Fenike etkisini beraberinde getiriyordu. Bundan kurtulmak için Ariler
sahnesine çıkartıldı.

Ari terimi ilk defa 1790 yılında kullanılmıştır. Arilerin Kafkasyada
yaşadıkları iddia edilmişti. Kafkasya, mitolojik efsanelere göre Prometenin
cezalandırıldığı yerdir. Promete Tanrılardan ateşi çalıp insanlara vererek fedakarca
bir davranışta bulunmuştu. Bu tavır, daha sonra Arilerin tipik davranışı alarak
kabul edilecekti.

İddiaya göre Ariler kuzeyden Yunanistana gelerek fetihlerde bulunmuşlar ve
bugünkü Yunanistanın temellerini atmışlardır. Böylece Mısır ve Fenike
etkisine girmemiş, ırksal ve dilsel açıdan saf kalmış bir Helen ülkesi
yaratılmıştır.

Aryanların nerede yaşadığı, nereden çıktığı, nasıl bir toplumsal sistemlerinin
olduğu tamamıyla karanlıktadır. Genel olarak, Kafkas kökenli oldukları ve
Hindistanı kolonileştirdikleri öne sürülmüştür. Aryanların coğrafi olarak
izledikleri yol belli olmadığı gibi, dilleri de belli değildir. Batılı
bilimadamlarının tezlerine göre bu halk, Hint-Avrupa dil ailesine mensuptur.
Hint-Avrupa dilleri, coğrafi olarak, Asya içlerinden başlayıp Yunanistanı da
içine alarak batıya doğru ilerlemektedir. Merkezi olarak Kafkaslardan yayılmaktadır.
Kuzeye ve kuzeydoğuya doğru Germenik ve Slav diller olarak ilerlemektedir.
Kuzeybatıya doğru Keltçe ve İtalik dil; güneye doğru da İran ve Hint dilleri olarak
bir yol izlemiştir. Bu coğrafya içerinde yer alan Anadoluda konuşulan
dillerin büyük çoğunluğu ise, bu dil ailesine dahil değildir.

Modelde dikkati çeken bir diğer nokta da, Arilerin sadece Yunanistanı değil,
aynı zamanda Hindistan ve İranı da kolonileştirdiklerinin savunulmasıdır.
Batılılar kendilerinin olmayan tarihlerini yaratırken, aynı zamanda diğer
medeniyetleri de kendilerine bağlamaya çalışmaktadır. Sonuçta, Hint ve İran
medeniyetleri, Yunan medeniyetinden çok daha köklüdür. Ancak, Batılılar için
kendilerinden daha köklü medeniyetler sorun çıkartmaktadır. Bu durumda, Arilerin
Batılılarla aynı dil grubunda olan Hindistan ve İranı da kolonileştirdikleri
iddia edilerek işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.

Bernal bu modeli şöyle değerlendirmektedir: “Ari Model, hem Yunanistan
tarihinin hem de Yunanistanın Mısır ve Levant ile olan ilişkilerinin 19.
yüzyıldaki dünya görüşüne, özellikle sistematik ırkçılığa uygun hale getirilmesini
sağlamıştır”. (Kara Atena sf. 589)

Ari Modelin Çelişkileri

Ancak Ari Model fetihler konusunda net değildir. Bu fetihlerin erken dönemde
olduğuna dair hiç bir kanıt bulunamamıştır. Tarihçi Thukydides Yunanistanın
kuzeyindeki Helenlerin güneye doğru göç ettiklerini ve bu göçün Truva Savaşı
sırasında tamamlandığını belirtmiştir. Bu durumda, daha önce yaşadığı iddia edilen
Agamemnon ve Homeros gibi isimlerin Yunan olma olasılığı, ortadan kalkmaktadır.
Fakat Mısır etkisinden kurtulmuş saf bir Yunanistan yaratmak için bunlar feda
edilmiştir. Ari fetihlerinin, Dor istilalarıyla tamamlandığı savunulmuştur. Ancak
Dorların kendilerini Mısırlı atalara bağlama çabaları, Ari Irk teorisini güç durumda
bırakmaktadır.

Arilerin fetihleri için senaryolar oluşturulurken, Mısırlıların Afrikalı oldukları
yönünde eğilimler artmaktadır. Sonuçta siyah ırka yakın kabul edilen Mısır arıtk
savunulamaz hale getirilmiştir.

Hint-Avrupa dili konuşan Ari fetihlerine dayanan teori, bu dil ailesine ait olmayan
pre-Helenler konusunda açıklama getirememiştir. Aynı zamanda, bu halklarda görülen
Mısıra karşı duyulan ilginin kaynağını da açıklayamamaktadır. Açıklamak
yerine, bu noktaların üzerinden atlanmıştır. Zaten teorinin çıkış süreci
incelendiğinde, bunun için oluşturulduğu görülmektedir.

Yunan dilindeki araba, kılıç, yay, geçit yürüyüşü, zırh, çarpışma gibi anlamlara
gelen sözcükler Hint-Avrupa kökenli değildir. Bu durum, akla yapılan fetihlerin
Hint-Avrupa dili konuşmayan bir halk tarafından yapıldığı kanısını
güçlendirmektedir. Ari fethine dayanan varsayım temelsiz kalırken, Mısır ve Fenike
fetihleri için bol miktarda delil vardır.

Yunancanın Sanskiritçe kadar, Mısır ve Sami dilleriyle de ilişkisi vardır. Ancak bu
ilişki gözardı edilmiştir. Ayrıca Ariler hakkında hiçbir filolojik ve arkeolojik
bulgu da yoktur. Teorinin merkezinde yer alan ırk kavramı da belirsizdir. Bu
belirsizliği kaldırmakta mümkün değildir.

Batılı Kendini Niçin Yunanla Özdeşleştirdi?

Ari modelin oluşma süreci incelendiğinde, Batının yeni bir sömürgeleştirme çabasına
giriştiği gözlenmektedir. İstanbulun Türkler tarafından fethi Batıyı coğrafi
olarak sınırlandırmıştı. Doğuya doğru açılması kesilen Batılılar, okyanus ötesi
ticaret yolları bularak Latin Amerikayı sömürgeleştirmeye başlamışlardır. Bu
sömürgecilik dönemini, merkantalizm dönemi izlemişti. Sanayi Devrimini
gerçekleştiren ve iktisadi açıdan Doğudan daha üstün bir konuma geçen Batı, yeni bir
sömürgeci saldırı için hazırdı.

Ancak Batı için en büyük engel Türklerdi. Sonuçta Batı emperyalizmi Amerika ve
Afrika kıtalarına nüfuz edebilmişti. Doğu, Batı için büyük oranda kapalıydı. Bunun
yanında Türkler, Avusturya sınırına kadar ilerlemişlerdi. Bir taraftan, kendi
batısını sömürgeleştiren Batılılar, kendi kıtalarında Türk tehdidi altındaydılar.

Osmanlının Paylaşımı Batılıyı Harekete Geçiriyor

Türklerin zayıflaması, Batıyı yeni bir sömürgeleştirme planı için harekete geçirmiştir.

1683 yılında Türkler Viyana Kuşatmasında başarısız olmuştu. Bunun ardından
Avusturya, Türklere karşı ilerleme başlatarak Macaristanı geri almıştır.
Bunu, doğuda Rusların Karadeniz üzerinden ilerlemesi izlemiştir. Sonuçta
Avrupaya yönelik Türk tehdidi tamamen ortadan kaldırılıyordu.

Eşzamanlı olarak Avrupalılar Türklere karşı bir ilerlemeye girişmişlerdi. Bunu
1821de Yunanların isyanları izlemiştir. Tüm Avrupada Yunanlara karşı
büyük bir sempati ortaya çıkmıştır. Yunanların, Avrupalıların Doğuya karşı
canlanışını tamamlayacakları öne sürülmüştür.

Bu noktada Yunanlar, Avrupa için bir örnek durumuna gelmişlerdir ve Yunan
milliyetçiliği ile Hıristiyanlık arasında bir ittifak doğmuştur.

Yunanların Önemi

Avrupa uygarlığının beşiğinin Yunanistan olmasının temellerini burada aramak
gerekiyor. Yunanları bu duruma getiren, destanlar, olimpiyatlar, mitolojik
kahramanlar vb. kültürel özellikleri değildir. Yunanlar esas olarak Avrupanın
Türklere karşı ilerlemesinin ifadesidir. Bu yüzden Batıda Yunanlar
“Avrupanın çocukluğu” olarak nitelendirilmiştir. Bunun yanında
Yunanlar, Doğuya ve özellikle Türklere karşı Hıristiyanlığın savunucusu olarak da
görülmüşlerdir. Bu durum, kendini en açık şekilde Yunanlara verilen destekte
göstermiştir.

Yunan Ayaklanmalarına Avrupa Desteği

Avrupalılar, çocuklarını siyasi, ekonomik ve askeri yönden desteklemiştir. En büyük
destek Almanyadan gelmiştir. 300 Alman, ayaklanmalara aktif olarak katılmak
için Yunanistana gitmiştir. Almanyada ayrıca çoğunluğu akdemisyen ve
öğrencilerden oluşan onbinlerce kişi Yunanlara destek için girişimlerde bulunmuştur.
Almanların dışında, Fransızlar ve İtalyanlar da, ayaklanmalara katılmak için
Yunanistana gitmişlerdir. Amerikadan bile aktif katılım olmuştur.
Ayrıca Amerikada ve Avrupa ülkelerinde Yunanistanla kardeşlik
komiteleri kurulmuştur.

Yunan Ayaklanması, tüm Avrupada gençlik ve gücü temsil eden Avrupa ile
geriliği temsil eden Asya ve Afrika arasında bir mücadele olarak görülmekteydi:

“Cengiz Hanın ve Timurlenkin barbarları, 19. yüzyılda yeniden
canlandılar. Avrupa dinine ve uygarlığına, ölümüne kadar bir savaş ilan
edildi” şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. (Kara Atena sf. 405)

Tüm Avrupada esen Helenizm rüzgarı Yunanistanın silahlı ilerlemesini
tamamlamak için Yunan kimliği üzerine ideolojik, kültürel çalışmaların önünü
açmıştır. Bu, kendini Ari ırk teorilerinde gösterecektir.

Oryantalizm de Türklere Karşı Oluşturuluyor

Bernalin Edward Saidden aktardığına göre, Oryantalizmin oluşumunda da
buna benzer etkiler tespit edilir. Bernale göre, bu tezlerin ön plana
sürüldüğü 1820lerin başlıca olayı Hıristiyan Yunanların Müslüman Türklere ve
Mısırlılara karşı verdiği bağımsızlık savaşıdır. (Kara Atena sf. 335).
1800ler her yönden Avrupanın Doğuya karşı harekete geçtiği bir
dönemdir. Doğu ekonomik, siyasi, askeri seferlerle zayıf düşürülmüştür. Batı ise bu
durumu meşrulaştırmak ve sürekli hale getirmek için Doğulu (özellikle Müslüman ve
Türk) kimliğine karşı büyük bir saldırı başlatmıştır. Genel olarak ırkçılık,
Mısırlılar ve Çinlilere karşı (sarı ve siyah ırk mensuplarına) mücadeleyi
sürdürürken, Türk ve Müslüman coğrafya için Oryantalizm de seferber edilmiştir.

Yunanlar Batı sömürgeciliğin bir kolu olarak bu saldırılarda işlev görmüşlerdir.
Yunan uygarlığı ve kimliği sömürgeciliğin yarattığı ve kullandığı bir uydurmadan
ibarettir.

Sonuç: Batılılık=Irkçılık

Kara Atena kitabında açık örneklerinin verildiği gibi, Yunan uygarlığı büyük oranda
18. yüzyıl başlarında oluşturulmuştur. Bu oluşturma sürecinde, ilk önce Mısır ve
Fenike etkisi ortadan kaldırılmış, sonra Ari ırkı ortaya atılarak bir bakıma
“Yunan Mucizesi” yaratılmıştır.

Bu yaratmanın tamamen tarihsel gerçekleri saptırarak ve ırksal bir bakış açısı
geliştirerek yapıldığı açıktır. Batının kendi kimliğini oluştururken ve kendisi
dışındaki gerçek medeniyetleri küçümserken dayandığı esas temel, ırkçılıktır. Bu
ırkçılık, Antikçağdan başlayarak Aydınlanma Dönemine ve oradan da günümüze kadar
devam etmiştir. Batı medeniyetinin ve Avrupalı kimliğinin dayandığı temeller
ırkçılık, Hıristiyanlık ve mülkiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların hepsinin
temelinde de sömürgecilik yatmaktadır. Sonuçta Batı için ırkçı olmak nesnel bir
zorunluluktur. Ancak ırkçılık, Batı dışı ulusların sömürülmesi için uygun bir
ideolojidir.

Bunun dışında medeniyet namına bir şey üretemeyen Batı, ancak ırk üzerine yapılacak
değerlendirmelerle kendi üstünlüğünü sağlayabilmektedir. Batı dışı toplumlar,
kendilerini medeniyetleriyle ifade ederken, Batı kendisini beyaz ırkla ifade etmeye
mecburdur.

Avrupamerkezciliğe Darbe

Bernal, kitabında bu durumu tüm kanıtlarıyla ortaya koyarken, aynı zamanda
Avrupamerkezciliğe de büyük bir darbe indirmiştir. Medeniyetin hiç de Batılıların
iddia ettikleri gibi Avrupada çıkmadığını, tam tersi Doğu kaynaklı olduğunu
ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, Batının kendisinin ürettiğini iddia ettiği
herşeyin, aslında Doğudan alındığını kanıtlarıyla birlikte ortaya koymuştur.
“Kara Atena”, Yunan uygarlığının çalıntı, Eski Yunan mucizesinin de
uydurma olduğunu ortaya koyarken, Avrupamerkezciliği de yıkmaktadır.

Sonuçta ezilen Üçüncü Dünya, kendi medeniyetini ve tarihini oluşturabilmek için
Batının bu tarz ideolojik şablonlarını yıkmak zorundadır.
http://www.turkmitolojisi.org/?p=18
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 17, 2012, 10:23:05 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Sn. karahan,

Masonlukla ilgili soru/nuz/ ne? Bu konu bu bölümde açıldığına göre bir soru olmalı değil mi?


Şubat 17, 2012, 10:29:05 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

sn.skullg

konuyu yanlış yere açmış olabilirim.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 07, 2013, 10:42:32 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Kapitalizm güzel bir sistem fakat fırsat eşitliği verilmek koşulu ile ..
Fakat kapitalizm düzgün olmazsa eğer, dünya bir kaç kodamanın eline geçebileceği gibi eski kölelik sistemini tekrar dünyaya getirir ve dahada yaygınlaşacak modern bir kölelik olur dünyada. Fırsat eşitliği verilirse kapitalizmin ters bir yanını göremiyorum.
« Son Düzenleme: Şubat 07, 2013, 10:52:02 ös Gönderen: Melina »
Adequatio intellectus et rei


Şubat 07, 2013, 11:24:19 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3234
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
Fırsat eşitliği verilirse kapitalizmin ters bir yanını göremiyorum.


Ne demek fırsat eşitliği , Fırsat eşitliği kişi bazında olursa o kişide düzenin adamı olur ilerde oda sömürüye katılır .
Kapitalizm dünyanın başına bela olmuş bir sistemdir , hiç bir faydalı yanı yoktur.
Tek çözüm İnsanlar arasında adil paylaşımdan başka düzen olamaz .ANLAYAN ANLAR . Bu kadar basit ...

Saygılar


Not : 700-800 tl asgari ücretlinin Kapitalizm neyine , adam veya Kadınların ,genç ve çocuk İşçilerin iliğini sömürüyorlar ...İNSAF
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Şubat 11, 2013, 07:31:43 ös
Yanıtla #5
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Zaten Türkiye'nin bu ağlanacak halinde fırsat eşitliği söz konusu olamaz Güzel İnsan NOSAM33 :)

Saygılar.
Adequatio intellectus et rei


Şubat 11, 2013, 08:24:52 ös
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Bu yazıyı ben yazmışım epeyde olmuş geriye dönüp bakmayınca atlamış sn.skullg'un yazısını.

Sevgili skullg. bana şöyle soruyor.

Sn. karahan,

Masonlukla ilgili soru/nuz/ ne? Bu konu bu bölümde açıldığına göre bir soru olmalı değil mi?

Haklısınız bu konuyu okuduğumda hoşuma gitti sadece paylaşmak istedim herhangi bir mason arkadaşıma soru saormak aklıma gelmedi,onun burada yaptığı sorunuz nedir ?söyleminden cesaret alarak başka bir bölümde sorduğum soruyu burada sorayım orada cevap verilmedi.Buyrunuz linki.


http://masonlar.org/masonlar_forum/index.php/topic,7469.msg98963.html#new

Şu an okuduğum kitap budur ve bu kitap ile alakalı okuduklarımdan bir çok soru sorabilirim.Amam benim en fazla merak ettiğim şey masonluğun kökenleri ile alakalı bu forumda bir çok yazı okudum ve mısır işaret ediliyor sn.cihangir generin bu çalışmasına göre isede hz.nuha ve ondanda 3 oğluna dayandırıyor nuh ile adem arası fazla olmadığına görede masonluk nerede ise ademe bile dayanabilir içerik itibarı ile mantıksızda sayılmaz.

Bu konudaki sizlerin fikri ve bilgisi nedir merak ediyorum umarım cevaplayan olur.

saygılarımla
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
4687 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2008, 11:22:53 ös
Gönderen: Prenses Isabella
5 Yanıt
3733 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 12, 2011, 08:20:00 ös
Gönderen: Yücel
0 Yanıt
4276 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 22, 2008, 03:55:50 ös
Gönderen: Prenses Isabella
ANTİK YUNANİSTAN

Başlatan bilgiaçı Milletler Tarihi

0 Yanıt
3264 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 20, 2008, 10:22:47 ös
Gönderen: bilgiaçı
4 Yanıt
6200 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2011, 05:59:19 ös
Gönderen: moonlight
0 Yanıt
5327 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 30, 2011, 12:22:50 ös
Gönderen: Eser
7 Yanıt
10202 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 26, 2017, 03:28:00 ös
Gönderen: moonlight
0 Yanıt
2439 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 06, 2011, 03:59:39 öö
Gönderen: Yücel
1 Yanıt
3989 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2019, 10:55:00 ös
Gönderen: Samuray
Kara Athena

Başlatan karahan « 1 2 » Mitoloji

15 Yanıt
9403 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 07, 2013, 02:10:43 öö
Gönderen: Melina