Yapıtın asıl anlatımı burada başlıyor...
BİRİNCİ GÖRÜŞME
AHURAMAZDA’YA ÇIKAN YOLLAR...
Zerdüşt, havariler ile beraber, içine hiç bir avcının girmediği ormanlarda yedi gün, yedi gece dolaştı. Dalların yıldızlara uzanan parmakları ve karanlığın boşluğu dolduran nemli ve heybetli surları bu yedi kutsal kişinin ruhuna, ulaşmak istedikleri yücelikle, önlerine çıkacak olan zorlukların bir sembolü gibi batıyor fakat, onlar, yine acının ve tehlikenin tadından bir sevgili lezzeti alarak yollarına devam ediyorlardı...
Ne arıyorlardı bunlar?.. Bu yolcular neyin âşığı, kimin düşmanı idiler?.. Belki bunu kendileri de bilmiyorlardı...
Göklerden bir yıldız kaydı; bir büyük gece kuşu, başları etrafında dokuz kere döndü. Gövdesi kurumuş bir çınar çatladı ve ayaklarının dibinden fırlayan sivri bir canlı, şekilsiz bir ahlat ağacına tırmandı.
Zerdüşt’ün havarileri, Bilgi ağacının altına geldiklerini zannettiler ve derin bir nefes aldılar. Sanki Havva, Âdem’i burada tanımış; sanki Havva’ya yılan, erkeğin meyvesini burada tattırmıştı.
Havarilerin en genci: Hazretim, dedi, geldik mi?..
Zerdüşt gürledi: Yorulanlar, arkasından ileriye, dinlenenler ise, yandan geriye gitsinler!.. Ulaşacağımız hiç bir nokta, kavuşmak istediğimiz yerin yarı yolu bile değildir...
Seksenlik havari sızlandı: Öyle ise, ömürlerinin yarısını çoktan aşanlar, hasretin karanlığında mı kaybolacaklar, hazretim?.
Sonsuzluk yolunda ömrün yarısı, daha yaşanmaya başlanmış bir an bile değildir. Hepimiz, sonsuzluğun rahminde olgunlaşmayı bekleyen birer döl damlasıyız!..
Havarilerden hiçbiri geri dönmedi ve hazretlerinin sözünde saklı olan gücü anlamadan ve sıralarını bozmadan, karanlıkların derinliğini olduğu kadar da yaratmanın ve yaratanın sırrını delmeye çalışan aydın bir yürekle, hepsi bir arada yollarına devam ettiler... Zira bunlar da öteki insanlar gibi, anlamadıklarını anlamış görünmekten hoşlanan zavallılardı. Hepsi ordularını kaybetmiş ve düşmana görünmek istemeyen bir savaşçı kafilesine benziyorlardı; çok yorgun olmalarına rağmen, sanki daha şimdi sefere çıkmış görünüyorlardı. Fakat daldıkları ormanlar bitmiyor ve yol daima daha yükseklere doğru dikleşiyordu.
Zerdüşt onları nereye götürüyordu? Zerdüşt onları nereden toplamış, onlar Zerdüşt‘ü nasıl ve nerede tanımışlardı?
Bunlar bir sırdı; bunları, ne kendileri, ne de Zerdüşt hatırlayabiliyordu. Bildikleri tek şey, hiç bir hayal gücünün yaratamayacağı güzelliklerle, hiç bir akıl gücünün kavrayamayacağı gerçeklerle ve hiç bir ölümlünün ummadığı mutlulukla dolu bir alemin rüyasına dalmış olduklarıydı ve Zerdüşt, bu âleme giden en kısa yolu biliyordu.
Havarilerden birinin ayağına dikenler battı, bir diğerinin ayağı altında ezilen kurbağanın çıkardığı son ses, hepsini ürküttü ve hepsi sulak bir yere yaklaşmakta olduklarını hissettiler.
En genç havari: Hazretim, dedi, Ahriman âleminden Hürmüz âlemine geçmek için aşılacak yolların en kısası bu yokuş mudur?
Kutsallık özleminde yolların en kısası asla sonu gelmeyen en dolambaçlı, en çapraşık ve en dik olanıdır. Gönüllerini aşkın ve ümidin volkanıyla aydınlatanlar için Ahriman, uyuşmuş bir örümcek kadar küçük ve beceriksizdir; bu volkanı söndürenler için ise, uçsuz bucaksız karanlıkları örtmekte, yeter derecede usta ve çeviktir.
Hazretin her sözü, onlara yeni bir hayat, yeni bir ümit veriyordu.
Devam edecek