Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Vahdet-i Vücut mu Panteizm mi?  (Okunma sayısı 11170 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 17, 2009, 03:21:18 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Herkesçe kabul edilen bir gerçek vardır, Alevilik Vahdet-i Vücut inanışına dayanır. Bu gerçek ve kabul bütün Alevi ve dış kesimce benimsenmekle birlikte bir kavram karmaşasının yaşandığı da göze çarpmaktadır. Bu karmaşayı sadece Alevilik ekseninde var olarak kabul edemeyiz. Genel olarak bu karmaşanın Ezoterik-Batıni açılımların açıklamasında yer aldığını görmekteyiz. Ancak Vahdet-i Vücut ve Vahdet-i Mevcut kavramlarına girmeden önce Ezoterik-Batınilik konusuna göz atmakta yarar var.

Nerede ise bütün kaynaklarca Ezoterik-Batıni inançların açıklamasının giriş kısmında Mu dini ve özellikleri yer almaktadır. İngiliz araştırmacı Albay James Churchward 1883’de, Batı Tibet’te bir mabette, “Büyük Rahipler Kardeşliği’nin” başrahibi Rishi tarafından kendisine gösterilen Naacal (Naakal) tabletlerinde yer alan kavramlar, o güne kadar bilinmesine karşın bu şekilde tarihsel yerini bulmuştu. Amerikalı Jeolog William Niven tarafından 1921-1923 yılları arasında Meksika’da ortaya çıkartılan tabletler, Naacal tabletleri ile aynı dilde yazılmış ve biri birlerini desteklemekte ve tamamlamaktaydılar.

Albay James Churchward, Meksika tabletlerinin nerede yazıldıklarını tam olarak belirleyememesine karşın yine de bu tabletlerin bir çoğunun Uygur sembolleri ve harfleriyle yazıldığını ve her iki grupta görülen yazıların kökeninin Mu alfabesine dayandığını belirlemeyi başardı.[1] Albay James Churchward, tabletlerde yer alan bazı konuları şu şekilde sıralamaktadır;


1-Yaratılışın tarifi
2-Hayat ve kökeni
3-Dört büyük kozmik gücün kökeni ve işleyişi
4-Kadının Yaratılışı[2]


Naacal tabletlerine göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar bir araya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları havayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yükseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (RNA-DNA) oluşturdu. İlk hayat suda çıktı ve tüm yeryüzüne yayıldı. [3]-[4]-[5]

Günümüzden 15.000 yıl önce yazıldığı anlaşılan Naacal tabletlerinde semboller kullanılmıştı. Naacal öğretisinde Güneş doğrudan tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki amacın, belirli ifade tarzlarının kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamak olarak açıklanmaktadır. [6]-[7]

Mu dini sembollerinin en önde geleni, “Mu Kozmik Diyagramı”dır. Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, “Ra”nın, yani tek tanrının kolektif işaretidir. Üçgenin içindeki daire, tanrının gözünün daima insanlar üzerinde olduğunun, iç içe geçmiş iki üçgen iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü resmeder. Her ikisinin bir arada oluşturduğu altı köşeli yıldız adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızların her bir ucu bir fazileti resmeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.

Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani kamil insan’a ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay’dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş ve aralarında dar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur.[8] Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden ilahi kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani tanrının, varlığını inan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini resmeder. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis’e buradan Hermes ile Mısır’a, Mısır’dan Pisagor ile Yunanistan’a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır. [9]-[10]-[11]

Nerede ise bütün kaynaklarca Ezoterik-Batıni inançların açıklamasının giriş kısmında Mu dininin özellikleri ve bunun dört ana kavramı yer almaktadır. Sn. Cihangir Gener’in Hans Stephan Santesson’un Batık Ülke Mu Uygarlığı (RM Yayınları İstanbul 1989 – sf.12) den aktardığına göre bu dört temel kavram şunlardır;

1- Tanrı tektir her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
2- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmelliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir.[12]

Bu dört temel kavram, Ezoterik-Batınilik tarihi veya doktrinler tarihinin açıklanmasında tıpkı Sn. Cihangir Gener gibi Sn. Melih Ülkü Akat ve diğer yerli yabancı bilim adamlarınca kullanılmaktadır. Bir anlamda Ezoterik-Batınilik tarihinin başlangıcı Mu uygarlığı ve dini olarak kabul edilmektedir. Fakat belirtmekte yarar var ki Albay James Churchward’a göre tüm dinlerin ilk ve ana kaynağı Mu dinidir, Museviliğin ve Hıristiyanlığın temelinde Mu’ya gönderilen vahye dayalı dinlerin yer almaktadır. Museviliğin kökeni için şu düşüncededir; “Musa kavramlarda bir değişiklik yapmamıştı, sadece insanların bu dünyada hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğini daha vurgulayıcı bir üsluba dönüştürmüştü. Bu yasaları ölülere uygulamak yerine doğrudan hayattakilere uygulamak yoluna gitmişti. Onun on emri 70.000 yıldan daha öncesine ait ‘Mu’nun Vahyedilmiş Kutsal Metinleri”nde yer alır, tek fark bunların emir değil soru formunda olmasıdır.” [13]

Naacal öğretisine göre, tanrı sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek ancak Naacal kardeşi olmakla ve kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstat rahiplerin bu aşamaya ulaşabileceklerini kabul ederler. [14]-[15]

Bu dört temel kavramın ilki üzerinde Albay James Churchward şunları yazmaktadır; “Mu dini tek Tanrıcı bir dindi, çünkü Yaradan’ı tekti ve ibadet ettikleri bu Yaradan’a bir çok nitelikler vermişler ve her niteliğe de belli birer sembol atfetmişlerdi. Aynı zamanda açıkça belli olduğu üzere, birden fazla Yaradan veya Tanrı olduğu izlenimine yol açmamak için dikkatli davranmışlardı; çünkü bütün törenlerde Lahun sembolü göze batacak şekilde somutlaştırılıyordu. Lahun’un çevirisi şudur: ‘İkisi Birde, Hepsi Birin İçinde’.” [16]

Albay James Churchward, Mu ülkesinin dinsel inancını şöyle açıklamaktadır: “Cennete ulaşmak için kat etmem gereken sekiz yol olduğuna inanıyorum. Bu sekiz yolu kat ettikten sonra, ara aleme açılan on iki kapıya varırım. Burada on iki dünyasal yoldan çıkartıcının üstesinden geldiğimi kanıtlamam gerekir. Sonra ara aleme geçer ve cennetin kapılarına varırım. Burada yeryüzünün on iki erdemini öğrendiğimi ve onları uyguladığımı göstermem gerekir. Sonra cennetin kapılarından geçerek Göksel Krallığın kurulduğu kata çıkarım.” [17]

Bu kısma kadar Ezoterik-Batıni inanışının temel alındığı ilk nokta olan Mu dini konusunda kısa bir özet vermeye çalıştık. Ezoterizm kelimesi, İslam dini içerisinde Batınilik olarak nitelendirilmiştir. Etimolojik kökeni Grekçe "iç, içsel" anlamındaki "esoterikos" sözcüğünden ya da "görüyorum, içsel olan, gizli olan" anlamlarına gelen "eisotheo" sözcüğünden türetilmiş olan Ezoterizm, bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir.

Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi midir? Bu soruyu Ezoterik-Batınilik tarihinin Mu dini kaynaklı başlatıldığını ele alırsak evet yanıt verebileceğimiz gibi, çeşitli din ve inançların içerisinde farklı ritüel, söylem, yaklaşımlarla ortaya çıktığını düşündüğümüzde ister istemez sorunun cevabı hayır olmaktadır.

Ezoterizm’in en önemli özelliği sırların, sadece bunları öğrenmeye hak kazanan veya kazandığı düşünülen belli bir zümreye verilmesidir. Bu uygulama dinlerin halka hitap eden özelliğinin yerine belli bir dar kesimin, avam tabakasının oluşmasına neden olmaktadır ki bu durumda Ezoterik inanç sistemlerinin halk ve öğreti dışında tutulan tutucu din kesimince yanlış anlaşılmalarına neden olmaktadır.

İnisiyasyon (İnisiasyon), yani sırlar önceden belirlenmiş dereceler sistemi içerisinde aşama aşama belirli eğitimlerden geçen kişilere verilmektedir. Her derecenin aşılmasında İnisiyasyon (İnisiasyon) törenleri yapılarak kişi bir sonraki dereceye (basamağa) kabul edilmektedir.

Bu genel özellikleri şu an için dünya da geçerli olan üç büyük vahyi dininin içerisinde çeşitli isimlerle yer alan kurumsallıklarda görmek mümkündür. Örneğin Museviliğin içerisinde yer alan Kabalacılar, diğerlerinden farklı bir yol izleyerek Tevrat’ın Ezoterik yorumu “Kabala” üzerinde çalışarak, diğer Yahudi gruplarından ayrılmışlardır. İslam içerisinde de Sufiler ve Tasavvuf bu açıdan aynı kategori içerisinde yer almaktadırlar. İslam içerisinde yer alan tarikat oluşumu içerisinde inisiye dayanan dereceleri görmek mümkündür. Ancak bütün tarikat oluşumlarını ezoterik saymak elbette ki mümkün değildir.

Batı da, Musevilik ve Hıristiyanlık içerisinde Ezoterizm olarak adlandırılan yapı doğu da İslam içerisinde Batınilik olarak adlandırılmıştır. İslam içerisinde yer alan Tasavvuf bütünü ile Batıni bir doktrinin, yaklaşımın ürünüdür. Burada bir noktaya değinmek gerekiyor, Ezoterizm ve Batınilik kişinin içsel temizliği üzerine kurulu olduğu kadar bilgininde içsel anlamına yöneliktir. Amaç insanı zahiri arınmışlık ile değil içsel (batınsal) arınmışlık ile kurtarmaktır. Bunun yolu da bilginin iç (derin) anlamına yönelmek, anlamak ve uygulamaktır. Ondan ötürüdür ki Batınilik bir yandan insanın içsel arınmışlığını diğer yandan da bilginin içsel anlamına yöneliktir.

Sn. Cihangir Gener, Ezoterik doktrini “Felsefi alanda ‘Panteizm’, İslami kültür içinde tasavvuf adını alan” [18] olarak nitelendirmiştir. Bu nitelendirmeyi yaptıktan sonra ilerleyen sayfalarda bunun tek tanrılı dinler ile Panteizm’i birbirinden ayrıldığı noktaları şu şekilde belirtmiştir: “Ezoterik-Batıni doktrinler felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek tanrılı dinlerde yaradan-yaradılan ikilemi varken Panteizmde bu ikilem yoktur. Varolan her şey tanrıdan südur etmiştir ve onunla özdeştir.” [19]

İlginç olan Sn. Cihangir Gener bir yandan Ezoterik-Batıni doktrinin çıkışının, Tek Tanrı inançlı Mu dinine ve Naacal Kardeşlik örgütünü olduğunu ileri sürmekte diğer taraftan ise doktrini tek tanrılıktan uzak Panteizm’e bağlamaktadır.

Sn. Cihangir Gener Ezoterik-Batıni doktrin açıklamasını şu şekilde sürdürmektedir: “Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin toplamıdır. Önsüz ve sonsuz olan tanrı, makrokozmos’da da, mikrokozmos’da da bulunur. Tanrısal nurun bir cüzü olan ruh hiçbir zaman ölmez ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa, yani tanrıya dönmektir. Bunun da tek yolu, evrensel bir yasa olan evrim, yani tekamüldür.” [20]

Benzer yaklaşım Sn. Erdoğan Çınar tarafından şu şekillerde dile getirilmektedir: “Alevi İnancı’nda, yaratan ve yaratılan birdir. Yaratılmışların bütünü, Yaradanın kendisidir. Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) olarak ifade edilen bu Alevi inanışını, İslam kalıplarına sığdırmak mümkün değildir.” [21] “Alevi erkanın kurulduğu o en uzak geçmişten beri Aleviler, yaratılışın dışında ve üstünde, her şeye kadir bir Tanrı inanışına uzak durdular. Onların inanışına göre yaratan ve yaratılmış birdir. Yaratan yaratılmışın bütünü, yaratılmış olan da yaratanın ayrılmaz parçası ve kendisidir.” [22]

Her iki araştırmacıda Ezoterik-Batıni doktrinin başlangıcını Mu uygarlığına bağlamakta ve yine her ikisi de Yaratılmışların bütününü Yaradan’ın kendisi olarak kabul etmektedir. Yaratılmışların bütünü yani bütün canlı ve cansızların hepsi, evrenin toplamı Yaradan’dan başka bir şey değildir. Bu durumda Yaradan’nın mevcudiyetinden veya Tanrı’nın varlığından bahsetmek yanlış olur. Evrenin toplamı, Yaratılmışların bütünü Yaradan olduğuna göre tek başına Yaradan’dan bahsetmek imkansızdır.

Vahdet-i Vücut inanışını, Ezoterik-Batıni yaklaşımı Panteizm olarak yorumlayan bu düşüncelerin doğruluğuna bakabilmek için ilk önce Panteizm’e bakmak gerekmektedir.

Teizm (Tanrıcılık[23]) ve ateizm (Tanrıtanımazlık[24]) arasında farklı düşünce akımından bahsetmek mümkündür. Deizm, panteizm, panenteizm (pan-enteizm) ve agnostisizm akımları ateizmin geniş anlamı olan "teizm olmayan" anlamının içerisinde yer almaktadırlar.

Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğatanrıcılık Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefî görüştür. Panteizm'de her şeyi tanrının bir parçası olarak kabul edilir, tanrı her şeydir ve her şey tanrıdır. Panteizme göre Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey Tanrı'dır.

Babağan Bektaşiliğinin son Dedebaba’sı Doç.Dr. Bedri Noyan’da Panteizm’i (pantheisme) şu şekilde açıklamıştır; “Pantheisme’e göre: Allah evrenin toplamıdır. Evrenin dışında Tanrı denilen bir şey yoktur. Tanrı bu evrende tecellî etmiştir. Ne varsa bu evrenden ibarettir.” [25]

Yaratılmışların bütünü, Yaradan’ın kendisi olarak nitelendirip bunu da Vahdet-i Vücut inanışı olarak gösterdiğimiz de karşımıza Panteizm’in çıktığı doğrudur. Ancak Ezoterik-Batıni doktrinin başlangıcı olarak kabul edilen Mu dinin dört temel kavramının son maddesi açısından bu yaklaşım doğru olmamaktadır. Son maddeye göre mükemmelliğe ulaşan ruh’un Tanrıya dönmesi ve onunla birleşmesi gerekmektedir. Eğer Tanrı evrenin kendisi ise dönülecek ve bütünleşilecek her hangi bir varlıktan, olgudan veya kavramdan bahsedemeyiz.

Bu durum Ezoterizm-Batıniliğin tarihsel başlangıcı olarak vurgulanan Mu dininin önde gelen sembolü olan“Mu Kozmik Diyagramı”na da uygun değildir. Söz konusu diyagramı incelediğimizde üçgenin içindeki dairenin (gözün) tanrının gözünün (varlığının) daima insanlar üzerinde olduğunun ifade etmektedir ki evrenin bütününü (toplamını) Tanrı olarak kabul ettiğimizde insanı gözleyecek varlık-mevcudiyet olmayacaktır.

Erdoğan Çınar’ın “Önce cansız nesne, sonra bitki, hayvan ve insan bedenlerinde ortaya çıkan ruh, İnsan-ı Kâmil (eksiksiz, olgun insan) konumuna ulaştığında geldiği kaynağa geri döner. Yaradan ile bütünleşir, onun içinde erir.” [26] düşüncesi bu nokta da hükmünü kaybetmiş olur. Çünkü evren Tanrı’nın kendisi olduğuna göre geri dönülecek kaynaktan söz edemeyiz, çünkü ortada geri dönülecek kaynak mevcut değildir.

Evrenin hepsi, Yaratılmışların bütünü Yaradan’ın kendisi ise “Seçilmiş varlığa (güruh-u naci) özünü katan “Kırklardan Biri” önce Yaradan’a asi olmuş, sonra boyun eğerek Kırklar Meclisi’nde huzura gelmiştir.” [27] demekte benzer şekilde yanlıştır.

Bir yandan “Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin toplamıdır.” [28] veya “Yaratılmışların bütünü, Yaradanın kendisidir.” [29] derken diğer taraftan “Varolan her şey tanrıdan südur etmiştir ve onunla özdeştir.” [30] veya “Kırklardan Biri” önce Yaradan’a asi olmuş …” [31] demek bir birine tezat ifadeler kullanmak olur.

Sn. Erdoğan Çınar, “Alevi İnancı’nda, yaratan ve yaratılan birdir. Yaratılmışların bütünü, Yaradanın kendisidir. Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) olarak ifade edilen bu Alevi inanışını, İslam kalıplarına sığdırmak mümkün değildir.” [32] demektir ki eğer Vahdet-i Vücut’u Panteizm olarak yorumlarsak doğrudur. Ancak Alevi teolojisinde Sn. Erdoğan Çınar’ın Kırklar Meclisini[33], yaratılışı[34], devriyeyi[35], kamil insan[36] kavramlarını açıklamaya çalıştığı bölümlerde ifade edilenlere göre Yaratılmışların bütünü Yaradan’ın kendisi, evrenin bütünü Tanrı değildir.

Dedebaba Doç.Dr. Bedri Noyan’da Vahdet-i Vücut’tun Panteizm’den (pantheisme’den) evren ve Tanrı olgusundan ötürü farklı olduğuna işaret ederek bunu şu şekilde izah etmektedir; “Vahdet-i vücût ta ise; Tanrı varlık ve kudretinin bir zerresi kadarının tecellisi ile bu evren var olmuştur. Bir an için bütünüyle evrenin mahvolduğunu yok olduğunu düşünürsek, birincisine - Panteizm’e (pantheisme’e)- göre, artık ne evren ne de bir Tanrı kalır. Vahdet-i vücûd’a göre ise, O’ndan bir zerre bile eksilmemiş gibi olur. Ve kudret-i külliye, yeniden bir “ol” buyruğu ile bir anda bu evreni yaratır.” [37]

Yaratılmışların bütünü, Yaradan’ın kendisi, evrenin toplamını Tanrı olarak kabul etmeyi Vahdet-i Vücut olarak açıklamak yanlıştır. Bu şekilde izah edilen tanımlama Vahdet-i Mevcut’tan başka bir şey değildir. O halde Vahdet-i Vücut inanışı ve Ezoterik-Batıni doktrinler bu açılardan Panteizm değildir. Her ikisini Panenteizm (Pan-eteizm) içerisinde aramak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Pan-enteizm, hem Deizm’den hem de Panteizm’den ayrıdır. Pan-enteizim’de, her şey Tanrı’dan südur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül’den geçmektir.

Sn. Erdoğan Çınar İslam dini içerisinde Vahdet-i Vücut olmadığını ileri sürdüğü gibi Sn. Cihangir Gener’de İslamiyet’in doğuşunda Ezoterik öğretinin her hangi bir etkisinin olmadığını[38] ileri sürmektedir. Vahdet-i Vücut’un İslamiyet’in içerisinde olup olmadığına veya İslamiyet’çe kabul edilip edilemeyeceğine bakmadan İslamiyet’in doğuşunda Ezoterizm’in olup olamayacağına göz atmak gerekir.

Üç büyük dinin kutsal kitaplarında İbrahim peygamber ile oğulları İshak ve İsmail’in öyküleri birbirine çok benzer şekilde anlatılmaktadır. Kuran’daki anlatıma göre İbrahim’in cariyesinden olan oğlu İsmail annesi ile birlikte İbrahim peygamberin karısı Sarah’ın onları istememesi üzerine Arabistan yarımadasındaki Mekke şehrine gelmişlerdir. Burada İbrahim peygamber ile oğlu İsmail, Kabe’yi inşa etmişlerdir. İsrailoğulları kavmi İbrahim peygamberin eşi Sarah’dan olma oğlu İshak’dan, Arap kavmi ise cariyesinden olma oğlu İsmail’den geldiklerini ileri sürerler.

İbrahim’in Kuran’da Bakara (2-92/62), Maide (5-110/69) ve Hac (22-88/17) sure ve ayetlerinde, Museviler ve Hıristiyanlarla birlikte bahsedilen Sabii inancından olduğu bir gerçektir. İbrahim ve oğlu İsmail’in birlikte Mekke’de yaptıkları Kabe, güneş kültü niteliğindeki Sabii inanışına uygun olarak yapılan tapınaklardan birisidir. Muhammed ve ailesi kuşaklar boyunca Kabe’nin (Güneş Mabedi’nin) yönetimini, koruyuculuğunu elinde tutan Sabii rahipleridir. Zaman içerisinde Kabe’nin içine pek çok kavmin putları dolsa da Muhammed’in ailesine ve savundukları dini inanca, tek Tanrı inanırları anlamına gelen “Hanif Din” inanırları denmektedir. İslamiyet’in, kutsal kitabı Kuran dışındaki en önemli kanun koyucu, Hanif dininin uygulanmakta olan ilkeleriydi. İşte bu nedenle, zaman içerisinde çok farklılaşmış olsa da ilk kaynağın Ezoterik olması nedeniyle İslamiyet’te de bu öğretinin izlerine sıkça rastlanır.[39]

Edouard Schure, “Büyük İnisiyeler” isimli kitabında Musa ve İsa’yı inisiye edilmişler içinde kabul eder. Kitabın çevirmeni Yavuz Keskin tarafında ek bölüm hazırlanıyor. Bu bölümde Muhammed ve Zerdüst’e inisiye edilmişler içinde kabul edilerek nedenleri gerekli açıklama ile yansıtılmaya çalışılıyor.[40] Kuran’ın Muhammed’in hayatta olduğu dönem içerisinde kağıda dökülmemiş olması, amcasıoğlu ve damadı olan Ali’ye ait olduğu belirtilen mevcut Kuran ile içerik, yazım ve sıralama bakımından farklılıklar gösteren “Ali Mushafı”nın hali hazırda bulunamaması, İslam peygamberi Muhammed tarafından çeşitli zaman ve yerlerde kendisinden sonra Ali’yi işaret etmesi ve nerede ise bütün tarikat silsilelerinin Ali’ye dayandırılması, Ali’nin kendisine biat etmek isteyenlere karşı söylediği “Öyle gizlenmiş bir bilgiye sahibim ki açsaydım size, derin mi derin kuyulara sallanmış ipler gibi sallanırdınız, titrerdiniz” [41] gibi sözlerinin anlamı ve diğer bir çok nokta İslamiyet’in oluşumunda ve sonrasında Ezoterizm’in olup olmadığının irdelenmesi açısından önemlidir.

İslamiyet’in içerisinde yer alan Vahdet-i Vücut inanışına baktığımız da bunun Alevi inancı ile örtüştüğünü görürüz. Abdülbaki Gölpınarlı, “… her şeyde Tanrı’nın kudretini, kuvvetini, lûtfunu, tek sözle varlığını, birliğini, sıfatlarının tecellisini görmek, her şeyin, onun varlığıyla kaim olduğunu, fakat bütün varlıkların, onun ezeli ve ebedi varlığına nazaran bir gölgeden, bir seraptan başka bir şey olmadığını kabul etmek sureti ile …” [42] İslam’da Vahdet-i Vücut inanışının var olduğunu açıklar ve devamında “Vahdet-i Vücûdu, kainatın her zerresinde, Allah’ın eserini, yaratıcılığını, kudret ve hikmetini görmek, her şeyi onun varlığına, birliğine delil saymak, her varlıkta onun sıfatlarının tecellisini görmek, fakat tecelliyi, tecelli eden kabul etmemek tarzında kabul İslâma aykırı değildir” [43] der.

Benzer tanımlamayı Dedebaba Doç.Dr. Bedri Noyan’da Vahdet-i Vücut inanışı hakkında “Vahdet-i vücûda göre, vücûd birdir ve o da Hakk’ın vücûdu ve zâtıdır. Eşyânın farklı bir vücûdu yoktur. Vücûd, Tanrı’ya nisbetle (yani Tanrı’dan dolayı) kadîmdir ve eşyâ ise O’ndan zâhir olan sûretlerden ibarettir. Yani Allah eşyânın kendisi değildir. Ancak vücûd itibariyle mevcûdâtın ve zuhûrda her şeyin aynıdır. Vücûd bir ayna mesabesindedir. Tanrı Tanrı’dır ve eşyâ eşyâdır. Zât-ı mutlak kendisini eşyâ ve âlem sûretinde zâhire vurmuştur. Eşyâ ve mükevvenât (yaratılmışların tümü) Tanrı’nın zâhiri, Tanrı da o eşyâ ve mükevvenâtın bâtını ve rûhu mesâbesinde (düzeyinde) olup, O’nun varlığı haricinde hiçbir varlık tasavvur edilemez.” [44] açıklamayı yaparak Vahdet-i Vücut’u şu şekilde tariflendirmiştir; “ Evrenin her atomunda Çalab’ın eserini, hikmetini, kudret ve yapıcılığını görmek ve O’nun varlığına, birliğine işaret saymak, var olanlarda O’nun sıfatlarını tecellisini görmektir. Buradaki tecelliyi, tecelli eden yani Çalab saymamalıdır. Yaratılmışı Yaratan bilmemelidir.” [45]

A.Celâlettin Ulusoy’da Vahdet-i Vücut’u Dedebaba Doç.Dr. Bedri Noyan’ın paralelinde anlatmıştır; “Vahdet-i vücûd, ben O’yum veya ben O’ndayım düşüncesinin ifade şeklidir. Allah biridir ve âlem onun tecelli ve zuhûrudur. Yaratılış, başka bir şey yaratma değil, meydana çıkma, zuhûr halidir. Kişinin maddi varlığının ölmesi, Allah’ın varlığı içinde bir başka biçimde dirilmesidir.” [46]

Bütün bunların ışığı altında yukarıda da yazdığımız üzere, Mu dini eksenli Ezoterik-Batıni doktrini ve İslamiyet’in içindeki karşılığı olarak göreceğimiz Vahdet-i Vücut inanışını Pan-enteizm yerine Panteizm olarak nitelendirmek yanlıştır. Ne yazık ki Alevilik teolojisindeki Vahdet-i Vücut inanışı nedensiz bir şekilde gerçekte yer aldığı Pan-entizm çizgisi dışında ondan farklı bir şekilde açıklanmaya çalışılmaktadır.

Batı’da Ezoterik, doğu’da Batınilik olarak adlandıracağımız doktrin içerisinde yer alan ve bu doktrinlere uygun olarak dereceler sistemine, inisiyasyona bağlı olan Alevilik İslam dinindeki adı ile Vahdet-i Vücut inanışını benimsemektedir. Fakat Panteizm’i (Arapça’ya Vücûdiyye olarak çevrilen) ya da Vahdet-i Mevcut inanışını Vahdet-i Vücut inanışı olarak ve de bunu Aleviliğin teolojisinde olduğunu ileri sürmek çabaları mevcuttur.

Özet olarak batı’daki ismi ile Ezoterik, doğu’daki ismi ile Batınilik ekseninde felsefi alanda ki Panteizm ve Pan-enteizm kavramlarının ışığı altında özellikle Alevi teolojisindeki Vahdet-i Vücut kavramının gerçek ifade alanını belirtmeye çalıştık. Kavramların yanlış kullanılması neticesinde inancın teolojisinin farklı algılanacağı bir gerçektir. Bundan ötürüdür ki bu kısa özetsel çalışmada yanlış kullanımların ve algılamaların önüne geçilmesi ve en azından meraklılarına araştırma yapmaları gereken bir konuda ipuçları verilmesi amaçlanmıştır.

Son olarak Ezoterik-Batıni yaklaşım ile Vahdet-i Vücut kavramıyla ilgili bir kaç notu sunmak istiyorum.

Makalat-ı Hacı Bektaş Veli’nin X. Bab’ında (bölümünde) yer alan “Marifet’in Makamların Bildirir” kısımda Marifet Kapısının onuncu ve son makam’ı olarak;

”Onuncu makam; kendü özün bilmektir. Nitekim Hazret-i Resul buyurur: ‘Men arefe nefse, fekat arefe Rabbe’
Manası budur kim; herkim kenduyi bildi bayık Tanrı’yı bildi.” [47]

Makalat-ı Hacı Bektaş Veli’nin XIV. Bab’ında (bölümünde) yer alan “Tevhid-ül Maarifi Beyan Kılur” kısımda şu cümle yer alır;
“Bir gün Tanrı aslanı Ali Keremallahı vecheye sordular. Tanrı’yı görür müsün ki taparsın? Ali der: görmesem tapmayıdım.” [48]

Varlık asıldır. Yokluk, ondan türeyen ve gene ona dönen dalgalardır. Yani var olan deniz, yok olan da dalgalardır. Her şey o denizdedir. Var olanlar ve gökler, o asıldan, o nurdan ateşlerdir. Her şey o var olanın sırlarının yansıması ve güzelliğinin aynasıdır. Bu da Allah (Tanrı) diye adlandırdığımız güçtür. O güç, kesin güzellik, kesin olgunluk, kesin yüz güzelliği ve kesin yaşamdır.[49]

Güneşin ışığı, güneş olmazsa meydana gelmez, ama o ışık güneşin kendisi olamaz, kendisinden ayrı da değildir.[50] Güneşin ışığı, güneş olmazsa var olamaz, fakat güneşin ışığı, güneş değildir, güneşin bir tecellisidir.[51]

Not: Biraz uzun bir yazı umarım sıkılmazsınız.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 17, 2009, 07:52:42 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Karahan,

Allah'ınızı severseniz,bu yazı kime aittir...?Açıkçası sizin yazınız olduğunu düşünmüyorum;zira,sizi azda olsa yazılarınızdan tanıdığımı düşünüyorum.Oysa,bu yazıyı yazan kimsenin kafasının ziyadesiyle karışık  olduğu çok açık...Şöyleki;

Vahdet-i vucud,vahdet-i şuhuda,

tasavvuf anlayışı,alevi kültürüne,

hermetizm,nacaal tabletlerine,

ezoterizm,panteizme,

karışmış ve herşey altüst olmuş.Neredeyse mu uygarlığının tamamı aleviydi diyecekler.Öncelikle siz bu yazıda yazılanlardan katıldıklarınızı belirtirseniz,belki tartışmaya değer birşeyler çıkabilir.Yoksa,bu yazıya verilecek yanıttan bir kitap çıkar ama okuyan olmaz.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 18, 2009, 09:54:44 öö
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn Ceycet


Bu yazı tabiki bana ait değil.Bir Alevi forum sitesinde okudum ve hiç yorum yapmadan yayınladım.
Vahdeti vücut felsefesine alevilerin inandığını biliyorum.Lakin bu tip konuları kendilerine mal etmiş olmaları kötü olmuş.Aslında kabala'nında özünde bu felsefe vardır.Katılmasamda bir inançtır ve kendine has bir kültür oluşturduklarıda apaçık belli.Yazıyı yayımladım çünkü tepkileri ve yorumalrı merak ediyordum.
Saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 18, 2009, 08:59:26 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Karahan,

alevilik,müslümanlıktan gayrı bir inanç sistemi değildir.Şiiliğin Türk coğrafyasındaki yorumundan ibarettir.Anadoluya İlhanlılardan intikal etmiştir.Bildiğiniz gibi şiilik ve sunnilik arasında da hilafetin hilafından başka önemli bir ayrılıkta yoktur.

Vahdet-i vucud ve vahdet-i şuhud anlayışı ise,tasavvufi yorumlardır ki,tüm İslam inananlarını yakınen ilgilendirir.Tarihte iz bırakmış islam mutasavvufları bu konuda hem fikirdir.

İslam'ın ve Kur'an'ın batıni(ezoterik)yorumuna gelince,başta Hz.Muhammed olmak üzere aklı başında tüm İslam alimleri,Kur'an'ın evrenselliğinin ve sonsuzluğunun anlaşılmasını,batıni yorumuna bağlamışlardır.Zira,aksi takdirde,sadece zahiren yorumlanan Kur'an'dan ancak yazıldığı dönemdeki muhataplarına yönelik mesajlar çıkar ki,o da günümüzde çekilen sıkıntıların artarak devam etmesinden başka hiçbirşeye yaramaz.İnananlar,neye inandıklarını bilmeden hikaye kitabı okur gibi okudukları Kur'andan ayıklayamadıkları mesajlar nedeniyle,din adamlarının sultasına boyun eğmek zorunda kalmaya devam edeceklerdir.

Vahdet-i vucud un izlerini ise sadece tasavvufta ve kabala da değil,tüm dinlerin batıni yorumunda görmek mümkündür.Hedefi tekamül olan tüm ezoterik oluşumlar buna benzer yorumlardan etkilenmişlerdir.Tek tanrı inancının,beşer tarafından hazmedilmesine imkan sağlayan yegane görüşü veya görüntüyü bulabileceğiniz vahdet-i vucud kabullenmesinin dışında aranacak Tanrı,ötede,uzakta,yukarıda,gökte vb bir arayışı işaret eder ki,buda inananı gizli şirk e sürükler.

Vahiy dinlerin mensubu inananlar,eğer tekamülü arzuluyorlarsa,inandıkları din in ifşa edilen yorumunun batıni yönüne dokunmak zorundadırlar.Aksi takdirde görünenle yetinmek zorunda kalacaklarından,kendilerine açıklayamadıkları cebri bir imanın kıskacında korkuya dayalı,sevgiden mahrum bir inancı azapla yaşamak zorunda kalacaklardır.Din üzerinden rant sağlayan otoritenin de tam olarak istediği bu dur.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 19, 2009, 09:33:33 öö
Yanıtla #4
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

alevilik,müslümanlıktan gayrı bir inanç sistemi değildir.Şiiliğin Türk coğrafyasındaki yorumundan ibarettir.Anadoluya İlhanlılardan intikal etmiştir.Bildiğiniz gibi şiilik ve sunnilik arasında da hilafetin hilafından başka önemli bir ayrılıkta yoktur.

Sn.Ceycet bu sözlerinizi açıkça tam anlayamadım.Bana biraz daha açarmısınız ne demek istediniz tam olarak.Hatta size sorarak yardımcı olayım anladığım kadarı ile.

Alevilik ve müslümanlık gayrı inanç sistemi değildir derken aynımıdır demek istiyorsunuz.Benim anladığım budur eğer kastedilen bu ise ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.Alevilik belki bir inanç sistemi olarak düşünülebilir ama islamiyetle  çok alakalı değil.

Dinsel ritüelleri olan şekli bir ibadetleri var.Semah dönmek,saz ve tef çalmak,Hangi inanç sisteminde var ise onu andırıyor ama islamiyetle bir bağı yok.

İslamiyette böyle bir inanç sistemi var diyerek yamamaya çalışanlar tarih boyunca vardı ama ben kesinlikle inanmıyorum.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 19, 2009, 09:42:51 öö
Yanıtla #5
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Sn Karahan

Sema islamda var mı o zaman mevlevilikte ayrı bir inanç sistemi mı

Sema evrenin ibadetidir. Nihayetinde hersey bir seyin etrafında donmektedir ay dunyanın , dünya günesin , Güneş samanyolunun ilh ...  


Kasım 19, 2009, 09:58:06 öö
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn. Skullg

Sema islamda varmıdır bence bu bir yorumdur.Sema islamda yoktur.Mevlana güzel sözler söyleyen bir felozoftur.Bu mevlevilik olsun bekyaşilik olsun rıfailik olsun melamilik olsun sadece akımdır bencede çok fazla önemi yoktur.İslamın içinde kuranın içinde arayıp yolunuda bulmak mümkün pekala.

Sema evrenin ibadeti diyorsunuz gezegenlerin bir aheng içinde birbiri etrafında dönmesi semaya benzetiliyor ki doğrudur ama bence o kadar.Buna özel anlamlar yüklemenin mantığını zaten hiç anlayamadım hayatım boyu.

ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 19, 2009, 10:56:17 öö
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Karahan,

alevilik bir inanç değildir,mezhepte değildir;sadece bir kültür dür.Şiilik mezhebinin Türk coğrafyasındaki yorumudur.

Müslümanlığın şartı olan şehadetin açılımında ki inancı temsil eden bütün unsurları İslam içinde kolaylıkla barındırabilir.Asıl ve tek olan imandır;ibadetin değişik şekilde ifa edilmesi müslümanlığı yok etmez.Allah'a ve Hz.Muhammedin "O"nun peygamberi olduğuna inanılması müslümanlık için yeterli değilmidir?İbadetini nasıl yapacağı ise sadece mümini ilgilendirir.İnanan,Allah'a dönerek yaklaştığına ikna olmuşsa ne mutlu ona...Bırakın dönsün.Kime ne zararı var.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 19, 2009, 01:42:45 ös
Yanıtla #8
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Ceycet

alevilik bir inanç değildir,mezhepte değildir;sadece bir kültür dür.Şiilik mezhebinin Türk coğrafyasındaki yorumudur.

Çok güzel ifade etmişsiniz tamda böyle diyorum bende.Alevilik bir inanç değildir,mezhepte değildir sadece kültürdür.Lakin Alevi önderleride bunu kültür olarak sunuyor ve ondan sonraki bu kültüre ait açılımları farklılaşıyor.İşin içine islami öğeler girdiğinde islamla çatışır ifade ve yorumlar hasıl oluyor.Kendi aralarında bile bir fikirde bir araya gelemeyen yorumlar ortaya çıkıyor.Bir kısım alevi bu yorumları kabül etmezken bir kısım alevinin ise olaydan hiç haberi yok günümüzde.Doğudaki totaliter aşiret baskısı alevi cemaatindede dede kültürü ile baş göstermiş durumda.

Lakin yukarıdaki cümlenizin sonunda şiilik mezhebinin türkiyedeki yorumudur derkende aleviliği mezhep olarak görüyorsunuz.Şiiliğin yorumu olarak kabül edersenizde alevilik bir mezhep olarak ortaya çıkıyor.

İbadet yapma konusu her ne kadar yapanı ilgilendirsede o kadarda serbest bir konu ve yorum değil.İbadet genel şart ve farzları ile bir ifa biçimi olan şeydir.O yüzdende yapılış biçimi belirlendiğinden her inananı bağlar isteğe ve şarta bağlı değildir.

İnsanın sadece tek başına müslüman olması farz olan ve yapılma şekilleri olan ibadetlerin yapılmayacağı anlamını vermez.

İnsanın ibadet anlamında kendini ikna etmesi sadece kendini bağlar onun huşu halidir.Doğruluğu ise islami kuralları belirler.

saygılarımla
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 19, 2009, 02:15:05 ös
Yanıtla #9
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay


Oniki Imamlar


Aleviler, Hz. Muhammed’in hakka yürümesinden sonra Müslümanlara önderlik etmesi gereken kişilerin Ehlibeyt soyundan olmaları gerektiğine inanırlar. Buna kaynak olarak ta Kuran-ı Kerim’in Azhap Suresi 33. Ayeti gösterirler. Bu Ayet şöyle: “Ey Ehlibeyt Allah sizden her türlü pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler.” Bu Ayetin anlamı, Ehlibeytin doğuştan arı olduğu bu anlamda da imamlığın Ehlibeytin soyundan gelen kişilerin hakkı olduğudur. Bilindiği gibi Ehlibeyt, Peygamberin ailesidir, soyudur. Peygamberin soyu da, yani Ehlibeyt Hz. Ali kanalıyla devam etmektedir. Dolayısıyla önderlik (halifelik) Hz. Ali ve çocuklarının hakkıydı. Ama maalesef bırakın Ehlibeytin imamlığını, ortada müthiş bir Ehlibeyt düşmanlığı vardı. Bu düşmanlık aslında biçimde Ehlibeyteydi. Bu düşmanlığın asıl hedefi İslamdı. Çünkü bu düşmanlığı geliştirenler Cahilliye döneminin azılı putperestleriydiler. Bu düşmanlığın sonuçları günümüze kadar da devam etmektedir. Bu düşmanlık öyle bir hal aldı ki, başta Hz. Ali olmak üzere bütün soyu büyük zulümler gördü. Ve on ikinci İmam Mehdi’nin dışında diğerleri genellikle zehirlenerek şehit edildiler. Hiç biri vadesiyle hakka yürümemiştir.
On iki İmamların Alevilikte çok büyük bir anlamı vardır ve Aleviler ibadetlerinde her zaman on iki İmamlara bağlılıklarını dile getirip onları anarlar. Kısaca belirtmek gerekirse; on iki İmamlar –bir bütün olarak- Aleviliğin temel yapı taşlarındadır. Bunlara ek olarak Aleviler on ikinci İmam Mehdi’nin bir gün gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar.


http://www.abkyol.nl/alevilik/12imamlar/index.html


Sn.Ceycet

Yukarıda okuyacağınız satırlar da anlatılmak istenenlerden bir kaç saptama yapacağım .

1--Bu Ayetin anlamı, Ehlibeytin doğuştan arı olduğu bu anlamda da imamlığın Ehlibeytin soyundan gelen kişilerin hakkı olduğudur.

burda yahudiler gibi kendilerine bir kutsaniyet addediyorlar.seçilmiş halk.,

2--Bunlara ek olarak Aleviler on ikinci İmam Mehdi’nin bir gün gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar.

burda ise meşhur mesih beklentisinin islami versiyonunu görmek mümkün yine bir yahudi kültürü

sadece bu ifadeleri bile kendilerini salt bir kültürün parçası olarak görmediklerinin bir kanıtıdır.Sorunlarıda sadece ibadet şekilleri ile ilintili ve sınırlı değildir.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2960 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 06, 2008, 05:12:15 ös
Gönderen: newyork
17 Yanıt
14934 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 07, 2012, 08:36:29 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3489 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2010, 12:34:12 öö
Gönderen: Mozart
0 Yanıt
3615 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 15, 2010, 06:44:27 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
4386 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 16, 2010, 08:39:18 öö
Gönderen: ceycet